@kuslarinevsahibi
|
Hayat virajı çok olan uzun bir yoldu. Her virajda sarsılıyor, bambaşka yerlere savruluyorduk. Her virajla hayatımız şekillenirken bazen geçtiğimiz yollar keşkemiz oluyordu. Bazense iyikimiz. Bazen bizi savuran virajda sevdiklerimizi bırakıyorduk. Geçtiğimiz her virajla biraz daha büyürken hayatımıza eklenenlerin yanında çokça da kaybediyorduk. Her geçen gün bize yeni umutlar vaadederken her umut için başka bir umudu çalıyordu belki de. Savrulduğumuz virajlarda yaptığımız kazalar derin yaralar bırakıyordu.
Benim savrulduğum virajım, en derin yaram 20 kasım... O virajda bırakmak zorunda kaldığım sevdiğim annem... Evet, ben 20 kasımda annemi kaybetmiştim. Üstelik sadece annemi değil doğmamış kardeşimi de...
"Oğuuuuz! Koş çabuk. Çamaşırları topla. Islanacaklar hep." Halamın sesiyle daldığım düşüncelerden sıyrıldım. Bakışlarım hala pencerede yağan yağmuru izliyordum. Koştur koştur bahçeye çıkan Oğuz'u gördüm. Cam açıktı. Yağmur damlalarıyla beraber toprak kokusu da içeri doluyordu. Tabi cırtlak Oğuz'un sesi de hehehehehe!
"Ahh ahh! Amerikan filmlerinde ne güzel yağmur yağınca alıyorlar ellerine viskiyi şiirsel şiirsel yağmuru izliyorlar. Biz de görelilik yasasını bulmuş Einstein gibi ışık hızında çamaşır topluyoruz. Coğrafya kaderdir azizim!"
Onun bu haline tebessüm ettim. Normalde olsa büyük ihtimalle dalga geçerdim bu haliyle. Gözlerim bir kez daha yatağımın üzerindeki deftere kaydı. Her sene yılda iki kere olduğu gibi yine sabaha kadar uyumamış ve elimdeki annemin günlüğünü okumuştum. Göz altlarım büyük ihtimalle morarmış ve şişmişti. Soruyorum umruma onda mıymış? Ay yok valla! Bugün dünya yansa umrum dışı.
Elimdeki defterin ıslanmış sayfalarına bir öpücük bıraktım. Annem edebiyat öğretmeniydi. Yazmayı çok severdi. Tuttuğu günlükleri de oldukça sanatsal yazardı. Hatta babamla tanışma hikayelerini öyle bir yazmıştı ki koy bir romana sırıtmaz.
Peki bir roman sayesinde tanışmaları ironikliği. İkisinin aşkı Çalıkuşu adlı roman sayesinde başlamıştı. Cahil baban ' ben de sana Kamuran olurum' demeseydi iyiydi tabim
Evet. Babam malesef böyle bir şey yapmıştı. Kitabı okumayıp sadece karakterlerin adını öğrenen babam, erkek karakterin kadını aldattığını bilmeden ben de onun gibiyim demiş. Sonunda da annemden sağlam bir tokat yemiş tabi. Babam hep "kaç yıllık boksörüm öyle sağlam çakanını daha görmedim" derdi.
Tabi daha sonra kitabı okuyan babam " Kamran olup senin aşkına ihanet etmektense İhsan olup hayatım pahasına sen beni sevmesen de seni sevmeyi yeğlerim" diyerek annemin gönlünü almış. O kitap hala babamın başının ucunda durur.
Aga be! Şöyle bir aşk. Ama yarım kalmayanından.
Yüzümdeki buruk tebessümle defteri kapatıp yerine koydum. Ayağa kalkıp üzerime dışarı çıkmak için rahat bir şeyler giydim. Bugün annemle ikimizin günüydü. O varken her yıl anne kız günü yapar eğlenirdik.
Bazı kızlar babasının prensesidir, bazıları ise annesinin savaşçısı derler. Ben hep annesinin prensesi oldum. Babam beni kendi ayakları üzerinde olan bir savaşçı yaparken annem her zaman değeri bilinecek bir prenses gibi hissetmemi sağlardı. Babamla hep birer arkadaş olmuştuk. Ama annem koruyucu meleğimdi. Annemin ölümüyle içimdeki nazlı kız çocuğunu da kaybetmiştim. 20 kasım sadece annemin ve kardeşimin değil içimdeki nazlı çocuğun da ölüm yıl dönümüydü. Aynı zamanda benim doğum günüm. İç sesime Nazlı dememin sebebi buydu belki de.
Kafamdaki düşüncelerle evden çıktım. Halam beni görmüş ama ses etmemişti. Bahçeye çıktığımda Oğuz çamaşırları içeri götürmüş şimdi de kamelyada oturmuş yağan yağmuru izliyordu. Beni görünce gözlerinden geçen hüznü gördüm. Yanına biraz yaklaştığımda mırıldandığını duyduğum şarkıyla kalakaldım.
"Pepe pepee çok ağlıyor Pepe pepee çok ağlıyor Çünkü düşünce kolu acıdı Çünkü düşünce dizi acıdı Keşke düşmeden yavaşlasaydı"
Oğuz'dan düzgün bir şarkı bekleyen aklıma tükürüyüm. Ayıp oluyor ama Beyza. O aklın içinde ben varım . Senin amcan değişikse ben napayım? Nazlı'cım canım bizden sadece bir hafta önce doğdu.
Eee yani? Bu onu babaannenin doğurduğu gerçeğini değiştirmez.
Sen benim iç sesim olduğuna emin misin ya? Resmen benden çok herkesi savunuyorsun. Ahh ahh! Azizim. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar işte n'aparsın? Biz burda saçımızı süpürge edelim ,Beyza hanımla konuşalım o bizi beğenmesin.
Bir de bayıl istersen Feriha. Lan senin saçın bile yok! İç sessin sen. İç ses! Tek vasfın konuşmak zaten. Onda da boş konuşuyorsun.
