@kuslarinevsahibi
|
"Sen sor. Niye ben soruyormuşum?"
"Yaa sen sor işte! Hem sen daha çok merak ediyorsun."
" Ama senin ödevin."
İki çocuk birbirine kısık gözlerle bakarken kız derince ofladı. Ne vardı sanki o sorsaydı? Ödevini unutup bu saate bıraktığı için annesinin kızmasından korkuyordu. Yoksa tabi ki o da sorabilirdi. Kardeşininse inadı tutmuştu bir kere.
Ahh! Ona işi düşeceğini bilse hiç öncesinde kızdırır mıydı? Ama yapmıştı bir hata. Sabah çok sevdiği oyuncağıyla oynamasına izin vermemişti. Şimdi inatçı kardeşini ikna etmek için ne yapsaydı acaba?
"Ateş'im, benim küçük komutanım. Hadi lütfen sor. Hem sen de merak ediyorsun."
Küçük Ateş'in gözleri heyecanla parladı. En büyük hayali asker olmak olan çocuk bu yaşında ona komutan denmesine çok seviniyordu. Ablası da bunu biliyor sıkça kardeşini mutlu ediyordu.
Yıllar sonra nefrete bulanacağını bilmediği gözler mutlulukla ışıldayınca , kardeşinin ikna olduğuna neredeyse emindi Zemheri. Ancak aldığı tek cevap küçük bir omuz silkmeydi.
Aynur hanım fısır fısır konuşan ikiliye gözlüklerinin üstünden bir bakış attı. Hallerine hafifçe kıkırdarken başını iki yana salladı. Birbirlerini çok sevseler de tartışmadan duramıyordu bu ikili. İşte on dakikadır ona soracakları küçük bir soruyu tartışmaları da bunun en büyük kanıtıydı. Elindeki düğmesini diktiği gömleği kenara bıraktı.
"Zemheri, Ateş! Gelin bakayım buraya."
Hararetle konuşan ikili bu ani seslenmeyle irkildiler. Birbirlerine sorar gibi bakıp ayaklanmak istediler. Çevik Bir hareketle ayağa kalkan Ateş ablasına yardım etmek için elini uzattı, ilerde bu eli yine onun kıracağını bilmeden. Zemheri'yse uzanıp tuttu küçük destekçisinin elini , yıllar sonra bu elden çıkan bir kurşunun onu kanatacağını bilmeden.
"Söyleyin bakalım ne oldu?"
Birbirine sen anlat diye bakan ikili bir süre daha sessizliğini korudu. Aynur hanımsa bu sessiz savaşın bitmesini sabırla bekledi. İkisi de birbirinden inatçıyken bu hayli zordu. Küçük Ateş, kollarını bağlayıp küçük bir 'hıh' sesiyle başını çevirince pes etti Zemheri. Zira bu zamana kadar Ateş'e kim istemediğini yaptırabilmişti ki?
Yerinde ezilip büzülen kızın yüzünde mahcubiyet vardı. İçinden annesinin kızmaması için dua edip başladı anlatmaya.
"Cuma günü okulda öğretmenim bir ödev vermişti de... Babam gelince unuttum ben. Ateş'le oynayıp benimle oynamaz diye üzüldüm. Özür dilerim." Kısık çıkan sesiyle tebessüm etti Aynur. Pazar akşamındalardı. Birazdan iki kardeşin de uyku vakti gelecekti. Kızının yüzündeki pişmanlık ödevi bu saate bırakmasınaydı.
"Neymiş bakalım bu ödev?"
Annesinin kızmasını bekleyen küçük kız bu tepkiyle sevindi. Kardeşine de alaycı bir bakış attı. O söylememişti ama annesi de kızmamıştı işte. Heyecanla lafa atıldı.
"Annelerimizle babalarımızın tanışma hikayelerini bir masal gibi yazıp sınıfta anlatacakmışız."
Genç kadın 'hmm' ladı. Ruhuna batan kırıklarını göz ardı edip konuştu.
"Peki küçük hanım. Ben bunu size anlatacağım." Onun bu söylemiyle çocukların yüzünde bir gülümseme belirdi. Deminden beri sanki orada yokmuş gibi sesini çıkarmayan Ateş'in gözleri heyecanla parladı.
"Ama ödevini unuttuğun için bir anlaşma yapacağız. Ben iki hikaye anlatacağım. Bunlardan hangisinin gerçek olduğunu çözerseniz hafta sonu askeriyeye babanıza gideceğiz. Tamam mı?" İkili heyecanla onayladı bu teklifi. Daha sonra annelerinin dizlerinin dibine yere oturup heyecanla beklemeye başladılar.
"Bir varmış bir yokmuş. Bundan uzun yıllar önce,diyarın birinde , yücelerden yüce bir dağın tepesinde bir krallık varmış. Bu krallığın korkulan bir kralı varmış. Kimse bu kralın gözüne görünmek istemez, herkes gazabına uğramamak için Allah'a dualar edermiş. Bu zalim kralın melek yüzlü,yüce gönüllü bir eşi;bir de dillere destan güzellikte bir kızı varmış .
