Yeni Üyelik
20.
Bölüm

Küçük Tatlı Kertenkele

@kuryil

Onları daha fazla zor durumda bırakmadan yan taraftaki bir su birikintisine yöneldim. O sırada da yerdeki ölü mezar bekcilerinin birinin kıyafetinin ucunu yırttım.. leş gibi kokuyorlar.. ama üzerimdeki kanı temizlemek için idealler.

 

Bunu yaparken Serhat’ın grubun geri kalanı ile konuşmalarını duydum. “Alanın ortasında kalın ve bir yere ayrılmayın. Hala tehlikeler bitti mi bilmiyoruz.. yerdeki cesetleri arayabilirsiniz. Belki değerli bir şeyler bulabiliriz. Ben, etrafa bakıp kayda değer başka bir şey var mı kontrol edicem.. ne bulursanız bulun gelip bana gösterin. Ne işe yaradığını bilmediğiniz şeyleri saklamayın!” dedi ve ortadaki şovalye cesedinin olduğu yere gitti. “Bundan başlayalım..” dedi.

 

Vayy.. takım lideri yardımcı olarak görevini çok iyi yerine getiriyor.. evet onu yardımcım ilan ettim. Gerçekten çok verimli.

 

Gözden uzak bir köşe bulduğumda yerdeki su birikintisine bezi soktum ve üzerimdeki iğrenç kokulu kanı silmeye başladım.

 

O sırada Serhat’ın yaptığı şeyi gördüm. Yerde devasa kırık kaseye dayanan ölü şövalyeye bakıyor. Şövalye’nin üzerinde parlayan bir ışık var.. önceki sefer cesetten aldığım ruh gibi görünüyor. Ancak burada ruh olmamalı. Yanlış hatırlamıyorsam bu şey.. büyü ve özel yetenekler için lazım olan Külleşmiş Estus Şişesi olmalı.. yani bir nevi mana iksiri diyebiliriz. Serhat, ona doğru ihtiyatla bakıyordu.

 

“Endişelenme!” diye bağırdım. “Sadece uzan ve kavra! Tehlikeli bir şey değil!”

 

“Iğh.” dedi Serhat yüzünü kasarken. “Bunu sen söyleyince daha fazla korkuyorum..” ama böyle söylese de elini uzattı ve parlayan yumruyu kavradı.. elini tekrar çektiğinde bu yumru şekil değiştirdi ve tahmin ettiğim gibi Külleşmiş Estus Şişesine dönüştü.

 

“Bu da ne böyle?” diye sorguladı Serhat.

 

“Mana iksiri gibi bir şey bu.” dedim.

 

Serhat’ın gözleri açıldı. “Muhteşem! Böyle bir şey sıradan bir şekilde bulunabiliyor mu? Çok işimize yarayacak!”

 

Gülümsedim. “Belindeki kesede de can iksirleri var.”

 

“Ne?” Serhat merakla beline baktı ve oradaki minik keseyi fark etti. Garipserce kaşlarını kaldırdı. “Bu minik kesenin içinde mi? Ama çok hafif hissettiriyor..”

 

“Elini içine sokmayı dene.. seni bir sürpriz bekliyor.”

 

Serhat merakla elini uzattı ve denedi.. bir an sonra gözleri sonuna kadar açıldı.

 

“Aman tanrım! Bu neeeeğğ?!” dedi kadınsı bir çığlıkla.. sevindi galiba.

 

“Bu bildiğin uzay çantası!!!!!!”

 

“Başlangıç eşyaları beraber döner demiştin değil mi?” diye sordum gülümserken

.

“Evet! Bu şey en az 3000 Puan! Bu bile bir gizli görev kadar büyük bir ödül!”

 

Diğerleri de sırtlarındaki keseye uzandılar.

 

“Oha! Buna bütün makyaj malzemelerimi koyabilirim!” dedi Bihter.

 

“Vay.. bunun içine rahatça tabancalarımı saklayabilirim.” dedi Aslan.. bu piç harbiden de mafya mı?

 

“Vay anasını!” dedi Emre keseyi eline alırken. “Bunun içine kafamı soksam ne olur?” kesenin ağzını açtı.

 

“SAKIN!” diye bağırdı Serhat. “Kellen kopsun istemiyorsan bunu yapma.”

 

Emre şok ile bi anda durdu.

