Yeni Üyelik
16.
Bölüm

Çıldırtan Gülümseme

@kuryil

“Dark Souls.. anlamı karanlık ruhlar değil mi?” diye sorguladı Serhat.

 

“K-Karanlık ruhlar mı?!” Selin korku ile yerinden sıçradı. “Yani cinlerle falan mı savaşıcaz!?”

 

“Hmm.. bu zor olacak gibi..” dedi Serhat. “Fiziksel olmayan varlıklarla savaşacak bir şeyimiz yok.. keşke Selin’e bunun hakkında bir yetenek de alsaymışız.”

 

Varsayımları normal. O isimleri kim görse bunları düşünür. Ancak yanılıyorlar.

 

“Aa çocuklar.” diye lafa girdim. Bana döndüler. “Size bir iyi bir kötü haberim var. İlk hangisini duymak istersiniz?”

 

Serhat acılı bir tebessüm etti, “Bu söyleyiş tarzın hiç içimi açmadı ama.. ilk iyiyi duyalım bakalım.”

 

“İyi haber, bu oyun ruhlarla değil fiziksel varlıklarla ilgili. Yani vurabileceksiniz.”

 

“Öyle mi? E bu haber muhteşem! Eğer ruhsal varlıklar olsa oyun boyunca kaçtığımız bir serüven olurdu..”

 

“Kötü haber nedir abi?” diye sordu Selin.

 

“Kötü haber, bu oyun çok zor. Benim bildiğim oyunlar arasında en zorlarından birisi.. yani sıçtık.”

 

“Bir dakika ne kadar zor? Biraz daha açar mısın bebeğim? Biz senin gibi gamer değiliz anlayamıyoruz..”

 

Derin bir nefes aldım. Nasıl anlatacaktım ki bunlara? Yani gerçekleri söylemek gerekirse ben bu oyunda binlerce kez öldüm. Eğer bunu bilirlerse şok geçirip intihar edebilirler..

 

“Yani dikkatsiz olursan ölebileceğin bir oyun işte.”

 

“Ah.. çok açıklayıcı oldu..” dedi Serhat bıkmış bir ifade ile. “Neyse, zor olduğunu bilmemiz yeter.. tanrı bizi mutlaka yok olacağımız görevlere yollamaz. Zor olsa bile çıkış yolumuz olmalı.. bu görevdeki Hiçlik Gözcüleri ne? Bir tür yaratık mı?”

 

“Evet. Ancak son patron değil. Daha çok başlarda olan bir patron. Oyunun ilk çeyreğinin sonlarında.”

 

“Hmm.. o zaman bak zor demekte haklıymışsın. Eğer standart zorlukta olsa tüm oyunu işlerdik.. tabii geçen görev gibi extra kolaya çekilmediyse.”

 

O sırada, duvardaki ekranda bir görüntü oynamaya başladı. Bu.. oyunun girişinde izlediğimiz sinamatikti.

 

****Yazar Notu****

Bu kısımda gösterilen video için googlede ‘Dark Souls 3 opening cinematic’ yazarak aratmanız yeterli. Videonun sesi ve anlatım biçimi duyguyu çok iyi veriyor. Ancak izlemek istemeyenler için ben yine de aşağıda olayı anlatacağım.

 

************************


 

