@kuslarinevsahibi
|
Yeşil gözleri bir ormandaymışım gibi hissettiriyordu. Bugüne kadar gördüğüm en güzel yüzlerden biriydi. Kas ve damarlardan oluşan elbisesinden gözümü alamıyordum. Sırtını gri betona yaslamış öylece bana bakıyordu. Dudakkarında hafif bir tebessüm, gözlerinde ise korku ve kırgınlık vardı. Midem bulanıyordu. Bir anda etrafım dönmeye başladı. Kızın yüzü saçları yavaş yavaş değişiyor; küçük bir çocuğun masum yüzüne, uzun siyah saçlarına dönüşüyordu. 10 yaşındaki bir kız çocuğuna... 10 yaşındaki Azra'ya... Gözyaşları öylece yüzünde kurumuş, gözleri kızarmış, çaresizliği gözlerinden okunan bu kız çocuğu karşısında kendimi güçsüz hissettim. Çünkü ben ağlamak isteyip ağlayamazken o dilediği gibi ağlayabiliyordu. O hala babasının küçük prensesiydi. Gözyaşlarını hala babasının sileceğine inanan bir kız çocuğu. O gün ilk defa silinmeyen gözyaşları yüzünde kurumuştu. O kız ilk defa o gün tekrar ağlamamaya yemin etmişti. Ağlamak güçsüzlük olduğu için değil. O ağlayamacak kadar güçsüz olduğu için... Kalbimin sıkıştığını hissettim. Sonra birden her şey değişti. Şimdi kolonun altında ne o küçük vardı ne de güzel kız. Ben oturuyordum orada. Hareket edemiyordum. Başımı çevirdim. Etrafı gözlerimle taramaya başladım. Karanlığın arasından onun geldiğini gördüm. Bana gülümsüyordu. Birkaç gündür tıraş edilmemiş sakalları ona çok yakışıyordu. Tıpkı son gördüğümde olduğu gibiydi. Elimi uzattım. Yavaşça yaklaştı. O yaklaştıkça karanlığın yok olduğunu, yerine bembeyaz bir ışığın geldiğini gördüm. Artık o karanlık otoparkta değil yeşil dümdüz bir ovadaydık. Arkamdaki kolon gitmiş yerine kocaman bir çınar bırakmıştı. -Bana verdiğin sözü unutma. Ne olursa olsun adaletli olacaksın. Bu düzeni değiştiremesen de bir parçası olmayacaksın. Otoriter bir sesle söylemesine rağmen, sesini duymak içimi ısıtmıştı. Üzerinden geçen 25 yıla rağmen sesini hatırlayabilmek mutlu etmişti. Kokusunu hatta yüzünü bile unutmaktan öyle çok korkmuştum ki. İlk günlerde hergün, her saniye resmine bakmış her bir hücresini ezberlemeye çalışmıştım. -Seni çok özledim, baba. -Ben de seni kızım. Ama henüz kavuşmak için çok erken. Acele etme tamam mı? Seni seviyorum. -Tekrar gelecek misin? -Belki, birgün yine... Benden yavaşça uzaklaşmaya başladı. İşte yine gidiyordu. Kulaklarıma rahatsız edici derecede yüksek makine cızırtıları geliyordu. Ben zihnimde o sesi duymamak için uğraşırken O çoktan benden uzaklaşmıştı. "Hayır, lütfen gitme." dedim. Ancak kendimi zor duyuyordum. Bağırmaya çalışıyordum. Ona doğru koşmaya başladım. Sesler arttı,arttı,arttı... Alarmın sesi beni uykumdan uyandırdı. Esnedim ve gördüğüm rüyanın etkisinden çıkmaya çalıştım. Onu her seferinde gitmeden önceki haliyle görüyordum. Rüyalarıma girdiğinde mutlu oluyordum ama uyandığımda sadece bir rüya olduğunu hatırlamak canımı acıtıyordu. Yüzümü yıkamak için banyoya girdim. Beynim hala rüyanın etkisinde onu düşünüyordu. Bizden gidişini... Onu bizden nasıl aldıklarını. Kalbimdeki o boşluğun yine sızladığını hissettim. Banyodan çıktığımda, otuma