Yeni Üyelik
6.
Bölüm

4. Bölüm (Part2)

@kuslarinevsahibi

Bölüme başlamadan önce kısa bir açıklama yapacağım. Öncelikle kitaptaki teröristlerden bahsederken 'adam' sıfatını kullandığım için hepinizden özür diliyorum. Ancak yerine koyacağım şeylere terbiyem el vermedi.

İkinci olarak kürtçe olarak yazılan cümleleri google translateden baktım. Yanlış olabilir. Şimdiden affola. Keyifli okumalar.

---------

Sercan karşısındaki kadını süzdü. Kumral saçları yukarıda sıkıca bağlanmış, ela gözlerinin çekik bir hal almasını sağlamıştı. Yanakları soğuğun etkisiyle olacak hafif kızarmıştı. Küçük ve ince dudakları çatlamıştı. Ela gözlerinin hemen üzerindeki ince kaşları mağrur bir edayla şakaklarına ulaşıyordu. Sercan'ın karşısında daimi varlığını koruyan iki derin çizgi kaşlarının çatılmasından kaynaklanıyordu. Pek çok kadını kıskandıracak, eline fotoğrafını alıp estetik cerrahına koşturacak kadar güzel bir burnu vardı. Belirgin elmacık kemikleri ince uzun yüzüyle güzel bir kadındı. Bunun yanında 1.80'e yakın boyu, ince beliyle etkileyi bir fiziği vardı. Vücudu kamptaki bütün erkeklerden daha kaslı ve güçlüydü. Bunu yaptığını gördüğü spora borçlu olduğu ise aşikardı.

Güzel yüzü ve vücudu kesinlikle bir erkeği baştan çıkarmak için yeterliydi. Ancak Leyal'i asıl arzulanır kılan imkansızlığıydı. Bu güne kadar yanına yaklaşan, Sercan da dahil, bütün erkekleri bir şeklide uzak tutmuştu. Hatta 1,5 yıl önce birini erkekliğinden etmişti. Bu sert tavrı onları uzak tutmak yerine ateşe uçan pervane böcekleri gibi daha çok çekiyordu.

Leyal'in alnındaki çizgiler derinliğini artırırken sert bir sesle konuştu. "Dikkat et! Suskun bütün rüyalarını itinayla kabusa çevirmesin." Sercan irkildiğini hissetti.

"S-suskun mu?" Leyal alayla siritti.

"He ya Suskun. Ne o yoksa 3 yıl önce beni neye güvenip aldığını unuttun mu?" Sercan Leyal'in alay dolu sesi ve nefret dolu bakışlarına daha fazla dayanamayıp gözlerini kaçırdı. Bu kadını yatağında görmek için ne kadar çok şeyi göze alabileceğini farketti. Ancak isteğinin imkansızlığı bir kez daha yüzüne çarptı. Ona o istemediği sürece ulaşamazdı. Leyal'e kimse zorla bir şey yaptıramazdı. Kendi isteğiyle yapması ise ateşin serinletmesi kadar imkansızdı. Küçük bir böcek gibi ateşe çekilirken yanmaktan başka seçeneği yoktu. Leyal çözülmesi imkansız karışık bir problemdi.

Suskun mevzusuysa aklını Leyal'den daha çok karıştırıyordu. Bu adamı tanımıyordu. Hiç yüzünü görmemişti. Adını bile şans eseri öğrenmişti. Ne kadar acımasız olduğu herkes tarafından biliniyordu. Keza Türklere olan düşmanlığı da öyle. Bu düşmanlık Leyal'inkiyle yarışır cinstendi. Dudaklarında yara izleri vardı. Bu yaralar yüzünden yıllarca konuşamamış daha sonra da çok sık konuşmamıştı. Suskun lakabının sebebi buydu. Örgüt içinde duyduğu dedikodular bunlardı. Bir elin parmağını geçmeyecek kadar kişi onu görmüş, daha azı sesini duymuştu.

Böyle bir kapalı kutuyu Leyal nerden tanıyordu? Onun neyi oluyordu? Sevgilisi miydi? Arkadaşı mı? Leyal'in son söylediklerinden ne çıkarması gerekiyordu? Kafası iyice karışmıştı. Leyal ondan çok bahsetmezdi. Hiç bahsetmezdi. Yalnızca birkaç kez telefonla konuştuğunu görmüştü. Etraftakilerden uzaklaşır, durmaksızın konuşurdu. Sanki karşısınsaki cevap vermiyor gibiydi. Konuşmalardan bazılarında Kudret ismini de duymuştu. Onunla konuşuyor olmalıydı.

İçinde bir kıskançlığın yükseldiğini hissetti. Kendisini reddeden bu kadın Suskun'un muydu? Sercan dururken yüzü yaralarla dolu bir dilsizi mi seçmişti. Hadi ama! O adamın tam bir psikopat olduğunu herkes biliyordu. Herkesin korktuğu bir herifti.

Kendi kendine düşündükleri sinirlerini artırırken karşısındaki kadına aklındaki soruların hiç birini soramazdı. En iyi ihtimalle ondan hesap sorduğu için sağlam bir dayak yerdi. Konuyu değiştirmek en sağlıklı olanıydı.

"Her neyse Leyal. Seni buraya daha önemli bir şey için çağırdım." Zemheri karşısında renkten renge giren adama bakıp zevkle sırıttı. Hem onu kıskanıp hesap sormak istiyor hem de korkaklığından bunu yapmaya cesaret edemiyordu. Bu durum hoşuna gitse de konuyu değiştirme çabasına ayak uydurdu. Sonuçta onu bu şekil kıvrandırmak eğlenceli olsa da onunla muhatap olmak kesinlikle mide bulandırıcıydı.

"Seni dinlerim." Leyal'in sözünün hemen ardından girişte Rıdvan belirdi. İzin almaksızın içeri girerken Sercan onu fark etmeden konuşmaya devam etti. Leyal duyduğu adım sesleriyle anlamış olsa da kâle almamıştı.

"Türk askerlerinin çevre köylerden bazılarını koruma altına aldığı haberini aldık. Bizden birileri köyleri bastığında hemen müdahale ediyorlarmış."

