Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Gizemli Kitap

@kuryil

Hafif bir rüzgar ve batmakta olan güneş.. bir araba ile seyahet ederken izlemeye değer bir dağ, orman manzarası. Karşımda geçip giden bu tepeler, içimde yuvarlanma isteği uyandırıyor. Keşke bir dursak da gidebilsem şu manzaraya ve ben de bir parçası olabilsem..

 

Ancak onun yerine burada hiç samimi olmadığım 4 gençle yan yanayım.

 

Sorsan kaç yaşında olduklarını bile bilmeyeceğim bu insanlar, beni zorla arabalarına tıktılar ve kendi eğlenceleri olan bir kampa sürüklüyorlar. Evet aslında bir kamp ilgimi çekebilir. Ancak içlerinde bu tipler olmazsa..

 

Ağzımda çiğnediğim sakız bile beni daha rahat hale getirmiyor. Oysa ki internette rahatlamak için işe yaradığı yazıyordu.. herkes yalancı.

 

“Hağk PU!” diye tükürdüm camdan dışarıya..

 

Ancak tükürdüğüm sakız uçmak yerine ŞAP! diye cama yapıştı.

 

Lan bu kapalıymış!

 

“Ne yapıyorsun lan?!” diye bağırdı sağımda oturan adını hatırlamakta zorlandığım kız.

 

Ona döndüm ve ifadesiz suratım ile, “Açık sandım.” dedim. Daha sonra ne diyeceğini umursamadan önüme döndüm ve cama yapışmış olan sakızı söktüm.

 

Yanımdaki kızın, “Iğh.” diye söylendiğini duydum.

 

Umurumda değil. Zaten bu arabaya zorla bindirildim. Ne düşündüklerinden banane. İsterlerse indirsinler. Onlarla olmaktansa şu tepelerde yuvarlanmayı tercih ederim.. ah çimenler çok güzel görünüyor.. aralarında koyun boku yoktur umarım.

 

Şu an nasıl bir durumda olduğumu merak ediyor olmalısınız.

 

Öncelikle size kendimi tanıtayım. Benim adım Kağan. Kağan Bozkurtoğlu.. tam ülkücü gibiyim. Ancak kişilik olarak pek alakam yok. Aslında kimin hangi kökende olduğu umrumda bile değil. Nefes alsın yeter.. öhm yani insanlar.

 

Yaşım 19. Boyum 190 ve esmer bir tenim var. Pek bakıma ihtiyaç duymayan kısa saçlarım var. Açık konuşmak gerekirse çok yakışıklıyım. Bütün kızlar bana hasta.. olmalıydı. Ancak herkes benden uzak duruyor.. ilk başlarda her şey güzel gidiyor. Benimle konuşmaya geldiklerinde yüzlerinde hevesli bir gülümseme oluyor. Ancak yarım saat kadar konuştuktan sonra yüzleri düşmeye başlıyor ve sonra da sebepsizce uzaklaşıyorlar.. yo aslında bir sebebi var; Benim kişiliğim.

 

Ben bir dahiyim. Bu dünyanın sıradan insanlarından daha üstün bir zekam var. O yüzden insanlar beni anlayamıyor. Beni DELİ olarak yaftalıyorlar. İnanabiliyor musunuz beni? Benim gibi muhteşem birisini? Ah dur. Siz beni tanımıyorsunuz.. belki tanısanız siz de onlar gibi bana DELİ derdiniz. Sonuçta herkes sıradan.. benim üstün zekamı anlayabilecek birisi ile daha karşılaşmadım. Sonuç olarak, herkes beni deli sandığı için yalnız kaldım. Hiç dostum yok.. tek başıma sahile gidiyor tek başıma spor yapıyor ve tek başıma geziyorum. Neyse ki yüzümü güldüren bilgisayar oyunları ve filmler var. Yoksa bu yalnızlık benim gibi bir dahiye bile fazla.

 

Tabii yalnız olsam da şu anki grubun içinde olmak istemezdim. Çünkü onlar benim dostlarım değil. Onlar akrabalarım. Teyzelerim ve dayılarım bana hep samimi ve iyi davranmışlardır. Onlar da sıradan olsalar bile melek gibi insanlar. Ancak çocukları için aynısını diyemem. Bu tipler benimle her zaman dalga geçerlerdi. Yani şu an beni sevdikleri için çağırmadıklarını biliyorum. Ebeveynleri onları zorlamış olmalı.

