Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18 🐺

@kutagi

Keyifli okumalar.

_____
 

Sesleri boğuk boğuk duyarken gözlerim mühürlenmiş gibi açılmıyordu. Kendimi zorlayıp parmaklarımı oynatmaya çalıştım, hareket ettiremiyordum. Korkuyla gözlerimi açtım, bacağım ve kolum sarılıydı. Sırtımda inanılmaz bir ağrı oluşmuştu, uyandığımı gören herkes başıma toplandı. "İyi misin Asena?"


"İyi misiniz komutanım?" Başımdaki yabancı kişilerde gözlerimi gezdirdim. "İyiyim fakat siz kimsiniz?" Hepsi dumura uğramış şekilde bakıyorlardı. "Sizi tanıyor muyum?" Sol tarafımdaki biri acıyla bana baktı. "Ben seni hatırlamadığımda aynı acıyı mı hissettin Asena?" Neredeyse duyamayacağım bir sesle konuşmuştu. "Ne zamandır buradayım? Ne oldu?" İçlerinden biri boğazını temizleyip konuşmaya başladı. "Tam olarak 3 haftadır buradasın. Motor kazası yaptın." En son söylediği şeyle kalbime bir ağırlık çöktü.


Bir şey için kalbim acıyordu lakin ne olduğunu hatırlayamıyordum. "Peki kim olduğunuzu söyleyecek misiniz artık?" Az önce konuşan kişi tekrar söze girdi. "Ben Pars, bunlar Mert, Atlas, Ateş, Hazar, Aras. Daha bunlar sadece birazı. Kim olduğunu hatırlıyor musun?" Başımı olumsuz anlamda salladım. "Sen Hançer timinin komutanısın. Binbaşı Asena Bozkurt. Timin tekrar kendini tanıtır. Ben de Kurt timinin komutanı; Binbaşı Pars Boysan." Ben asker miydim?


"Peki ailem?" Hepsinin yüzünde yine aynı acı ifade vardı. "Ailen biziz. Kardeşin..-" Adının Mert olduğunu öğrendiğim kişi bir şey diyordu ki, Hazar koluna dirsek atıp onu susturdu. "Kardeşim?" Ateş lafı devraldı. "Komutanım siz zorlamayın kendinizi, dinlenin. Doktor birazdan gelir." Diğerleri de onu onaylayınca kapıya yöneldiler. Onlar çıkarken doktor ve birkaç hemşire odaya geldi. İlaçlarımı kontrol edip nasıl hissettiğimi sordular.


İşleri bitince 'geçmiş olsun' deyip çıktılar. Kendimi zorlayıp bir şeyleri hatırlamaya çalıştım, sonuç hüsrandı. Ben niçin kaza yapmıştım? Kalbim neden bu denli acıyordu? Kardeşim hakkında neden bir şey dememişlerdi? Aileme ne olmuştu? Sıkıntıyla nefes verip gözlerimi kapattım. Aradan ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum, gözlerimi açamayacak kadar halsiz hissediyordum kendimi. Etraftan gelen sesleri dinlemeye başladım. "Komutanım İbrahim Albay bir şey dedi mi?"


"Hayır. Ne olduğunu, kimin yaptığını bulamamışlar. Sanki yer yarılmış da içine girmiş itler!" Biri koltuğa sinirle oturdu. "Asena komutana ne diyeceğiz? Aynı acıyı tekrar yaşamanın nasıl bir şey olduğunu çok iyi biliyorum..."


"Bilmiyorum Ateş. Hayatımda hiç bu kadar zorlanmamıştım, ilk defa ne yapacağımı bilmiyorum." Yeni uyanıyormuş gibi homurdanıp gözlerimi açtım. "Neler oluyor?" Sesimi duyunca kalkıp yanıma geldiler. "Nasıl hissediyorsun kendini?" Kaybolmuş... "İyiyim." Bir şey eksik gibi hissediyorum ama, biri eksik gibi. "Su verir misin." Dolaptan bir şişe su alıp kapağını açtı. Bardağa döküp bana verdi. Zorlanarak suyu içtim, su yerine zehir içmiş gibiydim.


Ateş dışarı çıktı.


"Bugün alçıların çıkacak, birkaç gün daha kalıp taburcu olabileceğini söyledi doktor." Başımı salladım. "Gerçekten... Hatırlamıyor musun hiçbir şeyi?" Bir kez daha düşündüm. "Hatırlamıyorum fakat sürekli bir ses beynimi kemiriyor." Merakla yüzüme baktı. "Ne sesi?" Hafif bir ağrı girdi başıma. "Seni çok seviyorum abla... Beynimde yankılanıyor sürekli. Ses tanıdık değil, hiçbir anısı yok fakat bu ses sürekli aklımda." Başka tarafa döndü.


"Hatırlamak için zorlama kendini, geçici bir şeymiş zaten. Aç mısın yemek getirdiler mi?" Yemeği duyunca midem guruldamaya başladı. Elimle yüzümü kapattığım sırada güldüğünü duydum. "Sanırım getirmemişler, ben bir bakıp geliyorum." Ejderha var sanki içimde, ne var yemek yemediysem, niye gurulduyorsun? Birkaç dakika sonra elinde tepsiyle hemşire geldi. Ateş gelip arkama yastıkları düzenledi. "Yiyebilecek misiniz komutanım?" Ona ters bir bakış atıp elimdeki kaşığı yavaşça bıraktım.