 

“Bu şeyler,” diye anlatmaya devam etti Serhat. Yüzü hala gülüyordu. “İçinde dışarıdan göründüğünden daha çok yer kaplar. Hepsinin boyutu değişir.. bunun boyutu sanırım yarım metre kare falan. İçine baya şey koyabilirsiniz.. ancak onu iyi yapan bu değil. Bunlar, bekleme alanından buraya bir şeyler getirmenizi sağlayabilir! Ne yazıkki buradan götüremiyoruz ama.. en azından gelirken artık tanrının insafına kalmamıza gerek kalmaz!”

 

“Önemli bir şey yani..” dedi Betül.

 

Serhat onaylarca kafasını salladı. “Öyle.. ancak bunun şu an çok bi anlamı yok tabii. ilk önce buradan canlı kurtulmamız lazım.” ardından elini kesenin içine atıp bir an sonra çıkardı. Elinde Estus Şişesi vardı.. anlaşılan bu keseyi nasıl kullanacağını biliyor.


 

“Bunun etkisi ne kadar?” diye sordu bana bakarken.

 

“Yani.. başlangıç canımızla yarısını falan dolduruyordu.”

 

“Burada bir can barı göremiyorum.”

 

Omuz silktim. Can barımız yoksa neyi dolduruyor bilmiyorum.

 

“O zaman.. sakatlıkları giderecek kadar güçlü olduğunu varsayacağım.” dedi Serhat. Sonra gruba döndü. “Bu iksire ikinci canınız gibi bakın. Çok kritik bir yaralanma olmadıkça kullanmayın.”

 

“Bunu sorun etmeye gerek yok.” dedim ona. “Burada dinlenmek için özel kamp ateşleri var. Direkt o tanrısal ateş ile bağlantılı şeyler. O ateşde dinlenince iksirler geri doluyor.”

 

Serhat’ın gözleri sevinçle açıldı. “Çok iyi! Bir de bu oyuna zor diyordun! Bu kadar hayat kurtaran eşya varken nasıl zor olabilir?” beni bi süzdü.. bakışlarında küçümseme vardı. “Yoksa sen mi fazla becereksizdin?”

 

“Hıh. Bu gördüklerin daha başlangıç..yani düşün oyun sana o kadar çok iksir veriyor ki canını koruyasın..”

 

Serhat’ın bakışları ciddileşti. Birkaç saniye düşüncelere daldı.

 

O sırada ben de üzerimdeki kanı temizlemeye devam ettim. Arada sırada bakışlarım gruba da düştü. Bihter bir ağaç köküne oturup bacak bacak üstüne atmış oturuyor. Peştemalden görünen seksi bacakları çekici duruyor. Aslan da yanına çömelmiş ve bir bez parçası ile kirlenen ayaklarını temizliyor.. eleman resmen köle olmuş.

 

Emre de bu sırada elindeki sopayı havaya savuruyor. Ağırlığını test ediyor gibi. Bakışları arada sırada Selin’e kayıyor.. güç gösterisi mi yapıyor? Hmm.. eğer öyleyse benden öğrenecekleri var.

 

Betül en verimlileri. Yerdeki cesetleri inceliyor. Eşyalar arıyor gibi..

 

Boran ise estus şişesi ile keseyi inceliyor. Arada bir şişeyi içeri sokup çıkarıyor. Sonra elindeki keseyi gösterirken Betül’e doğru seslenip, “Vallahi bak bundan 20 dane olaydı, tüm kaçahcılar camiasının içinden geçerdim yemin billah.”

 

Lan?

Harbi ha.. paraya para demezdik.

 

Tam hayallere dalıyordum ki.. aniden başıma bi ağrı girdi ve görüşüm sallandı. Ağrı geçtiğinde önümü net görebilir oldum.

Bir anda aklıma düşünceler aktı.. yaşananları düşündüm..

 

Serhat.. Selin’in tecrübesizliğini anlatırken benden bahsetmedi.. belki de takım lideri olarak imajım çizilsin istemiyordu. Düşündüğümden daha düşünceleri birisi olabilir ama çok çelişkili hareketleri var. Mesela o hevesli çocuk Memati öldüğünde verdiği tepkiler neydi? Bir insandan çok aletin gitmesine üzülmüş gibiydi.