"O zaman iki gün sonra yapacağımız köy baskınına gitmeyeceğiz." Kendince mantıklı bir tahmin yapmıştı Leyal. Ancak Şeytan başını iki yana sallayınca şaşırdı.

"Ne olursa olsun gidilecek. "

"İyi de niye? Adam toplamak için gideriz. Türk askeriyle karşılaşırsak adam toplamak için gittiğimiz yerden kayıp vererek döneriz. Belki dönemeyiz."

"Haklısın. Ama yapacak bir şey yok. Köye gitmenizin amacını herkes adam toplamak olarak bilecek olsa da asıl sebep başka."

Zemheri'nin tek kaşı sorgular biçimde kalktı. Rıdvan durumu bildiği için sıkıntılı bir nefes aldı. Onun varlığının hala farkına varamayan Sercan devam etti.

" Asıl sebep yiyecek toplamak. Yiyecek ekmeğimiz bile çok az kaldı. Böyle giderse Türk'lere kalmadan açlıktan hepimiz gebereceğiz. Geçen gelen silah takviyesinin arasında da erzak yoktu. Köylerden erzak toplamaktan başka şansımız yok."

"Belki biraz para da alabiliriz." Rıdvan'ın sessizliğini bozmasıyla onu farkeden Sercan yerinde sıçradı. Bir hiddetle küfrederken Leyal buna gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Ancak konunun dağılmasını istemediği için Rıdvan'a dönüp konuştu.

" Parayı ne yapacağız dağın ortasında?"

"Ses niye vermedin gelince?" Sercan'sa tamamen kendi derdindeydi. Ancak birbirine herzaman ki gibi düşmanca bakıilarla kitlenmiş ikili bu soruyu cevapsız bıraktı.

"Zorunda kalırsak şehre inip bir şeyler alırız."

​​​​"Bu şekilde elimizi kolumuzu sallayarak gidemeyiz. Halimize bak." son cümleyi söylerken eliyle kıyafetlerini işaret etmişti. " üç yıldır üstümden nerdeyse hiç çıkmadılar. Kampta bundan daha iyi olan hiç kimse de yok. Çoğunun arama emri var. Normal birine güvenemeyiz. Paraları alıp kaçmayacağını bile bilemeyiz. "

"Hepsini bilirim. Zorunda kalırsak dedim zaten.Ez ê li vir wek kûçik nemirim. (Burda it gibi ölmeyeceğim.) Seni bilmem ama ben açlıktan gebermeyeceğim."

"Geber Rıdvan." Leyal her ne kadar itiraz etse de haklı olduğunu biliyordu. Erzak en son bir buçuk hafta önce gelmişti. Ancak Türk'ler ele geçirmişti hepsini. Bir sonrakine ise 3 hafta vardı. El mecbur tamam anlamında başını salladı.

"Kaç kişi gideceğiz köye?"

"35 kişi. En son getirilenleri de götürürsünüz. Askerler gelirse onları öne sürüp kaçarsınız."

Leyal başıyla onayladı.

"Başka diyeceğin yoksa sana bir haber verecem." Leyal'in sözleriyle Şeytan dikkat kesildi. Ancak Zemheri konuşmak yerine Rıdvan'ı işaret etti. İstenmediğini anlayan Rıdvan'sa homurdanarak çıktı.

"Gece kamptan biri kaçmaya çalışacak." Sercan'ın kaşları çatıldı.

"Kim? Nasıl?"

"Yeni gelenlerden. İki kardeşten küçük olanı. Cemal." Bir süre durup karşısındaki adamın tepkisine baktı. Sinirlemdiği çattığı kırlaşmış kaşlarını çatışından ve kızarmaya başlayan yüzünden belliydi. Sonraki sözlerin onu daha da afallatacağını bilerek konuşmaya devam etti.

" Onu kamptan ben kaçıracağım. "

"NE?!"

"Bağırma bee! Dinle bi. Büyük kardeş, Celal, oldukça cesur. Atışları gayet isabetli. İşimize yarayabilecek biri. Ama kardeşi burdayken hiç bir şeye bulaşmaz." yüzünü buruşturdu. "Rıdvan salağı o Cemal sümsüğünü hiç getirmemeliydi."

"Öldür gitsin o zaman. Ne uğraşırsın?" Leyal gözleri devirdi.

"Hadi ya! Bu benim aklıma gelmediydi. Sağ ol tavsiye için." sesinde bariz bir alay vardı. Karşısındaki adamınsa kafası karışmıştı. Yine ne yapmak istiyodu bu manyak karı?

"Onu yapmayı ben de bilirim herhalde.Armanca min cuda ye(Amacım farklı). Celal, küçük kardeşine yapışık yaşar nerdeyse. İlerde işimize çok yarar. Ama kardeşini öldürürsek çok sürmeden kendini öldürtür. Başımıza açacağı belaları saymam bile. İşte bu yüzden kardeşini kamptan kaçıracağız."

" Tamam dediklerin doğru diyeli,niye kaçırırız bırakalım gitsin." Leyal derin bir nefes aldı." sen bu yaşa kadar bu düzenin içinde bu zekayla nasıl hayatta kaldın?" diye sormamak için kendini zor tutuyordu.

" Hani bu kampın yarısı zorla getirdiğimiz adamlardan oluşur ya heval. Hani biz birini öylece salarsak diğerleri de gitmek ister falan. Bunları hatırlar mısın? " sesi sabrının son demlerinde olduğunu anlatıyordu.

"Onu direk salamayız. Bu yüzden sanki herkesten habersiz kaçırırmışım gibi yapacağız. Sonra kafasına yiyeceği bir kurşun Cemal'in bizim yerimizi ispikleme tehlikesinden bizi kurtarıcak. Celal biricik kardeşini sana yakalanıp öldürülme tehlikesine rağmen bu cehennemden kurtaran kadını, yani beni, kahraman ilan edecek ve koşulsuz güvenecek. " bir süre duraksadı. Karşısındaki Şeytan'ın bu fikri hazmetmesini bekledi. Daha sonra devam etti.

