@kutagi
|
Keyifli okumalar. _____ Pars'ı uzunca bir süre sorguladıktan sonra serbest bırakmışlardı, yine de herkesin gözü üzerindeydi. Bu süre zarfında bir kez bile yanıma gelmemişti, yine her zaman yaptığı gibi öldürücü bakışlar atıp önümden geçti. "Onunla birlikte geldin. Sence o hain mi?" Arkamdan gelen sesle irkildim. "Hayır. O hain olamaz. Dediğin gibi, onunla beraber geldik. Türk eskerlerinden sizin kadar nefret ediyor o da, sadece bir anda eline böyle bir fırsat geçtiği için panik yaptı. Fazla duygusal." Havin'in ikna olmuş gibi bir hali vardı. Telsizden gelen cızırtılı sesle uzaklaştı yanımdan. Çok bir süre geçmeden sinirle bağırıp telsizi fırlattı. "Lanet olsun! Lanet olsun! Çok yaklaşmıştım! Nasıl haberleri oldu? Nasıl o kadar çabuk kaçabildiler? Ah!" Herkes ne olduğunu anlamak için etrafına toplandı. "Havin başkan ne oldu?" Kırmızı görmüş boğa gibi burnundan soluyordu. "Adamların. Yarısı. Ölmüş. O patlayanlar asker değil, bizimkilermiş!" Hepsi şaşkınlıkla bakıyordu, Pars da dahil. Aniden kafasını bana çevirince Havin'e döndüm. "Nasıl olur Havin? Kendi gözlerimizle gördük, eskerdi onlar." Onaylar şekilde baktı yüzüme. "Buna inanamıyorum ya ben de. Benim adamlarımı öldürmek ha... Sizin canınızı öyle bir yakacağım ki..." Gösterinin bittiğini anlayan herkes etrafa dağılınca, ben de uzaklaşmıştım oradan. Bir anda önüme Pars geçti. "Sen biliyor muydun? Hiç düşünmeden patlattın orayı Rojin." "Nereden bilebilirim Halit? Onları sen gördün, esker olduklarını onayladın." Başını salladı. "Haklısın. Nereden haberleri oldu acaba?" Derin bir nefes aldım. "Aramızdan biri hain olabilir mi? Havin başkan?" Ne yapıyorsun der gibi bakıyordu. Havin duyduğu şeyle durup bizim olduğumuz tarafa döndü. "Herkes buraya gelsin!" Sesi duyanlar koşarak dizilmişti karşısına, biz de ağır adımlarla gidip diğerlerinden biraz uzakta durduk. "Aramızda bir hain var. Eğer hemen ortaya çıkmazsa, ben bulduğumda kolay kolay öldürmeyeceğim." Kimseden çıt çıkmıyordu. "İyi. Öyle olsun." Bir işaret yapıp sıraya dizilmiş olan birini aldılar. Ağacın önüne getirip başına elma koydular, anında yalvarmaya başladı. "Ne olur heval. Ben hain değilim, sen de biliyorsun bunu! Yapma." Onu dinlemeden başının yanına sıktı. Korkuyla yerinden sıçrayınca, yerine bir başkasını koydular. İki üç kişi derken bunun böyle gitmeyeceğini fark etti. "Hepsini dizin sıraya." 60 kişi yan yana geçmiştik. Bir anda bize doğru ateş etmeye başladı, olayı anlamak kolaydı. Korkan kazanır, cesur olan kaybederdi. Çoğu kişi gibi korkup kendimizi yere attık. Allah'ım kendimden nefret ettim şu an... Yan tarafımdakilere baktığımda birkaç kişinin ayakta kaldığını gördüm, yüzlerine daha dikkatli baktığımda bunları geçen yıl görevdeyken gördüğümü fark ettim. "Ne?" Pars bana döndü. "Ne oldu?" Başımla ayakta duranları işaret ettim. Havin yavaşça üzerlerine doğru gidiyordu. "Geçen yıl görevde görmüştüm bunları. Kazakistanlılar. O zaman gördüğümüz çocuğun ailesi olabilirler, ya da ailesini tanıyan birileri." Daha dikkatli baktı. "Evet olabilir. Onları bir şekilde kurtarmalıyız. Nasıl? Nasıl? Nasıl?" Havin yanlarına varmış sorular soruyordu. "Kimsiniz? Nereden geldiniz? Askere mi çalışıyorsunuz?" Daha bir sürü soruyu dizmişti peş peşe. "Adımızı biliyorsun. Nereden geldiğimizi de biliyorsun. Ne olursak olalım, nerede olursak olalım, iki elimiz kan da olsa Türk'e yardım ederiz." Bunları duyunca iyice sinirlenmişti. Silahı kaldırıp kadının kafasına dayadı. "Tanrı Türk'e yâr olsun! Türk'ün özü var olsun!" Kadın bağırınca, ateş etti. Gözlerimi yumdum sıkıca. Diğerlerine de ateş edeceği sırada cephaneliğin orada bomba patladı. Hemen yerden kalkıp kendimi güvenli bir yere aldım. Yan tarafıma baktığımda Pars'ı göremedim. "Şimdi ortadan kaybolmanın sırası mıydı Pars? Neredesin?!" "Neler oluyor?" Arkamdan gelen sese şaşkınlıkla baktım. "Anlamaya çalışıyorum. El bombalarını fırlatan kim?" Kaşlarını çatıp yüzüme baktı. Aynı anda kafamızı çevirip ön tarafa baktık. Bir genç gelip kadınla adamı alıp hızla uzaklaştı, gittikleri yere