Öyle mi Beyza hanım? Peki, öyle olsun. Küstüm ben gidiyorum.
Allah aşkına en fazla nereye gidebilirsin. Geleceğin yer yine kürkçü dükkanı.
Daha sakin birinin iç sesi olmak istiyorum. Hep şiddet,hep tehdit. Yeter artık ama.
Dedi Buse'yi görünce kafasını duvara sürtme hayali kurduran iç sesim.
Biz gene boşuna tartışıyoruz gibi. Harbi ya! Sahi biz niye tartıştık Nazlı? Bilmem. Hatırlamıyorum.
Bu arada az önce lafı değiştirdin. Fark etmedim sanma. Bu taktikleri halamın karşısında bana da uygulat ki ettiğimiz her kavgadan sonra kendimizi terlikten kaçarken bulmayalım. O iş bende merak etme Beyza.
İç sesimle olan kavgama son verip değişik amcama baktım. "Sen nasıl bir varlıksın ya? Pepe şarkısıyla mı efkarlanıyorsun sen? Yemin ederim 18 yıllık amcamsın daha çözemedim seni." Söylediğimle kocaman sırıttı. Mavi gözlerindeki hüznün üzerini alaycı parıltılarla sakladı.
"Amca dedi. Yiğenim bana amca dedi. Çal keke çallll!" "Yaklaşık bir yaşındayken falan konuşmayı öğrenmiştim ben Oğuz. Niye ilk defa konuşmuşum gibi tepki veriyorsun? Mal mısın?" "Bak duydun mu kalbimin sesini? Kırıldı işte yavrucak." "Off! Senle uğraşamam Oğuz. Bugün olmaz. Gidiyorum ben."
Konuşmamla gözlerindeki hüznün artışına şahit oldum. Altı senedir her 20 kasımda gelirdi Oğuz. Her seferinde başka bir bahaneyle gelirdi. Amacı beni yalnız bırakmamaktı biliyorum. Sabahları bu evden çıkmamam için elinden geleni yapardı. Ama hiç işe yaramamıştı. Kimsenin çabası yaramamıştı.
"O kadar yoldan geldim. Beni bırakıp gidecek misin? Nerde misafirperverlik?" "Uğraştırma beni Oğuz. Gidecem biliyorsun sen de. Hayır. 13 yaşında çocukken tutamamışın beni şimdi mi durduracaksın?"
"Kız sen o haline çocuk mu diyorsun? Sen çocuk değildin ki. Canavardın canavar. Hades'in Türkiye şubesiydin. Gerçi hala öylesin." "Abartma be! Ne yaptım sana?" "Seni takip etmeyim diye bacağımı kırdın." "Tamam. Abartabilirmişsin." Bu lafıma ikimiz de gülmüştük. O kahkaha atarken ben tebessüm etmiştim.
"Neyse. Ben gider." "Ah be güzelim. Git bakalım." El sallayıp bahçeden çıktım. Cebime attığım telefonumu çıkarıp babamı aradım. "Ben gidiyorum Mavişim. Senden sonra kaparım telefonu. Merak etme."
"Kızım bari telefonu kapamasan. Arkana adam da takamıyorum döversin diye." "Takma zaten mavişim. Adamların hastane masraflarıyla mı uğraşacaksın bir de? Onun yerine bizim kızla bana bir şeyler al."
Bu söylediğime hafifçe güldüğünü hissettim. Onun gülüşüyle benim de yüzümde tebessüm oluşurken iç çektim. "Baba" "Efendim güzelim." "Anneme selam söyle." Telefonun ucundan yutkunma sesini duydum. Görmesem de adım gibi biliyordum ki ağlıyordu. Erkekler ağlamaz diye bilinir. Onlar hep güçlüdür. Ancak onların gücünün kaynağı kadınlardır. Erkekler de ağlar. Gücünün kaynağı olan kadını kaybeden bir erkekse daha çok ağlar. Babamın gücünün hatta hayatının kaynağı annemdi. O gün yıkılmaz dediğim babamın yıkıldığını görmüştüm.
Babam onun mezarının başındaydı. Annem diye bir mezara sarılıyor, bir avuç toprakta annemin kokusunu arıyordu. Seven için sevdiğinin kokusuna ,sesine hasret kalmak en zoruydu.
Kalbimin yavaş yavaş başkasının kalbinde atmaya başladığı günlerde çok daha iyi anlıyordum. En büyük korkumsa annemin kaderinin çeyizim olmasıydı. Bir gün ben de sevdiğim adamı bırakıp gider miydim? Ben de arkamda hep yarım kalacak bir evlat bırakır mıydım? İçimden bu sorular umutsuzlukla dönüp dururken bir tarafım bu şekilde düşünmemin bir anlamı olmadığını haykırıyordu. Kalbim belki de çoktan başkasının göğsünde atarken bunları düşünmem kendime ve sevdiğim adama haksızlıktı o yanıma göre.
O yan ben oluyorum tabi ki. Hayır yani Beyza'cım. Zaten kalp elden gitmiş. Bir de üstüne daha gelmemiş günlerin hesabını tutmaya ne gerek var?
O kadar kolay degildi işte. Bazen kötü düşünen tarafımı ikna edemiyordum. Salak! Nazlı ! Seni yolarım. Beyza ,şunu anla artık; beni dovemezsin. Ben senin iç sesinim.
Nazlı biz sanki bu konuşmayı daha önce yaptık. Kalın kafalı olduğun için beş dakikada bir yapıyoruz. Lan!
Babamla olan sessizliğimize ikimizin de hıçkırık sesleri karışmıştı. Gözümden akan bir damlayı silip konuştum. "Ben annemle anne-kız günü yapacağım. O günkü gibi . Sonra da bizim kıza geçerim. " "Tamam birtanem. Dikkat et ama." Gözüm ilerdeki evinden çıkan Mert'e takıldı. Üzerinde okul forması yoktu. Yanındaki Can'ın omzuna kolunu atmıştı. "Merak etme mavişim. Anlaşılan bugün tek kalmayacağım. "
"Nasıl yani?" Babamın sesi sorgular çıkmıştı. Nasılı mi var be maviş? Adam bu 20 kasıma taktı gibi. Ben de Merti tanıyorsam bizi takip eder. "Annem var babacım. Kendi olmasa bile sevgisi var. Doğmayan kardeşim var. Kan olmasa da can bağım olan Rüya'm var. Kalbime taht kuranım var."