" Sonra sabah uyannca herkes küçük kaçağın yokluğunu fark edecek. Sen tabi sinirleneceksin ve bu işte parmağı olduğunu düşündüğün Celal'i dövdürüp konuşturmaya çalışacaksın. Hatta belki öldüreceksin. Tam bu noktada ben tekrar devreye girip Celal'i elinden kurtaracağım. Ta daaa! Bir bakmışız bir daha kahraman olmuşum. Sonuç; her dediğimi sorgusuz yapacak bir köle. Ondan sonra üstüne bir bomba bağlayıp büyük bir eylem bile yaptırabiliriz. "

Sercan usulca kafasını salladı. Biraz daha konuştuktan sonra Leyal çıkmak için hareketlendi. Ancak tam bu sırada dışardan gelen seslerle ikisi birden dışarı koştular. Gördükleri kaşlarının çatılmasına neden olurken Leyal bıkkın bir nefes verdi. Sercan'sa bu manzarayla pek ilgilenmemiş mağaraya dönmüştü.

Celal'in yakasından tutan Berzan onu Leyal'in tam ayaklarının altına atmıştı. İkilinin yüzünde kavgaya dair çokça iz vardı. Berzan'ın sol kaşı patlamıştı. Ayrıca gözünün etrafı yeşile benzeyen bir renk almış, az sonra moraracağını belli ediyordu. Celal'inse dudağı patlamış, yanağı kızarmıştı. İkisinin de üstü toz toprak içindeydi.

Leyal ayaklarının dibinde yatan çocuğu kolundan tutarak sertçe kaldırdı. Üzerine hafifçe eğilip kulağına fısıldadı.

"Yedin bir halt, girdin kavgaya madem sakın dayak yeme. Yoksa yemin olsun hem kardeşini hem seni gözümü kırpmadan gebertirim."

Celal, Zemheri'den kolunu kurtarıp öfkeyle baktı. Daha sonra bütün sinirini çıkarmak ister gibi Berzan'ın üzerine atladı. Dengesini kaybeden Berzan düşerken Celal buna aldırmayıp yüzünü yumruklamaya başladı. Etraftan bir kaç kişi ikisini ayırmaya kalkınca Zemheri elini kaldırıp onları durdurdu.

"Bila kûçik hev bixwin (Bırakın birbirini yesin itler)" bu sözüyle kimse onlara dokunmadı. İlk şaşkınlığı atlatan Berzan şimdi kollarını kaldırarak direk yüzünü hedef alan yumruklardan kurtulmaya çalışıyordu. Ancak sinirden gözü dönmüş olan Celal buna izin vermiyordu.

"Abi" Nefes nefese koşup gelen Cemal'in sesi, Celal'in dikkatini bir an için dağıtmış ;yumrukları sekteye uğramıştı. Bu boşluğu fırsat bilen Berzan havadaki yumruğu yakalayıp büktü. Diğer eliyle de Celal'in vücudunu itip hızlı bir hareketle üzerine çıktı. Roller değişirken Berzan bir yandan Celal'i yumrukluyor diğer yandan hepsettiği elini büküyor hareket etmesini engelliyordu. Ancak farketmediği şey bunu yaparken kendi dengesininde çok sağlam olmamasıydı. Bacağını Berzan'ın altından kurtaran Celal, elini tutan tarafına vurup dengesini bozdu. Üstünlüğü bir kez daha ele geçirirken ikisinin de hareketleri yorgun bir hal almaya başlamıştı.

Zemheri, yediği yumruklarla bayılma derecesine gelen Berzan'ı farkedince sakince konuştu.

"Yeter bu kadar gösteri. Ayırın şunları." iki kişi Celal'in kollarından tutup ayırırken biri de Berzan'ı tutmuştu. İkili hala birbirinin üzerine atlamaya çalışıp küfürler savururken Leyal sıkılmış gibi ofladı. Abisine koşmak için atılan Cemal'i de eliyle gösterdi." Tutun şu bücürü. Ezmiyim ayağımın altında." biri hemen koluna yapıştı.

"Susun!" sesi yüksek çıkmıştı. Ancak bağırmamıştı. Herkes sus pus oldu. Hala birbirine sinirle bakan ikilinin karşısına geçip konuştu.

"Hangi kemiği payşaşamadınız da yediniz birbirinizi? " Biraz daha iyi durumda olan Celal atıldı.

"Ne biliyim ben? Geldi birden yakama yapıştı. Bağırıp çağırmaya küfretmeye başladı. Ben de dayanamadım daldım."

"İyi bok yedin." Zemheri ağzının içinde mırıldanıp Berzan'a döndü. Cevap bekleyen gözlerle ona bakınca Berzan kolunu tutan adamdan kurtulup atıldı.

"Bunun yerine beni al."

"Yeminle karım ol diye darlayan Sercan'dan beri böyle psikopatlık görmedim." homurtusunu duyan Celal ve bir kaç kişi daha bıyık altından güldü.

"Niye taktın oğlum bana?" daha sonra aklına gelenle yüzü buruştu. "Aşık mısın, mazoşist mi?"

"Mazokist ney bilmem ben. İlla başıma bir komutan atanacaksa o sen olacaksın." Leyal sertçe yüzünü sıvazladı. "Manyak bir değil ki. Olum Niye lan niye?"

"Gözümün önünde adamı canıyla, erkekliğiyle tehdit ettin ağzını açıp da laf edemedi. Başka sebep mi lazım."

"Cık olmaz." Berzan'ın omuzları düştü. Etraftakiler maç izler gibi bu konuşmayı dinliyordu.

"Niye?"

"Ben iyiyim de sen o kadar iyi değilsin demek ki. Bak dayak yedin."

"Ama -"

"Ehh! Yeter be. Arkadaş terör kampı mı, tımarhane mi belli değil. Hayır ortamda deli bir ben yeterdim. Daha fazlasına gerek var mıydı?" son cümlede başını gökyüzüne kaldırmıştı.

"Aaa! Ama beni unutursun kalbim kırılır heval. Boşuna mı Deli Yusuf derler bana. Unutma ki kambersiz düğün, Yusuf'suz tımarhane olmaz." Leyal hışımla arkasını dönüp gevşek gevşek gülen adama baktı. Gözleri sinirden alev almıştı neredeyse.