odasının açık kapısından görebildiğim, saate gözüm takıldı. Annemle konuştuğumdan beri yarım saat geçmişti. Yarım saatte nasıl bu kadar derin uyuyup üstüne bir de rüya gördüğüme şaşırdım. Odama girip üzerimi değiştirdim. Herzamanki gibi çok sade giyinmiştim. Siyah bir sweatshirt ve siyah kot pantolonumla sevgilisiyle buluşmaya gidecek birinden çok bakkala gidecek gibi duruyordum.Boş ver Azra. Bizi de seven böyle sevsin. Üzerimi giydikten sonra Nehir 'in odasına gittim. Evdeki tek hayat dolu yerdi. Benim siyah ve beyaz renklerle döşenmiş odama kıyasla, bir gökkuşağı kadar renkliydi. Nehir bir sandalyenin üzerine oturmuş saçlarını topuz yapıyord. Dudaklarındaki parlak kırmızı ruju, mavi gözlerini daha da güzelleştiren siyah göz kalemi, hafif parlak cildiyle çok güzel görünüyordu.Yiğit'in görünce dili tutulmasa bari. Siyah mini elbise de ona çok yakışmıştı. Onbeş dakika sonra ikimiz de evden çıkmış, bizi almaya gelen arabalara yönelmiş bulunuyorduk. Arabaya bindiğimde Mehmet'e selam verdim. Beyaz bir gömlek ve siyah pantolon giymişti. Benim aksime gayet şık görünüyordu. - Yine çok güzelsin. -Kot pantolonumla mı? Hafif alaylı bir şekilde sorduğum soruma ciddi bir şekilde başını salladı. -Kot pantolonunla. Açlıktan solmuş yüzünle hatta uykusuzluktan şişmiş gözlerinle bile o kadar güzel görünüyorsun ki. Seni anlatacak kelimeler dünya üzerinde var olmamış gibi hissediyorum. - Övdün mü gömdün mü? Anlamadım valla. Duygusal anlarınızın katili Azra Solmaz iş başında. Kendi kendini tutuklaman lazım. - her halinle güzelsin diyorum hayatım. Ama en acilinden bir şeyler yemezsen bayılacak gibi duruyorsun. O yüzden hemen gidelim. Bir yandan arabayı çalıştırıp bir yandan bunları söylemişti. -Valla çok iyi olur. Açlıktan midem sırtıma yapıştı. Sabahtan beri bir poğaçayla duruyorum. -O zaman bizim mekana sürüyorum. Dediği şeyle yüzüm aydınlandı. Aç bir Azra'yı doyurmanın en iyi yolu :kebap. Muhabbet ederek geçen 10 dakikanın sonunda kebapçının önünde arabayı durdurmuştuk. Mehmet arabayı park ederken ben de inmiş onu bekliyordum. Gelip geçenlere rahatsızlık vermemek adına kenara çekilmiştim. -Azra telefonum sende mi? Mehmet'in seslenmesiyle ona doğru döndüm. -Hayır, bende değil. Torpidoya bak- Sözümü bölen bir adamın pardon ayının omzumu koparmak istercesine bana çarpmasıydı. -Höst! Önüne baksana lan ayı. Kocaman kadını da mı görmüyon? Bomboş kaldırımda bana çarpmayı nasıl becerdin çam yarması. Boğuk bir sesle pardon dediğini duydum. Simsiyah giyinmiş garip bir adamdı. Yüzünü görememiştim. Hızlıca yanımdan uzaklaştı. -memlekette pardonlar çıkalı eşekler çoğaldı. Ben onun arkasından söylenirken Mehmet de elinde telefonuyla gelmişti. -Ne oldu? -Dağ ayısının biri bana çarptı. Boşver gel içeri geçelim. Şimdi şuraya otutup 'açım ben aç' diye ağıt yakacağım. Güldü. Elimden tuttu ve içeri geçtik. Masaya oturduk. -Vay demek sonunda açılmaya karar verdi ha bizim kayınço. - Mehmet o senin kayınçon değil. -Ne kadar ayıp. Yiğit duymasın. Hani biz kardeştik diye otutur ağlar. Tabi öncesinde de seni bir