@kutagi
|
Keyifli okumalar. _____ Peşimi bırakmayacağını anlayınca mecbur eve gelmiştim. Gecenin dördünde Akın, Kayra, Alparslan ve ben salonda oturmuş birbirimize bakıyorduk konuşmadan. "Eh yeter ya! Uykum var lan benim. Konuşmayacaksanız defolup gidiyorum, yatıp zıbaracağım." Kayra durdurdu. "Abla dur, tamam." Kolumu ondan kurtardım. "Çocuk, bu aralar sana ayrı bir ayarım. Gece dikkatli uyu." Gerçekten korkmuş gibi bir ifade vardı yüzünde. "Abi- pardon enişte. Bu harbi gece seni de beni de boğar." Kayra'nın aksine yüzünde rahat bir ifade vardı. "Ölümüm onun elinden olacaksa sorun değil." "İyice eski Türk filmlerine bağladınız ha. Adam gibi anlatın her şeyi, tek bir soru dahi sormayacağım sonra da uyumaya... Gidemiyorum. Uyumaya Gidemiyorum çünkü karargaha gitmeliyim!" Sinirle yüzümü ovuşturdum. 3 günde yarım saat uyudum. Mükemmel! "Tamam. Her şeyi en baştan olabildiğince hızlı anlatacağım sen de yarım saat de olsa uyumaya gideceksin tamam mı?" Elimi başla der gibi salladım. "O gün vuruldum, gerçekti. Fakat orada gittiğim hastanede öldürmeye çalıştılar, Albaydan daha öncesinde sizin gibi gizli bir operasyon emri almıştım. Kabul ettim. Aynı senaryo, kalbim durdu. Ölü olarak kayıtlara geçtim ve gömüldüm. 4 yıl boyunca Karan denen itin peşindeydim. Köstebek olarak düşün, oradaki bilgileri buraya iletiyordum. Sonunda açığa çıkmaya yakın bir zamanda görevimin başarıyla bittiğini söylediler fakat o zaman açığa çıktım. Türkiye'ye döndüğümde peşime takılmışlardı, senin yanına gelmek istiyordum lakin bunu yaparsam sen de tehlikeye girecektin. O gün seni aradığımda peşimi bıraktıklarını düşünmüştüm, yanılmışım. Seni öğrendiler, yanına gelemezdim çünkü onları halletmeliydim. Aptal kafam, çareyi yine yok olmakta buldu. Kayra'ya durumu anlattım, evde o koruyacaktı, operasyona beraber çıkarsanız Pars, onun dışındaki olaylarda Akın. Ben ise uzaktan izliyordum seni. Beni görüyordun çünkü artık yanına gelmek istiyordum. Bu sana daha fazla zarar verdi, sana hayal gördüğünü söylediler. Pars çoğunlukla olayı kurtardı fakat sen eminim ki inanmamışsındır." Bir süre durdum. "Soru sormayacağım dedim ama bunu sormazsam uyuyamam." Merakla bana baktı. "Bana güvenmedin mi hiç?" Ağzını açtı, bir şey diyemeden kapattı. "Anladım." Ayağa kalkıp odama gittim, kimsenin diyecek bir şeyi kalmamıştı. Yorgunlukla yatağa yattım, uyuyamayacağımı biliyordum. Yine de denemekten zarar gelmezdi... Uykumun en derinlerinde hafifçe sarsılmamla uyandım. "Asena. Kalk hadi." Gözlerimi ovuşturdum. "Saat kaç?" "5:36" Yerimden fırladım. "Şimdi mi uyandırıyorsun beni? Geç kaldım!" Aniden kalkınca başım dönmüştü. Dengemi sağlamaya çalışırken Alparslan kolumu tuttu. "İyi misin?" Başımı salladım. "İyiyim, iyiyim. Hazırlanmam lazım, duş alacaktım! Daha çok geç kalırım. Motorumu da alamadım ki geri." Alparslan gülerek izliyordu beni. "Ne gülüyorsun ya?" "Bu halini özlemişim. Uykuyu çok seviyorsun ve bunu kimse bilmiyor." İşaret parmağımı kaldırdım. "Kayra ve senden başka kimse bilmiyor." Diye düzelttim onu. "Ha evet, unutmuşum onu." Parmağımı tehditkarca salladım. "Kardeşime düzgün davran." "Ne zaman kötü davrandığımı gördün? Vallahi iftira." Onaylamaz bakışlar attım. "Yemin etme bari, çarpılacaksın. Ne zaman düzgün davrandın