Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Bölüm

@kuslarinevsahibi

Ateş eve geldiğinde saat 07.43'tü. Saat sekizde askeriyede olması gerekiyordu. Bu yüzden adımlerını hızlandırdı. Bahçe kapısından içeri girip adımlarını evin kapısına yönlendirdi.

"Ateş, sen misin evladım?"

 

Duyduğu sesle arkasını döndü. Karşı evin bahçesinde elinde bir demet maydanoz olan yetmiş yaşlarında bir kadın duruyordu. Üzerinde basmadan çiçekli, el dikimi bir elbise vardı. Elbisenin üzerine gri el örmesi bir yelek giymişti. Başındaysa oyalı bir yazma vardı. Buruş buruş olmuş al yanakları, kamburlaşmış vücuduyla Anadolu'yu yaşıyor gibiydi. Ateş bu tatlı kadın karşısında özlem duyduğunu fark etti. Anneannesi de hemen hemen böyle bir kadındı. Her şeyden sonra kendisine iki yıl bakan o kadını hatırlamak burnunun direğini sızlattı.

 

"Benim teyzecim. Buyur, bir şey mi istemiştin?" kadının yüzüne daha dikkatli baktı. Tanıyordu bu kadını. Tabi ya! Döndü teyzeydi bu. Altı yıl önce bu evi ona emanet etmişti.

"Yok evladım. Dün sen eve gelince tanıyamadım. Maşallah çok büyümüşsün, değişmişsin. Bugün de öyle sorayım dedim; kimsin, necisin? Anahtarla girdin gerçi eve de ne olur ne olmaz. Emanet sonuçta. Sen temelli mi geldin?"

 

"Daha belli değil Döndü teyze. Görev yerim buraya alındı. Bir süre buralardayım."

 

"Askerdin sen değil mi evladım?" Ateş başını salladı. "Üsteğmenim teyze."

"Maşallah yavrum.

Rabbim ayağınıza taş değdirmesin inşallah. Baban görseydi gurur duyardı seninle."

"Sağ ol teyzem. Allah razı olsun. Çok teşekkür ederim valla. Çiçek gibi bakmışsın eve. Tertemiz ev."

 

"Cümlemizden razı olsun evladım. Benim durumumu biliyorsun. Yaşlandım artık. Benim gelin temizliyor haftada bir evi. Sağ olsun. Mehmet'im şehit düştü. Bir evladımı kaybettim. Ama gelinim, Hatice'm beni anası belledi. Kendi acısını unutup benimle ilgilendi. Sizin evin de şehit anan babandan, asker sana emanet olduğunu öğrenince bizzat ilgilenmek istedi. Lakin bahçeye çok bakamadı. Kusura bakma. "

 

Ateş hazırda bekleyen gözyaşlarıyla dinlemişti yaşlı kadını." Rabbim tüm şehitlerimize rahmet eylesin. İnşallah bize de nasip olur o mertebeye erişmek. Hatice yengeme de benim yerime teşekkür et. Hakkınızı ödeyemem. "

 

Ateş bunları söyledikten sonra vedalaştılar. Tam kapıyı açıyordu ki tekrar duydu Döndü teyzenin sesini.

" Ateş! "

Tekrar döndü arkasını. Meraklı gözlerle bakmaya başladı yaşlı kadına. Döndü hanımın ise sıkıntılı bir hali vardı. Nasıl soracağını bilemiyordu. Ama içindeki merak da ağır basıyordu. Yerinde kıpırdandı yavaşça. Elindeki maydanoz demeti sıkmaktan büzüşmüştü.

 

"Buyur, Döndü teyze."

"Yavrum yanlış anlamazsan bir şey soracağım. Ablan... Zemheri'den haber yok mu?"

Ateş kadının sorusuyla derin bir iç çekti. Boğazındaki yumruyla konuşamayacağını anlayınca başını iki yana salladı. Omuzları yenilgiyle çöktü.

 

"Peki evladım. Sıkma canını. Allah her şeye kadirdir. Elbet vardır bunda da bir hayır."

Ateş bir şey söylemeden kapıyı açıp eve girdi. Sıkışan yüreğine, onu taşımakta zorlanan bacaklarına ve hazır olda bekleyen göz yaşlarına 'şimdi değil' dedi. Sekize on dakika kalmıştı. Hemen tıraş olup üniformasını giydi. Üniformasındaki Türk bayrağını öptü. Bu al bayrak için çok bedel ödenmişti. Bir al bayrak uğruna kaç ana yavrusundan ayrılmıştı? Kaç çocuk anasız, babasız kalmıştı? Kaç Hatice, Mehmet'ine yanmıştı? Kaç aile dağılmıştı? Kaç Zemheri, kaç Ateş yitip gitmişti? Ancak ödenen her bedele, akan her kana, verilen her cana değmişti. Hiç kimse al bayrağı göklerden indirememişti. Yeryüzünde Türk adı yaşadıkça da indiremeyecekti.