güzel yolar. -Yapar valla. Neyse ya. Bir an önce açılsın da ben de liseli aşıklar gibi flört etmelerinden kurtuluyum. -Çok tatlılar ama. -Bir de bana sor. Yiğit her yanaşmaya kalkıştığında Nehir kaçıyor. Nehir güzel bir şey söylediğinde Yiğit kıpkırmızı kesiliyor. Aklıma gelen görüntülerle kahkaha atmaya başladım. O da benimle birlikte gülmeye başladığında durmamıza sebep olan şey benim telefonumun sesiydi. Ben hızla açarken Mehmet memnuniyetsizlikle yüzünü buruşturmuştu. -İyi günler Azra komserim. Ben Gizem Yıldız. Derisi yüzülen maktül hakkında aramıştım. Herhangi bir ipucu bulunup bulunamadığını haber vermemi istemiştiniz. Parmak izlerinden herhangi bir şey çıkmadı. Kamuya açık bir alan olduğu için herhangi bir ayak izi de yok. Yalnızca bir makas, iğne ve fırça bulundu cesedin birkaç metre ilerisinde. Onlarda da herhangi bir parmak izi yok. Her ikisini de incelemeye gönderdik. Adli tıptan haber bekliyoruz. Masadan bir kaç adım uzaklaştım. -Cesedin kimin olduğu anlaşılabildi mi? -Henüz değil. Sandalyesinde yan dönmüş, bana merakla bakan küçük bir kıza tebessüm edip devam ettim. -Teşekkür ederim Gizem. Başka bir gelişme olursa haber et lütfen. Bana 7/24 bu numaradan ulaşabilirsin. İyi akşamlar. Telefonu kapatıp masaya döndüm. -"Bir biz ulaşamıyoruz zaten 7/24 sana. Mehmet'in söylenmesini görmezden gelip oturdum. Ben konuşurken kebaplarımız da gelmişti. Oturup yemeye başladık. Gayet güzel ve keyifli bir akşam yemeğiydi. Taki telefonuma düşen ikinci bir aramaya kadar. Nehir arıyor ~~ Çalan telefonumu açtım. Telefonun diğer ucundan gelen öksürük sesiyle çatık olan kaşlarım daha da çatıldı. -Nehir. Alo! Nehir ses ver! -Azra, yangın çıktı. Öksürüklerinin arasında zar zor konuşmuştu. -Ne yangını? Ne diyorsun? Sen nerdesin? Yiğit nerde? Ne oluyoruz ya? Art arda sorduğum sorularla Mehmet yanıma yaklaşmış, daha iyi duyabilmek için kulağıma doğru eğilmişti. Şuan hızlanan kalbim işleri kesinlikle kolaylaştırmıyordu. 3 yıllık sevgilimiz hala heyecanlanıyoruz. Manyak mıyız acaba? -Restorandayız. Yiğit restoranı yaktı yanlışlıkla. -NEEE?!!! Bunu nasıl becermiş olabilir ya? Sonunda duyamayacağını anlayıp geri çekilen Mehmet ve normal ritmine dönen kalbimle rahatladım.Biz yangın diyoruz bu ne diyor? Kız şuan aşkın sırası mı? Dön önüne almıyım ayağımın altına. . İç sesimin içine annem kaçmış. -Gelip beni alır mısın? -Geliyoruz. Kapat. Konuşmamı bütün çabasına rağmen duyamayan Mehmet 'e döndüm. Konuşmayı duyamadı ama senin maraton koşan kalbinin sesini duymuş olma ihtimali yüksek. -Nehir' le Yiğit'in gittiği restoran yanmış. Gitmemiz lazım. Hesabı ödeyip kebapçıdan çıktık. Beş dakika sonra restoranın önündeydik. İtfaiye aracı ve bir ambulans kapıda bekliyordu. Yiğit bir polisle konuşurken Nehir ortalıkta görünmüyordu. Binaya baktığımda bir zarar olmadığını gördüm. Garsonlar yanmış bir masayı dışarı taşıyorlardı. Yiğit 'in yanına doğru adımladım. Yaklaştıkça duyduklarım ufak bir kahkaha atmama sebep oldu. -Ya kardeşim ben de polisim diyorum. Salsana beni. Hem sanki bilerek mi