Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Çalışan Joe’yi Her Zaman Tanırsınız

@kuryil

Oyunu oynayalı yıllar geçtiğinden bazı detayları unutmuş olmalıyım.

 

Normalde tekrar oynamayacağım için bu detayları unutmak bana anlam ifade etmezdi ama şu an hayatım söz konusuydu.

 

Neyse ki Serhat’ın açıklaması sayesinde aklımda olaylar canlandı.

 

Evet. Robotlar vardı. Yani Droidler. İfadesiz suratlı soğuk şeyler. Bunlar yanlış hatırlamıyorsam normalde insanlara hizmet eden androidlerdi. Sonrasında onların manyamasını sağlayan şey ise o silahlı tiplerdi galiba.. veya tam tersi de olabilir. Her halükarda, bize saldırgan yaklaşacak birden fazla düşman vardı. Şimdi Serhat’ın silahları alma teklifi mantıklı geldi işte.

 

Bu hatırladıklarım ile Serhat’a çaktırmadan anlatmaya devam ettim.

 

“Fragmanda ne gördün bilmiyorum ama o robotlar çoğunlukla zararsızlar. Sadece ‘izinsiz giriş’ yapmaman gerek. Yani korudukları belli başlı bir alan var. Oralara girmediğin sürece ellemezler.”

 

“Öyle mi? O ruhsuz suratları bana her an saldırmaya hazır bir silah gibi hissettirmişti..” yüzünde iğrenme vardı. “Böyle duygudan uzak ifadeleri sevmiyorum. İtici bulduğum erkek tipi.”

 

..bu az önce robotları cinsel olarak mı yargıladı?

 

“Yine de dikkatli olmak lazım tatlım. Oynadığın oyun adı üstünde ‘oyun’du. Şimdi ise gerçeklikteyiz. Tecrübelerime göre, burada bildiğin kurallar değişebilir. Yani o androidler normalden daha farklı noktalarda saldırgan olabilirler. Onlardan uzak duralım.”

 

Bu fikir korkutucu. O manyak robotların üzerime ruhsuz bir şekilde hızlı adımlarla geldiği zamanı hatırlıyorum.. kırmızı renkte parlayan ölüm saçan gözleri ile beni kavrayıp havaya kaldırıyorlardı.

 

Alien’den sonra ölümcüllük konusunda en korkutucu olanlar onlardı. Aslında sıralamaya göre en az korkutan insanlardı.

 

Anlatmaya devam ettim.

 

“İnsanlar ise, aslında suçlu sayılmazlar. Sadece kendi bölgelerini ve düzenlerini korumaya çalışıyorlar. Şu anda bu gemi bir kaosun içinde. Herkes gruplara ayrılmış durumda. Bu yüzden kimse kimseye güvenemiyor.”

 

“Her halükarda eli silahlı tipler.. sert erkekleri sevmem. Onlara da dikkat etmeliyiz.”

 

Bak yine cinsel yargılıyor..

 

“Anlatabileceğin başka işe yarar bir bilgi var mı?”

 

“Yani..” biraz düşündüm ve aklıma söyleyebileceğim en önemli bilgi geldi. “Eğer hikaye normal seyrinde giderse her şey boka saracak.”

 

Serhat kaşlarını çattı. “Nasıl yani?”

 

Yüzümde çaresiz bir bakış oluştu. “Bu oyunda ana karakter dahil herkes ölüyor. Olaylar o kadar karışık ve dolu dolu ilerliyor ki anlatması zor. Ancak şunu söyleyebilirim, eğer Amanda’yı takip edersek siki tuttuk demektir.”

 

“Anlıyorum.. bunu anlamanın bir yolu var aslında. Tanrının Oyun Alanında görevdeki kişi sayısına göre zorluğu tahmin edebilirsin. Dört, olabilecek en az sayı. Ben yaşamadım ama önceki takım arkadaşlarımın dediğine göre dört kişi olduklarında görev normalden daha kolay ve basit oluyormuş.. uyandığından beri garip bir şeyler fark ettin mi? Orjinal oyunda olmayan şeyler?”