Kızın isteyeni, aşığı çok ancak yüzünü güldüreni azmış. Zalim kraldan korkusuna kimse kıza yaklaşamaz ,gülüp de güzelliğine güzellik katmasını izleyemezmiş. Melek yüzlü kraliçe bu duruma çok üzülürmüş. Ancak krala ne kadar dil dökse onu bir türlü yumuşatamazmış. Gel zaman git zaman kız iyice büyüyüp güzelleşmiş. Evlenecek yaşa gelmiş de geçmiş bile. Artık prensesi istemeye her gün üç öğün başka bir soylu gelip kendini krala beğendirmeye çalışır olmuş. Kızı etkilemek için çeşitli kahramanlıklar yapar olmuşlar.Ama hiç biri ne prensesin gönlüne girebilmiş ne kralın gözüne. Kral bu duruma sinirlenip kızı saraydan uzak dağda bir mağaraya göndermiş . Kraliçe ve prenses ne kadar dil dökseler de karşı gelememişler. Prenses yaşamaya başladığı mağarayı iki hizmetçisiyle beraber en güzelinden bir yuvaya çevirmiş. Daha sonra o iki hizmetçisi de gitmiş yanından ,kalmış bir başına.
Bu mağaranın oralarda bir çoban sürüsüyle geçermiş. Her gün gün doğarken koyun çıngıraklarına uyanan kız gözlerini de yine bu çıngıraklarla kapatırmış. Bu çıngırak sesini merak etse de korktuğu için gidip de bakamazmış.
Saatler günleri ,günler haftaları kovalamış da kral hala kızına uygun bir kısmet bulamamış. Onun damadı olacak adam mert olmalı kimseden korkmamalıymış ki kızını hakkıyla korusun. Ancak insanlar bunu anlamaz onu zalimlik yapıyor sanarlarmış.
Günlerden bir gün genç kız yuva yaptığı dağda çamaşır yıkarken her zamankinden daha yüksek ,daha yakın bir çıngırak sesi duymuş. Merakla oturduğu yerden kalkıp ellerini kurulamış. Sesin olduğu yere yönelmiş . Bir de bakmış ki kapısının kenarındaki otları yiyen bir keçi . Boynundaki çıngırağı sağa sola sallanıp sesler çıkarıyormuş. İlk defa gördüğü keçiyle yüzünü büyük bir gülüş kaplamış prensesin. Hayran hayran beyaz tüylerine baktığı keçiyi sevmek için yaklaşmış. Lakin hayvan korkup geri kaçmak istemiş. Kaçarken de acı acı bağırmış da fazla uzaklaşamamış. Güzel kız hayvanın bu bağırtısına şaşırmış da açmış koca gözlerini . Geriye kaçmak isteyen keçinin aksayan ayağına bakmış da anlamış derdini.
Yavaş yavaş ürkütmeden yaklaşmış hayvana. Usulca okşamış başını . "Korkma benden" demiş. Yüreği en temizler anlar ya zarar gelmeyecek eli, keçi de bakmış bu elden zarar gelmez yavaşça çökmüş olduğu yere. Kız hemen koşmuş mağarasına. Düzce bir değnek bir de çaput bulmuş gelmiş. Nazikçe sarmış keçinin ayağını. Kendini izleyen bir çift gözden habersiz konuşmuş keçiyle . Yakışıklı prenslerden, soylu gençlerden esirgediği gülümsemesini bir keçiye bahşetmiş.
O sırada kaybolan keçisini arayan çoban, kaybettiğiyle beraber bulduğu peri kızına bakmış. Gülüşü öyle parlak ,öyle can alıcıymış ki oracıkta vermiş gönlünü bu mağara güzeline."
Ateş hevesle atıldı. "Gülüşü tıpkı senin gibiymiş anne. Kesin o prenses sensin dimi? " Ellerini birbirine çırptı. "Bak işte buldum. Hem babam sana hep mağara güzelim der. " Kardeşinin heyecanla sıçrayışına kaş çattı Zemheri.
"Dur bir daha hikaye bitmedi ki. Hem unuttun mu akıllım? Benim babam asker. Çoban değil." Gülerek izlediği çocuklarına kafa salladı Aynur. Başını kaldırdığında onu karşılayan hareler içine heyecan sardı. Beline bağlı mutfak önlüğü,elini kuruladığı havlusuyla kapı pervazından onu izleyen kocasıyla iç çekti.
"Hadi anne devam et." Kızından aldığı direktifle devam etti .
" Çoban sessizce yaklaşmış gülüşü güzel kıza. Keçiye dert yanan kızla hafif bir kahkaha atmış. Kız insan gibi yanlızlığından bahsettiği keçi gülünce bir şaşırmış. Alık alık bakmış. "Ne yaptın sen az önce?" Diye soracak olmuş. Ancak ağzı oyana buyana oynayıp geviş getiren keçinin ağız hareketlerine eş bir ses daha gelmiş.
"Ne ararsın burada ?" Kız olduğu yerde sıçramış. "Aman keçi sen mi konuştun ? Yoksa bu dağ başında essah kafayı mı yedim ben?" Diye hayıflanmış. Kızın şaşkınlığı hoşuna giden çoban dağları inletecek bir kahkaha koyvermiş.
"Şaşkın mağara güzeli. Hiç konuşur mu keçi? Ardına dönüp baksana evvela yanımda yöremde bir garip insanoğlu var mı diye?" Kız duyduklarıyla ayaklanıp arkasına bakmış. Bir de bakmış üzerinde keçesiyle bir adam ona bakıyor. Gülen yüzü ,topraktan kopup gelmiş gibi gözleri genç kızın kalbini çarptırmış. Az önce keçiyi konuşuyor sanışından utandırmış.
"Sen kimsin?"
"Ben bu dağları mesken bilen , rızkını bir avuç hayvanın etinden sütünden çıkaran bir garip çobanım. Ayrıca yarasını iyi ettiğin, konuşup gülüştüğün , konuşuyor diye sevindiğin keçinin sahibiyim." Çobanın sözleri daha da kızartmış kızın yüzünü. Lakin halı kendine de pek komik gelince başlamış gülmeye. Onla beraber gülen çoban dalmış da gitmiş gülen gözlere. Kızsa şaşırmış bunca yıl gülmeyen yüzünün böyle kahkahayla ışıldamasına.