 

Hızla evden çıktı. Dün kiraladığı arabaya bindi. Gaza yüklenip bir an önce askeriyeye ulaştı. Arabadan inerken saate baktı. 08.02. Harika (!) Geç kalmıştı. Albayın bunu fark etmemesini umarak girişe yaklaştı. Girişteki askerler ona selam verirken içeri girdi. Koridordan geçip timin toplandığı odaya geldi. Kapıdan girdiğinde kimse onu görmemişti. Hepsi bir yerde toplanmış aralarından birinin başına eğilmişlerdi. Hiç birinin yüzünü göremezken konuşmaları duyuluyordu.

 

"Öyle yazılır mı hayvan herif? Az biraz romantik ol benim gibi."Ateş'in duyduğu sesle kaşları çatıldı. İçinde bulunduğu durumun ve duyduğu sesin gerçekliğini sorguluyordu.

"Sen mi romantiksin a...? Rahat bırak adamı da yazsın."konuşan diğer tanıdık sesle derin bir nefes aldı.

"Kız var yanında a... Düzgün konuş."

"Bana diyorsun da sen de küfrediyorsun salak herif!" Her zamanki gibi tartışan ikiliyle yüzünde hafif bir tebessüm oluştu.

 

"Yalnız siz de derken 'de' ayrı yazılacak ."

"Çok biliyorsan kendin yazaydın it. Sabahtan beri yok o büyük harf olacak ,yok şu ayrı yazılacak beynimizin evveliyatını sevdin."

Konuşan kızla gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı.

 

"Ama Tilki'cim oluyor mu böyle? Senin gibi cici bir kıza hakaret etmek hiç yakışmıyor."

"Beni sinirlendirme Hayalet! Bütün öldürme fantezilerimi üzerinde gerçekleştiririm." kızın söyledikleriyle diğerleri kahkaha atmıştı. Diğeri ağzının içinden mırıldandı. "Hangi normal insan evladının öldürmekle ilgili fantezisi olur ki?"

 

"Bence Oya'yı ciddiye al Ersin. En son yakaladığımız teröristin ağzında mayın patlatmasına izin vermediği için komutana söyleniyordu."

 

"Aşk olsun Hamza. Niye öyle diyorsun? Şimdi bu cani Tilki komutanım benim bir taraflarımda mayın patlatmaya kalksa engel olmayacak mısın? Beni, beni Ersin'ini savunmayacak mısın?"

 

"Sektir lan gevşek herif! Bir tane de ben patlatmazsam ne oluyum!"

"Duydun değil mi? Duydun. Kalbim nasıl çat diye kırıldı." Hala başları eğik bedenlerden en iri olanı yanındakinin kafasına vurdu hafifçe.

 

"Neden vuruyorsun ki Hamza'cım?"

"Hamza'cım ne lan?" onlar tam tartışmaya başlayacakken en başından bir ses böldü onları.

"Her şey ayrı yazılıyor."

 

Oya, Hamza ve Ersin aynı anda bağırdı.

"TDK!!!"

"Özür dilerim komutanım."

Ateş bu ekibi özlediğini farkederken hafifçe öksürdü. Duydukları sesle hepsi arkasını dönerken sandalyede oturan da ayağa kalkmıştı.

 

Dörtlünün gördükleri yüzle ağızları şaşkınca açılırken sandalyeden kalkan neye bu kadar şaşırdıklarını anlamaya çalışıyordu. Ağzı şaşkınlıktan çenesi düşmüş gibi duran Ersin bir eliyle kendi çenesini yukarı kaldırırken diğer eliyle aynısını Hamza için yaptı. Normalde bu hareketi için kızacak olan Hamza hala kitlenmiş gibi karşısındaki Ateş'e bakıyordu.

 

Dalgınlıktan ilk sıyrılan Oya olurken "Dikkat!" diye bağırdı gür sesiyle. Hepsi bu uyarıyı bekliyormuş gibi sağ ellerini başına götürüp asker selamı verdiler.

"Bir teğmen, iki asteğmen, bir astsubay kıdemli başçavuş ve bir uzman çavuşla Akın timi emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım."

Oya tekmil vemişti.

 

Üsteğmen gözlerini timinde gezdirdi. Ersin, Hamza, Oya ve Tuğrul'da dolanan bakışları tanımadığı yüzün üzerinde durdu. Elinde kağıt ve kalem olan adam üzerinde üniforması, bakışları dosdoğru karşıda, sağ eli hala alnında bekliyordu. Ona bakarak konuştu Ateş;

"Tekmil ver asker."

"Uzman çavuş Serhat Alışık /Mardin. Emret komutanım!"

"Rahat!"

 

Ateş'in emriyle hepsi rahata geçti.

"Komutanım hasretime dayanamadınız da beni görmeye mi geldiniz?" Ersin'in sorusuyla Oya gözlerini devirdi.

 

"He aynen! Komutanın işi gücü yok seni görmeye Tunceli' ye gelecek." Hamza'nın fısıltısını herkes duyarken kimse bir şey demedi.

"Beni özlediniz de geldiniz dimi komutanım?" diye atıldı Tuğrul. Oya bir küfür savurdu. "Biri değil ki hepsi manyak."

"Hakkını yemeyelim ama Oya komutanım . Sen de az manyak değilsin."

"Eyvallah Ersin."

 

Ateş onları takmadan sordu :

"Ne haltlar karıştırıyorsunuz siz yine? O kağıt kalem ne?" kimse bir şey diyemeden Serhat atıldı.

