Yeni Üyelik
4.
Bölüm

FANTASTİK!!

@kuryil

Yan tarafa doğru takla atarak bir kayanın ardına gizlendim!

 

Kafamı çıkarmadan saklandım.

 

..

 

..

 

Ancak bir iki dakika boyunca hiçbir şey olmadı.

 

Yavaşça kayanın arkasından kafamı çıkardım ve etrafı süzdüm.

 

Hmm?

 

Etrafta kimse yok?

 

Eğer bana saldıran birisi varsa şu an yerimi bilip tekrar saldırması veya bir şey yapması gerekmez miydi?

 

Neden ses seda yok?

 

Bu durum beni gerdi. Bastığım yere baktım. Çamur içinde gibiydi. Parmağımı uzattım ve bir parça çamur alıp yanaklarıma iki şerit halinde çektim. “What time is it?” diye konuştum kendime kendime.

 

Ardından kayalıkların ardında saklanmayı bırakıp dışarı fırladım. “İts Rambo time!”

 

Tepenin aşağısındaki ormana doğru son sürat koşmaya başladım!

 

“Haha! Şimdi beni yakalayın bakalım şerefsizler!” diye bağırdım o bana saldıran varlığa. Bu kadar hızlı bir şekilde koşarken beni hedef alamamalı değil mi?

 

Eğer o ormana varırsam sık ağaçların arasında beni bulması da imkansız.

 

Dahiliğimi yine konuşturuyorum!

 

Başka bir dünyaya ışınlanıp hayatta kalmak mı?

 

Hah!

 

Çocuk oyuncağı!

 

Tepeden aşağıya doğru koşmaya devam ettim. Yokuş eğimliydi. Bana kuzenlerimle yaptığım araba seyahati sırasında gördüğüm tepeleri hatırlattı. Üzerinde yuvarlanma isteğim olan.. bekle, neden şimdi yapmayayım?

 

“Cerenimooo!” diyerekten yere atladım ve kendimi yuvarlanmaya bıraktım.

 

Bu.. bir hataydı.

 

“Ah! Uh! Ah!”

 

Yuvarlandığım sırada taşlara çarpıp durdum!

 

“Anam! Ovv!!”

 

İvmem o kadar arttı ki kendimi durduramadım!

 

Bir yerden sonra yuvarlanmam yerden fırlayıp tekrar düşmemi sağlayacak hale geldi!

 

Kafama tüküreyim!

 

O sırada göz ucuyla gittiğim noktayı gördüm.

 

Koskocaman bir ağaca doğru ivmelenmiştim!

 

Ancak kendimi durduramıyordum!

 

Bir ‘BAAAAM!’ sesiyle koca ağaca tosladım ve amele sümüğü gibi yapıştım!

 

Baş dönmesi ile birkaç saniye o pozisyonda kaldım.

 

Ardından, “Aah. Başım.. sırtım, heryerimm.” diye söylenerekten yavaş yavaş ayaklanmaya başladım. “Ov ov ovvv.” Bir şekilde ağaca tutunup doğruldum.

 

Sonra vücuduma baktım. Her yerimde hafif morluklar ve gözle görülmesi zor sıyrıklar vardı.

 

“Vaay.. demirden mi yapıldım?”

 

O Deli’nin Kan Hattı yeteneğinin açıklamasını hatırladım. Harbici bir etkisi varmış. Eğer bu düşüşü normal bir insan yaşasa, ya ölürdü ya da sakat kalırdı..

 

“Öhm bunların hepsi planlıydı zaten. Vücudum güçlendiği için, test etmek amacı ile yaptım.”

 

Üzerimi silkeledim.

 

O anda beni takip eden saldırganımı hatırladım.

 

Hiçbir şeyi kontrol etmeden ormana doğru daldım.

 

Burası sık ağaçlara sahip bir ormandı. Hatta o kadar sıklardı ki zik zak yaparak ilerlemem gerekirdi. Herhangi bir patika yoktu.

 

Neyse ki edindiğim yetenek beni bu vücuda alıştırmıştı. Yoksa bir anda bu kadar kaslanınca dengemi sağlayamaz ve doğru düzgün yürüyemezdim bile.

 

Ağaç dallarına takılmamaya çalışarak yirmi dakika boyunca koştum. Sonunda durduğumda bir kayanın ardına saklandım. Nefes nefeseydim.

 

Anasını satayım, madem o kadar güçlendiriyorsun insan bir de enerjiyi artırırdı. Bu koca cüsseyi böyle cigerlerle nasıl taşıyıcam ben? Yirmi dakikalık koşu bile beni yormaya yetti..

 

Artık beni kaybetmiştir değil mi?

 

..yine de emin olmak için biraz bekleyelim.

 

Bu sırada çevremi süzmeye başladım.

 

Şu anda minik bir tepenin üzerindeydim. Ağaçların sıklığı hala duruyordu. Bu ağaçlar etrafı canlı gösteriyordu. O kasvetli çam ağacı manzarası değil de daha çok gözalıcı meşeağacı gibi ağaçlar var.. tabii yabancı bir dünyada olduğumdan bunların ne olduğunu ayırt edemiyorum. Neyse ki kuşlarımız aynı. Etrafta cıvıl cıvıl uçuyorlar ve sesleri ile ormanı dolduruyorlar.