Birbirleriyle vadalaşıp ayrılmışlar . Çoban almış keçisini gitmiş. Amma yeşil gözler, gülen yüz takılmış bir kere aklına hiç unutulur mu? Sürüsünü mağaranın yanında otlatır, her gün kıza laf atacak bahane arar olmuş. Kim olduğunu bile sormayı unutturan bu kızla muhabbetleri artmış da artmış. Sevdaları yüreklerine sığmaz gözlerinden taşar olmuş.
Her güzelin sonu, her günün gecesi olmaz mı hiç? Onalr yüreklerindeki sevdayla bir mağarada yanadursunlar, kızının hasretine dayanamayan kraliçe en sonunda kralı ikna etmiş. Bir araba adam gönderilmiş prensesi almaya. Kralın adamları mağaranın önünde yanlarında bir keçi el ele oturan ikiliyi görünce telaşlanmışlar. Hemen ayırmışlar . Krala verilecek hesabın korkusuna kızı yaka paça götürüp çobanı da bir güzel dövmüşler.
Çoban kral kızı olduğunu ögrendiği sevdiğinden kavuşamayacağına aglamış durmuş. Hiç koskoca kral verir mi kızını bir garip çobana? Kız da saraya gidene kadar akıtmış durmuş incilerini. Çobanın dayak yiyen hali yakmış ciğerini. Hiç yar ederler mi onları birbirlerine?
Kızın gülmeyen yüzü iyice solmuş, eskiden göz ucuyla baktığı isteyenlerine iyice yüz çevirmiş. Gönlün sevmedigine göz değmek ister mi hiç? Prenses de yemin etmiş başkasına gözümü değdirmem ,gülüşümü göstermem diye.Kızına üzülen kraliçe sormuş sıkıştırmış da zorla almış derdini dilinden. Kocasına da anlatmış lakin ,kral ben kızımı çobana yar etmem demiş çıkmış.
Aradan koskoca üç yıl geçmiş. Kızın yüzü güzelliğini kaybetmese de kapıya geleni azalmış. Bir gün haber gelmiş yiğit bir asker istiyor prensesi diye. Babasının da istediği gibi mert,korkusuz olan asker kızın yüreğine korku salmış. Şu bir yılda namını salmış olan askerle evlendirilmek istendiğini öğrenince bir kör ateş sarmış ki içini. Yüreğinde çobanın aşkı yakmış kavurmuş onu. Fakat elden ne gelir? Yalnız askeri göstermek istedikleri zaman yummuş gözünü de bakmamış hiç. İstemiyorum seni diye haber yollatmış askere de yine olduramamış.Düğün dernek kurulmuş. Fakir fukara doyurulmuş. Kız odasında yarım kalan aşkına yanarken penceresine bir taş vurulmuş. Kız koşup bir bakmış ki ne görsün? Üzerinde yine keçesi çoban duruyor aşağıda. Gözünden düşen damlaya eş gülüş kaplamış yüzünü. Sevdiğinin hasretine yanan yüreğine serin sular dökülmüş .
"Neredeyin? Evlendiriyorlar beni niye gelmedin?"
"Geldi mağara güzelim. Geldim güzel prensesim. Seninle evlenmeye geldim ."
"Ama beni bir askere yar edecekler. Başkasına verecekler."
"Niye? İstemez misin asker kocan olsun?"
"Senden başkasını istemem ki ben . Sen niye geldin?" Çoban gülmüş. Çıkarmış üzerindeki keçeyi. Ayın parlaklığında parlamış üzerindeki asker üniforması.
"Beni istemeyen biri haber yollamış. Yüzüme de söylesin diye geldim" demiş.
Meğer yıllar önce çoban karar vermiş alacakmış sevdiğini. Satmış savmış sürüsünü. Bütün parasıyla gitmiş asker yetiştiren okullardan birine. Sevdiğine ulaşacaksa ona layık bir meslek yapması lazımmış. Yalvar yakar girmiş okula. Canla başla başlamış öğrenmeye. Zamanla adı sanı yayılmış. Namı taa öte illerden duyulmuş. Cesareti su olmuş, nehirlerden barajlardan taşmış da dosta düşmana gıpta olmuş. Ee kendine gözüpek damat arayan kral da kaçırmamış bu askeri . Vermiş kızını.
Kız bakmış; sevdasını gönlüne işleyen adını da alnına yazı işlemiş. Yüreği sevincle dolmuş da taşmış. Çobanı penceresinin altından gönderince ne hayallerle ne umutlarla dalmış uykuya. Sabah neşeyle kalkmış. Yüzünde bir an eksik olmayan gülümsemesiyle düğünün hazırlıklarıyla ilgilenmiş.
Saray halkı şaşırmış bu duruma. Daha düne kadar güldüğünü görmedikleri kız şimdi iki dudağını bir araya getirmiyormuş bile. Tabi kızını böyle gören kral, kraliçe mutlu.
Kırk gün kırk gece bir dügün kurulmuş. Dünyanın her yerinden şenlik sesleri duyulmuş. Fakir doyurulmuş, yetim giydirilmiş.
Kırkıncı günün sonunda askerle prenses kendi yuvalarına gitmek için hazırlanmışlar. Sonsuza kadar beraber olacakları bir hayata ilk adımlarını atmışlar..."
