Yeni Üyelik
22.
Bölüm

Ateşin Yargıcı Gundyr

@kuryil

Bölgeden çıkarkenki su birikintisine tekrar girdik.

 

“Ayy.” diye ağrı ile söylendi Serhat. Vücudundaki kesikler su ile temas edince yaktı herhalde. “Hemen şu yaraları halletmem gerek. Yoksa mikrop kapıcaam!”

 

“Az ileride bi kamp ateşi var. Ona oturunca iyileşirsin.” dedim diz kapağımın altına gelen suda ilerlerken.

 

“Kamp ateşine oturunca mı? Nasıl olacak o?”

 

Omuz silktim. “Bilmiyorum. Oyunda kamp ateşine oturunca hem iyileşiyoruz, hem de estus şişelerimiz tekrar doluyor.”

 

“Vay garip.. estus şişesi dolma olayını anladım. Bu şişelerin.. ateşle bir bağlantısı var gibi. Bir tür közden yapılmışa benziyorlar. Ama ateşe oturdun diye iyileşmek? Bu saçma geliyor işte..”

 

“Geçen oyunda da iğne yapılarak bacağımdaki yara iyileştirilmişti.”

 

“Evet.. oyunlar garip.” dedi Serhat burun kıvırarak.

 

Sulu bölgeyi geçtik.

 

Selin ve Emre telaşla bize doğru koştu. “İyi misiniz?” dedi Selin.

 

“İçeriden çok kötü sesler geldi! Öldünüz sandım!” dedi Emre heyecanla.

 

“Haha.” diyerekten Emre’nin saçını okşadım. “Endişelenme. Bu manyak güçlü abini kim devirebilir? Sadece minik, sinirli bir kertenkeleydi. Hakladık onu.”

 

“Aaay!” diye bağırdı Selin. Bakışları karnımdaki yaralardaydı. “Yaralanmışsın! Çok kötüüü!”

 

“Sadece bir sıyrık, endişelenme.” diye rahatlattım onu. “Şu an kanamıyor bile.”

 

“Ama mikrop kapabilir! Sarmamız gerek!” sonra bakışları Serhat’a döndü. “Serhatcan sen de yaralanmışsın! Her tarafın yara bere içinde!”

 

“Kendini boşa yorma. Az ileride bir kamp ateşi var.. iyileştirici etkileri var dedi Cüneyt.” Son kısma doğru sesi şüpheci çıktı.. bana neden güvenmiyor bu ibne? Oyundaki sabit olarak var olan bir şeyden bahsediyorum! Hah! Ona kanıtlayacağım!

 

Ağır adımlarla uçuruma bağlanan yola ilerledim. Giderken Betül ile bir anlığına göz göze geldim.. yüzünde samimi bir tebessüm var.

 

Hmm?

 

Bana niye gülümsüyor bu?

 

Yanından geçip gittim.

 

“Ayy yine mi yürüyücez?” dedi Bihter arkadan. “Off. Yoruldum..”

 

“Az önceki savaşa katılmak mı isterdin canım?” diye sordu Serhat.

 

Bihter’in yüzü buruştu. “Yok canım almıyayım ya.. iyi böyle.”

 

Peşimden gelmeye devam ettiler. “Başka düşman olmadığına eminsin değil mi?” diye sordu Serhat ihtiyatla.

 

“Korkak olma lan. Eğer dediğin gibi oyun zorlaşmadıysa düşman sayıları aynıdır değil mi? Memati’nin dediğini duydun. 7 Mezar Bekçisi.. ve şimdi hepsi yerde ölü yatıyor.”

 

“Yine de… neyse.” dedi Serhat.

 

Beraberce uçuruma çıkan yolun ağzına geldik.

 

Karşımdaki sahneyi görmem ile bir ıslık çaldım. Dağlar silsilesi ile kaplı bir görüntü.. gökyüzünü kaplayan bulutlar ve yanıbaşımızda uçurumun üzerinde duran bir kale.. daha önce oynarken dikkat etmediğim bir şey daha..