"Yusuf! Senin götünde ampul patlatacağım Yusuf ! Seni ibreti alem için ellerimle geberteceğim Yusuf! Allah belanı versin Yusuf! Nerdesin lan sen? Niye bunlar böyle girdi birbirine."

Yusuf başını suçlulukla eğdi. "Ben şey..."

"Bendeki de soru kim bilir hangi kuytuda ne yapıyordun? Midesiz herif. Defol git. Şunları da al gözümün önünden. Yoksa tarayacam hepinizi."

Bir hışımla arkasını dönüp uzaklaştı. Mağarasına dönüp kendini yatağın üzerine attı. "Dertsiz başıma dert açmakta üstüme tanımıyorum. Arkadaş bana ne oluyorsa? Sanki alemin dert babası benim." sinirle homurdana homurdana cebinden bir parça tütün ve kağıt çıkardı. Sinirli hareketlerle sarıp dudaklarına yerleştirdi. Cebindeki çakmakla tutuşturduğu sigarasından derin bir nefes aldı. Duman boğazından yol alıp genzini yaktı. Daha sonra ince ince burnundan ve aralık dudaklarından sızdı.

Zehir kanına ve nefesine karışırken sakinleştiğini hissetti. Sigarayı bir süre dudaklarından uzaklaştırıp sonra tekrar derin bir nefes aldı. Ciğerlerinden geçip gözünün önünü perdeleyen dumanlar göz kapaklarını zorluyordu. Yüzünün etrafını saran gri duman ona yirmi bir yıl önceyi hatırlatıyordu.

Kolundan çeken ele karşı koymak için çırpınan küçük kız yalvarıyordu. Kardeşine ve ailesine zarar vermemeleri için.

"Ateş çok korkar. O bensiz parkta oynayamaz. Lütfen amca. Bırak beni."

"Kes çeneni dedim sana." ilerde kabusu olacak robotik bir erkek sesi doldurdu kulaklarını. Daha sonra yanağında hissettiği soğuk el, başını yana düşürmüş yanağının acıyla yanmasına sebep olmuştu. Dengesini kaybeden kız düşecekken kolundaki el onu çekip bu sefer kucağına aldı. Küçük Zemheri hala çırpınıyordu. Gözleri yuva bildiği evi bulmuştu sonra. Umutla bağırmaya başlamıştı.

"Baba, anne! Kurtarın beni. Ateş korkmuştur. Ona gitmem lazım. Kurtarın be-" sesini kesip susmasına sebep olan bu sefer ne robotik sesti ne de yanağına yediği bir tokat. Ancak şüphesiz gördüklerindense bunları tercih ederdi.

Yuvasının olduğu yeri alevler sarmıştı. Daha bu sabah kardeşiyle koşturduğu yerlerden yükselen dumanlar gökyüzüne karışıyordu. Sonsuz mavinin yerini almak isteyen grilik, bir sanrı misali günün üzerine çöküyordu. Yavaş yavaş sonsuz maviyi saran siyah bulutlar, hakimiyetini ilan ediyordu. Zemheri'nin en büyük kabusu olacak bu görüntü aklına kazınıyordu daha o fark etmeden. Gözleri acıyla dolaştı manzarada.

"Anne...Babaa..." sesi acıyla kısılmış bir fısıltıdan farksız çıkmıştı.

​​​​Sigarasının dumanı yüzünün etrafından dağılırken başını sallayıp geçmişin gölgesini de onunla beraber dağıttı. Duman yüzünden dolan gözüne aldırmadan derin bir nefes daha çekti artık bitmeye yüz tutan zehirden.

Bir süre daha orada öylece sigarasını içtikten sonra elindeki izmariti yere atıp ayağıyla ezdi. Yataktan kalkıp dışarı çıktı. Kamptakilere iki gün sonra olacak köy baskınını haber verdi hazırlık yapmaları için. Daha sonra halletmesi gereken bir kaç işi halletti.

Akşam olup hava kararırken Celal'i yanına çağırdı.

"Ee velet, anlattın mı Cemal'e planı?"

"Anlattım abla da sen emin misin? Başarabilecek mi?"

"Bilmem. Cemal'e bağlı. İnşallah söylediğin kadar hızlı koşar. Yoksa hepimizin hali harap." Celal başını aşağı yukarı salladı.

"İyi git bakalım." Leyal'in sözüyle Celal toplanan teröristlerden bir grubun yanına gitti. Celal'in yanına yaklaştığını gördüğü Cemal'le bir kayaya oturup izlemeye başladı. Önünden geçen Yusuf'u da durdurup yanına oturttu. Cebinden daha önce sardığı tütünlerden birini çıkarıp dudaklarının arasına aldı. Yusuf'dan da çakmak isteyip sigarasını yaktırdı.

"Rojda'yı gördün mü? Sabahtan beri bana bulaşmadı. Bir yerde geberip kalmış olmasın." Zemheri'nin sözleriyle Yusuf hafifçe güldü. Mavisini kaybedip siyaha bürünmeye başlayan gökyüzünün yerle birleştiği o noktada güneşin son kızıl ışıkları göze çarpıyordu.

" Seni çok ihmal etti bugün haklısın. Sabahtan beri sadece 15 kere öldürmekle, 27 kere de gerçek yüzünü ortaya çıkarmakla tehdit etti. 154'lük rekorunu düşününce ben de bir tırstım. Kanser falan olmasın."

"Yok bee! O kanser olmaz. Herhangi bir varlığın kendi isteğiyle ona bulaşması imkansız." ikisi de kahkaha attı.

"Az önce Gülendam ablayla konuşurken gördüm onu."

"Haa! Desene gerçek kumalarıyla uğraşmaktan bana sıra gelmedi."

​​​​​"Herhalde."

"İyi tamam. Hadi defol yanımdan."

"Lan yanına sen oturttun. Ne kovarsın şimdi. Allah'ın manyağı."

"Çakmak için oturttum. Yoksa senle uğraşmam." Leyal'in sırıtarak söylediklerine genç adam homurdanarak kalktı. O sırada Celal'in sesi yankılandı dağların yamacında. Kolundan tuttuğu kardeşini kendisinden uzağa fırlatırken bağırıyordu da.