yaptık. Öyle şeyi şey ediyim derken şey oldu işte. -Yahu kardeşim nerden biliyim ben senin gerçekten polis olduğunu? Kimlik göster diyorum yok ki diyorsun. -Sana yalan borcumuz mu var be? Polisim kardeşim. Hem de cinayet bürodan. Son cümleyi oğlu tıp kazanmış anne edasıyla söylemişti.Bunun kafa bir milyon. Ne içtiyse aynısından istiyorum. Çok güzel kafa. Biraz daha yaklaşınca diğer polisi tanıdım. Bu benim henüz komiser yardımcısı olduğum zamanlar zorunlu şark görevinde tanıdığım, devrem Burak 'tı. -Vayy vayy devreem! Sen buralarda mıydın ya? Sesimi duyduklarında ikisi de bana döndü. Yiğit' in bayık bakışlarında çocuksu bir sevinç parladı. Buraksa beni tanımıştı. -Ooo Azrail. Naber? Asıl sen buralarda mısın? Bir gittin pir gittin valla. İnsan bir arar sorar. Benim bir devrem vardı öldü mü kaldı mı? Hiç! -Bana diyene bak hele. Sanarsın sen hergün arıyorsun da ben eksik kaldım. -Neyse canım. Sen ne yapıyorsun? -Napıyım be aynı uğraşıyoruz işte. Yanımızdan gelen yalancı bir öksürük sesiyle Yiğit 'e döndük. -Azra şuna söyle benim polis olduğumu inanmıyor bana! Resmen annesine şikayet eden 5 yaşındaki çocuk. Kelimeleri ağzında yuvarlayan Yiğit' e başımı sallayıp Burak'a döndüm. -Kendis bizim bürodan. Komiser Yiğit Başaran. Cinayet büro. -Helal olsun sana. Demek ne yaptın ettin geçtin cinayete öyle mi? -Öyle öyle. Ee ne olmuş burda? -Senin devre kız arkadaşına romantiklik olsun diye mum koydurmuş masaya. Sonra da biraz çakırkeyif olunca eli muma çarpmış. Mumlar devrilince yanmaya başlamış. O da panikle masadaki suyu üstüne atmış. Tabi ateşten çok kızın üzerine gelmiş. Bu ikisi kavga etmeye başlayınca alevler artmış. Müşteriler ve garsonların yardımıyla söndürmüşler. Tabi İtfaiye ve ambulansı da arayınca biz de geldik. Arkadaş izin verse ifadelerini alıp salıcaz ama inat etti. Burak anlatmayı bitirince tekrar Yiğit'e döndüm. Suçlu bir çocuk gibi boynunu bükmüş bakıyordu. Burak'a yarın merkezde ifade işini halledeceğimizi söylediğim de gitti. Arabayı park etmiş yanımıza gelen Mehmet'i görünce Yiğit 32 diş gülümsedi. Benim sevgilim ben görünce bu kadar gülmüyorum. -Eniştem gelmiş. Canım eniştem ya! -Canım kayınçom ya! -O senin kayınçon değil. -Kayınçom bir kere. -Ben aranızdan çekiliyim isterseniz. Siz takılın enişte - kayınço. Hem benim Nehir'im nerde? Sorumu sorarken Yiğit' e bakmıştım. - Üstü ıslanınca ceketimi vermiştim. Arabaya geçti sanırım O. -Ee bizim itiraf işi ne oldu? -Ben sakarlaşınca yalan oldu. Yiğit kendine gelmeye başlamıştı. İçtiği şeyin etkisi yavaş yavaş kayboluyordu. Ama hala kafası güzeldi. -Tüh bee! Ben de tam kavgacı görümce mooduna bağlayacaktım. -Ben kayınço olamıyorum. Sen niye görümce oluyorsun? Bana ne olamazsın hıh! Kollarını bağlayıp bana hafif sırtını döndü. Şuan resmen trip atıyordu. -Yeter artık gidelim de bitsin şu gün. Nehir'in sitemli gelen sesiyle hepimiz ona döndük. Elbisesi ve saçları ıslanmıştı. Omzunda Yiğit'in ona 2 beden büyük siyah ceketi vardı. -Ama bugün güzel bitecekti kii. Yiğit dudaklarını büzerek konuştuğunda olay kokusu almış köpek