 

Oyun ile gerçek hayatı ayıran hissiyat bu işte. Yüzüme vuran rüzgarın hissiyatı.. karşımdaki görüntüyü oyundayken de görmüş olsam bile şimdi kendi gözlerimle görmek beni daha derinden etkiledi.

 

O değil de.. biz ne kadar yüksekteyiz lan öyle? Yukarıda bulut var ama.. aşağıdakiler de buluta benziyor.. nasıl bir dünya burası anasını satayım.

 

“Ayy.. çok korkutucu.” diye söylendi Bihter ve Aslan’ın arkasına sindi.

 

Aslan, onun beline uzanan elini tuttu. “Endişelenme güzellik. Ben seni korurum.”

 

..sen önce kendini koru be kel kafa.

 

Uçurum bölgesinden sağa doğru döndük ve ilerlemeye başladık. Arkamı dönmesem de diğerlerinin tırstığını tahmin edebiliyorum. Sonuçta yürürken sağ tarafımızda kalan kısım ölüme çıkıyor.. bitmek bilmeyen bir düşüş.

 

Kafamı hafif çevirip baktığımda herkesin duvar köşesine sinip yürüdüğünü gördüm.. ortadan yürüyen sadece ben miyim?

 

“Haha korkmayın bu kadar. Burada sizi alıp götürecek dev bir kartal veya şahin yok.. en azından bu 3. oyunda yok yani.” İlk oyunda vardı.. gerçekten korkutucu bir serüvendi. Eğer bu ilk oyun olsa herkes kalp krizi geçirirdi. Çünkü devasa bir kuş bizi alıp dağların üzerinden uçurarak saatlerce mesafedeki bir yere götürüyor.. oh dur. Aslında bu oyunun ilk kısımlarında da buna benzer bi sahne var ama sadece bir iki dakika uçuyoruz.. bunu onlara müsait bir zamanda anlatsam iyi olacak.

 

Yukarı doğru eğimlenen patikayı takip ettik ve dönemeçten düzlüğe çıktık. O zaman karşıda yanmakta olan ateşin çıtırdama sesleri kulağıma ulaştı.

 

“Kamp ateşi dediğin bu mu?” dedi Serhat şaşkınlıkla. Biz oraya yaklaştıkca yüzünü iğrenme kapladı. “Bu nasıl kamp ateşi be? Odunlar nerede?”

 

Vay.. aslında böyle görünüyormuş. Oyundayken standart bir ateş olarak yargılamıştım ama bu aslında öyle değil. Hiç dikkat etmemişim..

 

Burgulu bir kılıcın tam ortasına dik bir şekilde saplandığı, insan iskeletleriyle istiflenmiş küllerden oluşan bir ateş.. ateşin kendisi yayılmıyor bile. Sadece kılıcın saplandığı noktadan yukarı doğru çıkıyor. Sanki doğal değil gibi..

 

“Şey hiç dikkat etmemişim.. ama bu daha iyi ya! Normal bir kamp ateşi olsa daha saçma olmaz mı? Demek ki ona yeteneklerini veren bu farklılığı!” Ateşin yanına kuruldum. O anda içim ısınmaya başladı. “Hadi oturun!” dedim. Boran yanıma gelip kendini Pat diye yere bıraktı ve bağdaş kurdu. “Vallahi yorulmuşum ha. Uyy. İçim rahatladı abey. Bu ateş nedi ki böyle?”

 

“Haha! Şifalı bu şifalı!” dedim gülerken.

 

Herkes tek tek oturdu ve ateşin etrafını doldurduk.

 

Sonra.. beklemeye başladık. Bir iki dakika geçti.

 

Ancak.. hiçbir şey olmadı.

 

“Ee? Ne zaman iyileşicez?” diye sordu Serhat sabırsızca.

 

“Bekle bekle! Az sonra olacak. Oyunda başlangıç yerleri normalden daha büyüktü. Yani burada da bu şeyin etkisi geç geliyor olabilir.”

 

“Hmm..” Serhat isteksizce bir tonda sessizliğe çekildi.