"niha min bi tenê bihêle. Ez ji mijûlbûna bi we westiyam. Ew hemî ji ber we ye. (Rahat bırak artık beni. Seninle uğraşmaktan bıktım. Hepsi senin yüzünden.) " sesi yüksekti, kırıp parçalayacak kadar sert olan sözleri sanki daha çok acıtsın diye haykırıyordu. Ancak gözleri kardeşi ona kırılmasın diye yalvarıyor, bu kavganın saatler sonra ortadan kaybolacak kardeşine biraz daha zaman kazandırsın diye içinden dualar ediyordu.

Her ne kadar oyun olsa da duyduğu sözler Celal'in ruhunu bir kor gibi yaktı. Burnunun kökü akamayan gözyaşlarının acısıyla sızladı. Koca bir yumru gelip boğazına oturdu. Kardeşinin kalbini kırsın diye söylediği her söz önce onun kalbini parçalara ayırdı. Ancak yine de durmadı. Kardeşi yaşasın diye duramazdı da.

"Bu yaşıma kadar senle uğraştım. Yeter! Düş yakamdan."

Bu cehennem çukurunda iki kardeş üzerinden kurulan planlar uğruna kırdı belki de bir daha göremeyeceği canından can olanı. Tek avuntusu kardeşi kurtulacaktı. Kendisi bu bataklıkta batmaya mahkum olsa da kardeşi temiz olacaktı. O belki de vatanına hain olup alnına silinmez bir kara çalacakken kardeşi daima beyaz kalacaktı.

Cemal'se şaşkındı. Bu sözlerin bir oyun olduğunı bilse de kırılmıştı minicik kalbi. Nasıl kırılmasındı ki. Belki de haklıydı abisi. Yüktü sonuçta Cemal ona. Şimdi bile sırf onun için tehlikeye atmıyor muydu abisi canını? Sağ gözünden akan bir damla yaş yanağından boynuna doğru ince bir yol çizdi. Sonra sol gözünden bir gözyaşı daha intahar etti. Toz toprak içindeki yüzünü yıkadı gözlerinden yağan yağmur. Gözlerine çöken karabulutlar abisinin yüreğinde şimşekler çaktırdı. Daha fazla dayanamadı çocuk kalbi bu zalim oyuna. Abisine son kez bakıp koştu nereye gittiğini çok da önemsemeden.

Zemheri karşısındaki iki çocuğa dalmıştı. Yine Ateş geldi dözlerinin önüne. Şimdi daha iyi anlıyordu bu iki kardeşin niye onu hatırlattığını. Benziyorlardı birbirlerine. Kaderin onlara oynadığı oyun benziyordu. O da vazgeçmişti kardeşi için kendi beyazından. O da sırf Ateş iyi kalsın diye siyaha mahkum kalmıştı bile bile. Böyleydi hayat. Biri masum kalsın istiyorsanız iki kat daha fazla kire batacaktınız. Şimdiyse rüyalarında bile siyah ve beyaz kadar farklılardı birbirlerinden.

Bitecek ​​​​​​dedi içinden. Az kaldı. Kaybın bulunmasına, gaybın bilinmesine az kaldı.

Leyal'in gözlerine baktı Celal. Öfke vardı bu gözlerde, umut... "özür dilerim ​​​​​​." Zemheri'nin yalnız dudakları oynamış sesi kendi kulaklarına bile yasaklanmıştı.O gün ne için veya kimden özür dilediğini hiç bir zaman bilemedi. Belki Celal 'den özür dilemişti, gece olacaklar için. Belki Cemal' den, abisine kırgınken veda edeceği için. Belki Ateş'ten özür dilemişti, kaybolduğu ve ona gelemediği için. Belki de kendinden özür dilemişti yirmi yıl önce ellerinde bir masumun kanının kurumasına izin verdiği için.

Celal buruk bir tebessüm edip ayrıldı ordan. Yusuf' sa bu dramdan çoktan sıkılmış daha kavganın başında ayrılmıştı oradan. Etraftaki bir kaç kişi de dağılıp Leyal'i bir süreliğine yalnızlığıyla bıraktılar. En azından öyle görünüyordu.

Leyal cebinden telefonu çıkarıp rehberindeki iki numaradan birini aradı. Bir süre cihazdan gelen dıt seslerini dinledi. Nihayet 4. çalışta açıldı telefon.

"Alo, canım." Zemheri'nin sesi yumuşak çıkmıştı. Bununla 7 adım gerisindeki kişinin kaşları çatılmıştı.

"Dinliyorum." karşıdan gelen ses netti.

"Bugün hiç konuşamadık. Özledim seni." çatık kaşları daha da çatılan kişi duyduklarına şaşırmıştı.

"İki gündür sesini duymamak çok kötü. Günde en az 35 kişiyle muhatap oluyorum. Ama hiçbiri sen etmiyor." sesi bazen kırılıp inceliyor bazen sitemkar çıkıyordu. Leyal'in ilk defa bu ses tonuyla bu kadar nazik konuşurken duyan gizli dinleyiciyse oldukça şaşkındı. Özellikle iki ve en az kelimelerini o kadar garip bir baskıyla söylemişti ki neredeyse mızmızlanıyordu. Millete esip gürleyen kadın resmen kedi olmuştu.

" Dikkatli ol. En kısa zamanda çözeceğiz bunu. " telefonun ucundaki sesi duyan Zemheri gülümsedi.

"Kudret! Ne zaman geleceksin?" Leyal'in sorusuyla gizli dinleyicinin kaşları havaya kalktı. Telefonun ucundansa bir kahkaha yükseldi.

"Bir, iki haftaya onu da çözeceğiz. Yakında kavuşucağız merak etme."

"Tamamdır. Kapatıyorum." cevap beklemeden kapattı. Telefonun kapanmasıyla bir ağacın arkasında gizli olan Rojda ortaya çıktı.

"Vayy! Demek gizemli komutanın aşığı var öyle mi?"

Leyal kaşlarını çattı."Sen beni mi dinlersin?"

"Hee." cevap gayet rahat bir şekilde verilmişti. Leyal sabır çekti.

"Rahat bırak beni Rojda."

