Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Uzaylılar Robotlar ve İnsanlar

@kuryil

O da bizim gibi yeni gelmiş olması gerekirken oyunun karakteri olan Amanda ile tanışıyor gibi konuşuyor.

 

Sonra Amanda bize de döndü ve “Size de günaydın tayfa.. neden bu kadar şaşkın bakıyorsunuz?” dedi.

 

“Haha biliyorsun onlar hiper uykuya pek alışık değiller.” Serhat her zamanki ibne kahkahasını attı.

 

Amanda tebessüm etti. “Evet öyle görünüyor.” bakışları çekingen kıza döndü. Kız stresten çok terlemişti ve göz bebekleri büyümüştü. “Senin neyin var Selin? Hasta gibisin?” dedi.

 

“Peh! Ne oyunculuk ama!” diye çıkıştı 40’lı yaşlarda olan adam. Bakışları Amanda’nın üstündeydi. “Eğer bizi kandırmak istiyorsan daha iyisini yapmalısın Evlat.”

 

Amanda’nın tek kaşı kalktı. “Ne oluyor? Hepinizin neyi var böyle? Hiper uykudan kalkınca görmeyi beklediğim manzara bu değildi.”

 

“Hahaha.” Serhat’ın kahkası duyuldu. Tek eli ile uzanıp Amanda’nın omzunu tuttu. “Bunları boşver Amanda. Heyheyleri üzerlerinde. Az sonra kendilerine gelirler. Biz buraya gelme amacımıza odaklanalım.”

 

Bir anlık duraksadı. Bakışları ikili üzerinde gezdi ve, “Haklısın.” dedi. Ardından bana döndü. Yüzünde tebessüm vardı. “Ee Cüneyt. Sen iyi misin? Yanlış hatırlamıyorsam bu senin ilk hiper uykun değildi.”

 

Amanda başından beri.. hepimizi tanıyor gibi konuşuyor.

 

Sanki biz onun dünyasında yer edinen belli bir kişiymişizcesine.

 

Bu durumu garipsedim ama yüzüme yansıtmadım.

 

“Turp gibiyim vallahi. Bıraksan maraton yaparım.”

 

Bu esprili cevap üzerine Amanda’nın yüzünde bir anlık acıyan bir ifade oluştu.. alışık olduğum bir ifade.

 

Serhat aramızda geçen bu diyalogtan sonra kaşlarını çattı. Ardından araya girdi. “Eğer hazır hissediyorsan, artık gemiden çıkalım.”

 

Amanda üstünü süzdü. Ardından kafasını kaldırıp onaylarca salladı. “Hadi gidip şu lanet kara kutuyu alalım.”

 

Serhat bu onay ile köşede duran dolaba doğru gitti.

 

Baktığımda o dolabın içinde duran silahları gördüm. Dört adet tüfek ve bir tabanca vardı.

 

O kendine bir tane tüfek aldı ve dolabın içinden şarjör gibi görünen bir eşya da aldı.

 

Bunu gören Amanda çıkıştı. “Ne yapıyorsun? Neden yanına silah alıyorsun?”

 

Serhat bu tepki karşısında şaşırdı. “Aa şey,” diye lafa girdi ancak devamını getiremiyordu.

 

Ancak onu anlıyordum. Şu ana kadarkiler bile oyunun gerçek girişinden farklıydı. Normalde başka bi uzay gemisinde başlayıp ardından oyunun geçtiği ana gemiye yol almalıydık. Burada içinde bulunduğumuz ve bizi ana gemiye götürecek olan geminin adı Torrento mu Fernando Torrens mi neydi. Adını tam hatırlamasam da içeriğini hatırlıyorum. Yaşanabilir ev gibi büyük bir yerdi. Ancak şu an bulunduğumuz yer bir hapishane gibi her tarafı kapalı bir yerdi. İşin en garibi ise hiper uyku kapsüllerinden kıyafet ile çıkmış olmamızdı. Normalde bu kapsüllere çıplağa yakın bir şekilde girilir.

 

Oyunun hikayesinde şu an gireceğimiz ana gemi Alien denilen öldürülmesi aşırı zor bir yaratık tarafından kaosa sürüklenmiş durumda. Yani silah bulundurmak normaldi.

 

Amanda, “Burası ticaret için yapılmış bir gemi. Öyle elimizi kolumuzu sallayarak silah ile giremeyiz.” açıklayıcı konuşuyordu.