gibi hemen telefonumu çıkardım. Biraz sonra olacaklar kesinlikle kaydedilmeye değer şeyler olacaktı. Yiğit düşünmeden konuşmaya devam etti. - Ben sana daha aşkımı itiraf edemedim. İlanı aşk yapacaktım. Ferhat olup dağları delecektim. Bir dakka ya ben niye dağ deliyorum? Karayolları mıyım ben? Değilim ki. Ben delsem delsem senin buz dağlarını delerim. Nehir, Yiğit'e ağzı açık bakarken biz Mehmet'le birbirimize sarılmış bu iki aşığı izliyorduk. Telefonu Nehir'e çevirip bu halini çektim. Bir ara açıp açıp izlerim artık. Yiğit devam etti. - Ben öyle Mecnun gibi çöllerde de kaybolamam. Çölde hiç deniz yok. Ben senin deniz gözlerin olmadan yaşayamam ki. Böyle baktıkça içimin gittiği gözlerine dalar orda kaybolurum. Olmaz mı? Sen de zaten ne Şirin ol ne de Leyla. Sen benim denizlerine vurulduğum kız ol. Olur musun? Yiğit'in hevesle sorduğu soruya Nehir başını aşağı yukarı sallayarak cevap verdi. -Sen bana ne Ferhat ol ne de Mecnun. Sen benim hep yanımda ol. Boşver Leyla'yla Mecnun 'u biz seninle Nehir' le Yiğit olalım. -Ay sonunda ya! Valla kaç senedir liseli ergenler gibi flört etmenizden içim şişmişti. Buyrun romantik anlarınızın katili Azrail. Söylediklerimle ortamın bütün havası dağılırken sonunda orda dikilmekten vazgeçip eve gitmek üzere arabalara geçtik. Arabada Mehmet'le konuşup sohbet ederken içimde engel olamadığım bir rahatsızlık hissi vardı. Arkamızdaki siyah arabanın bizi uzun bir süredir takip ettiğini farkettiğimde kaşlarım kendiliğinden çatıldı. -Mehmet şurdan sağa dönsene. Ne olduğunu anlamasa da dediğimi yapıp döndü. Araba hala arkamızdaydı. Önümüzdeki diğer çatalı gösterip 'tekrar sağ' dedim. Tekrar döndüğünde bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Ama sorgulamıyor sadece benim dediğimi yapıyordu. Araç hala arkamızdaydı. Bu beni gererken Mehmet'e arabayı durdurmasını söyledim. Durduğumuzda arabanında durmasını bekliyordum. Ama beni yanıltıp yanımızdan geçip gitti. Siyah filmli camlar içerdekini görmemi engellemişti. Yanımızdan geçerken içimdeki kötü his daha da artmıştı. Kendimi bunun sadece bir tesadüf olduğuna inandırmaya çalışarak Mehmet 'e döndüm. Endişeli gözlerle bana bakıyordu. -Ne oldu? -Birinin bizi takip ettiği hissine kapıldım. Sadece kuruntu. Bir şey yok. -Bu ara çok çalışıyorsun. Biraz ara vermen lazım. Gittikçe çöküyorsun ve bu bana hiç iyi gelmiyor. -Endişelenme. İyiyim ben. Şuan elimde önemli bir dosya var. Onu halledip yıllık izne ayrılacağım. Elini yanağıma koyup baş parmağıyla elmacık kemiğimi okşadı. -sen bilirsin. Sadece iyi ol tamam mı? Sen iyi ol ki ben de olayım. Başımı salladım. Arabayı çalıştırdı ve evin yolunu tuttuk. Evin önüne geldiğimizde yanağından öpüp indim. Yiğit'in arabası da apartmanın önündeydi. Dairemin olduğu kata çıktığımda açık kapıyla anlık olarak duraksadım. İçeriye seslendim. -Nehir? Benim sesimle eş zamanlı olarak bir çığlık sesi yükseldi.Silahımı hemen kılıfından çıkardım. Kapıdaki parmak izlerine zarar vermemek için dokunmamaya özen göstererek içeri süzüldüm. Nehir koridorun sonunda kitlenmiş