 

Benim şuan acemi birliğine gitmeme 1 hafta kaldı. Yani asker olucam. Hiçbir dostum olmadığı için asker eğlencesi gibi bir şey de yapamam. O yüzden gitmeden önce biraz eğlenmemi istemiş olmalılar.

 

Sonuç olarak buradayım. Bu zerre samimiyetim olmayan insanlar ile, bilmediğim bir yerde kamp yapmaya gidiyorum.

 

Bu uzun araba seyahatimiz sırasında aralarında sohbet ediyorlar.. ancak bana laf gönderen yok.

 

İnsan biraz çabalar be.

 

Neyse ki çok yolumuz kalmadı. Dağ silsilesi yerini tamamen ormanlık alana bırakırken, yol da daralıp gidişli gelişli olan eski tip yollara geçti.

 

On beş dakika daha ilerledikten sonra gelmeyi planladığımız kamp bölgesindeydik..

 

*****

 

Bir saat kadar sonra çadırlarımız kurulu şekilde duruyorduk. Beceriksizler bir türlü çadırlarını kuramadılar. Onların çabalamalarını kenarda kolamı yudumlarken izledim.

 

Çünkü benimki biteli yarım saatten fazla olmuştu. Hem de hiçbir yardım olmadan yaptım.

 

“Kendinizi geliştirmeniz lazım.” diye seslendim onlara. Hepsi yorgunluktan bitap görünüyordu. “Bir saatte çadır mı kurulur? İnsan gelmeden önce bi pratik yapar.”

 

Sonra bakışları arkamdaki havalı çadırıma döndü. “Lan seninki şişme çadır değil mi? Neyin artistliğini yapıyorsun? Gel sen de bizimkiler gibi kompleks bir çadır kur bakalım.”

 

Aa ‘kompleks’ dedi. Bu düşük seviye insan söylediği kelimenin anlamını biliyor mu? İlginç.

 

“Neden işimi zorlaştırayım ki? Salak mıyım ben?” dedim arkamdaki fıstık gibi çadırıma bakarken. Adeta bir sanat eseri.

 

“Seni varyaa!” dedi beyaz tenli adını unuttuğum kuzenim.. ah dur adı Ahmet’ti. Öfkelenmiş gibi görünüyor.

 

Ancak yanıma gelemeden Se..Se.. Ha Selin evet. Selin tarafından durduruldu. “Sakin ol! O olmasaydı gelemezdik biliyorsun!”

 

Neden bahsediyor bunlar?

 

“Doğru.” diyip kafa salladı Ahmet. Sonra bana baktı. “Sen dua et bizimkilere.”

 

“Hem.” diye lafa girdi kenardaki Can. 167 boyu ile boyundan büyük laflar konuşan birisi bu. “Senin o çadırı nasıl alalım biz? Bizimkiler 3 bin tl. Seninki kim bilir ne kadardır.. harbiden fiyatı ne bunun?”

 

“Bilmiyorum.” dedim kolamı yudumlamaya devam ederken. “Annem aldı.. siz fakirseniz ben ne yapayım allah allah.”

 

“Annen mi aldı? Hahahaha!” diye gülmeye başladı Can.

 

O sırada diğerleri de kahkahaya boğuldu.

 

Neye gülüyor lan bunlar? Annemin almasının neresi komik? Ben çalışmadığıma göre onlar alacak değil mi?

 

“Kendi paran yok mu da annene dileniyorsun sen?” dedi Ahet küçümser bir tonla.

 

“Ne saçma bir soru bu? Çalışmadan nasıl kendi param olacak?”

 

“E çalış o zaman? Ah dur.. seni kimse işe almıyordu değil mi? Hahaha.”

 

“Hıh. Basit insanların basit fikirleri.” dedim ve onları daha fazla kale almadım.