 

Serhat hala ne diyeceğini bilemez gibiydi. Az önceye kadar kontrol sahibi olan bu adam şimdi eli kolu bağlı duruyordu. Sonunda aldığı silahı yerine geri bıraktı. Ardından kapıya yöneldi ve, “Gidelim madem” dedi.

 

“Bekle. İlk önce Cüneyt’in sandalyesini getirelim.” dedi Amanda.

 

Onun sözleri hem benim hem de Serhat’ın kaşları kalktı.

 

Ben şaşırdım çünkü Amanda’nın sakatlığımı bilmesini beklemiyordum. Bu durum aynı zamanda beni üzdü de. Yani.. buraya geldiğimde iyileşmemiştim. Bu cevabı almaktan korktuğum için bacaklarımı hareket ettirmeyi hiç denememiştim.

 

Hay siktiğimini. İnsanları boyut atlattıracak gücün var ama beni bacaklarımı iyileştirmeden mi getirdin?

 

Serhat’ın şaşırma sebebini ise tahmin edebiliyordum. Bakışları benim ve zayıf görünen bacaklarımın üzerinde gezdi. Ona çaresiz bir bakış attım.

 

Ardından Amanda bulunduğum kapsülün yanına uzay çağından fırlamış gibi görünen bir tekerlekli sandalye getirdi.

 

“Ne duruyorsun? Yardım etsene!” diye çıkıştı Serhat’a.

 

Serhat sonunda girdiği düşüncelerden çıktı ve yanıma geldi. Ağzını açmasa da bakışlarından söyleyeceği çok sözü olduğu anlaşılıyordu. Ancak Amanda burada diye bunları konuşamıyor gibiydi. Çünkü eğer tahminlerim doğruysa Amanda’nın bizim birbirimizi tanımadığından şüphelenmemesi gerek. Bu, az önce bahsettiği cezayı tetikleyebilir.

 

İkisinin yardımı ile zor bela tekerlekli sandalyeye bindim. Üzerindeki tuşları görünce kendimi bilim fuarında gibi hissettim. Aynı anda hem çok basit hem çok karmaşık görünüyordu.

 

Serhat sonunda kendini tutamadı ve Amanda’ya bir soru yöneltti. “Şey, bana Cüneyt’in ne yapacağını tekrar hatırlatır mısın.. yani böyle bir durumdayken” elleri ile bacaklarımı gösterdi. Ona kızamıyordum. Gerçekten ben de sakat halimle burada ne bok yiyeceğimi merak ediyordum. 3 metrelik bir canavardan tekerlekli sandalye ile mi kaçıp saklanacaktım?

 

Amanda Serhat’a kızgın bakışlar attı. “Tonunu hiç beğenmedim. Eğer Cüneyt olmazsa bu işin hiçbir anlamı kalmaz biliyorsun değil mi? Senin aksine o bir amele değil. Kara Kutuyu deşifre etmek için lazım.”

 

Oo demek hekır gibi bir şeyim. Veya.. sadece bu işleri yapan birisi.. bir dakika.. nasıl yapıcam lan ben o işi?

 

İçimi bir gerginlik kapladı. Görünüşe göre benden beklenen büyük bir iş var ama ben onu nasıl yapacağımı bile bilmiyorum!

 

Bir an sonra, aklıma ucundan birkaç bilgi akmaya başladı. Teknik bilgiler. Sanki.. istesem gerçekten o kara kutuyu açabilirmişim gibi hissediyorum.

 

Serhat şaşırdı. Bana baktı. Sanki bu kadar önemli birisi olmamı beklemiyor gibiydi.

 

Onun bakışlarına karşılık verdim. Yüzümdeki ifade ile düşüncelerimi aktarmaya çalıştım.

 

Evet dostum. Taşşaklarımı yala. Ben olmazsam bu görev olmaz yani gerekirse sırtında taşıyacaksın.

 

Serhat yüzünü buruşturdu. Sanırım Düşüncelerimi anlamıştı.

 

İstemeye istemeye de olsa benim o elektronik sandalyeye oturmama yardım etti. Oturduğum an kalçalarımdaki rahatlığı hissettim.

 

Ohh

 

Sanki pamuktan bir tarlaya atılmış gibiyim. Belime herhangi bir yük hissi vermiyordu. 10 saat bile olsa böyle oturmaktan rahatsız olmazdım.

 

Teknolojiye bak mk. Doğru yönde ilerlemiş.

 

Ben yerleştikten sonra Amanda dağılmış saçlarını gözünün önünden itti ve, “Şimdi daha rahatsındır değil mi?” dedi bana doğru gülümseyerek.

