Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. Bölüm

@kuslarinevsahibi

"Ateeeş! Pabucu yarım. Çık dışarıya oynayalım. Ateeeş!Pabucu yarım. Çık dışarıya oynayalım." Bir kız çocuğunun sesi ıssız parkta yankılanıyordu. Üsteğmen Ateş Sobe kulaklarına dolup çınlamalar yaratan bu sesin kaynağını aramaya başladı. Etraf tamamen ıssızdı. Kırmızı kaydırak ,paslanmış tahtrevalli ve iki salıncak tamamen boştu. Etraftaki ağaçlarda yaprak kımıldamazken salıncaklardan mor renkli olan ileri geri sallanıyordu.

 

Ateş oradan oraya koşuyor, gözleriyle etrafı tarayarak sesin kaynağını arıyordu. Kısa bir sessizliğin ardından aynı sesten başka bir cümle duyuldu. Ses eski parkın demirlerine ,oyuncaklara çarpıyor;yankılanıyordu.

"Tik-tak-tik-tak-tik-tak! Vakit doldu. Oyun başladı . Ebe olarak sen seçildin. Hadi, bul beni minik Sobe."

 

Üsteğmen hızını artırdı. Parkın içinde deli gibi koşuyordu. Parkın dışına çıkmak için bir hareket yapacak olsa sanki anlaşılmaz bir güç onu kolundan tutup buraya hapsediyordu.

 

"Sağım solum sobe! Saklanmayan ebe. Ebe sensin,Sobe. Ebe sobeee! Ebe Sobeee!Ne oldu sobe ablanı bulmayacak mısın?"

 

Hala etrafı tarayan gözleri bir kez daha mor salıncağı buldu. Çok daha hızlı sallanıyor, zincirlerinden kopmak ister gibi bir hızda ileri geri gidiyordu. Ateş adımlarını oraya yönlendirdi. Salıncağın yanına ulaştığında salıncak durdu. Ateş'in gözleri salıncağın üzerinde oyalanmadan parkın sonundaki yolu buldu. Kenarları yemyeşil ağaçlarla çevrili yolun sonu görünmüyor sanki ufukta kayboluyordu. Güneş parlak soğuk bir ışık yayarken yolun ortasında elleri pileli eteğini kavramış pembe elbiseli bir kız çocuğu duruyordu.

"Abla!"

 

Ateş'in dudaklarından bir fısıltıdan farksız dökülen kelimeyle çocuğun ela gözleri onu buldu.

 

"Neden beni bulmadın Ateş ? Üşüyorum ben. Sen benim kışımın ateşi olacaktın . Neden olmadın? Üşüyorum Ateş . Ablan üşüyor. Duydun mu beni Üsteğmen Ateş Sobe? Senin ablan senin yüzünden üşüyor. Sen onu bulamadığın için."

 

Küçük kız bunları söyleyip arkasını döndü. Uzun yolda arkasını dönmeden yürümeye başladı. Attığı her adımda vücudu büyüyordu. Pembe pileli elbisesinin yerini siyah uzun bir elbise aldı. Az önceki kız çocuğu bir kadın suretine büründü . Kısa ,bukleli ,kumral saçların yerini uzunları aldı. Kısa tombul vücut uzun ve kıvrımlı bir hale geldi. En son kurdeleli ayakkabıların yerini topuklular aldı. Topuklu ayakkabıların sesi boşlukta yankılanıp kaybolurken Ateş tekrar koşmaya başladı. Bir yandan da yalvarıyordu.

 

" Abla ... Abla ,lütfen gitme ! Bulamıyorum ben seni. Lütfen gitme!"

 

Bağırmak istiyordu ama sesini bir türlü bulamıyordu. Parktan çıkacağı sırada yine o bilinmez güç kolunu kavradı. Bir adım ileri gitmesine izin vermiyordu. O bir adım attıkça sanki park onu içine biraz daha hapsediyordu. Son bir güçle ileri atıldığında kolundaki el onu yere fırlattı. Ayağa kalkamayan Ateş yorgun gözlerle giden kadını seyretti. Kadının saçlarınsan bir kaç kar tenesi uçup birden beliren gece karanlığında kayboldu. Topuk sesleri arasında sesinin duyurmak için tekrar bağırmayı denedi. Ses tellerini koparmak istercesine bir seste bağırdı.