bakınca bir minibüs olduğunu gördüm. "Bu kadar kolay mı?" Etraf durulmuştu. Herkes bir anda ayaklanıp alabildiği kadar mühimmat aldı. Biz de onlara uyup bir şeyler aldık, arabalara doğru koşuyorlardı. "Hadi koşun! Koşun! Daha hızlı olun hadi! Kaçırmayalım onları. Dibimize kadar gelmişler ve kimse fark etmedi mi? Onlar burada esirdi. Kim serbest bıraktı onları?" Sinirden kudurmuş durumdaydı. Bu halini keyifle izledim, güya o bizi kudurtacaktı ha? Daha fazla vakit kaybetmeden yola çıktılar. "Umarım o minibüs tahmin ettiğimizden hızlı gidiyordur." Mırıldandığım şeyi Pars duymuştu. "Umarım." Arabalar son sürat giderken bir anda fren yaptı. "Ne oluyor?" İki taraftan da silah sesleri yükselince hemen arabadan inip yere çöktük. Bir bu eksikti. "Önce dağa taşa sıkalım, sonra yavaştan uzaklaşırız buradan." "Bizi fark ederler." Cebimden çıkarttığım örtüyü yüzümün yarısını kapatacak şekilde bağladım. Pars da benim yaptığımı yapınca ağır adımlarla uzaklaşmaya çalıştık. Mermiler yerimizden kıpırdamamıza müsade etmiyordu, kafamızı çıkarttığımız anda bir mermi geliyordu. "Yok bu böyle olmaz, ne yapacağız?" "Kalkan." Dediğini ilk başta anlamasam da sonradan anladım ve yerden kaldırdığımız bir cesedi önümüze siper edip uzaklaşmaya başladık. "Allah affetsin." "Bu şerefsizlerin affedilecek bir yanı kalmamıştır zaten boş ver." Gözlerimi devirdim. "Ben ondan mı bahsediyorum ya? Bana ne bu dangozlardan. Şimdi kendi timimizi kandırdık, diğerlerine yalan söyledik, üstüne bir de kaçıyoruz cesetlerle." İstemsizce gülmüştüm. "Senin psikolojin hiç iyi değil Asena. Her şey sağ selamet biterse yıllık izinini kullan, psikoloğa falan git." Başımı salladım. "En son düşüneceğim şey olabilir sağol." Silah sesleri azalınca cesetlerden kurtulup daha hızlı ilerlemeye başladık. "Off işler her zaman sarpa sarmak zorunda mı? Kora'ya nasıl ulaşacağız?" Aklıma gelen şeyle gözlerim fal taşı gibi açıldı. "Biz ulaşmayacağız. O kendisi bize gelecek." "Aklında ne var?" Gülümsedim. "Eğer Havin askerlere yakalanırda biz onu kurtarırsak Kora bizimle tanışmak istemez mi?" Parmaklarını şıklattı. "Evet! Ama o nasıl olacak?" Elimi alnıma vurdum. "Binbaşım kendine gel lütfen. Sen plancı birisin bunu düşünebilirsin." Hem plan yapıp hem etrafı kontrol ediyorduk. Önümüze bir askerin atlamasıyla geri gittik. "Nereye gidiyorsunuz bakalım?" Silahını doğrulttu. Sesimi inceltip konuştum. "Esker bizi bırak. Hiçbir şey bilmiyoruz biz." Daha dikkatli bakınca bunun Fırat olduğunu anladım. Hay şansıma... Yüzümü iyice kapattım. "Seni daha önce görmüş müydüm ben?" Sakin kalmaya özen göstererek cevap verdim. "Beni nerede göreceksin ki? Hem görseydin diğerlerinin yanında olurdum diye düşünüyorum." Dedim ölenleri kastederek. Başını salladı. "Doğru. Hadi düşün önüme." "Esker bak yanlış yapıyorsun." "Yürüyün lan!" Pars silahı tutup elinden aldı. Kolunu çevirip, dizinin arkasına vurdu, en son bayıltıp yavaşça yere bıraktı. "Özür dilerim kardeşim." Gidelim işareti yapınca aynı hızda ilerlemeye devam ettik. "Aklıma bir şey geldi." Dikkatle onu dinlemeye başladım. "Evet?" "Havini alırlarsa bir süre burada kalacaklarını düşünüyorum. Hemen dönmezler Ankara'ya. Sınır bölgesine yakın olan ya da orta tarafta bulunan askeri bölgeye giderler büyük ihtimalle. Önce tam yerlerini tespit edip sonra içeri bir şekilde girmeliyiz." Bir süre düşündüm. "Zor kısmı içeri girip fark edilmeden çıkmak. Biz hadi bir şekilde girip çıkarız da Havinle zor olur." "Doğru, ama bir şekilde yapmalıyız." Aniden aklıma bir fikir geldi. "Ya onu kurtarmak yerine takas yapmalarını istersek... Bak, Kora kızını kurtarmak için askerle her türlü anlaşmayı yapar. Hatta buluşma bile ayarlayabilir, onun elinde takas yapabileceği biri var mı? Eğer yoksa Kora'yla tanışma fırsatı bulduk sayılır. Onu olmayan bir şeyle takasa ikna edeceğiz, bizimkiler bunu fark edecek ve kısa bir çatışma çıkacak. Havin artık önemli değil, ölse de bir şey kaybetmeyiz. Böylelikle Kora'nın güvenini kazanmış oluruz." "Mantıklı. O zaman şimdiden hazırlıklara başlayalım..." 🦅 🦅 🦅 |
0% |