 

Ben de ona gülümsedim. “Kıçım eğer birisi ile evlenecek olsaydı eşi bu sandalye olurdu. Ömür boyu buradan ayrılasım gelmez.”

 

Amanda bir kahkaha attı. “Güzel. O zaman artık gidebiliriz.” dedi ve Serhat’a dönüp onaylarca kafa salladı. Serhat da ona aynı şekilde karşılık verdi. Ardından döndüler ve açık kapıya ilerlediler.

 

Onların ilerleyen figürünü izledim. Sonra sandalyeme baktım.

 

Bu.. nasıl hareket ediyor mk?

 

Üzerindeki anlamadığım tuşlara baktım. Bilmeyen birisi için bu sadece yerinde duran bir sandalye olurdu çünkü nasıl hareket ettiğini anlamak çok zordu.

 

O anda, beklemediğim bir şey oldu. Aklıma bu sandalyeyi hareket ettirebileceğim bilgiler akı verdi. Hangi tuşa basmam gerektiğini anladım ve tıkladım. Sandalye yavaş yavaş hareketlendi ve öne doğru ilerlemeye başladı.

 

Ben bunu nasıl yapabiliyorum? Aklıma gelen anıların kendime ait olmadığına eminim. Hepsi sadece bilgiler ile ilgili olduğundan çok bir şey de diyemiyorum. Acaba.. bu içinde olduğum vücuda ait olabilir mi? Belki de rolüne büründüğüm kişi kimse onun bilgilerine de sahip olmuşumdur.

 

Sandalye ilerlediği sırada bakışlarım yan taraftaki 40’lı yaşlardaki adama düştü. Yerinden hareket etmeye niyeti yok gibiydi. Ona baktığımı fark etmişti.

Küçümser bir ifade ile o da bana baktı. “Ne söylersen söyle sizin oyununuza alet olmak gibi bir niyetim yok. Siktirin gidin.”

 

“Amca kabalaşıyorsun ama. Ve ben onlarla değilim. Neden sadece ayak uydurmuyorsun? Ne kaybedersin ki?”

 

“Gururumu.” dedi üstüne basan bir tonla. “Eğer veletlerin oyununa alet olursam gururumu kaybederim. Hiçbir güç beni buradan hareket ettiremez!”

 

Adam amma inatçı çıktı. Ancak kızamıyordum. Belki de doğru seçenek burada bekleyip görevin tamamlanmasına izin vermekti. Bu sayede canı riske girmezdi.

 

Ben de normalde bunu seçebilirdim. Sonuçta bacaklarım sakat. Belki iyileşsem göreve eşlik ederdim ama sakat halimle bu çok, çok zor olurdu. Şimdi bile oyundaki o zorlayıcı anları düşündüm. Eğer Alien ile karşılırsam nereye kaçıcam? Ana karakter masaların altına saklanıp havalandırmalara kaçıyordu. Ben sandalyem olmadan bir adım bile atamam. Yani.. düşünmek istemesem de ölme ihtimalim yüksekti.

 

Tabii pek korktuğum söylenemez. Yani parçalanmak falan korkutucu ama ölmek benim için çok da korkutucu değil. Zaten tüm hayallerimin yıkıldığı o günden sonra beni hayata bağlayan bir şey de kalmadı.

 

Yine de sakat halimle ölme ihtimalim bu kadar yüksekken dışarı çıkmazdım. Buraya daha yeni geldim. Hikayemin bu kadar çabuk bitmesini istemem. Beni burada kalmaktan alı koyan tek şey, Serhat’ın söylediği sözlerdi; Burada pes etmek bir seçenek değil.

 

Onun söylediği bu sözler, ardında çok büyük anlamlar taşıyor gibiydi. Yani burada kalırsam başıma kötü şeyler gelecekmiş gibi hissediyordum.

 

Bakışlarım sessiz kıza döndü. Kız kapıdan çıkmakta olan Amanda ve Serhat ikilisinin sırtına bakıyordu. Adımları bi ileri bi geri gidiyordu. Kararsız gibiydi.

 

“Hey.” diye seslendim. Bakışları bana döndü. “Bana bak.” diyip bacaklarımı gösterdim. “Bu halimle bile onları takip etme zahmetine giriyorum. Sence bu neden?”

 

Kız zorlukla ağzını açtı. “N-Neden?” o da cevabı merak ediyor gibiydi.

 

“Çünkü beynim var.”

 

Kız şaşırdı.