"Ablaaa!"

 

☆☆☆

Kulaklarına dolan kendi sesiyle gözlerini açtı. Bir anda yataktan doğrulurken beyni hala az önce gördüklerinin rüya olduğunu algılamaya calışıyordu. Başını iki yana sallayıp gördüğü kabusun etkisinden kurtulmaya çalıştı. Çok sık rüya gören biri değildi. Ruya gördüğünde ise sürekli bu kabusu görürdü.

 

Sesli bir nefes verdi. İçine dolan sıkıntiya anlam vermeye çalışıyordu. "Hayrolsun inşallah." diye mırıldandı. Bu kabusu her gordüğünde mutlaka bir şeyler olurdu. Aklına gelen timinden birinin şehit olma ihtimaliyle yüreği sıkıştı. En son altı ay önce bu kabusu gördüğünde canından çok sevdiği arkadaşı Hakan Ali girdikleri bir çatışmada şehit düşmüştü.

 

Tekrar derin bir nefes alıp verdi. Gözleri takılı kaldığı noktadan ayrılıp etrafı süzdü. Beyaz, yer yer boyaları dökülmekteolan dolaba kaydı bakışları. İki büyük kapak ve üç çekmeceden oluşan dolabın bir kapağı artık tam kapanmıyor, çekmecelerden biri ise zor açılıyordu. Dolabın kapağında asılı siyah kılıfın içinde üniforması duruyordu.

 

Yerde dolapla yatak arasında kalan halının eski olduğu motifinden ve ve sarıya kayan ancak bir zamanlar beyaz olduğu anlaşılan renginden anlaşılıyordu. Halının üzerine siyah yerleştirilmiş komodinin tıpkı dolap gibi boyaları dökülmüştü. Komodinin üzerinde sararmış bir fotoğraf çercevesi vardı. Fotoğrafın içinde gülümseyerek bakan dört kişilik aile parçalanalı yirmi bir yıl oluyordu.

 

Yatağın karşısında beyaz ve siyahtan oluşan bir makyaj masası duruyordu. Odadaki diğer eşyalar gibi o da zamanın gaddarlığına uğramıştı. Odadaki bütün eşyalar eskiligine rağmen tertemizdi. Yirmi bir yıldır kimsesiz olan bu oda, bu ev bütün yıkıklıgına rağmen tertemizdi. Üsteğmen Ateş Sobe gibi...

 

Üzerindeki çarşafı kenara itip ayağa kalktı. Yatak odasının hemen solunda kalan banyoya girmeden önce koridordaki saat ilişti gözüne. 10.08

Yirmi bir yıldır hiç ilerlemeyen bu saat belki de zamanın bir aile için durduğunun en büyük kanıtıydı. Zaman durmuş Ateş Sobe'yi geçmişe hapsetmişti.

 

Banyoya girip elini yüzünü yıkadı. Tekrar odaya döndü. Dolabın yanında öylece duran bavula yöneldi. Dün bu eve geldiğinde eşyalarını yerleştirme zahmetinde bulunmamıştı.

 

Yıllardır gelip gittiği bu şehirde bir kez olsun girmemişti bu eve . Sürekli kapısından döndüğü en mutlu anılarına da en acı gününe de şahit olan bu yere onu getiren neydi sahi? Yirmi bir yil sonra onu belki de tekrar bir kabusun hatta daha kötüsü amansız bir umudun pençesine fırlatacak bu eve neden gelmişti? Görevi... Evet, şüphesiz görevi için buradaydı. Bu şehirdeydi. Ama ille de bu eve gelmesi mi gerekirdi? Neden daha önce yaptığı gibi bir otelde kalmamış , kapıdan geçerken geri geri giden ayaklarına uymamıştı? Cevapsız sorular aklında bir bir yer edinirken yutkundu. Bu sorulara verecek cevabı olmadığı için yerleştirmemişti belki bavulunu. Kim bilir? Zira Üsteğmen Ateş Sobe cevapları bilmiyordu.