Başlangıçta, küllerin arasında yitip gitmiş ve yıkılmış binalardan oluşan bir şehir gösterildi. Ufka bakıldığında bulutların arasından yansıyan ışıkların yıkadığı büyük bir kale görülüyordu. Ateşle kavrulduktan sonra ardında kalanları andıran bu yer hezimetin timsali gibiydi.. yitip gitmişliğin.. buranın adı Lothric. Korl Lordlarının toprakları. Sonra sahne değişiyor. Bu sanki çölü andıran küllerle dolu topraklarda, ellerinde bastonları ile giden insanlar göründü. Sırtlarında kaplumbağa kabuğunu andıran ögeler giyen, paçavra kıyafetlere bürünmüş bu kişiler adeta kendilerini bastonları ile sürüyerek ilerliyorlar. bunlar hacılar.. Kuzeye doğru ilerleyerek bir zamanlar söylenen kadim sözlerin ardındaki anlamı keşfediyorlar; Lordsuz kalmış tahtlar.. yitip gitmiş bu topraklarda kendini sürüyen ve son nefeslerini vermek üzere görünen bu aciz varlıklar insanın içinde üzücü bir hissiyat uyandırıyor. Sonrasında tekrar sahne değişiyor. Karanlığın ortasındaki bir çan kulesi ve ateş sönmeye yüz tuttuğundan çalan bir çan. Çanın sesleri kulakları doldururken sahne alçaldı ve ölmüş olan Kor Lordlarının dirilişinden bahsetmeye başladı. Sahne değişti. Şehrin en alçak yerlerinde kapkaranlık bir bölgede, katran kıvamında devasa bir varlığın fışkırarak ilerlemesi gösterildi. Bu Derinlerin Azizi, Aldrich idi.. tabii artık bir aziz ile alakası kalmamış. İğrenç görünümlü bir varlık haline gelmiş.. sonra sahne tekrar değişti. Bir dizi tabuttan yükselen simsiyah kıyafetlere bürünmüş ve aynı şekilde simsiyah şapkası nedeniyle yüzü gizlenen, büyük kılıçlara sahip şovalyeler.. Farron’un Ölümsüz Lejyonu, Hiçliğin Gözcüleri.. yani ana görevimizde kapışacağımız tipler.. sonra sahne tekrar değişti. Yere saplanan devasa bir silah göründü ve o silaha dayanarak kalkan daha da devasa bir vücut.. bir bina boyutunda olan bu varlığın suratı görünmeyen maskesinin içindeki karanlığı dikkatleri üzerine çekiyordu. Münzevi Lord, Dev Yhorm. Sahne değişmeden önce bu devin çürümüş vücudu yellenmiş kömür gibi parlamaya başladı.. sonra sahne değişti ve, oyundaki sürekli gördüğümüz o naif kadına geldi. Göremeyen gözlerini örten tacını aldı ve suratına taktı. Amacı, tahtlarını terkeden lordların küllerini zorla toplayacak bizlere yani tutuşmamış olanlara yol göstermek, yardımcı olmak.. sonra sahne değişti. Bizlerden bahsettikleri kısma geldi. Kül olmaya bile layık olmayan isimsiz lanetli hortlak diye.. burada vurgulanan, kül olmadığımız için köz olabileceğimiz sanırım? Sonra, video bitti.

 

“Bu ne karışık video be? Hiçbir bok anlamadım ben..” dedi Serhat.

 

“Haha. Endişelenme tek sen değil hiçkimse anlamıyor. Bu oyunun yapımcıları gizemli olmayı seviyor.”

 

Serhat bana umutla baktı. “Delirsen bile umarım oyun bilgilerin zarar görmemiştir.. ee anlat bakalım bu oyunda ne yapacağız?”

 

“Bu oyunda.. bizim dünyamızdan farklı bir yerdeyiz. Çok ama çok farklı bir yer. Öyle ki orada yaşamın kaynağı evrim veya dinler değil, ateş. Ateş gelmeden önce dünya kapkaranlık bir yer ve aklı başında doğru düzgün tek canlı yok.. ama bu ilk oyunun konusu tabii. Şu an bizim yapacağımız ise, ateşin sönmesini engellemek. Eğer ateş sönerse, dünya tekrar karanlığa gömülüp insanlar tekrar aklını yitirecek, az önceki videodaki gibi ölüler dirilecek. O kül lordlarının hepsi aslında uzun zaman önce ölmüş kişiler. Tek tek hepsini öldürüp, küllerini çan kulesinin altındaki binada bulunan tahtlara dökücez. Sonra da ateşi tekrar yakmak için olan bölgeye gidicez ve.. şey buradan sonra seçimlerimize kalmıştı. Oyundayken istersek ateşi tekrar yakabilir veya komple söndürebilirdik.”

 

“Yani o videodaki tipler ile kapışıcaz.. çok zor görünüyor.”

 

“Yani hepsiyle kapışmayacağız en azından. İkinci olarak gösterilen Hiçlik Gözcüleri bizim ana rakibimiz. Ona kadar olanlar aslında çok da zor değil.” onlara oraya kadar kaç kere öldüğümden bahsetmeyeceğim.. “Hiçlik gözcüleri.. göründüklerinden çok daha zorlar. Basit askerler değiller. Hepsi tek başına bir boss niteliğindeyken aynı anda birkaç tanesi ile karşı karşıya gelmemiz gerekecek.”