 

“Yani, eğer senin de beynin varsa burada kalmayıp takip edersin.. eğer geç kalırsan bizi dışarıda bulabilmen imkansız.” Ardından kızın cevabını beklemeden kapıya doğru tekerlekli sandalyemi ilerlettim.

 

Açıkçası şu an başkalarının canını umursayacak durumda değilim. Daha kendiminkini bile koruma ihtimalim çok zorken onlara bir şey yapamam. Yani o kızın doğru kararı verip vermemesi kendisine kalmış.

 

Kapıdan çıktım ve dışarıdaki manzarayı sonunda gördüm. Burası.. bir hangar gibiydi. Ancak metalle döşenmiş ve güneşli bir gökyüzü yerine kablolar ve borular ile dolu bir gökyüzüne sahipti. İndiğimiz gemi dışında hiçbir ışık kaynağı olmadığından hangarın boyutu seçilemiyordu. Ancak çok büyük olduğu belliydi. Çünkü yürümek için yapılmış platform devasaydı. Üzerinden uçak geçecek kadar genişti. Kendimi gerçek bir bilimkurgu filminin içindeymiş gibi hissettim. her taraftan metalin tıngırdama sesleri geliyordu. eğer etraf aydınlık olsaydı daha güzel olabilirdi tabii.. böyle sanki korku filmindeymiş gibi oluyordu.. Oyundan kalan anılarıma göre depo için kullanılan o bölgede olmalıydık. Ancak bu garip. Yıllar geçtiği için net hatırlamasam da bu şekilde başlamadığına emindim. Hatta bu oyunun başlangıcından çok çok uzak bir olaydı. O koca gemi buraya nasıl girdi? Hem, içeride yönetim boku yemiş olmalıydı. Bizi kim içeri aldı? Sanki bu oyun.. hatırladığım oyundan farklı gibi. Yoksa yıllar geçtiği için benim hafızam mı çok bulandı?

 

Önümde Aşağı doğru inen eğimli bir zemin vardı. Hastane girişlerindeki engelliler için yapılan kısımlara benziyordu.

 

Serhat ile Amanda en aşağıya inmişti .Serhat’ın da yüzünde garipser bir bakış vardı. Etrafı inceliyordu.

 

Yavaş yavaş eğimli zeminden ilerledim ve onlara yaklaştım. Bu sırada konuşmalarını duymaya başladım.

 

“Amanda bu işte bir gariplik var gibi. Neden iskelede kimse yok ve her yer karanlık?”

 

Amanda da kaşlarını çatmıştı. “Evet. Karşılama komitesi nerede? Kendimi sorgularla dolu bir anlaşmaya hazırlıyordum..”

 

“Ölmüşlerdir belki?” dedim refleks olarak.

 

Amanda sırıttı. “Evet ne güzel olurdu di mi? Hiç tartışmalar ile uğraşmadan kara kutumuzu alır çıkardık.”

 

Ben de sırıttım. Ancak onları öldüren şeyden bahsetmedim.. çünkü Serhat uyarmıştı. Ana karaktere oyun hakkında bilgi verirsek ceza çekermişiz.

 

Serhat ise bana doğru kaşlarını çattı.

 

Omuzlarımı silktim.

 

Ne? Sadece bir şakaydı. Spoiler sayılmaz değil mi?

 

Sonra Serhat Amanda’ya döndü. “Bence, ne olur ne olmaz diye silahlarımızı alalım.”

 

“Hayır.” dedi Amanda. “Bu sadece işleri daha da karıştırır. Eminim bir elektirik kesintisi falan vardır.” ardından ilerlemeye başladı. “Hadi, kontrol odasına uğrayalım. Eminim tayfa orada toplanmış sorunu çözmeye çalışıyordur.”

 

Amanda fazla iyimser davranıyordu. Ancak bu normaldi. Biz oyunu görmüş kişiler olarak bir kaos bekliyoruz ama onun için bu sıradan bir gün. Sıradan bir günde koskoca gemi böyle kaosa düşmez. Gerçi orjinal oyunda ilk geldiklerinde gemide sorun olduğu anlaşılıyordu. Şimdi bulundukları durumda ise Amanda hiçbir şeyden haberdar değil gibiydi.

 

Ben, silah konusunu çok takmadım. Çünkü Alien’e zaten normal mermiler zarar veremiyor. En azından oyundaki hiçbir silah veremiyordu. Yani alsak bile boş. O yüzden Serhat’a destek çıkmadım.

 

Önden ilerleyen Amanda’yı tekerlekli sandalyemin mekanik sesi ile beraber takip ettim.