"Komutanlarım eski komutanlarına mektup yazdırıyorlardı,komutanım."

" Tekerleme gibi söyledi haa!" dedi TDK.

"Eski sevgilisine yazıyormuş gibi anlattı, utandım." diye söylendi Hamza.

 

Ateş'in duyduklarıyla kaşları çatılırken göz ucuyla yerinde kıpırdanan dörtlüye baktı. Hepsinin yüzünde bariz bir korku vardı.

"Mektup öyle mi?"başını yavaşça Ersin'e çevirdi."Az daha romantik yazsın öyle mi?" Ateş'in bakışlarını gören Ersin yutkundu.

"Lan çaki gibi çevirdi ya başını tırstım."

 

Oya yandan homurdandı.

"Ben size dedim lan! Yapmayacaktık. Neymiş? Komutan şimdi kim bilir hangi dağdaymış da bizim yerimize koyduğu timle çakal avlıyormuş. Mektup yazalımmış,nasılsa bize bir şey yapamazmış. B*k yapamaz. Adam müsait yerlerimizden kan alacak."

 

Ateş,Oya'yı duymazdan gelip tekrar Serhat'a döndü.

"Hangi komutanmış bu?" Serhat da ufaktan tırsmıştı. El mecbur cevap verdi.

"Ateş Sobe ,komutanım."

"Ben senin çenenin bağını si-seveyim." Hamza homurdandı.

 

"Hay ben böyle işin arkadaş! Buna yanlış ad takmışlar. Mecnun değil boşboğaz falan olmalıymış. "Ağzının içinden konuşan Ersin'e tersçe baktı Oya. Yavaşça fısıldadı.

"Susun lan. Komutan öyle bir bakıyor ki neştersiz kalp ameliyatı yapacak gözleriyle. "

 

"Komutanım valla benim tanıdığım Sobe bizi mitoz bölünemeden çoğaltır."dedi Ersin

 

"O ne demek komutanım?" Uzun süredir sesi çıkmayan Tuğrul'du konuşan.

 

"Geçen izne gittiğimde sekizinci sınıfa giden yiğenim ders çalışıyordu. O öğretti."

 

"Ergen bir bebeden hücre bölünmesinin ne olduğunu mu öğrendin?"

 

"Öyle deme Hamza aşkım. Şimdiki nesil çok fena. Daha neler öğrendim bir bilsen."

 

"Aşkım ne lan? Selma'm demiyor bana onu. Sana ne oluyor bit yavrusu herif ?"

 

"Aşk olsun ama Hamza'cım. Bir kelimenin lafını mı ediyorsun? Ben konuşurum canım yengemle ,der o da."

 

"Kendimi bazen dışlanmış hissediyorum arkadaş. Evlenene kadar sırnaşdın bana . Evlendim kurtulurum dedim bu sefer de karımla kanka oldun. Sal artık beni."

 

"Valla komutanım çekilecek çileniz varmış. "Ersin konuşan Tuğrul'a baktı tersçe.

"Sen bana çile mi dedin lan? Şimdi belledim belanı."

"Yok yani komutanım ben öyle demedim."

"Ne dedin?" Tehditkar bir şekilde konuşan Hamza'yla Tuğrul sertçe yutkundu.

 

"Çay kahve de ister misiniz?"varlığını hatırlatmak için konuşan Ateş'le hepsi susarken Ersin konuştu.

"Valla çay olsa güzel olurdu ha!"

 

"Anlamadım?"Ateş'in konuşmasıyla ne dediğini algılayan Ersin gözlerini sıkıca yumdu.

"Duydunuz mu ? Sela okunuyor." Keyifli bir şekilde söylemişti bunu Oya. Ateş gözlerini timinde gezdirdi.

 

"Anlaşılan siz Sobe'yi unutmuşsunuz. Hatırlatalım. Beş dakikaya tam teçhizat koşu alanında olun."

"Emredersiniz komutanım!" Hepsi birden bağırmıştı. Ateş onlara son bir vakış atıp çıktı.

"Hepsi senin yüzünden "diyip odanın bir ucundan Ersin'in üzerine atlayan Oya'yla gülümsedi. Özlemişti bu dört deliyi.

 

Koridorlarda ilerleyip albayın odasının önüne geldi. Elindeki bordo bereyi başına taktı. Kapıyı tıklatıp "gel" komutuyla içeri girdi. Kahverengi ağırlıklı döşenmiş odada bir masa ,üç koltuk,içinde pek çok dosyanın olduğu bir dolap vardı. Masanın hemen arkasında duvarda; Atatürk'ün resmi, şanlı bayrağımız ve Istiklal Marşı asılıydı.

 

Kapıyı arkasından kapatıp selam verdi. Sandalyesinde oturmuş üniformalı , göz kenarlarında kırışıklıklar çıkan Arif albay ona bakıyordu.

"Üsteğmen Ateş Sobe /Tunceli .Emret komutanım. "

"Rahat." Duyduğu komutla ellerini arkasında birleştirip bacaklarını omuz hizasında açtı.

 

"Hoşgeldin evladım. Haberlerini aldım. Bir aydır sınır dışında kök söktürüyormuşsunuz. Helal olsun."