 

Bu sözleri ile önceden fark ettiklerim aklıma geldi.

 

“Evet aslında garip şeyler vardı. Kapsüller normal sırasında değildi ve normalde iç çamaşırı ile giriliyor. Bulunduğumuz gemi daha büyüktü. Bir yaşam alanı gibiydi.” Kafamı arkamı çevirip baktım. Şu anki uzay gemisi öncekinin çeyreği kadar bile değildi. Metaldan dikdörtgen şeklinde mekanik bir cisimdi.

 

Bu nasıl uzay gemisi lan? Starwars ve Darkorbit’teki gemilere kıyasla sadece bir araya toplanmış metal gibi tipi var. Ancak yapısı oyundakine benziyor. Aynı evrenden çıktığı belli.. hm aslında mantıklı olan da bu olabilir. Sonuçta diğer serilerde estetiğe önem verildiği için öyle görünüyor olabilirler. Belki de bu önümdeki metal yığını gerçek bir uzay gemisinin görüntüsüdür.

 

Tekrar önüme döndüm. “Bu gemi ise ona kıyasla sik kadar.” dedim, hangarın sonuna gelmekte olan Amanda’ya bakarken. Bir odaya ilerliyordu.

“Yani kimin siki olduğuna bağlı.”

“..içerideki amcanınki kadar.”

“Ha küçük yani.”

“Evet.”

 

Serhat anlayışla başını salladı. “Vay ufak ufak da olsa baya şey değişmiş.”

 

“En önemlisine gelmedim daha.” Tekerlekli sandalyemin mekanik sesi kulaklarımı doldururken o sahneyi anımsadım. “Gemimiz aslında uzaydaydı. Bu ana gemi olan ticaret mekanına giremiyorduk. İçeri biz gelmeden önce kaos halinde olduğundan yönetim ortalıkta yok. Bu yüzden uzay kıyafetleri ile savrularak geliyorduk. Ancak biz geldiğimiz sırada bir patlama oldu.. serbest boşlukta yaşanan bir patlamaya yakalandığımızı düşün.”

 

“Ölürdük.. büyük ihtimal.” dedi Serhat. Sonra derin bir nefes aldı. “Gerçekten kolay seviye olduğu için şanslıymışız.” onun da bakışları Amanda üzerindeydi. Amanda odaya vardı ve kapıyı tıklatıp seslendi.

 

O sırada Serhat konuşmaya devam etti. “O zaman arkadaşlarımın dediği gibi görev kolaylaşmış. Zaten ana görevin içeriğinde de kara kutudan bahsedilmiyor. Ancak Amanda’nın hedefi o.”

 

“Aa o konuya gelirsek aslında sadece başlangıç. Amanda’nın serüveni çok daha ilerilere dayanıyor. Neyse ki bunları yaşamamıza gerek kalmayacak.”

 

Sözlerimin bitimi ile içim titredi.

 

Umarım kötü şansı davet etmemişimdir..

 

“Peki şu bilim istasyonu tam olarak nerede?”

 

Bu soru beni biraz duraksattı. O kadar uzun zaman geçince sıralamayı tamamen unuttum. Ama bu kadar değişimden sonra sıralamaya güvenebilir miyim onu da bilmiyorum.

 

“Hatırlamıyorum valla. Aradan biraz zaman geçti.”

 

O sırada Amanda’nın yanına vardık. Tıklamaya devam ediyordu.

 

“Cevap yok mu?” diye sordum.

 

“Hayır. Tık bile yok. İçeriyi gösteren cam olmayınca bir şey de anlaşılmıyor.”

 

“Peki havalandırmayı denedin mi?”

 

Amanda garipsercesine baktı. “Dalga mı geçiyorsun? Hırsız mıyım ben ne yapayım havalandırmada?”