"Ama niye? böylesi daha eğlenceli." Rojda'nın sesini inceltip neredeyse masumca söylediklerine yüzünü buruşturdu.

" İnsanlara işkence etmekten zevk mi alırsın? Yapma Rojda. Bir sadistimiz eksik zaten ." Rojda alaycı bir kahkaha attı.

"Yok ondan zevk alan sensin. İçimizden en son çıkan iki haine ne yaptığını hatırladıkça bile midem bulanıyor." Zemheri umursamazca omuz silkti. Ne var yani Türk'lere konuştu diye adamın boğazını parçalayıp ses tellerini söktükten sonra diperine bunları önce pişirtip sonra yedirdiyse? Tabi bunları bütün kampı özellikle toplatıp herkesin gözünün önünde yapmıştı. Hiç bir şey anlatmadığına dair yeminler eden adamları kesinlikle dinleme zahmetinde bulunmamıştı.

"Ve sen hala benim hain olduğumu düşünürsün. Ne zaman vazgeçeceksin?"

"Gerçek yüzün ortaya çıktığında. Bakalım Sercan bu 'Kudret' meselene ne diyecek?" Rojda'nın yüzünde zafer kazanmış bir gülüş vardı. Hiç değilse kocasının bu kadının peşinden koşmayı artık bırakacağına emindi.

"Ahh! Lütfen benden de selam söyle başkana." Leyal'in alaycı tavrına daha fazla dayanamayan esmer güzeli hışımla gitti.

Bir kaç saat sonra nihayet gece tamamen çökmüş, dünyanın üzerini sadık bir sırdaş misali sarmıştı. Bütün gizler gecenin karanlığına karışıyor, sessizliğinde saklanıyordu. Kampın çoğu derin bir uykuya dalmıştı. Yalnız geceye bir sır eklemeyi bekleyen küçük ekip ayaktaydı. Soğuk taşlar üzerinde mutlak sessizliği bekleyen iki kardeşin arasında ilk gecenin aksine pek çok uyuyan beden vardı. Zemheri mağarasından çıkmış bir taşın üzerinde oturuyordu. Sercan onun hemen 25 adım kadar gerisinde olacakları bekliyordu.

Nihayet vaktin geldiğine karar verilince Leyal elindeki çakmağı taşa sertçe üç kez vurdu. Uyuyan insanların gürültülü sessizliği ve bir kaç gece hayvanının çığlığı arasında bu ses uyarıcı nitelikte duyuldu. İşareti alan Cemal sessizce ayağa kalktı. Celal de yattığı yerde hafifçe doğruldu. İkilinin geceyle yarışır kara gözleri bir an için buluştu. O kısacık bir anda bütün kırgınlıklar unutuldu. Bütün özürler dilenip, hatalar affedildi. Veda edildi. Daha sonra tekrar buluşacakları günün sözü verildi. Hayır. Sesler duyulmadı, dudaklar oynamadı. Yalnız kalplerle konuşulup tamir edildi bütün kırıklar. Bir bakışla çıkarıldı yürekteki camlar. Umut ve umutsuzluğun harmanlandığı bütün o veda sözcükleri tek bir göz kırma süresine hapsedildi. Karşılıklı dökülen birer damla gözyaşıyla mühürlendi. Daha sonra Celal geri yerinde büzüştü. İçinden dualar etmeye başladı kardeşi için. Hiç tanımadığı bir kadına, üstelik bir terörist olan kadına güvendiği için pişman olmamayı diledi.

​​​​​​Sonrası daha hızlı gelişmişti. Cemal daha önce Leyal'in tarif ettiği yoldan dağdan inmeye başladı. Şaşırtıcı biçimde gerçekten burada nöbetçi olmadığını gördü. Oysa habersizdi sırf onun için orada kimsenin olmadığından. Kalabalıktan uzaklaşıp ıssızlığa yaklaştıkça içinde bir umut filizlendi. Bacakları daha bir hevesle öne atılmaya başladı. Ruhu mutlulukla kanat çırparken özgürlüğü hissetmek istercesine hızlandı adımları. Bulutların arkasındaki ayla bile aydınlanmayan gecenin içinde biraz daha hayalle doldurdu ciğerlerini. Bir kaç günde bile cehennemi yaşatan bu yerden kurtuluşuyla doldu gözleri.

Gece dağların üstünde hakimiyetini sürdürürken küçük çocuk olanca gücüyle koşuyor, düştüğü cehennemden kurtulmaya çalışıyordu.

Diğer teröristlerden uzakta bir kayanın arkasında gizlenmiş Leyal, Sercan'ın onu izleyen gözlerinin herzaman ki gibi farkında uygun anı gözlüyordu. Sonunda bulutların ardından çıkan ay, geceyi aydınlatıp Cemal'i sarmalayan mahremiyeti ortadan kaldırırken nihayet vakit gelmişti. Leyal açılan görüş alanıyla fırsatı kaçırmadan tetiğe bastı. Kurşun namludan hızla fırlarken tabancanın tok ve korkutucu sesi karşıki dağa çarpıp yankılandı. Kurşun hedefini zalimce buldu. Her şey milisaniyeler içinde gerçekleşiyorken Cemal için zaman sanki durmuştu.

Duyduğu sesle sekteye uğrayan adımları önce yavaşladı sonra büsbütün kesildi. Vücudu canı çekilmişçesine yere yıkılırken acı bir çığlık sesiydi bu sefer dağlarda yankı bulan...

Sercan'ın yüzünü tatminkar bir gülüş kapladı. Yere düşen bedeni net göremiyor olsa da kurşunun hedefi bulduğundan emindi. Mesafe uzaktı ancak Leyal asla ıskalamazdı. Şimdi de ıskalamamıştı. Oturduğu kayadan kalktı. Uzaktan elindeki silahın namlusu ve gözleri ay ışığında parlayan kadına ufak bir baş selamı verdi. Daha sonra nöbetçileri eski yerlerine göndermek üzere gitti. Nihayet rahat bir uyku çekmenin vakti gelmişti.

Zemheri bir süre giden yaşlı adamın arkasından baktı. Daha sonra başını iki yana olumsuzca salladı. Elindeki silahı yere bırakıp sakin adımlarla Cemal'e yaklaştı. Yanına vardığında ayağıyla sırtını dürttü.