 

Ateş hafifçe gülümsedi.

"Sağ olun komutanım."

"Akın timini gördüğünü varsayıyorum."

Sorgulayan gözlerini Ateş'e dikti.

"Evet komutanım."

"Çoğunu zaten tanıyorsun. Buraya gelmeden önce beraberdiniz. O yüzden ekstra bir açıklamaya gerek yok . Iki gün içerisinde bir operasyona çıkacaksınız. Bilgiler size verilecek. Timini hazırla üsteğmenim."

"Emredersiniz komutanım." Ateş selam verip ayağının tabanında arkasını döndü. Kapıya adımlarken duyduğu otoriter sesle durdu.

 

"Üsteğmen Ateş Sobe!"arkasını döndü.

"Emredin komutanım."

"Askeriyeye iki dakika geç giriş yapmışsın. Yirmi tur atacaksın. Tam techizat."

"Emredersiniz komutanım. " Ateş kendine küfrederek çıktı. Timine ceza verirken kendi ceza yemişti.

 

☆☆☆

 

Beş dakika sonra Akın timi tam techicat askeriyenin bahçesinde toplanmıştı. Ateş karşısında dimdik duran timine baktı. Hepsi rütbe sırasına göre tekmil vermeye başladı.

"Teğmen Oya Sağlam/Samsun. Emret komutanım. "

"Asteğmen Hamza Ardıç/Konya . Emret komutanım. "

"Asteğmen Ersin Kara/ Aydın. Emret komutanım. "

"Astsubay Kıdemli Başçavuş Tuğrul Cankıran/Sivas. Emret komutanım. "

"Uzman Çavuş Serhat Alışık/ Mardin. Emret komutanım. "

"Rahat asker!"aldıkları rahat komutuyla ellerini alınlarından çektiler. Hepsinin sırtında yirmi beşer kiloluk çantalar, ellerinde silahları vardı.

 

Ateş; Oya, Hamza, Ersin ve Tuğrul dörtlüsüne özlemle baktı. Bu dört asker onun eski timi Tuğran'dı. Altı ay önce bir şehit veren bu tim Hatay'da görev yapıyordu. Ancak şehit olan Hakan Ali'den sonra Oya tayinini istemişti. En yakın arkadaşı olan Tuğrul da onunla beraber istemişti. Onlar timden gittikten iki ay sonra, yani bundan bir ay önce Ateş'e bir sınır dışı görevi verilmişti. Ateş de gidince timden geriye kalanlar olan Ersin ve Hamza da tayin edilmişti. Böylece Tuğran timi dağılmıştı. Ancak bir hafta önceiki ayrı şehirde görev yapan dörtlü, acil görev emriyle Tunceli' ye çağırılmış; Akın timi kurulmuştu. Uzman Çavuş Serhat Alışık ve görevden iki gün önce dönen Üsteğmen Ateş Sobe'nin de gelmesiyle tim tamamlanmıştı.

 

Tuğran timi Ateş'in ailesi bildiği insanlardı. Bu timin dağılmasıyla ikinci kez ailesini kaybetmiş hisseden Ateş, tekrar birleşmeleriyle umut dolmuştu. Kim bilir? Belki ailesinden geriye kalan ablasını da bulabilirdi. Bir günde sahip olduğu her şeyi alan bu şehir, yirmi bir yıl sonra ondan aldıklarını geri verecek miydi? Zaman gösterecek...

 

"Hayırdır komutanım? Tam techizat geldiğinize göre siz de mi cezalısınız?" gülerek soru soran tabi ki Ersin'di.

Tek kaşını kaldırarak konuştu Ateş:

"N'apıcaksın Hayalet?"

"Valla komutanım, askeriyeye adımını atar atmaz ceza veren sonra da aynı cezayı kendi yiyen ilk komutan olarak tarihe geçmenizi sağlayacağım.

 

" Bu arkadaş ölüme kurşundan hızlı koşuyor. Başka açıklaması yok. " ağzının içindem konuştu Hamza.

" Biri şunu sustursun yoksa Sobe bizi konuşamayacak hale getirecek." Oya'nın mırıltısıyla Hamza dirseğini yanındaki Ersin'in karnına geçirdi.

 

"Yavaş ol Hamza kuşum. Acıttın."

"Hay kuşlar alsın seni Ersin. Amacım acıtmaktı zaten. Yoksa komutan hepimizi fena acıtacak.

İkilinin atışmasını bölen Ateş oldu.

" Tarihe geçmeye çok meraklısın bakıyorum Ersin. Ama merak etme ben iyi bir komutanım. "

 

Bu cümleyle timin yüzü bir an aydınlandı. Hepsi bir an için kurtulabileceklerini düşündüler. Devamıyla ise hepsi boşa sevindiğini anlarken, Ersin bir tık tırsmıştı.

"O yüzden en uzun süre nöbet tutan asker olmanı sağlayacağım. Bu haftaki bütün nöbetler sende. Tabi haftayakilerde. Hatta bak ne diyeceğim? Bir aylık bütün gece nöbetlerine ne dersin? E tabi sen gece yorulacağın için görevlere de çıkamazsın. Tüh!"

Ersin sertçe yutkundu. Diğerleriyse kahkaha atmamaya çalışıyorlardı.