★★★
Ateş kafasını iki yana eğip saatlerdir oturmaktan tutulan boynunu kütletti. Önünde defalarca okumaktan ezber ettiği dosyayı bir hışımla kapattı. Her zaman olduğu gibi yine bir şey bulamamış olmak ruhunda can çekişen umut kuşunun kanatlarını kırıyordu. Bu zamana kadar her ihtimali değerlendirmiş, ablasına gidebilecek bütün yolları denemişti. Yaşadığına dair umudu kalmamışken tek gayesi en azından mezarına ulaşmaktı.
Ablasını kaçıran Karabasan kod adlı Douglas Glory hakkındaki dosyaların erişebildiği kadarını incelemişti. Bundan yedi sene önce Türk askeri tarafından öldürülen adam İngiliz asıllı bir teröristti. Daha önce pek çok kanlı saldırıda payı olmuştu. İş adamı kisvesi altında kara para aklamış, bu paralarla örgüte çeşitli yardımlarda bulunmuştu. Canlı bomba gibi oldukça tehlikeli ve canice propagandalara maddi manevi destek olmaktan geri durmamıştı. Uyuşturucu, kadın pazarlama, silah ve elmas kaçakçılığı gibi işlere bulaşmış kod adının hakkını kesinlikle vermişti. Ayrıca kendisinin bir pedofili olduğu da dosyada yer alan bilgiler arasındaydı.
21 sene önce Zemheri ilk kaçırıldığında bu kadar nüfuslu bir adam olmaması da dikkat çeken başka bir mevzuydu . Douglas Glory, henüz çocuk yaşlarda ülkesinden koparılıp Türkiye'ye daha önce adını bile duymadığı terörist denilen bir avuç insanın bulunduğu bir köye getirilmişti. Bir genel evin alt katında zorla uyuşturucu ürettirilerek başladığı bu hayata zamanla daha da batmıştı . Kendine uygulananı başkasına yapmaktan çekinmemiş hatta bunu onlarca belki yüzlerce çocuğa ve kadına daha sistemli şekilde yapmıştı. Zamanla insanlığını unutarak ve günah çukuruna daha çok batarak yükselmişti. Bir zamanların sadece huzurla uyuyabildiği bir ev hayalleri kuran çocuğundan , kademe kademe hayallerin üzerine çöken bir karabasana dönüşmüştü. Yine de yalnızca 20 kadar çocukla kadının çalıştırıldığı uyuşturucu üretme işi ve kadın pazarlamadan ibaret bir serveti vardı. En azından 21 sene önce Sobe ailesi büyük bir felakete uğramadan 3-4 ay öncesine kadar. Bu zaman aralığında bilinmeyen bir şekilde yüklü miktarda para kazanmış, etrafına sayısız adam toplamıştı. İşler bir anda büyümüş , göstermelik işyerleriyle Douglas Glory Türkiye'de sayılı iş insanı arasına girmişti.
Sobe ailesinin yıkıldığı 7 temmuzun gecesinde bir uçakla Yunanistan'a uçmuş uzun yıllar Türkiye'ye dönmemişti. Saygın bir iş adamının bir katliamda rol oynayacağı kimsenin aklına gelmemiş bu olay tam 9 yıl sonra gizli bir operasyon sonrasında tesadüfen öğrenilmişti. Kendisinin gerçek yüzünü öğrenmek için yapılan bu operasyonda Sobe olayıyla ilgili planlar ve yerleştirilen bombaya dair bilgiler bulunmuştu. Ayrıca yakın adamlarından bir kaç kişinin itirafı da bu durumu doğrulamıştı. Ancak çok daha önemli olayların da ortaya dökülmesi bu gerçeklerin daha fazla irdelenememesine yol açmıştı. En azından dosyada yazanlar bu yöndeydi. Karabasan, bu operasyondan sonra dünya çapında kırmızı kod adlı teröristler sırasına eklenmişti. Nihayet 7 yıl önce yakalandığında ise öldürülmüştü.
Ateş dosyada okuduklarını gözden geçirirken arada boşluklar olduğunun farkındaydı. Bu kadar büyük katliamlarda parmağı bulunan adamın neden küçük bir asker ailesiyle uğraştığı sorusuna bir türlü cevap bulamıyordu. Üstelik sadece uğraşmakla kalmayıp gayet karmaşık bir oyun içine hapsetmişti iki kardeşi.
Aklına ilk gelen babasının eskiden kuyruğuna basmış olmasıyken defalarca taradığı askeri dosyalarda buna dair bir iz yoktu. Bu konuda gizlilik kararı verilmiş olsa dahi en azından bir dosyanın var olduğundan ancak ona ulaşamayacağından haberi olması gerekirdi.
Sıkıntıyla oflayıp kapattığı dosyayı alıp arşiv odasına ilerledi. Dosyayı ait olduğu yere bırakıp odasına gitmek yerine adımlarını timin beraber oturduğu odaya yönlendirdi.
O sırada koltuklara yayılmış oturan tim kendi arasında muhabbet ediyordu.
" Teke tekte kangalın almama gibi bir olasılığı yok." Tuğrul'un söylediğiyle Oya göz devirdi. Tepeden topladığı kızıl saçlarını eliyle düzeltip konuştu.
"Abartma normal bir hayvandan değil bal porsuğundan bahsediyorsun. Ne kadar tehlikeli olduğunun farkında mısın?"
"Ne olmuş yani karşısındaki de Sivas kangalı. "
"Senin şu Sivas kangalı takıntını napacağız olum biz? Geçen gün de Kürt sürüsünü mahvedeceğini söylüyordun."
"E doğru söylemişim işte. Hadi be itiraz etme de alıyım şu asil varlığı evime." Tuğrul'un çıkışıyla Oya başını iki yana salladı.
"Köpeklere alerjin var TDK. Alamazsın eve kangal falan. Benim tepemin tasını attırma."