 

Yani evet kimse beni işe almıyor. Ama bunun sebebi eski çalıştığım yıkamacı ile yaşadığım sorundandı. Olayı gereksiz büyüttüler. Patronlar işe yeni girmeme rağmen başımda durmamışlardı. Daha ilk işim onlar yokken geldi. Kadın bana karavanının anahtarını verip ‘Karavanımı yıkar mısın?’ dedi. Ben de uzun uğraşlarım sonucunda onu yıktım.. ters çevirdim yani. Sonra da patronlardan dayak yedim.. yani benim ne suçum var? Kadın isteğini daha açık belirtse bunlar olmazdı.. eh oradan kovulunca da işte nereye gitsem karşıma çıkar oldu. Ben de daha fazla gururumu ayaklar altına almamak için iş aramayı şimdilik bıraktım. Zaten askerliğim de geldi. Artık askerden sonra bakarız.

 

Kolamı yudumlamayı bitirdikten sonra etrafı toparladım. Hala yerleşmemiş eşyalarım vardı. Hepsini yerine koydum. Sonra baktığımda diğerlerinin üzerlerini değiştirip şort ve bikiniler giydiğini gördüm.

 

“Nereye?” diye sorguladım.

 

“Yüzmeye gidiyoruz.” diye yanıtladı Perihan yüzünde bıkmış bir tonla. O arabada yanımda oturandı.. her zaman öküze bakar gibi salak bakışları vardır. Ancak bana baktığı zaman hep bu yüzündeki bıkmış ifade olur.. hem de ağzımı açtığım an. Ya ağzımı açtığım gibi seni neyden bıktırmış olabilirim?

 

“Ah güzel! Ben de terimi atacaktım.” dedim ve soyundum. Üzerimde sadece bakstır kaldı.

 

Kızlar bir anda bakışlarını başka yöne çevirdi, “Ne yapıyorsun lan deli?!”

 

A bak yine deli dediler bana. Ne yaptım ben şimdi? Sadece yüzmek için üstümü çıkardım.

 

“Git çadırında değişsene manyak!” dedi Selin.

 

Peh. Karşımda kilot boyunda bikini giyen insanların dediğine bak. Acaba adı ‘bikini’ olunca gözlerinde daha mı doğal oluyor? Oysa ki vücutlarını kapladığı yerler kilot ile aynı miktarda. Sıradan insanların sıradan normları..

 

İçeri gittim ve ateşli şortumu giyip geldim.

 

“Hahaha alevli şort giyiyor!” dedi Ahmet gülerken.

 

Bu gerizekalı ottan boktan olaylarda gülecek şeyler buluyor.

 

Beni beklemeyip bir patikadan ilerlemeye başladılar.

 

Bunu takmadım. Onlar ile yan yana yürümeme gerek yok. Yolu göstersinler yeter.

 

Peşlerinden gittim.


 

Kuş cıvıltıları ve hışırdayan yapraklar, nereden geldiğini bilmediğim cırcır böceği sesleri ve tahminimce kurbağalara ait sesler.

 

Çok rahatlatıcı.. adeta bir terapi gibi.

 

Tabi şu ilerideki salakların kahkahaları ve gülüşmeleri olmasa.

 

Sonunda ormandan çıkıp bir koya vardık. Bir şelalenin altındaydı ve sessizdi. Hava kararmaya başladığından loş bir görüntüsü vardı ve içi tam seçilemiyordu..

 

“Ih. Bunun içinde kim bilir kaç milyon bakteri vardır.” dedim yanlarına gelirken.

 

“Öf! Sen istemiyorsan girme be! Bizim tadımızı kaçırmaya hakkın yok!” dedi Selin.

 

“Kim girmeyeceğimi söyledi ki? Bakterilerden sadece bünyesi zayıf olan SIRADAN insanlar korkar. Ben ise.. mükemmelim.”

 

Sonra suya atladım!

 

Bir an sonra ise tekrar çıktım. Kafamı sağa sola çevirip saçlarımdaki suyu dağıttım. Ardından yukarı baktım ve, “Hey siz de gelsenize. Su çok güzel.” dedim.

 

“Demesen bile gelicez lan!” dedi ve Ahmet ile Can da atladı.

 

Suya daldıktan hemen sonra çıktıklarında. “Sikeyim!” diye bağırdı Ahmet kafasını tutarken. Can ise sırtını tutarken acılı görünüyordu.

 

Ahmet bana baktı. “Lan göt desene su sığ diye!”