Son cümleyi sessiz söylemiştim. "Neyse ben kapatıyorum. Akşama bekleme bizim kızda kalırım. " Babamın da eve geleceğini sanmıyordum. Annemin yanında kalacaktı büyük ihtimalle.
"Tamam. Görüşürüz. Kızıma da selam söyle." Babamla vedalaşıp telefonu kapattım. Mert'lerin evine yaklaşırken seslerini duyabiliyordum.
"Ne sorguluyorsun oğlum? Gideceksin ödevi hocaya teslim edeceksin. Bu kadar." "Tamam da abicim sen nereye?" "Bilmiyorum."
"Ne demek bilmiyorum? Ne haltlar karıştırıyorsun sen?"
"Bir şey karıştırdığım yok."
"Tüh! Görüyor musun? Külahımı yanıma almamışım." Can'ın söylediğiyle Mert ensesine bir tane vurdu.
"Uzatma da okuluna git." "Abi çabuk ne olduğunu anlat. Yoksa yemin ederim Aysel sultanı arar seni Rıfkiye'yle dövdürtürüm."
"Annemi ne karıştırıyorsun? Ayrıca sen ararsan ben de ararım." "Ağız tadıyla adamı tehdit de edemiyoruz. Ula hayaat!"
Mert elini Can'ın omzuna attı. Ciddi bir şekilde sordu. "Birader mal mısın?" "Evet." "Offff! Lan insan bir inkar eder. Nasıl insansın sen? Annem gelsin DNA testi isteyeceğim. Sen kardeşim olamazsın."
"Senin olmasam bile ablamın kardeşiyim. Ay ablam dedim de nasıl özledim yaa!" "Harbi ben de özledim Fatma'mı. Gelecekmiş ama."
"Aaaa! Konu kaynadı. Sen nereye gidiyorsun?" "Haydaa! Sardık mı başa. Sana ne oğlum? Hadi git artık. Şimdi Beyza çıkacak. Görmesin bizi. Valla döve döve okula yollar beni."
"Kız Beyza ne alaka? Ne iş çeviriyorsunuz bakim yengemle?" Can'ın yenge demesiyle hafif tebessüm ettim. Kalbimin bir köşesinin çiçeklendiğini hissettim.
"Bağladın gene dedikoducu teyzelere. Git sen ben anlatırım sonra." "İyi hadi bay. Gidiyim de Çilli Polat Alemdar'ımı göreyim." "Umarım Zeynep'ten bahsetmiyorsundur." "Öyle deme abi. Valla bir silah atıyor koy mafya dizisine sırıtmaz."
Böyle söyleyip ilerdeki kaldırıma geçti. O servisi beklerken göz göze geldik. Göz kırpıp sus işareti yaptım. O da sırıttı. Biraz sonra başım önümde eğik bir şekilde yürümeye başladım. Mert'in beni takip edeceğini biliyordum. Bir başkası olsa bir şekilde atlatırdım. Ama söz konusu Mert olunca yapasım gelmiyordu. Fark etmemiş gibi davranması en iyisiydi.
Bizim sokaktan çıkıp yakınlardaki çocuk parkına doğru yol aldım. Aklım çoktan zamandan ve mekandan soyutlanmıştı.
Altı yıl öncesinden bir anıdaydım. Annemin karnı burnundaydı. Bebek sekiz aylık olmuştu. Bir eli karnındayken diğer eliyle benimkini tutuyordu. İkimizin de yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.
Gözyaşlarımın arasından yürüdüğüm yeri zor görürken nihayet parka ulaşmıştım.
On iki yaşındaki ben koştur koştur salıncağa binerken bir bankta gülümseyerek onu izleyen annesine el salladı.
Annemin o gün oturduğu banka oturup parkı izlemeye başladım. Bir köşede Kazım abi simit satıyordu. Üzerinde forma olan bir kaç çocuk parktaki oyuncaklarda oynuyordu. Gözyaşlarım tebessümümü ıslatırken Mert'in bir ağacın arkasında beni izlediğini farkettim. Koca gövdesi ağaçtan belli oluyordu. Uzakta olsa kaşlarının çatık olduğunu görebiliyordum. Sanki gelip gözyaşlarımı silmemek için zor duruyor gibiydi.
Altı yıl önceki ben salıncakta sallandıktan sonra annesinin yanına gelmişti. Bankın üzerine çıkıp annesinin yanağını öptü. Sonra babasından gördüğü gibi karnını öptü. "Rüya sen benim kardeşim olacaksın. Ben seni çooook seveceğim. Sana bir sürü oyun da öğreteceğim. Annemle beraber hep anne kız günü yapacağız. Hep de öpeceğim seni." Bunları söyleyip annesini öptü yine. Son kez olduğunu bilmeden öptü annesini. Sarıldı ona.
Sonra annesinin canı simit çekti. Kız koştur koştur gitti simitçi amcasına. Annesi hamileydi onun. Canı çektiyse almalıydı.
Cebimden çıkardığım mendille gözyaşlarımı sildim. Banktan kalkıp Kazım abiye ilerledim. Cebimden çıkardığım beş yüz lirayı tezgaha bıraktım. "Kazım abi sen simitleri dağıtırsın. Okul çocukları falan var zaten." Karşımdaki adam akıttığım yaşlara bakıp iç çekti. "Tamam Beyza kızım. Hallederim ben."