 

" Yirmi tur koşu. Başla! "Ateş'in emriyle hepsi koşmaya başladı. En önde Ateş vardı.

 

Üç saat antrenman yapan tim koşudan sonra pek çok hareket yapmıştı.Şimdi ise şınav çekiyorlardı. Henüz çaylak sayılabilecek Serhat dışında hepsi iyi durumdalardı. 500'e yakın şınav çekmişlerdi.

 

Timi gözlemlemek için ayağa kalkan Ateş hepsinde gözlerini gezdirdi. İleri adımlayıp Hamza'nın yanında durdu. Terlemiş olan adam istifini bozmadan şınav çekiyordu.

"Nasılsın asker?"

"Sağ ol komutanım."diye bağırdı Hamza.

" Yorulmuş gibisin. "

" Hayır, komutanım. " Ateş tek kaşını kaldırdı. Ayağının birini Hamza'nın sırtına koydu.

" Emin misin asker? "

" Evet komutanım. "

 

Aldığı cevapla sırıtıp bütün ağırlığını Hamza'nın sırtındaki ayağına verdi. Üzerine binen ağırlıkla az kaldın yere yapışacak olan asker daha sonra aynı şekilde şınavına devam etti.

 

Ateş ayağını kısa bir süre Hamza'nın sırtından çekip emir verdi." Plank pozisyonu al!" Bütün tim şınav pozisyonundaki kollatını dirseklerinden yere yaslayıp beklemeye başladılar. Ateş tekrar ayağını sırtına koydu. Bütün ağırlığını o ayağa verirken sağ kolunu da hafif büktüğü bacağının üzerine koymuştu. Kıpırdamadan bekleyen adamın üzerinde Ersin'le konuşmaya başladı.

 

"Eee Aydın'lı, incirimi ne zaman getiriyorsun?"

"Annem memleketten geldiği an getiririm komutanım."

"İyi, iyi. Özledik valla ya. Ne yaptın? Var mı yeni bir kız?"

 

"Beni biliyorsunuz komutanım. Benim ne işim olur kızla. "

 

"Dedi her gün başka bir kıza aşık oldum diye başımı ağrıtan adam."

 

"Dedi karısının canı çekti diye gecenin üçünde açık kebapçı arayan adam."

 

"Buldum ama." diyip sırıttı Hamza. Kolları apırlık yüzünden titremeye başlamıştı.

"Eşiniz hamile miydi komutanım?" diye bir soru yöneltti Serhat.

"Yoo. Ne alaka?"

 

"Ne bileyim? Sır canı çekti diye gecenin bir yarısı kebapçı aradım deyince aşerdi sandım."

"Hamile değil ama keşke olsa." Hafif

bir iç çekti. "Hem senin karın istese sen bulmayacak mısın gevşek herif?"

 

"Estağfurullah komutanım. Tabi ki bulurum. Gönlüme sahip olacak kadını bulduktan sonra bir kepapçı bulmak zor gelmese gerek."

"Helal lan sana. Şimdi belli oldu sana niye Mecnun dedikleri." Dedi Oya.

 

"Aşk güzeldir ya. Her gün farklı hayatlar falan." Tuğrul'un konuşmasıyla hepsi tersçe baktı.

"Sen sus lan. Irz düşmanı." diye onu azarladı Oya.

 

Ayağının altında titremeye başlayan bedeni hisseden Ateş geri çekildi.

"Amma yoruldum ha!" diyerek yandaki Ersin'in sırtına oturdu.

 

"Paslanmışsınız komutanım. Siz öyle çabuk yorulmazdınız." dedi Oya, Ateş'in doğru söylemediğinin farkında olarak. Hepsi Ateş'in henüz terlemeye bile başlamadığının farkındaydı.

 

"Yaşlandık mı diyorsun, Tilki?"

"Siz daha iyi bilirsiniz komutanım."

"Valla komutanım yaşlandınız mı bilemem de siz kilo mu verdiniz acaba?" Ateş'in üzerine oturduğu Ersin' di konuşan. Sesinden zorlandığı belli oluyordu.

 

"Sorma Ersin. Sınır dışı kilo verdirdi."

"Aaaa! Komutanım o zaman akşam bir kebap gömelim. Bir kebapçı keşfettim var ya efsane."

 

"Bizi kebap diye kandırıp pavyona falan götürme de. Daha önce poligona diye götürmüşlüğün var çünkü. " diye takıldı Oya.

"Hiç olur mu öyle şey komutanım. Kebap konusunda asla yalan söylemem."

 

"Ulan TDK, bu hayatta sırf yemek yemek için yaşıyorsun." dedi gülerek Hamza.

"Aşk olsun ama komutanım. Ben Ateş komutanım için dedim.

"Aşk olsun tabi. Dimi Hamza aşkım?"

Ersin'in söylediğiyle Hamza küfretti.

 

"Komutanım Allah rızası için şu herife benim yerime geçirin bir tane." Ateş gülerek Ersin'in kafasına vurdu.

"Resmen zorbalanıyorum A dostlar. Yetişin komşulaar! Adam dövüyorlar."