 

Bavulunu açıp içinden siyah bir tişört ve eşofman çıkardı. Hemen üzerini değişip kendini odadan dışarı attı. Kolundaki saate baktı. 05.37 . Sabah ezanı okunmuş ,gün doğmak için fırsat kolluyordu. Telefonunu ve anahtarını cebine atıp uzun koridordan geçti. Kendini evin dışına attığında yüzüne ılık ruzgar çarptı. Sessizlik tüm sokaga hakimdi. Bu ev gibi müstakil olan evler derin bir uykudaydı. Gözleri bakımsız bahçede dolaştı.

 

"Ben senden daha uzağa zıplıyorum bir kere." Küçük masum bir kız çocuğu .

 

"Hiç de bile . Ben daha uzağa zıplıyorum. Anneeee! Ablama bir şey söyle." Hırçın masum bir erkek çocuğu.

 

" Zemheri! Ateş'i aglatma kızım. " yemek yaparken çocuklarını izleyen güzel bir kadın. Mutlu bir aileye ait anılar beynine doluşunca burukca gülümsedi.

 

"Üşüdüm ,Ateş. Beni ısıtabilir misin?" Ablasına küsen küçük kardeşin hatırasıyla gözünden bir dama süzüldü.

 

"Çok mu üşüyorsun?" Cocuk Ateş'in sorduğu soruya ablası hevesle başını salladı . "Tamam, sarılırım. Ama barıştığım için değil. Sen üşüme diye. " kardeşinin bu sözlerine gülmüş ve yine başını sallamıştı küçük kız. Kardeşi ona kollarını dolamıştı. Bir yandan da söyleniyordu, küçük Ateş.

 

"Annemle babam senin adını niye kış koymuslar ki? Sen hep üşüyorsun. Sonra ben de seninle küsken sarılmak zorunda kalıyorum." Küskünbir ses tonuyla söylediklerine ablası büyükbir kahkaha atmış, ellerini kardeşinin saçında gezdirip başını öpmüstü.

" Adım kış değil, Zemheri ."

 

" Olsun. İkisi de aynı şey. Sonuçta adın soğuk olduğu için üşüyorsun."

 

"Hayır, aptal. Adım yüzünden değil sen bana küstüğün için üşüyorum. "

 

"Annee! Ablam bana aptal dedi."

 

Ateş başını iki yana sallayıp daldığı anılardan sıyrıldı. Akan gözyaşını silip mırıldandı. "Yirmi bir yıl oldu abla. Üşüyor musun? Ben yokken kime sarılıp ısınacaksın ?" İç çekip bahceden çıktı.

 

Sağa dönüp koşmaya başladı. Mesleğinden dolayı sabah koşusunu adet edinmişti. Bir saat kadar aaralıksız koştu. Bir saat sonunda dinlenmek için boş bir banka oturduğunda terlemeye başlayan vücudu ne yazık ki sorulardan kaçmaya çalışan aklı kadar yorgun değildi. Koşu boyunca aklında geçmisin anıları şimdinin sorularina karışmıştı. Bir yanı gördüğü kabusun etkisiyle yıllar önce parçalanan Sobe ailesini düşünürken diğer yanı çıkacağı görevi ve her an şehit olma tehlikesiyle karşı karşıya olan timiyle meşguldü.

 

Kulaklarına rüzgarın uğultusu dolarken beyninde ablasının ve annesinin şarkı söyleyen sesi yankılanıyordu. O da onlara eşlik etti.

 

"Bir ay doğar /ilk aksamdan geceden/ Neydem neydem geceden/ şavkı vurur pencereden bacadan / Daglar kışimiş ,yolcum üşümüş/ Nasıl edem ben..."

 

 

Loading...
0%