"Yiyemeyeceğim sanırım, yardım edecek misin asker?" Böyle bir şey söylememi beklemiyor gibi kısa bir an durdu. Sonra toparlanıp kaşığa uzandığı sırada elini tutup durdurdum. "Bana komutanım deme. En azından şimdilik. Ve... Kendim yiyebilirim, teşekkürler." Elini anında çekti. "Ben dışardayım, Asena. Bir şeye ihtiyacın olursa kapının önünde bekleyenler var seslenebilirsin."


"Tamam." Kapıya doğru ağır adımlarla gitti, son anda durup arkasını döndü. "Dışarı çıkmak ister misin?" Heyecanla yüzüne baktığım sırada kapıdan bir ses yükseldi. "İstemez." İkimiz de gelen kişiye bakınca Ateş baş selamı verdi. "Komutanım." Pars gelip karşımda durdu. "Daha iyileşmediğinin farkındasın değil mi? Kaburgaların hasar gördü, ayağa kalkamazsın." Gözlerimi devirdim.


"3 hafta geçtiğini söylemediniz mi? Hem ağrım sızım da yok." İnatla bakmaya devam etti. "Çıkamazsın." Aynı şekilde ben de ona baktım. "Çıkmak istiyorum ve bunu neden sana sorayım?" Sabır dilercesine başını göğe kaldırdı. "Çıkamazsın diyorum."


"Ben de senden izin almıyorum diyorum."


"Sen bu dik başlılıkla nasıl bu günlere geldin?" Tam cevap vereceğim sırada kapıya tıklatıldı, gelene baktığımda doktor olduğunu gördüm. "Merhaba Asena hanım. Ağrınız var mı? Nasıl hissediyorsunuz kendinizi?" Gülümsedim. "Gayet iyiyim. Ağrım yok." Başını salladı. "Peki öyleyse. Dediğim gibi birkaç gün sonra taburcu olabilirsiniz, bu arada fazla durmamak şartıyla dışarı çıkabilirsiniz. Bir şikayetiniz olursa hemşirelere bildirin. Geçmiş olsun." Pars'a dönüp gözlerimle doktoru işaret ettim, yüzümde oluşan sırıtışa engel olamadan.


Bakışlarını kaçırdı. "Ne yaparsan yap. İyiliğin için dedim ben." Kafamı salladım. "Tabii ki öyledir." Ateş tekerlekli sandalye alıp yanıma geldi. Zor bela oturduğumda arkama geçip sürmeye başladı.

Bahçeye çıktığımızda bir bankın yanına getirip durdu. "Bir saniye, hemen geliyorum." Bir şey dememe fırsat vermeden hızla uzaklaştı yanımdan. Ben arkasından bakakalırken, ilerde elinde bir köpekle yanıma doğru geliyordu.


"Bunu da hatırlamadın mı?" Bir umut sorduğu soruya olumsuzca cevap verdim. "Maalesef." Yüz ifadesini sabit tutmaya çalışsa da pek başarılı olamadı. Köpeğe uzanıp başını sevmeye başladım. "Merhaba uzay gözlü. Nasılsın?" Bir anda önümde eğildi. "Ne dedin az önce?" Şaşkınlıkla yüzüne baktım. "Uzay gözlü dedim."

"Neden öyle söyledin? Bir şey mi hatırladın?" Sıkıntıyla nefes verdim. "Özür dilerim. Gerçekten hatırlamıyorum, sadece içimden öyle söylemek geldi."


"Anladım. Asıl ben özür dilerim, bu kadar zorlamamam gerekti seni. Sen bana beni anlatmıştın, istersen ben de sana anlatabilirim."


"Olur." 


"Asena Bozkurt; Nam-ı değer Kızıl Kurt. Herkese güçlü görünse de aslında içinde minik bir kız çocuğu yatıyor. En sevdiği yemek mantı, sevmediği yemek yok fakat ot gillerden pek hoşlanmaz..." Güldü. "...Sevdiği insanlara bir şey olmasına asla izin vermez, eğer olur da bir şey olursa dünyayı yakar. Çoğu kişiden daha gözü kara, Pars komutanın dediği gibi fazla inatçı fakat bu inadı onu bu zamana kadar getirdi." Derin bir nefes aldı. "İşte benim anlatımımla Asena Bozkurt."


"Sen de mi hafızanı kaybettin?" Başını gökyüzüne kaldırdı. "Evet, benim hafızamın yerine gelme olasılığı çok azdı ama."


"Peki nasıl geri geldi?" Bana döndü. "Senin sayende." Hiçbir şey demeden birbirimize baktık. Hava esiyordu fakat ben üşümüyordum, üşümeyecek kadar donmuştu kalbim. Bakışlarımı başka tarafa çevirdim. "Adı ne?" İlk başta neyi kastettiğimi anlamayıp şaşkınca baktı. Daha sonra köpek havlayınca onun varlığını hatırlayıp güldü. "Uzay. O yüzden dedim sana bir şey mi hatırladın diye."


"Anladım. Dediğim gibi, içimden geldi öyle söylemek." Başını salladı. "Tamam öyleyse. Hadi gidelim içeri, Pars komutan yiyecek beni." İkimiz de güldük. Beni içeri götürürken yüzümdeki gülümseme dondu.


Seni ölsem de unutmam.


Kayra...
 


🦅


🦅


🦅

Loading...
0%