 

“Hmm.. ölme ihtimalimiz yüksek yani..”

 

“Sanmam ya.” diye ekledim. “Sonuçta o oyunlarda bir kişi yüzleşiyorduk. Şimdi ise birkaç kişi saldıracağız değil mi?”

 

“Haklısın.. umarım görev zorlaşmaz.” dedi Serhat endişeli bir ifade ile.

 

Sonra salonun ortasında oluşan 3 halkadan birisine doğru ilerledi ve girdi.

 

“Yanınızda değerli bir şey getirmeyin. Depolama eşyanız veya yeteneğiniz yoksa hepsi yok oluyor.”

 

“Ah! Tamam!” dedi Selin telaşla ve hemen odasına gitti. Üzerinde sade bir tişört ile şort ile geri döndü.

 

Benim ise.. yani bi donum var sorun olmaz herhalde.

 

“Neden buraya gelirken görevdeki eşyalarımız geliyor da giderken boşuz?”

 

“Ne bileyim ben?” diye yanıtladı Serhat omuzlarını silkerken. “Gelirken de bi başta sahip olduklarımız geliyor zaten. Can sıkıcı. Böyle olmasa bir ışın kılıcı falan yanımızda getirebilirdik..”

 

O sırada biz de halkalara girdik.

 

“Hepinize bol şans.” dedi Serhat gergin bir ifade ile. “Umarım sağ salim döneriz..”

 

“Gerilme bu kadaar.” dedim 32 dişimi gösterip gülerken. “Bir osmanlı atasözü der ki her sorunun çözümü bir tokada bakar.”

 

“..kendi sözlerini atasözü gibi mi tanıtıyorsun?”

 

“Şey, elbet bir gün ben de birilerinin atası olucam. Neden şimdiden söz yazmaya başlamayayım ki?”

 

“Haha! Haklısın. O zaman benden de bir atasözü gelsin. Prezervatif kullanmayı unutmayın.”

 

Selin ile ona döndük ve garipserce baktık.

 

“..yani dikkati elden bırakmayın anlamında. Haha.” diye güldü Serhat.

 

En azından biraz rahatlamış gibiydi.

 

Selin de gülüyor gibiydi.

 

Sonra, bir ses duyuldu.

 

[Görev Başladı]

 

Görüşüm bir anda karardı..

 

******

******

 

Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum ama bir çan sesi duyuyorum..

 

Gözlerimi bir anda açı verdim.

 

Taştan yapılma bir kutunun içinde gibiyim.. yavaşça doğruldum ve bulunduğum dar alandan çıktım. İçinden olduğum şey.. bir tabut.

 

Bakışlarımı etrafta gezdirdiğimde bunun tek tabut olmadığını gördüm.

 

Yüzlercesi vardı. Zeminin bataklık vari olduğu bu bölgede etrafımı yüzlerce tabut sarmış ve önümde bir koridor oluştaracak şekilde tepe olmuşlar. Ölü ağaçlar etrafı sarmış ve ortamın kasvetli havasını daha da artırmış.. oyunu oynarken fark etmemiştim ama burası baya boktan ve rahatsız edici bir başlangıç yeri. Bildiğimiz mezardan yükselen cesetiz be.

 

Hışır

Hışır

 

Bir ses duymam ile kafamı çevirdim ve az ilerimde başka bir tabuttan çıkmakta olan Serhat’ı gördüm.

 

Serhat’ın üzerinde.. peştamal var? Bu peştamel sadece alt vücudunu kaplıyor ve mağra adamlarınkini andırıyor.

 

“Hasiktir ya..”

 

Bu sözüm ile Serhat bir anda bana döndü.

 

“Hmm? Ne oldu? Yoksa şekilli vücudumu mu kıskandın?” dedi hafif kaslı olan görünümünü gösterirken.

 

“Hayır lan.. görünüşe göre oyunun rekabetci sınıfında başladık. Yani şu an bomboşuz..”

 

“Öyle mi?” dedi tabutun içine uzanırken. Oradan tahta bir sopa ve derme çatma bir kalkan çıkardı. “Burada bir şeyler var gibi aslında.” Sopayı kavradıktan sonra havada birkaç kez salladı. “Ağırlığı da fena değil gibi.”