" Ama kanka Sivas kangalından bahsediyoruz. O köpek sayılmaz ki. Hem onların duyguları çok hassas. Sakın bir tanesinin yanında bile köpek deme. Alınırlar."
" Yok artık . İyice delirteceksin sen beni."
Ersin ikilinin bu haline kahkaha atmışken Hamza hiç oralı olmadan gülerek elindeki telefona bakmaya devam ediyordu. Komutanının sabahtan beri gülerek mesajlaşmasını şaşkınlıkla izliyordu Serhat. Serhat'ın bakışlarını gören Ersin bir kahkaha daha attı. Kolunu hemen yanındaki gencin omzuna atarken Hamza'yı sinir etmek istercesine konuşmaya başladı.
"Eyy aşk ! Sen nelere kadirsin? Gördün mü Mecnun? Ben aşık olmam diye büyük konuşursan bir gün kendini aha da bu suratsız komutanın gibi bulursun. Şuna bak şuna . Sanki kaç yıllık karısı değil. Nasıl da ergenler gibi sırıtarak mesajlaşıyor. " Bu sözlerle hemen çaprazlarında tekli koltukta oturan Hamza, kaptığı yastığı Ersin'in suratına attı. Reflekle tuttuğu yastığı arkasına yerleştirip iyice yayıldı oturduğu yere, Ersin.
"Ama yalan mı Hamzaşkım? Baksana suratsız sıfatın nasıl gülüyor."
"Hayalet, senin o ayarsız dilini dürer büker-" Hamza'nın yaratıcı küfrünü bölen Mecnun'un meraklı sesiydi.
"Komutanım size niye suratsız diyorlar?" Gelen soruyla Hamza'nın kaşları çatılmış ,yüzü sertleşmişti. Üstüne bir kahkaha daha atan Ersin'le iyice suratı asılmıştı. Ancak kısa süre sonra hatırladıklarıyla yüz hatları tekrar yumuşamıştı. Dudaklarında oluşan sevgi dolu tebessümü dudaklarını hafifçe yalayıp birbirine bastırarak gizlemeye çalışmıştı. Ne kadar başarılı olduğuysa tartışılırdı.
Bu ani duygu değişimlerine anlam veremeyen Serhat iyice meraklanmıştı. Hamza'nın hülyalı bakışlarla yere daldığını gören Ersin alayla konuştu.
"Bak bak nasıl da daldı gitti . Hey yavrum hey! Aslan yengem be . Yılların aslanını kediye çevirdiği yetmezmiş gibi adını da Suratsıza çıkardı. " Ersin'in sözleri üzerine Oya kahkaha attı.
"Ee koçum ben size boşuna demiyorum benim cinsime bulaşmayın diye. Valla aklınla kalbinin yerini değiştirirler de haberin olmaz."
"Yalnız kanka kadınlardan cinsim diye bahsetmem... "
"Sen kes lan! Allah 'ın Sivas'lısı. "
"Komutanım ben hiçbir şey anlamadım." Mecnun'un haklı isyanına göz devirdi Hamza.
"Kıt bu çocuk Hamza kuşum. Valla bak."
" Söyleyen de sanki Einstein. Uğraşma Mecnun'la , Hayalet. " Oya'nın sözü üzerine Ersin başıyla onayladı. Daha sonra kolunu attığı omzu sıktı.
"Bak şimdi iyi dinle birazdan film olsa Oscar alacak bir aşk hikayesi dinleyeceksin. "
"Gevşek herif!" Hamza homurdansa da kimsenin onu taktığı yoktu. O sırada telefonuna düşen aramayla yüzünde heyecanlı bir gülüş belirdi. Kalbi mutlulukla dolarken telefonu açtı.
"Ömrümmm." İçi gider gibi söyleyişine karşı taraftan bir kıkırtı yükseldi.
"Kocaaam. " Cilveli bir sesle söylenen kelime koca cüssesini alıp bulutların üzerine taşıdı.
"Yavrum deme şöyle yanında değilken. Ölürüm sana. " Melodisinde kendisini kaybettiği bir kahkaha kulaklarını doldurdu. Tam konuşacaktı ki odadaki gereksiz sessizlik dikkatini çekti. Sırıtarak daldığı duvardan bakışlarını çekti. Üzerine dikili gözler anında etrafa dönerken hepsi gülmemek için yanaklarını dişliyorlardı. Boğazını temizleyip bir elini ensesine attı. İki yıllık karısıyla konuşurken her seferinde yeni yetme ergenler gibi rezil oluyordu ya yanardı da ona yanardı.
"Selma'm güzelim bir dakika ben müsait bir yere geçiyim. " Diyip kulağından telefonu çekmeden odadan çıktı hızla. Onun çıkışıyla odada büyük bir kahkaha tufanı koptu. Serhat şaşkınlığından kalakalmışti resmen. Daha dört gün önce çıktıkları operasyonda birinin gözünü oyduğunu gördüğü adam iki dakikada neye dönmüştü öyle? Boşuna değildi onun aşka aşık olması. Böyle güçlü bir başka duygu var mıydı?
" İki buçuk yıl önce tanıştılar Selma yengemle. " Yüzünde küçük bir tebessüm az önce kapanan kapıya bakarak anlatmaya başladı Ersin.