 

İfadesiz bir surat ile yanıtladım. “Eğer öyle olduğunu söylesem sırtımı çarptığım için hepiniz benimle dalga geçerdiniz. Şimdi siz de benimle aynı durumda olduğunuzdan dalga geçemezsiniz.”

 

“Çok şerefsizsin Kağan!” diye bağırdı yukarıdan Selin. “Neredeyse ben de atlıyorduum.”

 

Omuz silktim. E banane bundan. Ha sen ha bu iki salak. Hepiniz aynı gruptasınız.

 

Hem suç benim değil onların. Buraya kamp kuruyorlar. Buranın dibindeki koyun yerini biliyorlar. Ancak ne kadar derin olduğunu bilmiyorlar mı? İnsan bi doğru düzgün araştırır. Onların ihmalkarlığı yüzünden ben de sırtımı çarptım. Ancak yakınıyor muyum?

 

Sıradan insanların sıradan tepkileri işte.

 

*****

 

Birkaç saat sonra, yüzmeyi bırakıp kendimize yemek hazırlayıp yedik. Yemek sırasında aramızda pek diyalog olmadı. Ben onlara bir şey demedim onlar da bana. Çünkü yemek yiyene yılan bile dokunmaz.. annem öyle dedi.

 

Herkes yedikten sonra yediği yeri topladı. Ben de doğal olarak kendi bulaşığımı temizledim ve sepetlerine koydum. Buraya sadece kendi eşyalarım ve çadırım ile geldim. Yani beni davet ettiklerine göre bir zahmet diğer şeyleri de onlar halletsin.

 

Ardından kendi çadırıma yöneldim ve telefonumu aldım. Buraya geldiğimden beri ilk defa alıyordum. Sol üste baktığımda.. sinyalin olmadığını gördüm. Hiç şaşırtıcı değil. Dağların ortasındaki bir ormandayız. O sırada grubun kendi tarafında bir şeyler fısıldaştığını duydum.

 

Telefonu bırakıp oraya doğru yöneldim.

 

“Ne fısıldaşıyorsunuz?”

 

O anda bana döndüler. “Oyun oynayacaktık onu konuşuyorduk?”

 

“Oyun mu? Nedir?” dedim bıraktığım sandalyeme geri otururken. “Masa oyunu mu?”

 

“Hayır tabii ki de! Kampa gelip masa oyunu mu oynanır?” dedi Selin yüzündeki gülümseme ile. Garip bir şekilde cana yakın davranıyordu.

 

Sonra gizemli bir ses tonuyla, “Saklambaaaç.” dedi.

 

“Saklambaç mı? Bu saatte mi?” diye sorguladım. Gecenin körü ve ormandayız.. bu fikri sevdim. İlginç olabilir.

 

“Ne varmış ki saatte?” dedi Ahmet. “Yoksa korktun mu?” bana meydan okuyor gibi bakıyordu.

 

“Korkmak? Bu kas ve kuvvetim ile aranızda en güçlüsü benim biliyorsun değil mi? Korkması gereken varsa o siz olmalısınız.”

 

“Haha tamam yaa.” dedi Ahmet omzuma vururken. “Sadece şakaydı. Ee var mısın?” diye sordu.

 

Bu ne samimiyet lan?

 

Durduk yere bana niye bu kadar yakın davranıyor bunlar.. yoksa.. biraz zorunlu yakınlaşma sonucu zekamı kabul mü ettiler? Yani evet bir insan bir insanı tanıdıkça asıl kişiliğini anlar.

 

Ben de gülümsedim. “Tabii neden olmasın. Kim ebe?”

 

“Ben ebeyim.” dedi Can. “Ne zaman buluşsak ilk ben ebe olurum. Çünkü saklandığımda beni uzun süre bulamazlar. Haha.”

 

Sonrasında Can saymaya başladı. Biz de dağıldık.

 

Kısa sürede karanlığın içinde herkesi gözden kaybettim.. ben de ilerledim ve ormana girdim.

 

Onlar benim basit birisi olduğumu mu sanıyor? Öylece göz önünde yerlere saklanacağımı?

 

Yanılıyorlar. Ben muhteşem bir saklambaç oyuncusuyum!