Arkamı döndüm. Gitmek üzereyken duraksadım. Geri Kazım abiye döndüm. "Kazım abi şu ilerde bir ağacın arkasında siyan kapüşonlu biri var. Ona da veriver simit." "Veriyim de kızım hayırdır?" "Hayır abi hayır. Kendine iyi bak." Ona el sallayıp parktan çıktım. Biraz ilerleyip ilerdeki otobüs durağına geldim. On dakika sonra otobüs gelmişti. Gördüğüm boş yere oturdum. Benden hemen sonra binen Mert'se biraz ileride bir yere oturdu.
Otobüs hareket etti. Bir sonraki durakta bir kaç kişi inerken bir kadınla dört-beş yaşındaki kızı bindi. Kadın tam karşımdaki koltuğa oturup kızını da kucağına aldı. Birbirimize doğru dönüktük. Kız utanmış, annesine iyice sinmişti. Bir eli annesinin elbisesini sıkıca kavramış bırakmıyordu. Bu haliyle acı bir tebessüm ettim. Bugün acılara tebessüm etme günüydü.
Otobüs sabahın erken saatleri olduğu için sessiz ve boştu. Çoğu kişi uyukluyordu. Karşımdaki kızın bana merakla baktığını görünce gülüp dil çıkardım. Bu halime hafifçe güldü. Gülüşü çok tatlıydı. Sarı saçları iki yanından bağlanmıştı. Pembe elbisesiyle kesinlikle çok tatlı duruyordu.
Yüzümü garip şekillere sokmaya başladım. Benim bu halime elini ağzına kapamış kıkırdayarak gülüyordu. Ben de onunla beraber güldüm. Biz bu şekilde gülüşürken üzerimde Mert'in bakışlarını hissediyordum. Ama inatla bakmadım o tarafa.
Başımı öne eğip fısıltıyla konuştum. "Herkes ne kadar sıkıcı değil mi?" dudaklarını büzüp başını salladı. Ama konuşmadı. "Biraz konuşalım mı seninle?" "Annem dedi ki yabancılarla konuşmamalıymışım." daha sonra başını kaldırıp annesinden onay aldı. Annesiyse gülümseyip kızının başını öptü. Bu görüntü içimde tarifsiz bir özlem yarattı. İçimdeki Nazlı kız çocuğu 'anne' diye ağlıyordu.
"Annen doğru söylemiş küçük. Ama annen yanındayken yabancılardan korkmana gerek yok. O seni heep korur. Hadi tanışalım. Benim adım Beyza. Senin adın ne?" "Benim adım Rüya." duyduğum isimle iç çekmekten kendimi alamadım.
"Adın en sevdiğim ikinci isim." bu söylediğimle yüzü hafif düştü. "Peki en sevdiğin hangisi?" "Meltem. Annemin adı."
Bu söylediğimle tekrar gülümsedi. "Ben de ikinci diyince birazcık üzülmüştüm." eliyle parmaklarını birbirine yaklaştırıp biraz işareti yaptı. "Ama annenin ismiyse sıkıntı yok. Çünkü anneler heep birinci." bu söylediğine kıkırdadık.
Kollarımı kızı almak için öne doğru uzattım. Gözlerimle de annesinden sessiz bir onay alıp koltuk altlarından tutarak kucağıma oturttum. Bu hareketime ufak bir kahkaha atmıştı. Kucağıma iyice sinip alttan alttan bana bakmaya başladı.
Ayyy! Yanaklara bak. Tam ısırmalık. Dişlerimi kızı ısırmamak için sıktım. Kesinlikle fazla tatlıydı. Kafamı kaldırıp baktığımda bu sefer Mert'le göz göze geldik. Gözleri küçük kız ve benim üzerimde dolanıyordu. Göz bebeklerinde bariz bir hayranlık vardı. Benim ona baktığımı fark etmemiş sanki çok uzaklara bir hayale dalmıştı. Senin nasıl bir anne olacağını düşünüyorduysa demek.
İç sesimin saçma fikriyle yanaklarım kızardı. Tükmüğüm boğazıma kaçınca öksürmeye başladım. Öksürüğümle kendine gelen Mert bir an endişeyle baktı bana. Daha sonra gözlerimi ondan ayıramadığımı ve kızaran yanaklarımı farkedince sırıttı. Reisin yüzünde vatan gülüşü.
Nefesim düzene girince daha fazla utanıp başımı kucağımdaki kızın kafasına gömdüm. Bu halime Mert'in kısık kahkahasını duymuştum. Burnuma dolan çocuğun kokusuyla gülümsedim. Çocuk sevilir aga.
Kucağımdaki kıza döndüm. Onunla biraz oynadık. Bu sırada otobüs bir kaç durak daha geçmişti. Ancak benim gideceğim yere daha vardı. Rüya birden durup bana yaklaştı. Eliyle yaklaş işareti yapınca başımı eğdim. Ellerini kulağıma getirip ağzını elleriyle gizledi. Nefesi kulağımı huylandırırken söylediğine odaklanmaya çalıştım. Kısık olduğunu düşündüğü sesiyle konuştu.
"Abla sen şu abiyle evli misin?" bunu sorarken işaret parmağıyla Mert'i gösteriyordu. Daha değil ama o da olacak kız. Hadi ben inanıyorum.
İç sesimin de gaza gelmesiyle ne olduğunu anlamadan kendimi ikinci bir tükürüğünde boğulma vakasıyla karşı karşıya buldum. Şu cümleyi kurarken nasıl üşenmedin sen yaa!
Mert'se ne olduğunu anlamamış çatık kaşlarıyla bakıyordu. Boğulmaya 10 kala nefesimi tekrar düzene soktuğumda kucağımdaki küçük şeytana döndüm. Çocuk değil shipleme uzmanı. Dudaklarım olsa ilk senin alnından öperdim kız Rüya . Ya da dur şimdi ilk tercihim senin alnın olmayabilir.
Oha Nazlı! Mert'i falan öpmeyeceğiz. Ben Mert mı dedim ? Demedim. Sen dedin. Demek ki aklında varsa ...
Benim aklımda sen varsın Nazlı. Daha ne olsun? Kız ben kalbinin sesiyim . N'apıyım aklını? Bu muhabbet çok saçma yere gidiyor.