ki?" Saate takıldı gözlerim. "Ya niye oyalıyorsun beni? Çık dışarı! Daha üzerimi değiştireceğim." Yandan bir gülüş attı. "Burada dursam?" "Oyarım seni Alparslan!" Ellerini teslim olur gibi kaldırdı. "Sadece şakaydı." Arkasını dönmüş gidiyordu ki geri döndü. "Ben götürürüm seni." Hiç tartışacak vakit yoktu. "Çık, çık, çık." İttire ittire dışarı çıkardım. Hızlıca üzerimi değiştirip dışarı çıktım. "Gidelim mi?" "Acil gidelim Canparem." Son söylediğim kelimeyle kısa bir an yerimde durdum. Alparslan bana bakıyordu. "Yanlışlıkla söyledim." Daha fazla ona bakmadan arabaya bindim. Arkamdan bir şeyler diyordu fakat anlamamıştım. Yol boyunca ikimiz de konuşmamıştık, arabadan indiğimde o da benimle indi. "Sen?" "Albay çağırdı." Ne ara? "İyi." Şimdi... Pars efendi neredeymiş bakalım. Etrafa bakınırken Kurt timinin yanında olduğunu gördüm. "Şimdi yaktım çıranı." Yavaşça gidip arkasından kafasına vurdum. "Ah! Neler oluyor?" Beni görünce kaşlarını çattı. "Sendin değil mi beni kurtaran? O gün kafede karşılaşmamız da tesadüftü!" Hâlâ anlam veremeden bakıyordu. "Elbette bendim. Neyden bahsediyorsun?" Arkamda Alparslan'ı görünce gözleri fal taşı gibi açıldı. "Asena..." Elimi kaldırıp susturdum. "Sakın konuşma! Hatta mümkünse bir daha benimle konuşma. İyi eğlenmişsindir umarım." "Lütfen dinle." Onu dinlemeden arkamı dönüp ilerlemeye başladım. Çaktırmadan arkama baktığımda Alparslanla sinirli bir şekilde konuşuyordu. İçimden daha fazlasını yapmak geliyordu da neyse. Bizimkileri gördüğümde koşar adımlarla yanlarına gittim. "Beyler bu akşam bendensiniz. Yemeğe gidelim." Sevinçle bağırdıkları sırada nerede olduklarını hatırlayıp kendilerini toparladılar. "Özür dileriz komutanım." Güldüm. "K-komutanım, ben mi yanlış görüyorum yoksa şu..." Arkama baktığımda Alparslan bu tarafa bakıyordu. "Ta kendisi." Şaşkınlıkla bakıyorlardı. "İzniniz olursa neler olduğunu sorabilir miyiz?" "Kendisi anlatsın!" Aynı sinirle ona baktım. Olayı anlamış gibi yanımıza geliyordu. "N'aber Ateş?" Ateş de benim gibi sinirliydi. "Komutanım izniniz olursa gitmeliyim." Başımla onayladım. "Ben de geliyordum." Ateşle beraber içeri girdim. "Bu zamana kadar yaşıyordu yani?" "Evet." "Ne zaman öğrendiniz?" "Daha yeni." "Kimse bilmiyordu öyleyse?" "Biliyorlardı. Söylemek yerine deli muamelesi yaptılar." "Kim?" Olduğum yerde durup Ateş'e döndüm. "Özür dilerim komutanım." Dostça omzuna vurdum. "Birkaç dakikalığına komutan - asker olarak değil de, iki dost gibi olalım." Neredeyse kimse yoktu etrafta. "Komutanım da olsan sen benim kardeşim gibisin Asena. Bir şey diyemesem de üzülmene dayanamıyorum. Ayakta durmaya, güçlü görünmeye çalışsan da... Sen çok yoruldun." Sıkıca sarıldım ona. "Her şey ne zaman bitecek Ateş? Ne zaman normale dönecek her şey?" "Ne olursa olsun umudunu kaybetme. Her şey bir gün çok güzel olacak çünkü." Buna inanmayı o kadar çok istiyordum ki... "Asena, konuşabilir miyiz?" Yanımdan gelen Pars'ın sesiyle başımı başka tarafa çevirdim. "Lütfen Asena komutanım." Bir hışımla yerimden kalktım. "Peki! Konuşalım." Omzuna çarpıp yanından geçtim. Dışarı çıkıp bir ağacın altında onu bekledim. Az sonra karşımda belirdi. "Direkt konuya giriyorum. Böyle olmasını cidden istemezdim." İsterik bir şekilde güldüm. "Öyle mi? Nasıl olmasını