 

"Aaa niye öyle diyorsun Ersin'ciğim? Sen adam mısın?" Oya'nın sözleriyle Ersin sahte bir hüzünle konuştu.

"Al işte kırdın, kırdın. Benim bu ponçik kalbimin sizden çektiği nedir?"

"Senin mi kalbin ponçik? Güldürme beni lan. Sen tanıdığım en hayvanımsı insansın."

"Teşekkür ederim Hamza aşkım. Senin içinde özel bir yerim olduğunu biliyordum." Hamza, Ersin'le baş edemeyeceğini anlayığ içinden küfretti.

 

"Komutanım şunu yaptığınızda hep soracağım unutuyorum. Rahat mı orası?" Tuğrul kafasıyla Ersin'in sırtını işaret ederek sormuştu.

 

"Aslında bir çay olsa güzel olurdu ha!" dedi Ateş. Tim bekleme odasında Ersin'in söylediklerini hatırlatınca hepsi güldü. Ersin'in titremelerinin arttığını fatk edip ayağa kalktı.

"Gidiyoruz akşam değil mi?"

"Bakarız TDK."

"Olley be!" Tuğrul'un sevincine hepsi güldü.

 

"Annenden izin istemişimdir ama o ne halt yersen ye demiştir. O sırada benim sıfad'ül eşgal."

"Ne diyorsun olum? Düzgün konuşsana."

"Z kuşağı dili. Siz ne anlarsınız cahiller. Komutanım siz hariç tabi ki."

"Bana bak lan. Sana ergen yiğeninle konuşmayı yasaklıyorum. Ya da benimle konuşma. Aynen en iyisi benimle konuşma sen. Beyin hücrelerimi sevdiğime karar verdim şuan." Ersin ve Hamza'nın tartışmasını bölen yine Ateş oldu.

 

"Asker ayağa kalk." Hepsi kalktı. Bir saat daha antrenman yaptıktan sonra albay postası gelip Ateş'i çağırdı. Ateş time bir saat daha antrenmandan sonra mola yapmalarını söyleyip gitti. Antrenmanı Oya yaptıracaktı.

°°°

Ateş kapıyı çalıp albayın odasına girdi. Sabah gördüğü odada yine masasında bir dosyayı inceliyordu Arif albay.

"Üsteğmen Ateş Sobe /Tunceli. Emret komutanım."

"Rahat olabilirsin evlat."

Ateş elini alnından çekti.

 

"iki gün sonraki operasyonla ilgili bilgi geldi. Dosyada bilgiler mevcut." Elindeki dosyayı Üsteğmene uzattı. Ateş dosyayı aldı.

"Bugün incele. Yarın timinle beraber bir toplantı yapacağız. Bir plan belirleyip ona göre hareket edeceğiz.

Ateş onaylar anlamda başını salladı.

 

" Timi bir kaç ay sen idare edeceksin. Daha sonra bir yüzbaşı gelecek. "

" Yüzbaşının kim olduğu belli mi? "

Arif albay ellerini birbirine kenetledi.

"Belli. Ancak kendisi şuan görevde. O yüzden kimliği açıklanmıyor. Lakabının Karanlık olduğunu öğrendim. Hakkında tek bildiğimiz bu."

Ateş tekrar başını salladı. Bunu bekliyordu. Tuğran timindeyken de asıl emir komuta yüzbaşı Hakan Ali'deydi. Onun şehadetiyle tim dağılmıştı.

" Şimdilik bu kadar. Çıkabilirsin Üsteğmenim. " Ateş selam verip odadan çıktı. Kendisine tahsis edilen odaya gidip dosyayı inceledi. Bir kaç evrak işini de hallettiğinde akşam olmuştu. Odadan çıkıp kapıyı kilitledi. Timinin toplandığı odaya gitti.

 

Odada kendi timinin yanında bir tim daha vardı. Onu görünce rütbesi düşük olanlar kalkıp tekmil vermişti. Ateş onlara başıyla selam verip 'rahat' komutu verdi. Timine işaret verince beraber karargahtan çıktılar.

Arabaların olduğu kısma gelince durdular. Ateş konuştu:

"Hepiniz üzerinizi değiştirin. Yarım saat sonra kebapçıda buluşuruz."

 

"Ben size konum atarım komutanım." diyerek atıldı Serhat.

"Tam olarak nasıl atmayı planlıyorsun Mecnun? Güvercinin ayağına mı bağlayacaksın? Sende komutanın numarası yok çünkü." dedi Oya.

 

"Haklısınız komutanım numara yok. Ama bulmam çok zor olmaz. Ayıptır söylemesi bilgisayar işlerinde üstüme tanımam."

 

"Ayıpsa niye söylüyorsun aklı dilinden kısa herif?!"

"Şimdi komutanım siz bana 'aklın hiç yok' mu demek istediniz, yoksa 'dilin çok uzun' mu?" Tuğrul sinirden kızarırken timin kalanı güldü.

 

"Sus ve önüne dön Mecnun. Sesinle Türçenin çok yönlülüğünü tartışmayacağım."

Serhat 'ın yüzünde hala alık bir ifade gören Tuğrul bir küfür savurdu.

 

"Ben Ersin' e laf ediyordum ama Mecnun daha beter çıktı. Allah yardımcımız olsun."