"Y-yok Rüya ne evlisi? saçmalama." Sesin mı titredi senin? Hahahahah "Ama o abi sana evli gibi bakıyor." Kaşlarımı anlamsızca çattım. O nasıl bir bakış kız?
"Babamda anneme onun gibi bakıyor. E onlar evli. Siz de mi evlisiniz?" gözlerim Mert'i buldu. Gözlerim siyah harelerden ayıramadan cevap verdim. "Yok biz evli değiliz. Sadece Arkadaşız." Soran olursa neyse ne,ya gören olursa? Sadece arkadaşııız.
"Ama sen de ona annemin babama baktığı gibi bakıyorsun." küçük şeytan yine rahat durmayıp konuşunca utançtan yanaklarım yanmaya başladı. Yarın gel domates olarak ise başla.
Ben az önce çocuk sevilir demiştim ya unutun siz onu. Bu ne lan! Sevilmez bu.
Yoo bence gayet de sevilir. Şuna bak şuna. Resmen bizim yirmi bölümdür anlatamadığımızı kız iki dakikada anlattı
Yirmi bölüm mü? O ne kız?
Söyleyemem. Sonra yazar gitti dördüncü duvar diye kızıyor. Sen bana bakma. Boş konuşuyorum ben.
İç sesimi boşverip Rüya'ya dönecekken diğer durağa yaklaşıyorduk. Babamların şirkete yakın olan duraktı bu. Rüya'nın annesinin elindeki telefondan bizi çekmeyi bırakıp kalkmak için hazırlandığını fark ettim. Ne ara çekti kız bu kadın bizi?
"Numaranızı alabilir miyim? Hem videoyu atarsınız. Ayrıca izniniz olursa kızınızla dost olmak istiyorum " "Tabl Beyza Hanım. Ben babanızın şirketinde çalışıyorum zaten." Gülümsedim. Ben de diyorum bu kadın sorgusuz sualsiz tanımadığı insana nasıl verdi kızını?
Kadınla birbirimiza numaralarımızı verdik. O sırada Rüya kucağımdan inmiş kapıya da yakın olan Mert'in yanına gitmişti. Göz ucuyla Mert'in kulağına fısıldadığını gördüm. Mert başını kaldırıp bana baktı. Yüzünde jokerden hallice bir sırıtış vardı. Euzubillahimineşşeydanirracim. Ne gülüyor lan bu chaki gibi?
Otobüs durakta durunca Hacer hanım(Rüya'nın annesi) Rüya'yı da alarak indi.
(Y.N: Küçük Rüya'yı @Diyarnurrr ve iç ses Nazlı'dan sonraki en büyük Beyza&Mert shipperı ilan ediyorum najskdkdmsmd . Mert'in kulağına ne dediğini de şöyle bırakayım: "Beyza ablam seni seviyor. Onu üzme tamam mı? Ayrıca daha evlenmemişsiniz. Evlenince beni çağır ben o gün çok güzel elbiselerimle gelirim . ")
Bir kaç durak sonra nihayet istediğim yere gelmiştik.
On iki yaşındaki Beyza annesine heyecanla baktı. Sonunda onu oyuncak bebeklerinin evine getirmişti. Renkli yazılarla yazılı yazıyı okudu. Cafe Taşbebek.

"Anne şimdi burda bir sürü bebek mi var?" "Evet bir tanem. Ama izinsiz hiç bir şeye dokunma tamam mı? "Hevesle başını salladı. "Kardeşimle bir sürü bebek göreceğiz."diye heyecenla zıpladı.
Bugün ardı arkası kesilmeyen gözyaşlarımı tekrar silip içeri girdim. Gözlerimi bebeklerde gezdirip merdivenleri tırmandım. Terasa ulaştım.



Bir masaya geçip oturdum. Yiyecek bir şeyler ve kahve söyledim. Mert de gelmiş başka bir masaya geçmişti. Bu da nereye gitsen peşinde. Sabahtan beri de yanına gelip de tek bir şey söylemedi.
Sana ne be? Böylesi daha iyi . Hem yalnız hissetmiyorum hem de mahremiyetim var. Ne değişiksiniz be.
Bir saat sonra yemeğim bitmişti. Mert de bu arada kahve içmişti. Hesabı ödeyip çıktım. Biraz yürüyecektim. Gözümün önüne yine annesinin elinden tutarak yürüyen küçük Beyza gelince yere çöküp hıçkırarak ağlamaya başladım. Insanların çoğu işte olduğu ve saat yeni dokuz olduğu için sokak ben ve Mert dışında bomboştu.
Ellerim kaldırım taşlarını bulup kollarıma ağırlığımı verirken hıçķırıklarımla titriyordum. Gözyaşlarım o kadar çok akıyordu ki önümü göremiyordum. Boynuma dolanan kollar ve burnuma dolan kokuya karşılık vermeden öylece ağladım. Koku gerçekten çok güzeldi. Sigaraya bulanmış vanilya ...şaka şaka mis gibi narenciye kokuyordu.
"Şşşş sakin güzelim. Geçti rahatla hadi." Mert'in sakinleştirici sesi kalbimdeki buhranı yavaşlattı. Bir eli saçımı okşarken beni sıkica sarmıştı. İç sesim ilk cümledeki kelimeye takılıp yiaa cidden güzelin miyim ? Diye cırlarken ben hala içimdeki acıyla baş etmeye uğraşıyordum.
İki yanımda öylece bekleyen kollarım sevdiğim adamı sarmak için karıncalanınca bu isteğe karşı koymadım. Kollarımı beline dolayıp başımı boynuna gömdüm. Narenciye kokusu portakal bahçesinde geziyormuşumcasına yoğun gelirken içimde yükselen huzuru hissediyordum. Bir yanım annemin acısıyla yanarken diğer yanım aşkın rüzgarında savruluyordu. Bu iki zıt durum ruhumda gelgitler yaratıyor beni çetin bir savaşa sürüklüyordu. Hayat buydu belki de. Bir yanın acıyla kavrulurken diğer yanın umutla uçuşması. İçimdeki bütün savaşları kendi haline bırakıp daha sıkı sarıldım huzura.