 

Öyle ki küçüklüğümde saklambaç oynarken kimse beni bulamazdı! Sırf bu yüzden her oyunda ben ebe olurdum! Çünkü saklanmaya karar verirsem yıllar geçse de bulunmam.. can’ın pes etmiş halde bağırıp çıkmamı istediği sahneyi düşündüm.

 

O sırada da ormanda ilerlemeye devam ettim. Karşıma yabani hayvan çıkar diye endişelenmedim. Eğer tehlikeli bir yer olsa burada kamp kurulmasına da izin verilmezdi değil mi? Yani kuralları bilmiyorum ama mantıken öyle olmalı. Kaçıncı yüzyıldayız canım.

 

Bir süre sonra yolun sonuna geldim. Önümde açıklık bir alan ve bir tepenin başlangıcı vardı.. hmm böyle bir yerde bulunabilirim. Sadece ormanın sonuna yürümeleri yeterli.

 

O sırada, tepenin ayağında değişik açıda duran bir kaya gördüm. Kayanın yanında benim sığabileceğim kadar bir girinti vardı. Gizli duruyordu.

 

İşte burası iyi bir yer!

 

Hemen gittim ve sıkışarak girintiden geçtim.

 

Akşam karanlığında beni burada bulmaları imkansız!

 

Sonra beklemeye başladım.

 

5 dakika.. 10 dakika..

 

Heyecanla kıkırdadım. Salaklar beni bulamıyor. Şimdi Can’ın nasıl deli gibi beni aradığını düşündüm. Çıldırmış olmalı.

 

15 dakika.. 20 dakika..

 

Sıkılmaya başladım. Neden pes edip adımı bağırmıyor? O zaman çıkarım..

 

Sıkıntı ile olduğum yerde kıpırdanmaya başladım. O anda, daha ileri gidebildiğimi fark ettim.

 

Dışarıdan küçük görünen bu çıkıntıda daha yer mi var?

 

Biraz ilerlemeyi denedim ve.. bir an sonra, kendimi serbest buldum.. Artık dar bi çıkıntıda değil geniş bi alandaydım!

 

Bakışlarımı çevirdiğimde, derinlerden gelen bir ışık ile aydınlatan bir mağarada olduğumu keşfettim.

 

“Oha neresi lan burası?” sesim boşlukta yankılandı. Burası uzun ve büyük bir mağara.. ışığın kaynağı olan şey 50 metre kadar ilerideki bir.. kaide?

 

Burada bir kaidenin ne işi var?

 

Işığın kaynağı olan parlayan kaideye ilerledim.

 

Görünüşe göre ışık direkt kaidenin kendisinden geliyordu ve hemen üstünde bir eşya vardı.

 

Bu.. bir kitap?

 

Antik kabartmalara sahip bir kitaptı.

 

Ancak üzerinde hiç toz yoktu. Sanki havasız bir ortamda tutulmuş gibi tertemizdi. Antik görünen bu şey nasıl bu kadar yeni gibi durabilir?

 

Onu elime aldım.. sapasağlamdı. Dağılır diye korkmuştum ama öyle bir şey yok gibi.

 

Kalın görünen bu kitabın sayfalarını hızlıca araladım.

 

Hmm? Neden ilk birkaç sayfa dışındakiler boş?

 

Garip.. bir insan neden iki üç sayfa yazmak için bu kadar kalın bir kitap yazsın?

 

Etrafıma göz attım. Burası nereden bakarsan bak sıradan bir mağaraydı. Sıradan bir mağaranın ortasında parlayan bir kaide ve onun üstünde kitap mı?

 

Bekle.. yoksa burası.. olabilir mi?

 

“Çevrede yaşayan sapık bir fantastik kurgu hayranını gizli sığınağında mıyım?”

 

Bu düşünce beni güldürdü. Görünüşe göre o sapığın büyük gizli sırrını bu kitabı okuyarak öğrenicem. Belki de onun günlüğüdür ve belki de sadece birkaç sayfasını yazabilmiştir.

 

Kitabın kapağını yavaşça araladım. Orada, bir başlık vardı.

 

Bilinmezin İçinde.

 

Bu nasıl başlık böyle? Yoksa o sapık kendine haberci mi diyor? Nasıl bir haber? Akşam haberleri gibi bir şey mi?

 

Şey bunu öğrenmenin tek bir yolu var.

 

Altında yazanları okumaya başladım.


 

Loading...
0%