Aynı gün Celal'le planları:

"Kardeşinin en fazla bir saati var. Gece olduğunda benim sana tarif edeceğim yerden geçerek kamptan kaçacak. Yalnız fark edilene kadar olabildiğince hızlı koşmalı."

"İyi ama her yerde nöbetçi var."

"Merak etme orda nöbetçi olmayacak."

"Nasıl?"

"Sen hiç üzümünü ye bağını sorma diye bir laf dumadın mı?" Celal'in kararlı ifadesiyle bıkkın bir nefes alıp açıkladı.

"Başkan oradaki nöbetçileri gönderecek." Çocuğun gözleri şaşkınlıkla açıldı.

"Af buyur abla?"

"Bence anladın o yüzden tekrar etmiyorum." Leyal ayağını karşıdaki sandalyeye uzattı.

"Niye peki?"

"E kardeşin kaçsın diye işte."

"Bunu ona anlatmayı düşünmüyoruz dimi?"

"Yoo gayet de düşünüyoruz." Celal bir küfür etti. Bununla beraber Leyal'in kaşları çatıldı.

"Sen az önce bana mı küfrettin?"

"Y-yok da ben anlamadım. Biz ondan kaçarken o niye bize yardım etsin?"

"Kardeşini öldürüp seni kullanmak için." tek omzunu silkip söyledikleriyle Celal'in ağzı şaşkınlıktan açık kalmıştı.

"Ve biz de bunu yapsın diye kardeşimi yem edecez öyle mi? Severler böyle işi." sinirli gözlerle Leyal'e baktı.

"Kardeşime zarar gelmesine izin vermeyeceğim."

"Ben ona zarar gelecek demedim ki." sanki şaşırma sırası ondaymış gibi saf bir masumiyetle söylemişti bunları Zemheri.

​​​​​"Abla doğru söyle senin amacın beni delirtip kemdince eğlenmek mi? Çünkü buna çok yaklaştın."

"Öfff! Etrafımdaki insanların bu kadar gerzek olmasını sevmiyorum."

"Sen fazla psikopatsın be kadın. Biz gariban faniler ne yapsın." Celal'in söylediklerine hafifçe kıkırdadı.

"Ne diyebilirim ki bir Leyal Glory kolay yetişmiyor."

"Ne o ne ori? Kız sen gavur musun? O ne biçim soyad?"

"Babam ingilizdi ya benim. Hem şuan konu beni soyadım değil ya dur bi. Bak şimdi tane tane anlatıyorum iyi dinle." Celal başını salladı.

"Kampın etrafında gece bile çok fazla nöbetçi var. Kimsenin kaçması mümkün değil. Kaçayım derken ölenleri dizsek burdan yol olur. Yani etrafta o kadar adam varken senin bücürün gidebileceği tek yer tahtalı köy olur. O yüzden nöbetçilerden kurtulacaz. Hiç öldürelim deme valla o kadar adamı öldürmekle uğraşamam. E gidin başka yerde dikilin hiç diyemem çünkü başkandan başkasını dinlemezler. "Durdu. Nefeslenip devam etti.

​​​​​​" Demek ki neymiş çıkmak için başkanın izni şartmış. Ama adama biz bunu kamptan kaçırcaz bize hadi izin ver dersek hepimizi üst üste bindirip-"Celal'in boğazını temizlemesiyle ters bir bakış attı.

​​​​​​" Nee? Kurşuna dizer diyecektim belki. Neyse sonuç olarak ben onu bir şekilde kardeşinin kaçmış gibi görünüp ölmesi senin de işimize yarayacağın için yaşaman gerektiğine inandıracağım. O da istediğimizi yapacak."

"Nasıl inandıracaksın?"

​​​​"Seni nasıl inandırdıysam öyle." Celal kaşlarını çatınca kahkaha attı.

"Şaka yapıyorum velet sakin ol."

Celal bir süre düşündü. Planı mantığına oturtmaya çalıştı. Sonunda sıkıntıyla konuştu.

"Abla sen psikopat mısın?" Leyal bir ayağını diğerinin üzerine atıp sandalyede iyice yayıldı. Daha sonra parmağını şıklatıp gwnişçe gülümsedi.

"Üstüne bastın velet ayağını kaldır." Celal ağız dolusu bir küfür daha savurdu. Ancak Leyal hiç duymamış gibi esneyip konuştu.

​​​​​​" Ee yapar mıyız?"

"Başka çarem var gşbi bir de sorar. Allah'ın manyağı."

​​​​

Şimdiki zaman

"Pişt! Bücür kalk artık." ancak hiç bir tepki yoktu. Tekrar aynısını yaptı. Hala bir kıpırtı yoktu. Bir küfür savurup çocuğun üzerine eğildi. Gerçekten vurmuş olamazdı değil mi? Şuan ıskalamış olamazdı yaa! Hadi ama! Kurşunun kayaya çarptığını Sercan'ın aksine net bir şekilde duymuştu. Vurmuş olamazdı bu bücürü.

Elini omzuna koyup daha hızlı sarstı. "Bücür uyansana be! Ölmüş olamazsın. Abine söz verdim. Seni yaşatmam lazım." yüz üstü çevirip ay ışığında yara izi var mı diye baktı. Hiç bir şey görünmüyordu. Bir kez de eliyle kontrol etti. Hayır kan yok.

"Ee vurulmamışsın. Niye kalk mıyorsun sen?" yüzüne bir kaç tokat attığında nihayet çocuk gözlerini açmıştı. Boynundan destekleyip oturttu.

"Ohh! Öldün sandım lan." kafasına birşaplak attı.

"Ben de. Silah sesini duyunca kendimi bir anda yerde buldum. Sonrası yok." Zemheri sessiz bir kahkaha attı.

"Korkudan bayılmışsın salak. Kalk hadi gidiyoruz." elinden tuttuğu çocuğun kalkmasına yardım etti.

"Uzun süre yürüyeceğiz yalnız. Şimdiden söyleyim yürüyemezsen seni öylece bırakır dönerim kampa."