" 4 ay süren uzun bir operasyondan gelmişiz , pertimiz çıkmış. Eve kendimizi nasıl attık bilmiyorum. Telefonları açtık . İkimizde kimsesiziz. Görevdeyiz de kimsenin umrunda mı acaba? Ben de bildirim falan yok doğal olarak. Tam kırımı pasımı temizlemişim uyuyacağım. Birden açtı kapımı daldı odaya. 'Lan dedi telefon kafayı yedi galiba.' Bir baktım telefona 10 küsür cevapsız arama, 80 den fazla mesaj. Bütün uyku kaçtı tabi. Oturduk bir saat mesaj okuduk. Mahkeme diyor, dava diyor . Dedim aha naneyi yedik. Sapığın biri dadandı bizimkine. Dedim buna 'defol git. Uyuyacağım ben . ' Çıktı gitti odadan. Sonra numaraya yazmış. Ne konuştular bilmiyorum ama terörist olduğundan şüphelenip numarayı askeriyeye vermiş. Numara adamın birine ait gözüküyor. Konum tespitinden yazanı karakola aldırmış.
Sonra kendi de gidince bir bakmış Selma yenge. Avukatmış meğer. Bizimkine de ulaşamadığı bir müvekkili diye yazmış. Hamza özür dileyip dönmüş eve ama yengem inat. Demiş sen beni karakollarda süründürdün ben de seni peşimde süründüreceğim. Hamza da yeminler ediyor onu seveceğime dağı taşı severim daha iyi diye falan. Bir de lakap takmış yengem Suratsız komutan diye. " Bir kahkaha attı.
"Baktım iş iddiaya biniyor dedim Hamza'ya 'eğer sen bu kıza aşık olmazsan ben de bir şey bilmiyorum.' inat ya . Benle de inatlaştı. ' Eğer öyle bir şey olursa Suratsız desinler lan bana.' sonuç olarak iki yıldır evliler ve Suratsız bir komutanın var."
"Vay be!" Odada kısa süreli bir sessizlik olduğunda bu sessiliği bölen açılan kapı oldu. İçeri giren Ateş'le bütün tim ayaklandı. Hepsi esas duruşa geçerken Ateş eliyle otur işareti yaptı. "Rahat arkadaşlar rahat. " Az önce Hamza'nın kalktığı koltuğa geçip oturdu. Yerinde geriye yaslanırken konuştu.
"Suratsız nereye gitti?"
"Selma'yla konuşuyordu komutanım." Oya'nın söylediğini başıyla onayladıktan sonra sesini yükselterek kapıdaki askere seslendi.
"Faruk!" İçeri 20 yaşında uzun ince yapılı, köse bir delikanlı girdi.
"Er Faruk Ünal . Kırıkkale. Emret komutanım. " Kendinden beklenmeyecek gür bir sesle tekmil vermişti.
" Rahat aslanım. Şafak kaç?"
"87 komutanım. "
"Az kalmış. Gözün aydın. Konuştun mu memlekettekilerle? Var mı hir yaramazlık?"
"Yok çok şükür komutanım. Yalnız bizim iki numaranın günü yaklaştı. Onun heyecanı var."
"Rabbim sağlıkla kucağına almayı nasip etsin inşallah."
"Amin komutanım." Diyerek iç çekti. Faruk 18ine girer girmez evlenmişti sevdiği kızla. Çok geçmeden kızını kucağına almıştı. 20 yaşında vatani görevi için ailesinden ayrılmıştı. Karısını, kızını büyüklerine emanet etmişti. Asker ocağına geldikten bir hafta sonra ikinci bir evladın haberini almıştı. Karısı yedi aylık hamileydi. Bir oğlu olacaktı.
" Küçük cimcime ne yapıyor?"
"Aynı komutanım ne yapsın o da? Resmimi gördükçe, telefonda konuştukça baba baba diye kendini paralıyor. Nasıl burnumda tütüyor bir bilseniz. Bir de kalbinde delik var ki her an bir şey olacak diye aklım çıkıyor."
"Rabbimin izniyle bir şey olmaz telaşlanma sen. " Faruk hafifçe gülümsedi.
"Neyse koçum. Sen bana Hamza komutanını çağır bakıyım bi."
"Emredersiniz komutanım." Odadan çıkacakken Ersin seslendi.
"Aman diyim Faruk ,sessiz sedasız yanaşma o deliye. Valla dalmıştır o . Çekip vurmasın seni." Bu söze hepsi gülerken Faruk odadan çıktı. Bir kaç dakika sonra kapanan kapıdan Hamza girdi.
"Doğruyu söyle çocuğu vurdun mu Hamza?" Oya'nın sorusuyla Ateş de dahil hepsi güldü.
"Yani az daha..." Cevapsa daha çok güldürmüştü. Hamza da geçip bir köşeye oturduğunda Ateş, timinde gözlerini gezdirdi. Boğazını temizleyip dikkatleri üzerine çekince konuşmaya başladı.
" Evet Akın timi size iki haberim var. " Meraklı bakışlar ona döndü.
"İlki akşama operasyona çıkıyoruz."
"Olley be!"
"Gençleştim resmen bu kadar mı fark eder."
"Sıkılmıştık otur otur."
"Kısmetse bu sefer şehit oluyorum inşallah." Herkes bir ağızdan konuşurken en son Oya'nın söylediği şeyle kafasına bir tokat yemesi bir oldu.
" Boş boş konuşma. " Beklenmedik darbeyle öne düşen başını hafifçe kaldırdı Oya. Daha sonra vuran elin sahibine bakmaya başladı.
"TDK?"sesi sorgulayıcıydı.
"Kanka? "
"Tuğrul?" Sinirli.
" Oya?"
" Astsubay Kıdemli Başçavuş Tuğrul Cankıran !" Sert sesiyle Tuğrul ayağa kalktı bir anda.
"Emrederin komutanım!"
"Sen bana mı vurdun asker?"
"E- estağfurullah k- komutanım."