 

Memati.. bu çocuk, tecrübeleri ile çok işe yarayabilirdi. Benden bile daha çok işe yarardı.. ben sadece bir kas gücüyüm. Bu oyundaki en çok işe yarayacak eşyalar nerede, en tehlikeli ölümcül yaratıklar nerede bilmiyorum. Yanlışlıkla bi köşe başından dönsek ve ölümcül bir yaratık ile karşılaşsak ne olacak? Eğer o bizi önceden uyarabilse.. buna hazırlanabilirdik. Erkenden ölmesi yazık oldu.. keşke onu durdursaydım.

 

Ve benim bu yaptıklarım da ne? Bilmediğim yaratıklara doğru saldırdım.. niye bu kadar pervasızım? Ya burası oynadığım oyun gibi olmasaydı? Ya bu iksirler işe yaramasaydı? O kırık kılıçlar yıllardır burada gibi duruyor.. boktan bir tetanoz hastalığı yüzünden ölüp gidebilirim. Neden bu kadar götüm kalkık? Buradaki yaratıklar oyunun eğitim kısmına ait. Yani olabilecek en basit rakipler. Oyundayken bile tek yiyorlardı. Onları öldürdüm diye neden havalara giriyorum? Gerçek rakiplerim ileride.. daha dikkatli olmalıyım.

 

Ve bu insanlar.. onlar benden korkuyor olmalı. Gözlerinde havalı olmaya çalışırken kendimi canavar durumuna düşürdüm. Bir lider olmam gerekiyordu.. korkulan bir yönetici değil. Daha dikkatli olmalıyım.

 

Liderlik.. aslında o kadar önemli bir şey değil. Neden bunun için o kadar ileri gittim? Aslında Serhat’ın sunduğu fikirler gayet iyi. Hayatta kalmak için çok verimli. Neden onun lider olup yönetmesine izin vermedim? Bu pervasızlığım hepimizi öldürebilir..

 

“Ağh.” başıma tekrar ağrı girdi ve görüşüm sallandı. Bir an sonra ise tekrar normale döndüm.

 

Dur..

 

Ben az önce ne düşünüyordum?

 

Her neyse, kaç ruhum oldu benim? O yaratıkları öldürürken bir sesler duyuyor gibiydim..

 

Bunu bilmeyi arzuladım ve kafamın içinde bir rakam oluştu.. 100. Şu an tam 100 ruhum var. Yani her birinden 20 mi geldi? Çok az be bu! Dişimizin kovuğuna yetmez!

Bu çerezler hiç doyurucu değil! Daha iyi şeyler lazım!

 

Üstümü silmeyi bitirdim. Artık üzerimde kan lekesi yok.. en azından pek yok.

Gruba doğru ilerledim. O sırada Serhat da araştırmadan dönüyordu.

 

“Etrafta elle tutulur hiçbir şey yok. Sadece yıkılmış harabeler.” dedi ellerini iki yana açarken.

 

“Burası gerçekten bir oyun mu?” dedi Betül. “Yani durumu sorguladığımdan değil ama.. her şey çok gerçekçi görünüyor. Şu yıkılmış mimariye bak.. resmen ardında binlerce yıllık hatıralı barındırıyor.. ve şu üzerimizde yükselen kale..” dedi bakışları yukarı doğru kalkarken.. “Bir oyunun sahte grafikleri değil gibi.”

 

Ben de bakışlarımı kaldırıp oraya baktım. Dibimizdeki tepelerin üzerinde duran ve tüm dağı kaplıyor gibi görünen devasa bir kale! Boynumu komple yukarı kaldırmadan görmenin mümkün olmayacağı bir pozisyonda ve boyutsal olarak gerçek anlamda geniş bir kale. Kilometrelerce uzanıyor gibi.

 

O ne lan öyle?

 

Bu kale hep burada mıydı?

 

Burası benim için sadece bir başlangıç bölgesi olduğundan, oynarken kafamı hiç yukarılara kaldırma gereği duymamıştım.. hemen dibimde böyle uzanan bir kale olması.. ben bunu nasıl gözden kaçırırım mk?

 

Bekle.. yani biz bir kalenin duvarlarının altındaki bir mezarlıkta mıyız? O zaman bu kale.. yoksa oyunda ateş aracılığı ile gittiğimiz kale mi?

 

“Burayı bir oyun olarak düşünmekte zorlanıyorsan.” diye söze girdi Serhat. “O zaman bir oyunun esinlendiği dünya olarak düşünebilirsin.. belki de gerçek dünyada gördüğümüz tüm bu oyunlar ve filmler başka dünyalardan alıntılarla oluşturulmuştur.”