Ne kadar o halde kaldık bilmiyorum. Ama hıçkırıklarım dinip gözyaşlarım kuruyunca ayrıldım Mert'ten. Ayağa kalktım. Başım dönse de sendelemedim. Düşmüştüm ben bugün bir kez daha. Ama annemin de hep dediği gibi. İnsanoglu hep düşer. Ancak savaşı kazanacaklar düşmeyenler değil düştükten sonra kalktığında daha sağlam basıp sendelemeyenlerdir.
Elimi uzatıp Mert'in kalkmasina yardım etmek istedim. Bir bana bir elime şaşkınca baktı. Haklıydı aslında. Az önce hıçkırarak ağlayan kızın şimdi ona el uzatması garipti.
Kız onu boşver de ağlarken adamın üzerine hönkürmedin inşallah. Ayyy midem bulandı!
Bunca yıllık insanım senin gibi gevşeğini görmedim Nazlı.
Teşekkürler. Teşekkürler. Alkışa gerek yok.
BU BİR ILTIFAT DEĞİLDİ! Tamam be ne bağırıyorsun?
Mert elimi tutup kalkınca yürümeye başladık. Ancak elim onda kalmıştı. "Hayırdır? Nüfusuna mı alacan?" Anlamsızca yüzüme baktı.
"Elimi diyorum kalktığına göre ver." "Sana da merhaba Kamyoncu Hüseyin abi." Elimi vermeyeceğini anlayinca bir kaç defa çekiştirdim. Ancak sülük gibi yapıştığı elimi bırakmayınca geri almaktan vazgeçtim. Çok sevdiyse biraz onda kalabilir. İstemem yan cebime koy.
Yoo ne alakası var? O vermiyor iste elimi. Yahu ben burada elini tutuyor diye hızlanan kalbinin sesinden beni duyduğuna şükrediyorum , sen hala inkar ediyorsun. Pes doğrusu.
Sus bak psikoloğa gider aldırırım seni. He aynen ondan. Sanki kuaförde kaş aldırıyor. Rahatlığa bak.
Daha fazla orda dikilmeden yürümeye başladım. Yapacak çok işim vardı. Altı yıl önce annemin elinden tutarak yürüdüğüm bu yolu şimdi Mert'in elini tutarak yürümek içimde bir duygu karmaşası yaratıyordu. Ancak bunu daha sonra düşünmeye karar verdim. Şimdi beni bekleyen bir görevim vardı.
Sokakta ilerleyip bir oyuncak mağazasına girdim. Mert de hala peşimden geliyordu. Ne yaptığımı anlamasa da sadece elimi tutuyor, beni hatıralarımla başbaşa bırakıyordu. Kasadaki adama selam verip derdimi anlatmaya başladım. "İyi günler. Biz oyuncak alacaktık." adam başını kaldırıp bana baktı. Bir süre yüzümü inceledikten sonra bir şey hatırlamış gibi duraksadı.
"Siz şu geçen sene dükkanın yarısını satın alan kız değil misiniz?" Güldüm. Mert şaşkınca bakıyordu. Sen daha çok şaşırırsın Mert'cim. Bizim Beyza'yla işin var.
"Evet oyum. Şimdi yine aynısı için geldim." Adam genişçe güldü. Aldı paranın kokusunu. "Tabi ben size yardımcı oluyum." Adam bize yardımcı olurken ben de oyuncak seçiyordum. Mert'in elini bırakıp oyuncak bebeklerin arasına yöneldim. Mert hala öylece duruyordu.
"Bir işe yara da sen de oyuncak seç. İşimiz uzun daha." başımı elimdeki bebekten ayırmadan konuştum. Mert trans halinden çıkıp başka bir reyona yöneldi. Bir kaç tane bebek seçtikten sonra arabalatın yanına geçtim. ...
Bir buçuk saat sonra çeşitli bir sürü oyuncak paketlenmek için bekliyordu. Bebekler, arabalar, silahlar, inşaat setleri, evcilik setleri bir kaç tane kutu oyunu daha sayamadığım pek çok oyuncak vardı. Mert en sonunda dayanamayıp sordu. "Ne yapacağız bu kadar oyuncağı?" "Birazdan anlarsın."
Satıcı adama döndüm. "Bunları hediye paketi yapalım lütfen." adam bir bana bir de bir yığın oyuncağa baktı. "Biz de size yardım edelim." paketler çok fazlaydı ve tek başına akşama kadar bitiremezdi. "Tamam." adam kasanın arkasına geçip malzemeleri getirdi.
Sandalye var mı diye etrafa bakındım. Olmadığını görünce omuz silkip yere oturdum. Ayakta baston yutmuş gibi dikilen Mert'i de elinden çekip yanıma oturttum. Gelen insanları rahatsız etmeyeceğimiz bir köşede oturup paketlemeye başladık.
Elime bir bebek alıp paketlerken göz ucuyla Mert'i kontrol ediyordum. Elindeki araba kutusuyla hediye paketi arasında gidip gelen bakışları uzaylı gören masum köylü gibiydi. Bu haline kahkaha atıp işime döndüm. Elimdeki iş bitince Mert'e baktım tekrar. Hala aynı kutuyu paketlemeye çalışıyordu. Pardon, kutuyla girdiği üçüncü dünya savaşını kazanmaya çalışıyordu.
Elindeki paketi alıp nasıl yapacağını gösterdim. "Haa! Öyle mi yapıyorduk onu ya? Yani şey ben biliyordum tabi ki canım. Yani ne var bunda bilmeyecek."
Ona 'tabi kesin öyledir' bakışı atıp önüme yeni bir kutu aldım. Başımı kutulardan kaldırmadan paketlemeye devam ettim. Bir süre sonra satıcıdan gelen kahkaha sesiyle başımı kaldırdım. Önce adamın yüzüne anlamsız bir bakış attım. Daha sonra nereye baktığına baktım. Gülmemek için dudağımı dişledim.