"Ben yalan mı söylüyorüm lan?"
"Özür dilerim komutanım." Titreyen sesiyle Oya bir kahkaha attı. Kolundan tutup koltuğa oturttuğunda hâlâ gülüyordu.
"Noldu lan bir titredin? Salak madem bu kadar tırsıyorsun ne vuruyorsun bana ." Az önce olanların etkisinden çıkamayan Tuğrul başını iki yana salladı.
" İnsanın dostunun komutanı olması çok kötü bir şey . Ayrıca sen de saçma sapan konuşma bir zahmet."
"Yalnız TDK az önceki R kimsede yoktu." Ersin'in konuşmasıyla tam Hamza da araya girecekti ki Ateş'in varlığını hatırlatmak için ayağını yere vurmasıyla hepsi sustu.
"Kesin goygoyu iki dakika. Bir diğer haber de timin başına bir yüzbaşı atanacakmış. Bir görevde olduğu için ne zaman geleceği belli değil. O zamana kadar benim sorumluluğumdasınız."
Beklenmedik bir durum değildi bu. O yüzden hepsi başıyla onayladılar. Serhat atıldı.
"Kimmiş peki komutanım?"
"İsmini bilmiyorum. Ama lakabı Karanlık'mış. " Ateş'in cümlesinin bitmesiyle odada bir yutkunuş sesi duyulması bir oldu. Bir anda beti benzi atan Tuğrul korkuyla konuştu.
"Karanlık mı? Hayır ama . Bu olamaz. Allah'ım nolur kabus olsun." Kendi kendine mırıldanmasına bütün timin kaşları çatıldı. Ne olmuştu şimdi bu adama? Oya yanındaki bedene omzuyla vurdu hafifçe.
"Ne o lan? Tutuştun bir anda."
"Sadece ben değil hepimizin tutuşması lazım." Korku dolu sözlerine kimse anlam verememişti.
"Doğru düzgün anlatsana . Merak ettim." Hamza'ya başıyla onay verdi Ateş.
"6 buçuk yıl önce bordo bereli eğitimi alırken bizi eğiten oydu. O zamanlar yeni mezun bir teğmendi. Sanırım bir ceza için bize eğitim verdirtiyorlardı. Manyağın tekiydi. Yaz kış siyahtan başka bir şey görmedim üzerinde. Yüzünde hep maskesi vardı. Size yemin ederim görmediğim halde en çok korktuğum yüz olabilir. "
"Abartma lan! Eğitimde herkesi zorlarlar. "
"Öyle değil işte. Sobe komutanımı ona katlar her bir katı da bize sokar diyim siz anlayın." Ettiği her sözle beti benzi daha fazla atıyordu.
" Ne yapmış olabilir ki en fazla?" Ateş'in alaylı sorusuyla Tuğrul anlatmaya başladı.
" 48 derece sıcaklıkta üzerimizde 7 kat kıyafetle kurumuş çimlerin hepsini tek tek cetvelle ölçtürdü. Beş santimden uzun olanı makasla kestirdi. Hepsini yeşile boyadık. Üç saatte 5 dönüm yeri bitiremeyince üstümüzde terden kaskatı olmuş kıyafetleri çıkarttırıp soğuk hava deposuna kilitledi bizi. 5 saat sonra hepimiz buz tutmuştuk. Zatürre olup hastaneye kaldırıldık. "
"Oha!"
"Daha bitmedi. Hastanedeyken doktor kılığına girip gizlice odamıza geldi."
"Niye gizli giriyor ki?"
"Albay bir hafta bizi rahat bırakması için yanımıza yaklaşmasını yasaklamış. "
"Ee sonra?"
" Odaya girince hepimize ilaç verip hastaneden kaçırdı. Bir ormana bırakıp kendi başımıza çıkmamızı bekledi. Bıraktığı yiyecek iki gün yeterken biz 5. Günde ancak anayola çıkmıştık. Ansızın önümüze çıkan ve bize saldıran adamlar da cabası. Yanımızda hiç bir silah yok tabiki. Ölmeden çıktığımıza şükrettik. Çıktıktan sonra öğrendik ki o adamlar da hakikaten teröristmiş. "
"Yok artık!" Oya'nın isyanıyla Ateş'in dudakları kıvrıldı.
"Aslında gayet iyi bir eğitmenmiş." Bu sözlerle hepsi ona dehşetle baktı.
"Bakmayın oğlum öyle. Bak o zaman ki hastalığın sayesinde şuan bağışıklığın gayet iyi durumda. Orman macerasından da harita okuma ve yön bulma becerisi kazanmışsın. Ayrıca eminim arkadaşlarından silah yapma, yakın dövüş konusunda uzmanlaşanlar da olmuştur. "
"Olabilir. Ama bu hala prenses kelimesi duyunca tüylerimin diken diken olmasını geçirmiyor. "
"O ne alaka?"
" Bu adam, gerçi ondan da çok emin değilim sesini bile değiştiriyordu. Neyse... Bize sürekli prenses diyordu. Azıcık kızları anlayın prensesler diyip topuklu ayakkabıyla 15 tur koşturmuştu. " Hepsi kahkaha atmaya başladı.
"Bak bunu ben bile beklemiyordum. " TDK somurtup kollarını göğsünde bağladı.
"Gülün siz gülün. Ben sizi Karanlık yüzbaşı gelince göreceğim. " Sessizce homurdanması daha çok güldürmüştü.
Bir süre sonra kapı tıklatıldı. İçeri albay postası Muhammed girdi.