 

Utandım. Oyundayken bana bunlar çok doğal gelmişti ama gerçek hayatta birileri havalandırmaya girmezdi.

 

“O zaman burada böyle bekleyecek miyiz.”

 

Amanda düşüncelere dalmış gibiydi. “Bilmiyorum. Bunu beklemiyordum.” Ardından döndü ve etrafa baktı. Baktığı yerler kapkaranlıktı. Eğer gece görüşle ilgili bir süper yeteneği yoksa (ki oyunu oynarken öyle bir şey yoktu) o zaman baktığı yerlerde bir bok göremiyor olmalıydı.

 

Serhat bir iç çekti. “Neden sadece Cüneyt’in önerisini dinlemiyoruz?”

 

Amanda bize döndü. “Siz çocuklar ciddi misiniz?”

 

Omuz silktim. “Veya burada durup elektiriklerin gelmesini bekleyebiliriz. Belki birkaç saat.. veya birkaç gün?”

 

Amanda birkaç saniye daha düşündü. Bakışları havalandırmaya kaydı. Aslında alçaktaydı. Bir destek olmadan bile uzanabilirlerdi.

 

“Bunu yaptığıma inanamıyorum.” dedi ve sırtında asılı olan tornavidayı çekip havalandırmaya yöneldi. Ancak o yaklaştığı gibi spiral şeklindeki havalandırma bir anda kendi kendine açıldı!

 

“Aah bunlar bu modeldendi değil mi?” Amanda anlık şaşkınlıktan sonra tornovidasını geri koydu.

 

Sonra bize döndü. “Ben gidiyorum yani?”

 

Gülümsedim. “Centilmenliğimi göstermek isterdim ama.” ayaklarımı gösterdim. “Ne yazık ki vaziyet belli.”

 

Serhat’a döndü.

 

Serhat da nazik bi tebessüm gösterdi. “Hey kuralları bilirsin. Hanımlar önden.”

 

Amanda gözlerini devirdi ve ‘pöf’ dedikten sonra havalandırmaya girdi.

 

O gözden kaybolduktan sonra Serhat, “Bu havalandırmaları fragmanda görmüştüm. Sence de çok ilginç değiller mi?” diye sordu.

 

“Haklısın. Kara delik gibiler.”

 

“Hmm” dedi Serhat. İçten bir sesle. “Kara mı bilmem ama delik gibi göründüğüne eminim.”

 

Bu söz ile.. tekerlekli sandalyemin kontrol takımına tıkladım ve birkaç metre geriye gidip ondan uzaklaştım.

 

Serhat ise buna aldırmayıp o havalandırma deliğini izlemeye devam etti.

 

Sapık piç.

 

O sırada duvarın içinden metalin tıngırdama sesleri geliyordu. Amanda ilerliyordu. Birkaç dakika sonra da ‘Pat’ diye bir ses duyuldu. Odanın içinden geliyordu.

 

Biz de yaklaştık ve kapının açılmasını bekledik. Ancak biraz beklememize rağmen açılmadı.

 

Serhat kapıyı tıklattı.

 

Sonra bir anda kaşlarını çattı. “Bir hareketlilik var.”

 

“Ne? Ben bir şey duymadım.”

 

“Hayır bu duymak değil hissetmekle ilgili. Ödüllerim ile aldığım bir yetenek.”

 

Ooo ödüllerle yetenek alınıyor demek. Her saniye yeni yeni bilgiler ediniyorum.

 

“Peki. Nasıl bir hareketlilik?”

 

“İçeride. Az önceki ses Amanda’dan geldi dersek, onun dışında birisi daha var.”

 

Sonra bir anda içeriden, “AAAAAAAĞH!” diye çığlık sesleri gelmeye başladı.

 

“Amandaaa!!!!” istemsizce bağırdım.