 

Ooo çok felsefi bir düşünce.. düşünürken insanın beynini patlatır. O yüzden üzerinde çok durmamaya karar verdim.

 

“Ee bitti mi araştırmalar yani?” dedim sıkılmış bir tonla. “Artık gidebilir miyiz?”

 

Serhat onaylarca kafasını salladı. “Yani, çok bir şey yok tatlım. İleride uçuruma doğru uzanıyor gibi görünen bir ana yol var. Bir de yan tarafta bir mağara girişi gördüm.. korkutucu göründüğünden çok yaklaşmadım.”

 

Harabelerin ötesindeki uçuruma uzanan yola baktım. “Bu yol ana yol. Oyunu ilerletmek için buradan gidiliyor.” dedim ileri doğru adımlarken. Herkes de peşime takılmıştı. “Ih çok ağır.” dedi Bihter elindeki kalkanı çıkarmaya çalışırken.

“Alışmaya bak prenses. Gelecekte böyle şeyleri çok taşıyacaksın.” dedi Serhat alaycı bir tonla.

 

“Evet evet tabii.” dedi Bihter.. sonra da elindeki kalkan ile sopayı keseye soktu. “Böyle daha iyi.”

 

Serhat sadece göz devirmekle yetindi ve önüne döndü.

 

Yolun girişine doğru varacakken, sağımdaki kasvetli yolu gördüm. taş mezar tepeleri ile ayrılmış, iki insanın yan yana geçebileceği kadar bir boşluğa sahipti.

 

“Bahsettiğim yol bu.” dedi Serhat. Sonra ekledi. “Bence buradan uzak durmalıyız.. içimde kötü bir his var.”

 

“Haha! Korkaklık etme.” dedim ona ve o yola doğru ilerledim. “Burayı biliyorum. İleride güzel ödüller var.”

 

“Ödüller mi?” dedi Serhat tereddütlü bir şekilde beni takip ederken. “Peki ya tehlikeler?”

 

“Tehlike mi?” diye düşündüm. “Ha evet. Orada küçük bi kertenkele var. Ama çok da zorlu değil hallederiz.”

 

“Zorlu değil mi? Emin misin?”

 

“Elbette! Hatta tatlı bile! Oyundayken ona ölenler sadece oyuna yeni başlamış acemilerdir.” derken duraksadım ve arkamdaki gruba baktım. “Yani, siz çok yaklaşmayın en iyisi.” dedim onlara karşı. “Sadece Serhat ile ben yeteriz.”

 

“Alınma ama bebeğim sana pek güvenesim gelmiyor.” dedi Serhat bana. Sopasını sımsıkı tutuyor ve kalkanı da diğer elinde korunmaya hazır duruyor.

 

“Bu tavır ne lan böyle? Ben senin liderinim biliyorsun değil mi?”

 

“Senin gibi liderin..” dedi sessiz bir tonda.

 

Onu duymazdan geldim.

 

“Hmm bu ne?” dedi Serhat. Kafamı çevirip bakınca yerdeki parlayan bir.. yazıya baktığını fark ettim. “Burada bir şey yazıyor..” sonra okumaya çalıştı. “GERİ DÖN.”

 

“...aldırma sen ona. Oyun yapımcıları heyecan olsun diye koymuş. Yoksa oyunun eğitim bölümünde en fazla ne olabilir ki? Şu şeylerden daha fazlası mı?” diye sordum ileride hareketsiz yatan mezar bekcilerini gösterirken. “Hepsini tokat delisi ederim. Orada sadece minik bi kertenkele var. Bana güven. Tek özel yanı, biraz değişik bir deriye sahip olması.”

 

“Hmm peki.. ödüller var diyorsun hem.. her türlü desteğe ihtiyacımız var.”

 

Daha sonra ilerlemeye devam ettik.

 

Birkaç adım atmıştık ki, yerdeki suyun seviyesi arttı. Artık diz kapağımın biraz altına kadar geliyordu.

 

“Iğh. Rahatsız edici.” dedi Serhat arkamdan.

 

Dönüp baktığımda onun diz kapağının biraz üstüne kadar geldiğini fark ettim. Boy farkımız kendini belli etti.

 

Sulu alanda ilerlemeye devam ettik. Oyundayken burayı geçmek birkaç saniye alırdı.. ancak burada alan daha büyük.