Mert gözlerini bana dikmiş bakıyordu. Gözleri parlıyordu. Ama şuan asıl olay kesinlikle bu değildi. Çünkü elindeki paketin etrafına bant sarıp duruyordu ve elinin birini de bantlamıştı kutuya. Gülmemeye çalışarak Mert'e seslendim. "Mert önüne mi baksan?" beni duymuş gibi durmuyordu. Elimi gözünün önünde şıklattım. Kendine gelince ne olduğuna baktı.
Bantı saran eli durdu. "Elindeki kutuyu bırakmaya ne dersin?" elindeki kutuyu yere koydu. Ancak elini geri alamayınca çatık kaşlarıyla kutuya baktı. Gördüğü şeyle ağzı şaşkınlıkla açılınca satıcıyla beraber gülme krizine girdik. Mert sinirle elindeki bantı sökerken o kadar çok güldüm ki bir ara karnıma ağrılar girdi.
"Elini de oyuncaklarla beraber hediye etmen çok ince bir davranış." dedim kahkahalarımın arasından. Sinirli bakışları kutudan ayrılan elinden bana dönünce gülmemi bastırıp şirince sırıttım. "Sen çok güldün az sus bakim." diyip ağzıma bir parça bant yapıştırdığında şaşkınca ona baktım.
Anaa! Adam susalım diye ağzımızı bantladı ya. Abi millet surturmak için neler neler yapıyor. Bir de bizimkine bak odun mübarek.
İç sesime de bir bant rica ediyorum.
Şoktan çıkıp sinirle karşımda kahkaha atan Mert'e baktım. Elimi banta atıp sertçe çektim. Ama dudağım acıyınca hafifçe bağırdım. Mert benim canımın acıdığını anlayınca gülmeyi kesip elini dudağıma getirdi. Bir yandan da bana kızıyordu. "Ne diye birden çekiyorsun ki? Çok mu acıdı?"
Yakınlığımızdan dolayı depara kalkan kalbimle beraber sevinç çığlıkları atan iç sesimi de acıyan dudağımı da es geçip bütün sinirimle konuştum. "Mert, kaç!" ne söylediğimi anlayan Mert hemen kalktı. Ardından ben de hışımla kalktım. Onu döveceğim!
Dükkanın içinde Jerry'i kovalayan Tom gibi Mert'i kovalıyordum. Satıcı abinin bize kahkahalarla güldüğünü duyabiliyordum. Ohh! Beleş sinema valla abi. Al çekirdeğini izle bizimkileri.
Oyuncak kamyonların arasına dalan Mert'i kovalamaya ara vermeden bağırdım. "Aşk olsun ama satıcı abi. Sana da eğlence çıktı valla. Bir el at da dövüyüm şunu."
"Beyza insanları bana karşı kışkırtma lütfen. Dayak yememden zevk mi alıyorsun?" "Evet. Ayrıca kimseye ihtiyacım yok. Seni tek başıma da dövüyorum." Aramızdaki mesafeyi açıp kutu oyunlarına doğru koşöaya başladı.
"Ona ne şüphe!!!!" sesi gereğinden yüksek çıkmıştı. Labirentten farksız olan dükkan içinde dolanırken kendimizi girişin önünde bulduk. İçerde tesettürlü bir kız abiyle bir şey konuşuyordu. Bu ne ara gelmiş lan? Biz hız kesmeden koşarken kız bize şaşkınca bakıyordu.
Mert kızın yanından geçip gitti. Kapı açılıp dükkana genç bir adam girdi. Ben hızla yine oyuncaklar arasına dalan Mert'e bakarken kıza bodoslama çarptım. Kendim dengemi zor sağlarken kız arkaya doğru düşmeye başladı. Çığlığı basıp gözlerini kapattı. O yere çakılmayı beklerken az önce gelen genç belinden yakaladı. Ağğğğğğ! Allah'ım ship. Vallaha ship, billaha ship. Yaz dizisi çekiliyor resmen gözümüzün önünde.
Çöpçatan iç sesim düğün konvoyunda halay başı olmuştu bile. Kız gözlerini açıp adama baktı. Bir süre birbirine bakakaldılar. Sonra kız ne olduğunu algılayınca geri çekildi. Ayakları üzerinde basınca kızaran yanaklarını saklamak için sağa sola bakındı. Adamın da ondan farkı yoktu. Tek fark onun bakışlarında garip bir şaşkınlık vardı. Lan bunlar çok tatlış.
"Teşekkür ederim birader . Allah razı olsun. Sen olmasan yapıştıydım yere."
"Birader mi?" Kız bir an ona baktı anlamsızca daha sonra tekrar gözlerini çekti. "O kadar şey söyledim ona mı takıldın? Ne deseydim bacım mı?" Adam sertçe baktı.
"Kadına benzer bi halim mi var?" Kız kıkırdadı ." Ben de onu diyorum ya birader." Birader lafını bastırarak söylemişti. "Benimle dalga mı geçiyorsun Kübra?" Aaaa! Kız bu lar tanışıyor muymuş?
Kız ışık hızında başını kaldırdı. "Adımı nerden biliyorsun sen?" Tanışmıyorlar mıymış? Ne bileyim Nazlı anlamadım ki.
Adam kekeleyip kaldı. "B-ben yani şey. Ben " "Eee sen?" Ayy kız çok heyecanlı . Çekirdek olaydı bir de.
İç sesimin mükemmel fikriyle pantolonumun arka cebinden biraz çekirdek çıkarıp çitlemeye başladım. Başım tenis maçı izler gibi bir ona bir diğerine dönüyordu.
En sonunda sinirlenen kiz dayanamayıp atıldı. "Bana bak marul kafa. Çabuk söyle nerden tanıyorsun beni? Yoksa tek tek o saçlarını yolarım." Oğlan kızın bu halini komik bulmuş gibi güldü. Daha sonra bahsi geçen kıvırcık saçlarını eliyle düzeltip konuştu.