"Tamam." uzun bir yürüyüşe başladılar. 4 saat sonra nihayet arabanın yanına varabilmişlerdi. Zemheri arabaya yönelirken o tarafa hiç bakmadan devam eden çocuğu görünce güldü.

"Şşt bücür! Nereye?"

"E gideriz ya işte."

"Yuh! Olum oraya kadar da yürüyerek gidemem valla ben. Tabi sen gideceksen bilemem de araba var." Cemal'in duyduklarıyla yüzü aydınlandı. Her ne kadar sesi çıkmasa da, kesinlikle Leyal'in tehdidiyle ilgisi yoktu, çok yorulmuştu. Hevesle Leyal'in açtığı kapıdan içeri girdi. Siyah jip tarzı bir araçtı. Bir mağaranın içerisinde etrafı dallarla kaplı şekilde duruyordu.

Arabayı çalıştıran Zemheri, Cemal'in tarifiyle köyü bulmuştu. Çocuğu köyğn girişine bıraktı. Arabadan inerken Cemal dönüp ona baktı.

" Ne kıvranıp durursun bücür? De ne diyeceksen."

"Abime dikkat et abla. O babam gittikten sonra bana baba oldu. Anamın bile tek dayanağı oydu. Hep önce bizi düşündü. Oraya bile sırf benim için geldi. O iyi olsun. Lütfen." akan göz yaşlarıyla yalvaran çocuk Zemheri'nin yüzünde tebessüm oluşmasını sağlamıştı.

" Siz de beni iyice çocuk bakıcısı bellediniz ha! Biri biter biri başlar. Bana ne lan senin abinden. " düşündükleriyle söyledikleri farklıydı şüphesiz. Bunu fark eden Cemal genişçe güldü. Sonra bir anda uzanıp Zemheri'nin yanağını öptü. Bu masum hareketle taş gibi kesilen kadın gözlerini şaşkınlıkla kırpıştırıyordu. Bu haline kıkırdayan Cemal arabadan mutlulukla atlayıp evine doğru koştu.

"Anaaa! Ben geldim. Kurtuldum." bağırarak koşuyordu. Sese bir kaç evin ışığı yandı. İçlerinden en yıkık dökük olanlarında birinin içinden 35-36 yaşlarında bir kadın çıktı. Bir süre inanmaz gözlerle çocuğa baktı. Sanki uyanmak istemediği nir rüyaymışçasına baktı evladına. Dudaklarından bir feryat koptu. Derin bir uykudan uyanırcasına irkilip koştu canından can olana. Bir an sonra sarıp sarmalamıştı mis kokulusunu. Öpüyor kokluyor, sanki özlemini nasıl dindireceğini bilemiyordu.

Yavaş yavaş diğer evlerden de başlar uzanıyor yaşlı genç pek çok kişi heyecan ve umutla bu sahneye izleyici oluyordu. Kiminin gözleri umutla küçüğün etrafını tarıyor kendi yavrusunu görmek istiyordu. Ama her bakışın sonu hüsran, her umudun sonu çıkmaz sokaktı.

Gözyaşları kahkahalara bulaşıyordu. Cemal hararetle bir şeyler anlatırken anası hem onu dinliyor hem öpüyor kokluyordu. Bir aralık Cemal arkasını dönüp eliyle Leyal'in olduğu arabayı gösterdi. Başlar yavaş yavaş o tarafa dönerken ancak o zaman farketmişti durup onları izlediğini. Bu farkındalıkla arabayı çalıştırıp gaza yüklendi. Bir kaç kişi arkasından koşmuş ancak son sürat giden arabaya yetişememişlerdi.

Dikiz aynasından uzaklaştığı köye bakarken farketti nihayet gözündem akan yaşları. Bir eliyle sildi ıslanan yanaklarını. İlk damla ne zaman düşmüştü acaba? Arabayı tekrar sürmeyi başladığında mı? Hayır. Umutla bakıp çaresizliğe düşen gözlere baktığında mı? Hayır. Evladını öpüp koklayan annede mi? Hayır. Annesine koşan evlatta mı? Yine hayır. İlk damla o öpcükten sonra akmıştı. Kardeşine benzetip kurtardığı çocuğun öpücüğüyle akmıştı hüzün taneleri.

Arabayı eski yerine götürüp park edene kadar sürdü ağlaması. Daha sonra kampa dönmesi gidişinden daha kısa sürmüştü. Nihayet döndüğünde direk mağarasına gitti. Soranlara bir şeyler uyduruyordu.

Sercan gece neden hemen dönmediğini sorunca bir an afalladı. Fark etmesini beklemiyordu. Ancak çabuk toparladı.

"Çocuğun leşini bir kuytuya attım. Geri döndüğümde sen Esme'nin yanına giderdin." Sercan başıyla onayladı. Esme onun ikinci karısıydı. Gece gerçekten onunla kalmıştı. Bunu biliyorsa mutlaka gece gelmiş olmalı diye düşündü. Leyal'in yanından ayrıldı.

Zemheri yüzünde bir sırıtmayla mağarasına girdi. Gece Esme'yle kaldığını tahmin etmek zor değildi. Karılarından en sakini olan Esme her sabah kahvaltı dağıtılmasına yardım ederdi. Fakat bugün yoktu. Bu da Rojda'nın yine onu kıskanıp bir kuytuda dövdüğü anlamına gelirdi. Kocasıyla bir gecenin hesabını böyle ödüyordu. Zavallı kız. Sercan yeterince kötü bir durum değilmiş gşbi bir de Rojdayla uğraşıyor diye geçirdi içinden. Daha sonra kendini yatağa atıp en azından bir saat sürmesini umduğu uykusuna daldı.

---------

Bitti! Kestuk!

Huh! Bir ay sonra yeni bölüm attım. Sizin kadar ben de şaşkınım aksjdjdjdjjd. Ama bence uzun bir bölümdü. Yani affedilebilirim. Ehe:)

Her neyse bir sonraki bölüm ne zaman gelir bilmiyorum. İnşallah kısa sürede gelir. Açıkçası bundan sonrasını ben de çok merak ediyorum. Bakalım neler olacak.

​​​

 

 

 

 

Loading...
0%