 

Aradan biraz daha zaman geçti.. 5 dakika.. 10 dakika.. o sırada grup da kaynaşmaya başladı. Betül Selin’e sorular soruyordu. Yüzleri gülüyor.. burada bile dost ediniyorlar vay be.

 

Aslan da Bihter ile konuşuyordu. O da sakin bir tebessüm ediyordu. Karşısındaki Bihter ise cilveli bir gülümsemeye sahip. Arada sırada kahkahalar atıyor ve bu kahkahalarla kalbimi hoplatıyor.

 

Vay anasını ya.. böyle bir güzellik nasıl bu kadar boktan bir kişilikte olur? Gerçi bi kötülüğünü de görmedim ama.. ayı içgüdülerim diyor ki bu kız tehlikeli..

 

“Abi.” diye seslendi Emre yanımdan. Ona döndüm. “Buyur paşam.”

 

Gözleri parlıyordu. “Gerçekten çok havalısın ya! O çirkin şeyleri nasıl tokatlaya tokatlaya öldürdün öyle!”

 

“Haha. Tabii len. Biz bu kasları boşa büyütmedik!” dedim pazılarımı sıkarken.

 

Çocuğun bakışları daha da heyecan doldu. “Oha ya çok kaslısın! Keşke ben de senin gibi olsam!”

 

“Olursun olursun. Sadece biraz azim ve aa..” aklıma delinin kan hattının geçme yöntemi geldi. “İğne vurmaya ihtiyacın var.”

 

“İğne mi? Ne iğnesi abi? Steroid mi?” diye merakla sordu çocuk.

 

“Haha. Etkisi benzese de Steroid değil.”

 

“Hey.” diye araya girdi Serhat. “Tatlı sohbetini bölüyorum ama.. bu yaralar kaşınmaya başladı. Ne zaman iyileşicez?”

 

Ona doğru baktım. “Şey.. sanırım iyileşemeyeceğiz.”

 

Serhat birkaç saniye bana dik dik baktı. Sonra pöfleyerek kafasını iki yana salladı. “Biliyordum böyle olacağını.. tanrı işleri o kadar kolaylaştırmaz.” Sonra kesesinden estus şişesini çıkardı. “En azından bu yenilenebiliyor mu onu öğrenseydik keşke.”

 

“E iç de öğrenek madem.” dedim

 

“İçeyim mi? Sen iç?”

 

“Beni yaram rahatsız etmiyor, neden içeyim?”

 

“Hah! Mikrop kaparsa görürüm seni!”

 

“B-Ben!” diye araya girdi Selin. Ona döndük. “Ben sizi iyileştiririm!” Gözleri heyecanla parlıyordu ve yanakları kızarmıştı.

 

Serhat bir şişeye bir de Selin’e baktı. Sonra şişeyi geri kesesine doğru götürdü. “Haklısın. Senin yeteneğinin de sayısı sınırlı olsa ve dolma süresi olsa da, en azından dolabileceğini biliyoruz. Bu şeyinki ise garanti değil ve.. daha anlık gibi. Yani kritik anlarda kullanırız.”

 

Selin bu onay ile beraber Serhat’a yaklaştı. Diğerleri de onu merakla izliyordu.

 

Selin elini kaldırdı ve avrupalıların yaptığı gibi ellerini birleştirdi. Gözlerini kapattı ve.. bilinmeyen bir dilde mırıldanmaya başladı.. sanki dua ediyor gibi görünüyor.

 

Bir an sonra, Serhat’ın vücuduna nereden geldiği bilinmeyen sarı, kutsal görünen ışık damlacıkları düştü. Sanki minik ateş böcekleri gökyüzünden üzerine düşüyor gibi bir görüntü oluşturdu.

 

Bu ışık halesi tarafından yıkandığı sırada Serhat’ın vücudundaki yaralar sanki bir halüsinasyonmuşçasına yok olmaya başladı.

 

“Ohaa.” dedi Emre şaşkınlıkla. “Bu büyü mü?”

 

“Winx Club’da mıyız biz?” dedi Bihter dalgayla. “Ne bu peri tozu efekti?”