 

O sırada Serhat da yanımdaydı.

 

“Gerçekten şanssız günümde olmalıyım.” dedi. Sesi sitemkardı. “Tek başıma girdiğim görevde yeni gelen takım arkadaşlarımın birisi güvensiz bir egoist, birisi korkak bir kedi ve birisi de sakat.” Bakışları bacaklarıma düştü. Kalın üst vücuduma kıyasla ince ve narin duruyorlardı. 10 yıl boyunca çalıştırabildiğim tek yer üst vücudum olabilmişti.

 

“Kardeş şükret be. En azından burada sana eşlik ediyorum.”

 

“Hıh. Ne işe yarayacaksın peki? Karşımıza çıkan düşmanlara olduğun yerden küfür mü edeceksin?”

 

“Ne olsun istiyorsun?” diye yanıtladım. Dalga geçer bir tonum vardı. “Ben bu oyunu daha önce oynadım ve tavırlarına bakılırsa sen de bu oyunu biliyor gibisin. Yani sapa sağlam birisi olsam bile Alien’in tek tokadı ile ikiye ayrılırdım.”

 

Serhat şaşırdı. “Sen oyunu oynadın mı?”

 

“Elbette oynadım. Sence evden çıkamayan bir adamın hobisi nedir? Sabah akşam bilgisayardaydım ben.”

 

“Hahaha. Şunu baştan desene. Şimdi işe yarar birisi oldun işte.” İbnenin tavırları bir anda değişmişti.

 

Yani oyunu oynamış olmam bir artıydı ama hala sakat birisiydim. Çok işe yaramazdım.

 

“Aslında Tanrının Oyun Alanında en çok eksikliği çekilen şey bilgi.” dedi. Bana olan bakışları umut doluydu. “Tam olarak ne kadar oyun oynadın?”

 

Göğsümü şişirdim. “Çok fazla. Ben o rekabetçi online oyunlardan başka bilmeyen tiplerden değilim. Onların kendisine gamer demesi bile hata. Ben, piyasadaki bütün popüler tek kişilik oyunları oynadım. Hikayelerin aşığıyım.”

Serhat’ın gözleri parladı. “Güzel güzeel! Hahahaha.” bu seferki kahkası daha içeriden ve hisliydi.

 

Gözlerindeki bakış ve yüzündeki ifade ile birleştiğinde bu ibnenin bakışları beni korkutan boyuta geldi.

 

“Dokunursan sikerim bak.. yok dur sikmem. Yani, döverim.”

 

“Hahaha. Endişelenme. Görev esnasında o tür işlere bakmam.”

 

Bu söz beni rahatlatması gerekirken daha çok gerdi. Yani görevde olmasalar tehlikede mi olacaktı?

 

“Tanrının Oyun Alanında, her görevden önce ön bir bilgilendirme olur. Bir tür tanıtım videosu gibi. Sıradaki görevin içeriği gösterilir. Ancak asla tam bilgi olmaz. İçerisi çok fazla gizem barındırır. Bu yüzden en önemli şey bilgi. Şimdi. Söyle bakalım. Bizi bu görevde neler bekliyor?”

 

Onun anlattıklarından sonra bi aydınlanma yaşadım. Yani ben gerçekten ultra önemli bir bireyim şimdi değil mi? Gururlandım. Eğer durum buysa, bu ibne beni hayatta tutmak için daha çok çabalayacaktır. Ona değerimi kanıtlamam gerek.

 

“Şöyle ki, karşımızdaki o uzaylı yani Alien diye adlandırılan varlık çok güçlü bir katil. Tek içgüdüsü insanları öldürmek olan, dikenden bir kuyruğu ve delici bir dili olan, çok katı bir dış zırha sahip aşırı korkutucu bir düşman. Normal silahlar ona işlemiyor ve daha güçlü silahlar bile zırhını anca aynı yere sürekli tararsan zarar verebiliyor. Oyuna giriş zamanımız aynı ise şu sıralar gemidekilerin kayda değer miktarını öldürmüş ve yuvaya taşımış olmalı.”

 

“Anlıyorum.. hmm.. yani bu yaratık ile silahları alsak bile baş edemezmişiz. Bu durumda onu görünce tek seçenek kaçmak ve saklanmak.. peki ya diğerleri? O fragmanda görünen çılgın androidler ve bizi kovalayan eli silahlı tipler?”

 

Onun bu sorusu ile şaşkına döndüm.

Siktir. Ben onları unutmuşum..





















 

Loading...
0%