isterdin? Ben size defalarca sordum! Yaşıyor mu dedim? Hayır dediniz bana. Nasıl olduğumu görmediniz mi? Halimi zerre kadar umursamadınız mı? Kim olduğumu unuttunuz mu?! Ne düşündün? Duygularıma yenik düşüp her şeyi mahvedeceğimi mi? Ben kimim Pars?" Dudaklarını birbirine bastırdı. "Alparslan'ı seven bir kadın." Hayretle bir adım geri attım. "Burada ne var Pars Binbaşı?!" Elimle omzumu işaret ettim. "Üstümde ne var Pars Binbaşı?!" Dedim üniformamı göstererek. "Ben yıllardır ne için uğraşıyorum Pars Binbaşı..?" Sesim sonlara doğru kısılmıştı. "Ben o kadar şehit verdim, o kadar ölümden döndüm, o kadar eğitimden geçtim de hâlâ duygularımla hareket edeceğimi mi düşündün? Ben kardeşimi kaybettiğimi düşündüm Pars. O zaman da zarar verdim mi göreve? Duygularımla mı hareket ettim? Siz beni ne sanıyorsunuz..?" Yorgunlukla gözlerimi kapattım. "Konuşmayalım Pars Binbaşı, en azından uzun bir süre." Arkamı döndüğümde aklıma bir şeyin gelmesiyle tekrar konuştum. "Ya da bekle, söylemek istediğin ne varsa söyle. Nasıl olsa hiçbir şey değişmeyecek." Başını eğip gitti. "Böylesi daha iyi..." Tekrar içeri Ateş'in yanına gittim. Yüzümün halini görünce yanıma gelip sarıldı. "Asena? Ateş?" Albayın sesiyle ikimiz de hazır ola geçtik. "Neler oluyor?" "Hiçbir şey komutanım." Gözleri ikimiz arasında mekik dokuyordu. "Hah şimdi anlaşıldı neler olduğu." Alparslan yanıma gelip hazır ola geçti. "Komutanım." Gururla gülümsedi. "Ben de seni bekliyordum evladım. Gel odamda konuşalım." "Emredersiniz." Gözlerimi devirdim. "Asena." Hemen yüz ifademi düzelttim. "Seninle ayrı konuşacağız buralarda ol." "Emredersiniz komutanım." Baş selamı verdik. "Yüz ifademi fark etti mi?" Korkuyla sordum. "Valla çok güzel toparladınız da görmüş olabilir." "Deme be..." Maalesef der gibi baktı. "Yapacak bir şey yok." Derin bir nefes aldım. "Bir şeyler yiyelim bari. Kahvaltı yapmadan uçtum buraya." Sakin adımlarla kantine geldik. Ücra köşede bir yere oturdum, az sonra elinde tepsiyle Ateş geldi. "Buyurun komutanım, Afiyet olsun." "Eyvallah." Karşıma geçip oturdu. "Komutanım, ben bir söylenti duydum Albaydan fakat ne kadar doğru bilmiyorum." Merakla baktım. "Sonraki görev Karan'ı almak olabilirmiş." Yediğim tost boğazımda kaldı. "Allah vere de doğru olsun Ateş. Bunca zaman yaşadığı zarardı!" "Evet komutanım." Kantinden içeri Kurt timi girdi. "A bunlar Kurt timine mi girmiş?" İçlerinde tek tanıdığım Mehmet vardı. "Diğerlerini tanıyor musun?" "Evet komutanım. Mehmet Ateş, Ahmet Agel, Yalın Aktürk." "Hm..." Alparslan üniformasıyla kantine girdi. Yıllar önceki sert bakışları hiç değişmemişti, kendinden emin ifadesi hâlâ aynıydı. "Asena komutanım. Kara Albay sizi çağırıyor." Sesinin tınısı hiç hoşuma gitmedi Alparslan bey. Yerimden kalkıp Albayın odasına geldim, kapıyı çalıp içeri girdim. "Gel Asena." "Emredin komutanım." "Bu gece Suriye'ye yola çıkacaksınız. Kordinatlar geçilecek. Karan artık çok yaşadı. O onursuzun kellesini istiyorum!" "Emredersiniz komutanım!" "Çıkabilirsin." Baş selamı verip odadan çıktım. Keyfim yerine geldi işte... Seri adımlarla kantine geldim. "Hançer timi! Bu gece temizliğe gidiyoruz." Diğerleri de keyiflenmişti. "Bakteriler çoğalmış demek ki." "Komutanım, bu seferki kelle kimin?" "Karan..."
🦅 🦅 🦅 |
0% |