 

Betül ise.. buraya geldiğimizden beri ilk defa heyecanlı duruyor. “Demek büyü bu.. olasıklar sınırsız.”

 

“Sübhanallah!!!” dedi Boran geriye doğru sıçrarken. Gözlerinde korku vardı..

 

“Oh bee. Tanrının bekleme odasındaki hale gibi.. içimi kuş gibi etti.” dedi Serhat rahatlamış bir ifade ile.

 

Selin utançla tebessüm ederken başını eğdi. Sonra bana doğru döndü. “Ah, geliyorum.” dedi ve yanıma yaklaştı. Emre hemen kenara kayıp ona yer verdi. Hareketleri beceriksizce görünüyor.. Selin yanına oturacağı için heyecanlanmış olabilir. Yani evet kız gerçekten güzel ve tatlı. Heyecanlanması normal.

 

Az önceki gibi ellerini birleştirip aynı duayı etmeye başladı.

 

Kafamın üzerinden düşen altın vari ışıklar kendimi rüyada gibi hissettirdi. İçimi, Serhat’ın dediği gibi bekleme alanındaki aynı rahatlatıcı hissiyat doldurdu.

 

Belimdeki hafif kaşıntı hissiyatı da hızlıca gitmeye başladı ve bir an sonra hiç orada değilmiş gibi oldu. Bakışlarımı indirdiğimde yaraların da kapandığını ve karın kaslarımın tekrar düzgün bir şekilde görüldüğünü fark ettim.. tabii kılların ardında.

 

“İşte bu gördüğünüz büyü. Buradayken sık sık göreceğiniz bir şey.” dedi Serhat açıklarken.

 

“Çocukca görünüyor.” dedi Bihter küçümser bir tonda. Bakışları uçuruma dalmıştı. İlgisini kaybetmiş gibi duruyor.

 

“Bence muhteşem görünüyor.” dedi Betül. “Nasıl öğreniyoruz?” yüzünde hevesli bir ifade var.

 

“Ne yazıkki bunun için görevi tamamlamayı beklemen gerekecek canım.” dedi Serhat kafasını iki yana sallarken.

 

Betül’ün yüzü düştü. Sonunda hevesle yaklaştığı bir olay böyle fos çıktı.

 

“Gerek yok aslında.” diye araya girdim. Sonra bir anda bana döndüler.

 

“Orada, oyunun tek doğru düzgün güvenli bölgesi olan Ateşbağı Mabedinde takas yapabileceğin bir tüccar var.. oyunun devamında daha fazla tüccar da olacak. Şu an orada bulunan tek tüccar çeşitli eşyalar satıyor. Zırhlar, silahlar, iyileştirici otlar ve tabii ki büyüler de.” Betül’ün bana olan bakışları heyecan doldu. Bu beni etkiledi. Başından beri ciddi ve ağır başlı olan bu kızın böyle bir ifadeye sahip olmasını sağladığım için kendimle gurur duydum.

 

“Tabii oraya ulaşmak için ilk önce şu ilerideki harabeleri geçmemiz gerek.” dedim parmağımla ufuktaki geniş, çember şeklinde bir bölgeyi kaplayan harabeleri gösterirken. Devasa bir ağacın gölgesi altında duran bu harabe, bizim ilk gerçek imtihanımız olacak.

 

“Ne var orada?” diye sordu Serhat.

 

“Orada.. koca bir şeyi olan bir abi var, şeyi..” nasıl bir silahtı o ya?

 

“Şeyi mi?!” dedi Serhat şaşkınlıkla.

 

Ona döndüm.

 

Lan.. bu ibne yanlış anlıyor!

 

“Teber! Koca bir teberi var!” diye ekledim hemen.

 

Serhat’ın yüzü düştü.

 

“O yaratık,” diye devam ettim umursamadan. “Normal bir insanın en az iki katı boyutunda. Oyundaki ismine bakılırsa bizim için oraya bilerek koyulmuş gibi. Sanırım bu diyarın ana karakteri olmaya uygun muyuz değil miyiz görmek için. Onun adı.. Ateşin Yargıcı Gundyr.”


 

Loading...
0%