 

“Hey, güvenli olduğuna eminsin değil mi? Eğer kaçmamız gerekirse, bu su engeli bize sorun olacaktır.”

 

“Çok korkaksın ha. İyi ki ben lider olmuşum.” diye söylendim.

 

Birkaç on saniye sonra sonunda karşıya geçtik.

 

Şimdi önümüzde yukarı doğru eğimlenen bir yol var. Çamurlu zeminde kaymamaya çalışarak yukarı tırmandık.. oyundayken dümdüz koşarak çıkılıyordu.

 

“Leş gibi olduk bee!” dedi Serhat çamurlu ellerini sallarken. Sonra ellerini sallamayı bırakıp benim kanlı peştemale sürdü.

 

“Lan göt!” diye bağırdım onu iterken.

 

“Ne var be! Zaten kirli değil mi? Ağlak şey seni.” dedi ibnece çıkışarak.. anlaşılan gruptan uzaklaşınca geri eski kişiliğine dönmüştü.

 

Daha sonra karşımızdaki geniş.. boş alana baktık.

 

Daha önce oyunu oynarken burayı karanlık atmosferden dolayı bir mağara sanardım. Ancak burası aslında kalenin duvarları arasındaki çıkıntıda bulunan bir alanmış. Mezarlardan oluşan tepelerin arasından yapraksız ölü ağaçlar uzanıyor. Zemin, çamurun arasından seyrekçe dağılan otlara ev sahipliği yapıyor. Burayı bana mağara gibi düşündüren şey kalenin üzerimize düşen gölgesi olmalı.

 

“Hmm.. doğru söylüyorsun gibi. Burası temize benziyor.” dedi etrafı süzerken. “Oh, bahsettiğin ödül şu mu?” dedi ileride parlayan bir şeyi gösterirken. Uç kısımda bir mezar taşı öbeğinin içinde duruyor.

 

“Evet.” dedim hızlı adımlarla oraya doğru giderken. Lider ben olduğuma göre eşyayı da ben almalıyım değil mi?

 

“Bekle!” dedi Serhat arkamdan gelirken.

 

İlerlemeye devam ettim.

 

“Beklesene be!” diye bağırdı Serhat bana yetişirken. “Niye öyle dalıyorsun sen? Ya şu bahsettiğin kertenkele bize pusu kurarsa? Aynı Memati’deki gibi?”

 

“Ha pusu mu?” dedim mezarlığın yanındaki öbeğe uzanırken.

[Meçhul Bir Gezginin Ruhu x1]

 

aklımda eşyayı aldığıma dair sesi duyduğumda onu hızlıca keseye attım.

 

“Ne pususu? İşte kertenkele orada duruyor ya?” dedim ileriyi işaret ederken.

 

Serhat bir anda oraya döndü. Gözleri etrafı aradı. “Nerede? Ben sadece parlayan madeni bir kaya ve bomboş bir alan görüyorum.”

 

“Madeni kaya mı? Ha evet.. benziyor.” dedim o bahsettiği madeni kaya hareket ederken. “O kaya değil. Bahsettiğim tatlı kertenkele.”

 

Kayaya benzeyen, üzeri kristal dolu kertenkele iki ayağı üzerinde dikilip ayağa kalktı.. kaya sanılması normal çünkü bu kristaller gerçekten de madeni görünüyor.

 

Komple dikildiğinde aşağı yukarı 3.5 metre boyuna geldi. Kapkara bir teni ve uzuvları ile karnı hariç kristal dolu bir vücudu var. Dışarıdan sert görünse de bu kristaller aslında ortalama sertlikte. Bu kadar devasa bir tanesine bakarken, kertenkelelerin insanlara ne kadar benzediği anlaşılıyor. Uzun kollara ve bacaklara sahip. İnsanlardan kayda değer tek farkı kafası ve kuyruğu. Vücudunda en çok kristalin yoğunlaştığı yerler de bunlar. Kafası, saç ve sakal yerine kristallere sahip gibi. Dağılım şekilleri bile benzer. Kuyruğu, kökünden ucuna kadar kristal bir sırt ile kaplı. Kristaller uç kısmına doğru sıklaşıp bir topuz şeklini alıyor.

 

“Bu.. pek de küçük değil gibi.” dedi Serhat sesi kısılırken.













 

Loading...
0%