 

“İçeri girmenin bir yolunu bulmalıyız.” dedi Serhat belinden bir bıçak çıkarırken. Anlaşılan Amanda’nın silah getirmeme kuralının sadece ateşli silahlar için olduğunu düşünmüştü.

 

Bam!

Bam!

Bam!

Sürekli duvarlara çarpma sesi geliyor ve çığlıklar devam ediyor!

 

“Lan karı ölüyor!” hemen bir plan düşünmem gerekiyordu ve duvardaki paneli gördüm. Kapının hemen yanındaydı.

 

“Bu olmalı!” dedim ve tekerlekli sandalyemi oraya sürdüm.

 

Bu bir şifre konsolu gibiydi.

 

O anda Serhat da yanıma geldi. Elindeki bıçağı kaldırdı ve konsola doğru indirdi!

 

Elimi uzatıp kolunu tuttum ve konsola saplamasını engelledim. “Ne yaptığını sanıyorsun lan?!”

 

Azimli bir ses ile, “Bunu daha önce denedim! İşe yarayacak!” tabii azimli olsa da hala ibne tonuyla konuşuyordu.

 

“Saçmalama! Bir dakika daha bekle.”

 

Birkaç saniye duraksadıktan sonra kolunu ittirmeyi bıraktı. Ben de onu bıraktım. “Planın ne?” diye sordu.

 

Konsola döndüm. “Bu konsola bakınca aklımda birkaç bilgi canlandı.”

 

Sanki onu.. kırabilirmişim gibi.

 

Parmaklarım benden bağımsız olarak çalışmaya başladı. Ne yaptığımı bilmiyordum ama işe yarıyor gibi hissediyordum.

 

10 saniye kadar sonra, yanımızdaki kapı yukarıya doğru açıldı.

 

“Aaah!”

 

“Çalışan Joe’yi her zaman tanırsınız.”

 

İçeride Amanda ile bir Android boğuşuyordu!

 

Android Amanda’yı boğazından tutmuş yukarı kaldırmıştı ve Amanda da elindeki tornavidayı kafasına saplamaya çalışıyordu! Ancak kol uzunluğu farkından yetişemiyordu.

Aynı bir insan fiziğine sahip olan bu yapay canavar, üzerindeki kanlı çalışan tulumu ve ifadesiz suratı ile orada duruyordu.

 

Kapı açıldığı gibi Serhat ileriye fırladı ve androidin kafasına bıçağı sapladı!

 

Ancak bıçak kafasına giremedi! Metalin metale çarpma sesi yankılandı ve sekti!

 

“Hay sikeyim! Silah almamız gerektiğini söylemiştim!” Serhat tekrar saldırmaya hazırlandı ama android Amanda’yı ileri fırlatıp sağ kolunu geriye doğru savurdu ve Serhat’ı birkaç metre ötedeki duvara yapıştırdı.

 

“Lan saldırı yeteneği falan satın almadın mı?!”

 

“Öhö öhö” diye öksürdü Serhat doğrulmaya çalışırken. “Hayır ben öhö- sadece izciydim. Savaşmama gerek yoktu.” o sırada bakışları da bana dönmüştü ve şokla gözleri açıldı.

 

Bana neden böyle baktığını anlamadım.

 

Lan!

Yoksa arkamda başka android mi var!?

Hemen arkama döndüm. Ancak orada.. kimse yoktu.

 

Tekrar önüme döndüm ve oradaki androidin ivmesinin Serhat’a döndüğünü fark ettim. Ancak Serhat’ın bıçağı elinde yoktu. Savrulurken bir yere uçmuş olmalıydı.

 

Amanda da düştüğü yerden doğruldu. Aptalca saldırmak yerine tornavidasını Serhat’ a fırlattı. Serhat hemen havada kaptı ve tornavidayı tehditkar bir şekilde androide doğru tuttu.