Hamza'ydı homurdanan.

 

"Öyle deme ama Hamza aşkım. Kırılırım."

"Kırılırsan kırıl lan. Defol git! Kırılacakmış, sanki ben bilmiyorum senin hacıyatmaz gibi vurdukça kalktığını."

 

"Küstüm. Seni yengeme şikayet edeceğim. Koltukta yat da aklın başına gelsin."

Ersin'in sözüyle Oya kahkaha atarken Hamza okkalı bir küfür savurdu.

"Lan beni kışkırtmakla tehdit etti ya adam az önce! Hayır, işin ilginci olmaz da diyemiyorum. Bu kayısı kurusu daha önce becerdi çünkü bunu."

 

Hamza'nın laflarıyla Oya ve Tuğrul gülme krizine girdi. Serhat da gülmek istiyor ama komutanlarından korkusuna gülemiyordu. Ateş bile ufak bir kahkahaya engel olamamıştı.

 

" Tamam ulan! Yeter bu kadar şamata. Dağılın şimdi. Yarım saate mekanda buluşuruz. Oya sen konumu atarsın. Şu Mecnun'a da numaramı verin." Ateş, Serhat'a dönüp devam etti :

"Eğer telefonumu hacklersen sana eğitim günlerini mumla aratırım."

 

Serhat korkuyla yutkundu. Bordo bereliler arasında Cehennem haftası denilen bir bölümün de bulunduğu çok ağır bir eğitimden geçerler. 3-3,5 yıl kadar süren bu eğitim onları her türlü konuda eğitir. Ancak oldukça zorlayıcıdır. Adının hakkını oldukça verir. Eğitimden daha zor günler demek ölüme beş kala demekti. Serhat haklı korkusuyla konuştu.

"Emredersiniz komutanım."

 

Onlara başıyla selam verip arabasına yöneldi. Mecnun ve Oya askeriye içerisindeki lojmanlara yönelirken Hamza kendi arabasına binmişti. Ersin ve Tuğrul da Tuğrul'un arabasına binerek yola çıkmıştı.

 

Evlerine gidip üzerlerini değiştiren tim yarım saat sonra bir kebapçının önünde toplanmıştı. Ocakbaşı olan bu yer Ateş'in gerçekten hoşuna gitmişti. Etrafta enfes bir et kokusu vardı. Adımlarını dükkanın girişine yönlendirirken duyduğu sesle durdu.

"Kebaaaaaaaap!" diye bağırarak dükkana koşan Ersin beklediği bir şey değildi. Bu görüntü karşısında hafif güldü.

Mekan hafif tepelik bir yerdeydi ve arabaları tepenin aşağısına park edip dükkana yürüyerek geliyordunuz.

 

Hamza en öndeydi. Ersin onun arkasından koşarak geliyordu. Oya, Tuğrul ve Serhat en arkadaydı. Ersin'in bağırışıyla Tuğrul ve Serhat ufak bir duraksama yaşadı. Oya'ysa hiç bozuntuya vermeden devam etti.

 

Hala bağıran Ersin önündeki Hamza'nın sırtına atladı. "Uçur beni Hamza kuşum. Kebaba, kebabaaaa!" bir elini düşmemek için Hamza'nın boynuna sarmış diğer eliyle kebapçıyı işaret ediyordu. Hamza neye uğradığını şaşırmıştı. Yerinde bir anlık sendelese de son anda toparlamıştı.

 

Ersin'in kebap nidaları arasından Hamza'nın şairane küfürleri yankılanıyordu. Bütün tim kahkaha attı. "Hamza komutanım az önce yeni küfürler keşfetti." dedi gülmelerinin arasından Serhat.

 

"Ama ben kıskandım. Tut beni kankaaa!" Diye bağırıp Oya'ya koşmaya başladı Tuğrul. İkisi yakın arkadaştı. Askeriyede Oya'nın rütbesi yüksek olduğu için emir komuta çerçevesinde hareket ediyorlardı. Ancak sivilde daha rahat davranıyorlardı.

 

"Gelme üstüme katil." diyip kaçmaya başladı Oya. Tuğrul'dan kaçarken bir anda Ateş'i fark eden Oya durdu. Oya'nın durmasını fırsat bilen Tuğrul'sa üzerine atladı. Anvak normal kadınlara göre yapılı olsa da tim arkadaşlarının yanında küçücük kalan Oya, Tuğrul' u taşıyamayınca ikisi beraber yere yığıldılar. Bu sefer küfretme sırası Oya'daydı.

 

Ersin sırtında olduğu Hamza'nın kulaklarını kapadı.

"Oooov! O ne yaa? Hamza kuşum sen duyma bunları psikolojin bozulur."

 

"Lan insene sırtımdan hayvan." Hamza silkelenip Ersin'i sırtından attı. Bir anda yere düşen Ersin bağırırken şaşkın şaşkın etrafa bakıyordu.

"Ahhh! Kıymetlim gitti."