bir şekilde mutfağa bakıyordu. Çığlık sesinin ondan geldiğini anlayarak hemen yanına yaklaştım. -Nehir ne oluyor? Kapı neden aç- Duraksamama neden olan darmadağınık olan mutfaktı. Yerde bir kaç tabak ve bardak kırılmıştı. Ama asıl ilginç olan heryerde kırmızı lekelerin olmasıydı. Mutfak fayansları, halı her yer kıpkırmızıydı. İlk aklıma gelen bunun kan olduğuydu. Ancak ezbere bildiğim kanın o tanıdık ağır, demirimsi kokusu yoktu. Daha dikkatli bakınca bunun boya olduğunu anladım. -Ne olmuş burda böyle? -Bilmiyorum. Ben geldiğimde kapı açıktı. Hırsız olduğunu düşünerek yavaşça içeri girdim ve bununla karşılaştım. Nehir'e anladım anlamında başımı salladım. Telefonumu çıkarıp merkezi aradım. Evimin adresini verip buraya bir ekip yollamalarını istedim. Bunları yaparken bir yandan da diğer odalara göz gezdiriyordum. Nehir 'se evde kalmak istemeyip apartman boşluğuna çıktı. Çıkmadan önce duyduğum son şey Yiğit' i aradığıydı. Banyoda, oturma odasında veya Nehir'in odasında bir şey yoktu. Elimdeki silahı ateşlenmeye hazır olacak şekilde tutarak odama yöneldim. Elimdeki eldivenlerle yavaşça kapının kulpunu çevirdim. Işığı açtım. İçerde karşılaştığım manzara ilk önce rahatlamamı daha sonra ise kaşlarımı çatmamı sağladı. Odam ilk bakışta bıraktığım gibi görünüyordu. Ama yatağımın hemen yanındaki komodinin üstündeki fotoğrafın yeri değişmişti. Ayrıca yatağımın üzerinde bir makas vardı. Çalışma masamda ise bir not kağıdı. Telefonumu çıkarıp ikisininde fotoğrafını çektim. Cebime geri koymadan önce Mehmet'i aradım. Herzaman ben ışığımı açana kadar beklerdi. ' Ben polisim, kendimi korurum, evine girip girmediğini kontrol etmene gerek yok' dememe rağmen o endişelenirdi. Sevilmek, güvende hissettiriyor. Hala evin önünde olduğunu bilerek onu aradım. Telefonun açılmasını beklerken adımlarım masaya doğru yönelmişti. -Alo? Azra, bir sorun mu var canım? -Mehmet hala burdasın dimi? -Evet. Ne oldu? Sen iyi misin? -İyiyim. Ama eve biri girmiş. Senden ricam biraz daha bekleyebilir misin? Beni anneme bırakman gerekebilir. -Tabi ki. Sen iyi olduğuna emin misin? Korkuyorsan gelebilirim. Polisi aradın mı? Söylediklerine istemsiz bir şekilde güldüm. -Mehmet ben polisim ya hani. Ayrıca neden korkuyum? Onlar benden korksun. -Doğru bir an unuttum. Neyse. Ben bekliyorum sen haber verirsin. Sanırım yukarı çıkmam doğru olmaz. Görüşürüz. -Tamam. Görüşürüz. Telefonu kapattım. Masanın üzerindeki notu elime almadan okudum. Oyun başlasın AZRAİL. Sevgiler TERZİ... İçimde kötü şeyler olacağını söyleyip duran felaket tellalını susturup odadan çıktım. Polisler gelmişti. İncelemeye başlamışlardı. Bir tanesi de Nehir'le konuşuyordu. İnceleme uzun sürerdi. Bugün burada kalamayacağımız için ben annemde kalacaktım. Nehir'in yanına yaklaştım. Yanındaki meslektaşıma döndüm. Otoriter ama sert olmayan bir sesle konuşmaya başladım. -Aysel, benim odama da bakın. Yatağın üzerindeki makas ve masadaki nottan parmak izi örneği bulmaya çalışın. Bizim burda daha fazla durmamız uygun değil. Son cümlemi Nehir'e bakarak