 

“Diğer sınıfları görsen öyle demezdin. Büyü falan yapabilir veya tam takım zırhlı olabilirdik.. bunun yerine terk edilmiş bir berduş olarak doğduk.”

 

“Sana fark eder mi ki? Zaten silah zırh kullanamıyorsun.”

 

Oh.

Doğru.

 

Ben de çıktığım tabuta döndüm.. içerisi zift karasıydı ama el değmemiş gibi tertemizdi. Belki de taştan yapıldığı için içine hiçbir yabancı cisim girememiştir.

 

Tabutun köşesinde Serhat’takinin aynısı olan eşyalar var.. eğer diğerleri de bu sınıfla başladıysa biraz sorun olabilir.. neyse en azından oyunun ana karakteri olmam kolaylaşır. Sonuçta herkesin boktan silahlara sahip olduğu bir durumda benim tokatlarım en önde olmaz mı?

 

Elimi uzatıp sopayı tutmaya çalıştım.

 

Hmm? Kavrayabiliyorum.. silah kullanamıyoruz sanıyordum.

 

Onu kaldırdım ve havaya savurmayı denedim.. ama.. elimde hiç güç yok gibi.

 

Demek kullanamamak bu demek. Güç veremiyorum.

 

Ayağa kalkıp etrafa baktım. Etrafta Serhat ve benimki gibi olan 7 tabut daha var.

 

Selin’i saymazsak 6 kişi daha demek.. yani 9 kişiyiz.

 

“Zorluk normal seviyede.” dedi Serhat yan taraftan. “Görünüşe göre olaylar oyundaki ile hemen hemen aynı olacak. Yine iyiyiz he canım?”

 

O sırada bir tabutun içinden daha birisi yükseldi. Bu Selin’di.

 

Bizi görünce, “Ayy!” diyip gözlerini kapattı bir anda.

 

Oh.. biz peştemalli olduğumuzdan çıplağa yakın olmalıyız.

 

“Hey utanmaa. Bir süre böyle görünücez alışman lazım.” dedim teselli etmek istercesine.

 

“Bence o utandığından değil de senin ayı gibi kıllı olan vücudundan korktuğu için bu tepkiyi veriyor.”

 

“Sikicem artık laf çarpıp durma ulen!”

 

“Hahaha!”

 

O sırada tabutlar açık olduğundan merak edip birisine doğru ilerledim.

 

Yanına geldiğimde bu tabutun içinde genç bir adam gördüm. Dağınık sarı saçları vardı ve beyaz bir tene sahipti. Ne çok kaslı ne çok zayıftı.

 

“O da mı aynı kıyafetleri giyiyor?” diye sordu Serhat.

 

“Evet.. bu adam da aynı.”

 

“Adam mı? Bakayım.” dedi Serhat ve bir anda yanımda bitti.

 

“Hmm..” dedi ibne gülüşünü yaparken. “Tatlı görünüyor.”

 

“Oğlum niyetin ne lan? Takım arkadaşına mı sulanıyorsun?”

 

“Haha hayır. Görev esnasında yapmam demiştim.. sadece sonunda insana benzeyen bir adamla takım arkadaşı olacağımdan sevindim.”

 

Sikik ya..

 

Sonra diğerine gittim.

 

Onun içinde hafif balık etli bir adam var. Esmer, amele yanığı gibi bir teni var. Yaşı benden biraz daha küçük gibi. Sakalları da benim kadar olmasa bile karışık.

 

“Hmm biraz kendine bakım yapsa bu da bir şeye benzer aslında.” dedi Serhat.

 

O sırada Selin de tabuttan çıkmıştı. Etrafa bakınca gözleri büyüdü. “Burası mezarlık!” dedi korkuyla bağırıp.

 

“Şşş.” dedi Serhat. “Ne yapıyorsun bebeğim? Sana sakin ol demedim mi? Başımıza belayı mı çekeceksin?”

 

“Yani eğer oyundaki gibi ise sorun olmaz ya. En yakın düşman şu önümüzde oluşan koridorun taa sonunda.”