 

Serhat ve Ateş'in karnına gülmekten ağrılar girmişti. Manzara görülmeye değerdi doğrusu. Normalde askeri kamuflajlar içinde yürüyüşü bile korku salan dört aslan günlük kıyafetleriyle çocuk gibi birbirinin üzerine atlıyordu. İri bedeniyle bakanı titreten Hamza, Ersin'i kedi gibi ensesinden yakalamıştı. Kasları tişörtün altından bile belli olan Ersin'se hala yerde oturmuş sudan çıkmış balık gibi etrafa bakıyordu. Tuğrul, Oya'nın üzerinden kalkmaya çalışıyor ama Oya'nın ettiği küfürlere gülerken dengesini kaybedip tekrar yığılıyordu. Oya küfürleri eşliğinde üzerindeki boz ayıdan hallice adamdan kurtulmaya çalışıyordu. Serhat'sa artık gülmekten yerleri dövüyordu.

 

"Dikkat!" Ateş'in komutuyla hepsi bir anda ayaklandı. Ciddi yüz ifadeleriyle hazır olda beklerlerken sırayla tekmil verdiler. Ateş bu kadar çabuk koordine olmalarına gülümseyip rahat komutu verdi. Mekana girerken ardından konuşmaları duyuyordu.

 

"Oya' cım canım kankam. Her şeyi anladım da beni doğurtan ebenin bindiği otobüsün şoföründen ne istedin? Onu anlamadım."

 

"Tuğrul, bilmem hatırlar mısın ama benim senin kankan olmamın yanında çok daha önemli bir özelliğim var."

 

"Neymiş o?"

"Komutanın olmam." hafif bağırmıştı Oya.

"Iıı şey yani komutanım. Valla ben şey yapmak istemedim. Yani şeyi şey yapınca şey de şey oldu. Şeyden yani." Tuğrul'un kıvırmaya çalışmasıyla Ersin kahkaha attı. Oya, Hamza'ya bakınca Hamza bir anda Ersin'in kafasına vurdu.

 

"Sus lan! Zaten hıncımı alamadım."

"Öyle deme Hamza'cım. Sayemde kaşif olup gün yüzü görmemiş küfürler keşfediyorsun her gün. Yalnız bir şey aklıma takıldı. Neden elektrik direği?" Ersin'in sorusuyla bir kez daha kahkaha attılar.

 

Hepsi içeri girdiler. Masalardan birine oturup sipariş verdiler. Mardin'li olmasını öne sürüp etleri pişirme görevini Serhat'a kitlediler. Pişen etleri yerken bol atışmalı eğlenceli bir yemek geçirdiler. Hiçbiri alkol almamıştı. Onlar askerdi. Dikkat etmeleri lazımdı. Yalnızca Ersin biraz içmek istemiş, Hamza en son içtiğinde dansöz gibi masada kıvırdığını hatırlatıp onu susturmuştu.

 

Yemekler yendikten sonra içeride Akın timi hariç müşteri kalmamıştı. Mekanın sahibi Sadık bey elinde sazla girdi. Ellilerin sonunda, beyaz saçlı göbekli bir adamdı. Sazı içerideki bir odaya götürüyordu. Sazı gören Serhat Üsteğmenden izin alıp sazı istedi. Saz gelince Magusa Limanı türküsünü çalmaya başladı. Bu hikaye anlattığı hikayeyle çok anlamlıydı. Hikaya ise şöyle:

 

Magusa Limanı Kıbrıs'ta bir limandır. Kıbrıs Savaşı sırasında işgal yapan İngiliz sömürgesindeki yedi hintli asker ahaliye rahatsızlık verir. Limanda hamallık yapan Arap Ali adındaki bir yiğit buna karşı çıkar. Oldukça babayiğit bir adam olan Arap Ali askerlerle uzun süre kavga eder. Ancak kalabalık olan askerlerin sğngü darbeleriyle yere düşer. İbreti alem için Ali'yi Magusa'ya bırakırlar. Haberi alan Ali'nin eşi limana koşar. Ali eşinin dizlerinde kan kusarak ölür. O gün Ali ve eşi arasında geçen konuşma ahaliyi etkiler ve bu türkü ortaya çıkar.

 

"Magusa Liman'ı limandır, liman aman amman

Magusa Liman'ı limandır, liman aman amman

Beni öldürende yoktur din iman

Beni öldürende yoktur din iman

 

Uyan Ali'm uyan, uyanmaz oldun

Yedi bıçak yarasına dayanmaz oldun

 

Uyan Ali'm uyan, uyanmaz oldun

Yedi bıçak yarasına dayanmaz oldun

 

İskeleden çıktım yan basa basa aman amman

İskeleden çıktım yan basa basa aman amman

Magusa'ya vardım kan kusa kusa

Magusa'ya vardım kan kusa kusa"

 

Serhat türküyü söylerken bütün timin gözü yaşlıydı. Hepsinin aklı başka bir Ali'deydi. Ateş'in kardeşi bildiği Arap Ali' deydi. Oya'nın sevdası Arap Ali'deydi. O masada iki şehide gözyaşı döküldü. Biri Magusa Limanı şehidi hamal Arap Ali; diğeri Arap lakaplı, Tuğran timinin komutanı Şehit Yüzbaşı Hakan Ali. Oya göz yaşları içinde şarkıya eşlik etti.

 

"Uyan Ali'm uyan, uyanmaz oldun

Yedi bıçak yarasına dayanmaz oldun..."

 

 

Loading...
0%