söylemiştim. -Emredersiniz başkomiserim. Başımı salladım. Aysel yanımızdan uzaklaşınca Nehir de bana döndü. - Ben kuzenimin yanında kalacağım. Yiğit birazdan almaya gelir. Sen? -Beni de Mehmet anneme bırakacak. Aşağıda beni bekliyor. Bir sorun olursa haber- Çalan telefonumla sustum. Annem arıyordu. Saat 11'i geçiyordu. Normalde bu saatte aramazdı. Ama ne zaman bir sorunum olsa hissederdi. Neşeli tutmaya çalıştığım bir sesle açtım. -Alo? Annem. -Kızım ne yapıyorsun? -İyi annem. Ne yapıyım? Ben de şimdi sana gelecektim. Bir ana-kız gecesi yapmayalım mı? Sesindeki endişeyle cevap verdi. -Ne oldu? Sen iyi misin? Yaralandın mı? Birine bir şey mi oldu? Yiğit, Nehir, Mehmet hepsi iyi mi? Kızım cevap versene! -Sakin ol be sultanım. Kimseye bir şey olmadı. Hem ben şeyden dedim geliyim diye. Bir anlık duraksadım. Daha sonra aklıma gelen şeyle daha rahat bir şekilde konuşmaya devam ettim. Üzgünüm anne. Daha ne olduğunu ben bile anlamamışken sana anlatırsam mahvolursun. Yalanım için affet beni. -Yarın Mehmet kahvaltıya gelecek ya sana. Dedim geceden gidiyim de anneme yardım edeyim. Ama istemiyorsan gelmeyebilirim. Sonuçta benim de bir gururum var. Sahte bir kızgınlıkla söylediklerim annemi güldürmüştü. -İyi yedim bakalım deli kız. Gel hadi bekliyorum. Valla dizim bitene kadar vaktin var. Yoksa ben uyurum. Sen de kapıda kalırsın. -Zili çalar uyandırırım be aney takma kafana. -Hele sen beni bir güzellik uykumdan uyandır. Elime terliği alıp geceymiş, kocaman kızmış dinlemeden seni kovalamazsam bana da Deli Asiye demesinler. -Sakin ol Asiye sultan. Ne bu hiddet bu celal? Neyse ben çıkıyorum evde görüşürüz. -Allah'a emanet. Nehir'e ve diğer meslektaşlarıma selam verip evden çıktım. Apartmanın önüne geldiğimde arabasına yaslanmış beni bekleyen Mehmet'i gördüm. Yanına geldim. Ben yolcu tarafının kapısını açacakken kolumdan tuttu ve beni kendine çekti. Sıkıca sarılmasına hiç bir karşılık vermedim. Şaşırmıştım. O bana dokunmak için genelde izin alırdı. Evet sadece sarılmak istese bile. Korkmuş olmalıydı. -Yemekten sonra takip, şimdi evin. Ne oluyor Azra? Sen iyi misin? Beni düşünmesi tebessüm etmemi sağlamıştı. Bazen benim insanları korumakla görevli bir polis olduğumu unutup sadece beni korumaya odaklanıyordu. 7 senedir bunun beni rahatsız mı ettiğini yoksa değerli mi hissettirdiğini çözememiştim. -İyiyim sorun yok. Küçük bir hırsızlık sadece. Bunları söylerken aklıma not gelmişti. Hırsızlık değildi. Kötü bir oyundu ve bu oyun bizi hiç eğlendirmeyecekti. Arabaya bindim. Annemin evinin önüne geldiğimizde arabadan indim. Mehmet beni yine kendine çekip sarılmıştı. Sarılışında sahiplenici korumacı bir hava vardı. Kendimi güvende hissettim. Tıpkı 25 sene önce ona sarılırken hissettiğim gibi. Babama... Kollarından ayrılıp gülümsedim. Annemin evinin önüne geldiğimde derin bir nefes aldım. Işıklar yanmıyordu. Perdelerin birinden belli belirsiz bir ışık geliyordu. Televizyon olmalı. Kapıyı tıklattım. İçerden ses gelmeyince pantolonumun cebinden anahtarı çıkardım. Eğer uyuduysa Asiye Solmaz'ı uykusundan