 

Az ileride, ağaçların arasında minik, gölümsü bir şey görüyorum. Suyun parlak mavi rengine sahipti. Ancak bulunduğum ortamın ne kadar dünya ile aynı olduğunu bilmediğimden emin olamıyorum.

 

“Burada ne yapıyorsun genç adam?”

 

“Wow!” Şaşkınlıkla yerimden sıçradım!

 

Yaşlı adamın birisi hemen dibimdeydi!

 

Bu adam ömrünün çoğunu geride bırakmış gibi görünüyordu. Kel bir kafası ve upuzun beyaz bir sakalı vardı. Masmavi gözleri dünyanın derinlerini görebilir gibi bakıyor ve yüzünde herşeyi bilen bir insanın tebessümü ile beni süzüyor. Sadece bunlar olsa gerçekten o hikayelerdeki aksakallı dedeler gibi olduğunu düşünürdüm. Ancak.. bu adam bakstır boyutunda tek parça bir peştemal giyiyordu..

 

“Hohoho. kusura bakma. Seni korkutmak istemedim.” dedi tonton ve sempatik bir dede gülüşü ile.

 

Bana saldıran o değil miydi? Yani.. böyle tonton bir dedenin öyle bir şey yaptığını düşünmek zor. Hem bana saldıran kişi olsaydı çoktan bir koruma hakkım daha giderdi.

 

O zaman bu yaşlı adam saldırgan değil. Derin bir nefes aldım. “Önemli değil dede.. şey asıl sizin burada ne yaptığınızı sorabilir miyim.. neden tek parça donla geziyorsunuz?”

 

“Hohoho. Bunu sen mi söylüyorsun?” dedi üzerimi gösterirken.

 

Kafamı indirip baktım.. oh doğru.. ben de bakstır ile geziyorum.

 

Bulunduğumuz bu garip pozisyonda resmi konuşmanın da anlamı yok gibi..

 

“Dede, kimsin bilmiyorum ama öyle açıkta durmasan iyi edersin.” Sağa sola baktım. Sonra kafamı dedeye biraz daha yaklaştırıp, “Etrafta millete saldıran bir manyak var..!”

 

“Öyle mi?” dede tek kaşını kaldırıp yanıma yaklaşırken. O da benimle beraber kayanın ardında çömeldi. “Kim ola ki o? Neden millete saldırıyor?”

 

Bu doğru, o adam neden bana saldırdı? Ben bu dünyaya daha yeni geldim. Hiçbir düşmanım olmamalı.. yoksa beni buraya getiren adamın dediği ‘geldiğin gibi ölme’ ile ilgili mi?

 

“Valla bilmiyorum ki. Tipimi beğenmedi herhalde.”

 

“Hohoho. Genç adam kendini küçük görme. Baya iyi bir suratın var.”

 

“..o zaman tipimi kıskanmış olabilir mi?”

 

“O olabilir bak işte. Hohoho.”

 

Ardından dede sakalını sıvazlamaya başladı. “Ee genç adam, ne yapıyordun bakayım bu ormanda?”

 

Bu tonton dede bana güvenilir geldi. O yüzden ona dürüst olmaya karar verdim. “Dede, ben buraya bir kitaptan fırlayan hayalet bir adam tarafından gönderildim. Aslında başka dünyanın insanıyım.”

 

Dede, sözlerimi dinledikten sonra bir anlık kaşlarını çattı. Ancak hemen sonra içten bir kahkaha attı. “Sen delirmişsin evlat! Seni sevdim!” dedi omzuma bir şaplak vururken.

 

‘Ananı!’

 

‘Pat!’

 

Tokat ile kayaya yapıştım!

 

Bu ne güç lan!?

 

Dede kahkaha atmaya devam ediyordu.

 

Sonra bir anda iki elini öne çıkardı ve yumruk yaparak tuttu. “Sana bir bilmece. Eğer taş olmayan elimi bilirsen, sana güzel bir ödül vericem.”

 

Gözlerim açıldı. Az önceki hayvani güce bakılırsa bu dede normal değil! Bunu nasıl unuturum! Burası fantastik bir dünya! Burada sırf yaşlı diye birisini küçümseyemem!

 

Ancak şu an durum daha ciddi.. bu dede bana bir ödül vereceğini söylüyor! Fantastik dünyanın Fantastik dedesi bana Fantastik bir ödül verecek!

 

Bu beni çok heyecanlandırdı.

 

Soru neydi?

 

Ah evet, taşın hangi elinde olmadığı.. bekle, bu soru genelde tam tersi olmaz mı?

 

Bu işte bir gariplik olduğunu sezdim. Dedenin muzip bakışlarını ve hilal şekli almış maviş gözlerine baktım.

 

Biraz düşündükten sonra, ben de sırıttım ve yanıtımı verdim. “İki elinde de değil.”

 

Dede bir anda çok kuvvetli bir kahkaha attı!! Bu önceki tonton dede gülüşü değil, bir manyağın gülüşü gibiydi!!

 

“İşte tam da bir deliden beklenecek cevap!”

 

Dede iki elini de açtı. İkisinde de taş yoktu. “Doğru bildin.”


 

Loading...
0%