 

Ancak android bu tehdidi umursamamış gibiydi. Serhat acılı bir şekilde tebessüm etti. “İnce şeyler ilgisini çekmiyor gibi.” Tornavidayı androidin suratına fırlattı! Ancak sadece sekip bir köşeye düşebildi. Android ona hızlı adımlarla yaklaşırken Serhat koştu ve.. masanın altında saklandı!

 

Android ilerlemeye devam ettiği sırada, “Seni bulucam, biliyorsun.” dedi.

 

Serhat’ın böyle korkakça bir hamle yapmasını beklemiyordum. Oysa ki az önceye kadar cesurca saldırmıştı.

 

Onu izlediğim sırada kucağımda bir cisim olduğunu fark ettim. Bakışlarımı indirince onun aslında kucağımda olmadığını.. tam bacağıma saplandığını fark ettim! Bu Serhat’ın bıçağıydı!

 

İlk başta refleks olarak “AAAAH!” diye çığlık attım. Ancak bir an sonra felç olduğum için herhangi bir ağrı hissetmediğimi hatırladım.

 

Bu duruma şükredeceğimi hiç düşünmezdim.

 

Oraya uzandım ve bıçağı çekmeye başladım. Etin içinden kayma hissini alabiliyordum. Onun benim bacağım olduğunu bilmek midemi bulandırdı. Bir an sonra bıçağı çıkardım. Kanın izine bakılırsa pek derine batmamıştı.

 

O sırada görüşümün ucunda çakan ışıklar gördüm. Kafamı kaldırıp baktığımda androidin masayı kaldırıp fırlattığını ve Serkan’ı yakalamak üzere olduğunu gördüm. Diğer tarafta ise sürekli çakan ışığın kaynağını gördüm. Amanda, elinde ucundan elektrikler fışkıran kablolar tutuyordu. Android de bunu fark etmiş olacaktı ki arkasını dönüyordu ama o dönemeden Amanda duvardan gelen o elektirik fışkırtan kabloları aldı ve koşup androidin sırtına bastırdı.

 

Bir anda android akımla titremeye başladı.

 

Amanda gözlerini kısmış bir şekilde savaş çığlığını atıyordu. Serhat da o elektriğe kapılmamak için kaya kaya duvara kadar çekilmişti.

 

Androidin adeta dans ediyor gibi titreyişi ilgi çekici ama aynı zamanda korkutucuydu. O şeyin bunlara rağmen bile ölmediği fikri akıldan uzaklaştırmayı bekleyen bir kabus gibiydi.

 

Sonunda Amanda geri tepmeye dayanamayıp sendelediğinde Android de titrmeyi bıraktı ve üzerinden duman tüterken sendelemeye başladı.

 

Ancak yerinde sendelemiyordu. Bir yere doğru sendeliyordu.. bana doğru!

 

“Hasiktir!” telaşla tekerlekli sandalyeyi geriye doğru sürmeye çalıştım.. ama yanlışlıkla ileriye sürdüm! Bir anda bana doğru gelen androide ilerledim ve onunla çarpıştım. Android kucağıma düştü. Yüzü bana dönüktü.

 

“J-J-Joe’yi Her z-z-#?$^# ta-ta-tanırsınız?”

 

Kucağımda biten bu makine ile korkuyla doldum. Refleks olarak elimde tuttuğum kanlı bıçağı kaldırdım.

 

Ancak az öncekileri hatırladım. Bu şerefsize insan gücü işlemiyor gibiydi. O anda bakışlarım gözlerine kaydı..

 

Robot bile olsa zayıf noktası burası olmalı değil mi?

 

Hışımla elimdeki bıçağı indirip gözüne sapladım!

 

Bıçak çok fazla engele uğramadan dibine kadar girdi!

 

İşte kol kaslarımın gücü bebeğim!

 

Robot bu saplamadan sonra birkaç saniye daha kasılıp ardından hareket etmeyi kesti.

 

O anda kafamın içinde bir ses duydum.

 

[Çalışan Joe katledildi x1 500 Puan]

 

Loading...
0%