"Tahir ben. Asiye'nin abisi. Ondan tanıyorum seni." Kız derin bir oh çekti. "Baştan desene birader . Sapık sandım seni . Valla geçirecektim çantayı kafana." "Bana birader diyip durma." "Tövbe estağfurullah. O kadar şey söyledim gene oraya takıldı. Birine çok benziyor bu huyu da neyse." Kübra ağzının içinde homurdanip başını iki yana salladı. "Ne diyim? Mahmut mu diyim?"
Tahir genişçe sırıttı. "Yok şimdilik Tahir desen yeter." Kübra'nın kaşlar çatıldı. "Şimdilik? Sonra ne diyecekmişim?" "Valla ben kocam da dahil her şeye okeyim de seni ikna edemiyorum zalımın kızı." Adam yürümüyor uçuyor. Tahir ağzının içinde homurdanmıştı. Kübra duymamış olacak ki hala bir cevap bekliyordu. Ben mi? Ben yeşilcam dizisi izler gibi izliyordum.
"Orasını Allah bilir."diye geçiştirdi Tahir. Ben ikisinin atışmasına kaptırmışken yanımda hareketlilik hissettim. Dönüp baktığımda Mert'i gördüm. "Paketler hazır. Sıradaki durak neresi?" Doğru ya! Bizim yapilacak işlerimiz vardı.
"Hadi paketleri alıp gidelim . Geç kaldık." Saat 12.30 olmuştu. Tartışan Kübra&Tahir çiftini bırakıp paketleri aldık. Zor taşıdığımız paketlerle dükkandan çıktık. Birazını abi arkamizdan arabayla gönderecekti.
Yine sessiz geçen bir yolculuktan sonra binanın önünde durduk. Sevgi evi yazan tabelaya bir bakış attım. "Yetimhaneye mi geldik?" Mert şaşırmıştı. Başımı salladım. "Hediye vereceğiz onlara. Gel hadi. "
On iki yaşındaki Beyza geldikleri binaya sevinçle bakıyordu. Yeni arkadaş tanıyacağı için çok mutluydu. Annesi daha sonra Zeynep'le de gelebileceklerini söylemişti. Arkadaşlarını onunla da tanıştırabilecekti.
Yolu geçip güvenlik kulübesine yaklaştım. Kimliğimi gösterdim. Daha önce arayıp gerekli izinleri almıştım. Bu sayede kolayca içeri girmiştik. Koridoru geçip müdüre hanım eşliğinde çocukların bulunduğu oyun odasına giderken Mert konuştu. "Kimsesiz çocuklara niye bu kadar ilgilisin? Kaan'larla da bir abla gibi ilgileniyorsun . Şimdi de bu çocuklar. "
Omuz silktim. "Çünkü onlar yalnızlar. Düştüklerinde kaldıracak kimseleri yok. Başlarını okşayan yok. Iyi misin diye soran yok. Ne bileyim? En basitinden başlarını sokabilecekleri çatıları yok. Benim annem yok. Canım ne kadar çok yanıyor . Ama en azından babam var,halam var ,Oğuz var,digerleri var. Ama onların yok. Daha küçücükken yaşıyorlar bunları. Şimdi ben onlarla ilgilenmeyim de ne yapayım?"
Gözümden süzülen bir damlayı sildim. Mert'e döndüğümde onun da gözlerinin dolduğunu gördüm." Acaba hangi duamın kabulüsün?" Fısıltısını duymamış gibi davrandım.
Odanın önüne geldiğimizde müdure hanım geri döndü. Biz de iceri girdik. Dıger oyuncaklar gelmiş odanın bir köşesine yığılmıştı. Kolilenmiş olduklarından ne oldukları belli olmuyordu. Bir grup çocuk etrafında dönerek ne olduğunu çözmeye çalışıyordu. Havada bombadan tutun rokete kadar her türlü teori uçuşuyordu. Bizim girmemizle tüm gözler üzerimize döndü.
Daha önce geldiğim bir kaç seferden ve sokakta görüp de buraya gelmesinde yardımcı olmamızdan beni tanıyan çocuklar" Beyza abla" diye bağırarak koşmaya başladılar. Elimdeki posetleri yere bıraktığımda etrafım on kadar çocukla doldu. Diger cocuklar da merakla bize bakıyordu. Toplam 54 kişilerdi. Yalnızlık icin fazla kalabalık.
Bizi tanımayanlara hitaben konuştum. "Selam cocuklar. Ben Beyza. Yanımdaki de Mert. Size hediye getirdik . Kabul ederseniz cok mutlu oluruz." Hepsi sevinç çığlığı attı. Bu hallerine güldük. Daha sonrası hızlı geçmişti. Oyuncakları çocuklara dağıttıktan sonra onlarla oynamıştık. Hatta bir ara bir masa oyununda Mert'le karşılıklı takımlar kurmustuk. Sürekli birbirimizle tartısıp oyuna odaklanmayınca çocuklar tarafından oyundan atılmıştık. O anlar gerçekten çok komikti.
__________________
Bittu!kestuk! Uazun zaman sonra bölüm geldi. Ama nasıl özlemişim yavrucuklarımı.Gaza gelip 5000 kelime yazdım daha da bitmedi.
20 kasım ikinci part gelecek.
Eee bölümü nasıl buldunuz?
Oyuncakçıda gördüğümüz çift :)
Onların hikayesi konusunda hala kararsızım. Sence yazıyım mı?
Oy ve yorum yapmayı unutmayın. 5000 kelimenin hakkını verin bir zahmet.
Bana iyi geceler. Size keyifli okumalar.🥰😘 Bundan sonra bir tane özel bölüm gelecek Can ve Zeynep için. Yapabilirsem Ebe Sobe'ye de bir tane atmayı planlıyorum.Sonraki için söz veremiyorum. Dediğim gibi vizelerden sonra yazabilirim sonrakini ancak.
|
0% |