uyandırmak bir boz ayıyı kış uykusundan uyandırmaktan daha tehlikelidir.Annen ona ayı dediğini duyarsa seni burdan fizana kadar terlikle kovalar. Biliyorsun dimi Azra? Biliyorum içses, biliyorum.Azra sen bana cevap da vermeye başladın. İyice kafayı yedin sanırsam. Boşver be içses ne demiş birisi 'Hayat delirince güzel' Yavaşça kapıyı açıp içeri girdim. Annem televizyonun karşısında koltuğu açmış uyuyordu. Çoğu zaman televizyon başında uyuyakaldığı için bu şekilde izliyordu. Sizi uyuduğunuz koltuktan kaldıracak kimse olmayınca kendinizi idare etmeye çalışıyordunuz. Sessizce yanına kıvrıldım. Ona sarıldığımda bana karşılık verdi. Kendimi uykunun kollarına bırakırken uzun zamandır olmadığım kadar huzurluydum. 🩸🩸🩸 Uzanıp televizyonun sesini kıstım. İçerden gelen inlemeler susmuştu. Nihayet. Onun uyuduğundan emindim. Televizyondaki görüntüyü izlemeye devam ettim. Azra Solmaz. Gazetecilerle konuşurken kendinden emin ve cesur görünüyordu. Ama onu takip ettiğimi anladığında gözlerindeki korkuyu görmüştüm. Benden korkmuştu. Terzi den korkmuştu. Bu kendimi güçlü hissetmemi sağladı. Ben durdurulamazdım. Benim sanatım engellenemezdi. Ben mükemmel olandım. Şimdi yeni sanat eserim üstünde çalışmam gerekti. Daha kusursuz, daha mükemmel olanla. Öncekinin aksine O' nun görünmesini engelleyemezlerdi. O ortaya çıktığında diğerini de saklayamayacaklardı. İzin vermeyecektim. Sadece biraz zamana ihtiyacım vardı. Gözlerimi 15'inci kez izlediğim röportajdan çektim ve onu izlemeye başladım. Yatakta huzursuzca kıvrılmış uyuyordu. Ona zarar vermemiştim. Henüz. Onu dövmek ya da başka bir şey yapmak gibi bir niyetim yoktu. O benim için bir ressamın paleti gibiydi. Palet ne kadar temiz olursa resim o kadar muhteşem görünür. Yanına yaklaştım. Kumral saçlarında ellerimi gezdirdim. Mavi gözlerini yavaşça araladı. Gözlerindeki tiksinti ve korku beni güldürdü. Kaşları çatık ne yapmaya çalıştığımı algılamaya çalışıyordu. Refleks olarak bacaklarını kendine çekti ve sanki korunabilecekmiş gibi elleriyke yüzünü kapattı. Bu beni daha çok güldürdü. Gülümsemem kahkahaya dönüşürken beni dehşetle izliyordu. Yüzünde gördüğüm şey onu hemen öldürme isteğimi artırıyordu. Suyun altında boğulmamak için vereceği mücadeleyi düşündüm. Çok heyecan verici. Onu kendi ellerimle boğmanın ne kadar büyük bir zevk vereceğini düşünmemeye çalısıyordum. Hayır, bu vücudunda morluklar demek. Bunu istemem. Ondan uzaklaştım. Henüz vakti değil. Azra'yı düşünmeye başladım. Evini bulmak zor olmamıştı. Emniyetten çıktıktan sonra arkadaşı onu bırakmıştı. Birlikte o kadar dikkatsizdiler ki beni fark etmediler bile. Sonra o kebapçı, yolda ufak bir macera. Onlar kebapçıda rahatça yemek yerken ben evine girmiştim. Tam ondan beklendiği gibi sade ve soğuk bir evdi. Evde hangi odanın ona ait olmadığını anlamak bile çok kolaydı. Azrail. Lakabı buydu. Aslında bu işe başladığımda onunla karşılaşacağımı biliyordum. Sanatıma engel olabilecek belki de yegane insandı. Ama bu umrumda değildi. Beni kimse durduramazdı. Azra Solmaz bile. Azrail bile... |
0% |