 

“O kadar emin olma.. burası oyun dünyası olsa bile rakiplerimiz beyin sahibi. Yani oyunda gördüğün pozisyonlarda 24 saat beklemezler.”

 

“Peh ne olacak ki. Hepsi zayıf yaratıklar.”

 

Serhat bir kaşını kaldırdı. “Sen ne kadar güçlensen de zorlar demedin mi?”

 

“Onu sizin için söyledim ben. Bana çizik bile atamazlar. Başlangıçta karşılaştıklarımız altı üstü kırık kılıçlar kullanıyor. Benim banyoda kullandığım jilet bile daha tehlikelidir.”

 

Serhat anlayışla başını salladı. “O zaman haklısın. Bizim senin gibi bir tenimiz yok. O kırık kılıç bile sorun olur.”

 

O sırada diğer kişiye ilerledim. Bu kişi, 20’li yaşlarda görünen bir kadın. Beyaz bir teni ve boynuna kadar olan siyah saçları var. Sade bir güzelliği var.

 

“Hmm bu kız..” diye lafa girdi Serhat. “Eğer biraz bakımlı olsa güzel olabilirmiş.. herhalde bir ofis çalışanı.”

 

“Yani aslında bana göre şimdi bile güzel.” dedim suratını ve vücudunu süzerken.

 

“Hah. Şimdi takım arkadaşına sulanan kim?”

 

“Ne?” diye çıkıştım. “Övüyorum sadece.”

 

Ve sonra diğerine geçtim. Bu, kel kafalı uzun boylu bir adamdı. Kaşının sağ tarafında bir yara vardı. Kirli bir sakala sahipti ve biraz da kaslıydı.

 

“Korkutucuu.” dedi Selin yan taraftan. O da bizimle beraber yeni gelenleri incelemeye başlamıştı.

 

“Evet bence de sıkıntılı birisi gibi.. sevmedim.” dedi Serhat.

 

Sonra bir diğerine geçtik. Bu seferki.. bir çocuk. Ergenliğin ortasındaki bir oğlan gibi. Modaya uygun saçlara sahip ve kumral bir teni var. Yaşına göre biraz yapılı.

 

“Bu çocuk benim gençliğime benziyor.” diye yorum yaptım.

 

“Emin misin?” dedi Serhat beni süzerken.

 

“Yani, şu anki halime dönüşmeden önceki gençliğim.”

 

Sonra diğerine geçtik. Bu sonuncusuydu.

 

“Vay anasını.” dedim istemsizce. Bu baya güzel bir kadın. Elle çizilmiş gibi duran kumral saçları ve süt beyazı bir teni var. Havanın soğukluğundan dolayı yanakları al al olmuş. Kaşlarının kavisi bir nehrin ucundan akan sular gibi. Dudakları bakanın içinde öpme isteği uyandırıyor. Özellikle bir peştamel takımının içindeyken cennetteki hurileri andırıyor.

 

“Sanırım ben dönücem.” dedi Serhat.

 

“Ne? Sen zaten dönme değil miydin?” diye sordum şaşırarak.

 

“Hayır yani geri dönücem. Çünkü bu kız çok güzel. Aaay!”

 

Haklı. Gerçekten iç titreten bir güzellik.

 

“Hey, o baştaki eğitim işini ben yapsam olur mu?”

 

“Durumu açıklama işi mi?”

 

“Evet o. Ben yapayım onu bu sefer. Yorulma.”

 

“Haha. Senin gibi bir deli doğru düzgün açıklayabilir mi?”

 

“Ya bırak sen bana! Yapamazsam el atarsın.”

 

Serhat bir an düşüncelere daldı. Sonra onayladı. “İyi peki.”

 

“Iğh.” diye bir ses geldi o anda. Hemen yanımızdaki huriden geliyordu.

 

“Hadi bakalım göster marifetlerini.” dedi Serhat geri çekilirken.

 

O sırada tabuttaki kızın tam karşısında durdum. Kız yavaş yavaş gözlerini araladı.

 

Ben de onu karşılamak için otuz iki dişimi göstererek güldüm. Kız gözlerini komple açtığında bakışları bakışlarımla buluştu ve.. kız çığlığı bastı.

 

“AAAH! LÜTFEN BANA TECAVÜZ ETMEE!!!”




 

Loading...
0%