" Muhammed Çetin . İstanbul. Emret komutanım." Rahat asker. Muhammed 22 yaşındaydı. Üniversiteyi bitirdikten sonra techilini bozdurup askere gelmişti. Askerden sonra da nişanlanacaktı. En büyük hayali bir kız çocuğuydu.
"Arif Albay sizi odasına çağırıyor komutanım." Ateş başıyla onayladı. Son bir kez selam verip çıktı Muhammed. Ateş de hemen arkasından çıktı. Koridorda yanından geçen askerler durup tekmil veriyorlardı arada.
" Ahmet Koca. İzmir. Emret komutanım." Ciddi yüzü hiç bir şey belli etmezken aklı babasının kendisine güvenerek hipotek ettirdiği evdeydi. Borcu kendisi ödeyecekti. Lakin bana bir şey olursa ne yaparlar düşüncesi aklından çıkmıyordu.
" Yunus Bülbül. Çankırı. Emret komutanım. " Köyünde çıkan yangına kaymıştı onun aklı da. Bütün sene çalışıp yetiştirdiği ekinler heba olmuştu. Vardı elbet bunda da bir hayır.
" Ayşe Özyılmazel. Bayburt. Emret komutanım." Üç aylık evliliğinde anne olacağını öğrenmişti. Akşam eşine sürpriz yapacaktı. Elinde sıkı sıkıya tuttuğu ultrason fotoğrafı yüzünün sürekli gülmesine sebepti.
" Alparslan Gümüş. Ardahan . Emret komutanım. " 3 yıllık sevgilisi en yakın arkadaşıyla aldatmış, bu acıdan kaçmak için zorunlu askerliğini temelliye çevirtmişti. Bir daha aşka inanamayacak kalbini tamamen vatanına adamıştı.
" Zeynep Kısa. Bolu. Emret komutanım." Yüzünde bir tebessüm vardı.5 yıllık evliliği kaynanasının çocuk baskıları yüzünden bitmek üzereydi. Ailesini karşısına alarak evlendiği adamın kendisi kadar cesur olmadığını görememişti malesef. Belki asıl acı olansa şuan kendisinin bile haberi olmasa da hamile olmasıydı.
" Murat Sevi. Siirt. Emret komutanım. " İki gün önce kız arkadaşına evlenme teklif etmiş, evet cevabı almıştı. Şimdi sevdiği kadınla bir yuva kuracaktı. İçinde iki hafta sonra olacak istemenin heyecanı vardı. Şimdiden tuzlu kahve alıştırmalarına başlamıştı. Şimdi müstakbel kayınpederine rezil olmaya hiç gerek yoktu.
Karşılaştığımız, yolda görüp selam verdiğimiz, hayatımızda yer edinen ya da edinmeyen, belki gördüğümüzün farkında bile olmadığımız her insanın kendi hayat hikayesi vardı. Herkes, kendi hikayesinin başrolüyken başkalarınınkinin figuranıydı. Her hayat yazılmaya değer bir kitap, izlenmeye değer bir filmdi. Ama en çok da yaşanmaya değerdi. Acısıyla, tatlısıyla, iyisiyle, kötüsüyle... Her hayat zordu. Her hayat kolaydı. Kime göre neye göre? Herkesin bir hikayesi var. Belki de önemli olan hikayeyi olduğu gibi kabullenmektedir.
Albayın odasına geldiğinde kapıyı tıklatıp gel komutuyla içeri girdi.
"Üsteğmen Ateş Sobe. Tunceli. Emret komutanım. "
"Rahat. Geç otur şöyle. " Ateş karşısındaki koltuğa oturdu.
"Operasyon için gideceğiniz köyün adı T****** . İçerdeki adamımız Şeytan ve bir adamını konuşurken duymuş. 35 kişi olacakları bilgisini aldık. Ancak daha fazla olma ihtimali de var. Her ihtimale karşı dikkatli olmanız gerekiyor."
"Anlaşıldı komutanım. Hareket saati belli mi?"
" Hemen hazırlanıp çıkın. Teröristler bir gün sonra yapacaklar baskını. Çocukları kaçırmak isteyeceklerdir. Köyü koruma altına alıp mümkün olduğunca sivilden arındırın. "
"Emredersiniz komutanım."
"Çıkabilirsin." Aldığı komutla odadan dışarı çıktı. Yanından biri geçip aceleyle odaya girdi. Kapı kapanmadan önce duyduğu tekmil veren sesti.
"Binbaşı Pusat Çelik. Ankara. Emret komutanım."
Adımlarını hızlandırıp timin bulunduğu odaya girdi. İçerde Akın timi harici bir kaç kişi daha vardı. Gördüğü yüzbaşıyla tekmil verdi. Daha sonra aldığı rahat komutuyla timine döndü.
" Akın timi 10 dakika sonra helikopter pistinde tam teçhizat toplan. " Aldıkları emirle bütün tim hızla teçhizat odasına geçti. Kamuflajlar giyilirken büyük bir sessizlik hakimdi. Ailesi olanlar vedalaşmış, helallikler alınmıştı. Bir namlunun ucunda gezerken ne zaman ne olacağı belli değildi. Hepsinin hayaliyse bir gün şehit olup o al bayrağa sarılı tabuta girebilmekti. Birileri rahatça yumuşak yatağına girsin diye başka birileri bir avuç toprağın altına giriyordu. Bu fedakarlık için ne para sebepti ne de başka bir şey. Tek sebep ancak vatan aşkıydı. Bunu da maalesef ki herkes anlayamazdı.
----------
Bitti! Kestik!
Şimdilik bu kadar.
Ayy sonunda en çok seveceğim karakter geldi. Ama hangisi???? Nihahahaha.
Kendinize iyi bakın. Seviliyorsunuz 😘
|
0% |