@kutuphaneciih
|
EVET MİLLET AFŞİN VE SU ELA'YI NASIL BULDUNUZ🐣 &&&&&&&& Yüz göz olduk yar seninle Sözümüzü esirgemez olduk Yüz göz olduk yar seninle Sözümüzü esirgemez olduk Arka fonda neden mi Ferhat Göçer çalıyor? Çünkü görüntü görüşme yaptığım Serdar onu azarlamamam için tüm şebekliğini ortaya koyuyordu. Elinde tuttuğu saç tarağını mikrofon gibi tutmuş sallana sallana şarkıya eşlik ediyordu. Gençliğimi geri verseler Bu kez en çok kendimi severim "Artık şu vasat üstü performansını sonlandırabilir misin?" diye çıkıştım. Sert olmak istiyordum ama haline gülmeden de duramıyordum. Özellikle de nereden bulduğunu bilmediğim assolist tüylü şalı boynuna dolamış haline... Serdar ve evinde bulunan saçma sapan eşyaları. "Serdar!" dedim gülen yüzüme tezat duran çatık kaşlarımla. "Neden komşumun çocuğunu tek başına büyüten bir baba olduğunu bana söylemedin?" Arka fonda ki şarkının sesi biraz kısıldı. Serdar kameraya yaklaştı. Yüzünde o gıcık gülümsemesi asılı duruyordu. "Söylediğimi hatırlıyorum." dedi rahatça. "Sen bana 'Çocuğunu tek başın büyüten arkadaşım var.' dedin!" Bir yandan valizimdeki kıyafetleri çift kişilik yatağımın üzerine diziyordum. Göz ucuyla yastıkların arasına yatırdığım kendi elleriyle oynayan Adar'a baktım. "Arkadaşının bekar bir baba olduğunu söylemedin! Ve ben de adama 'Karınız rahatsız olmasın?' diye sordum." Serdar elini boş ver dercesine salladı. Boynuna sardığı tüylü şeyi kollarına indirdi. "Sana diyorum ki adama ölen karısını sordum! Acısını hatırlattım. Sen hala gazino assolisti gibi şu tüylü saçma şeyinle uğraşıyorsun." dedim. Sıkıntılı bir nefes söküldü dudaklarımdan. "Ayrıca o tüylü şey neden senin evinde? Tam olarak ne işine yarıyor?" Tüyleri eliyle okşadı. Hala kocaman bir sırıtışı vardı yüzünde. "Seviyorum." dedi aşkla tüyüne bakarken. "Kendi kendime verdiğim konserlerde beni moda sokuyor." "Zevksiz herif!" Kahkahası doldurdu odayı. Sinir uçlarıma dokunacak ne varsa yapan ama yine de sevdiğim tek insandı Serdar. Hem onu boğmak istiyordum hem de ona sahip olduğum için şükrediyordum. Ben ne kadar ciddi, iş odaklıysam o kadar gevşek, iş hariç her türü saçma şeye takılıp yapacağı işten uzaklaşan birisiydi. "Benim zevklerim senin zihninde makul bir zemine oturmak zorunda değil kraliçe." "Senin zevklerin hiçbir yerde makul bir zemine oturmuyor çakma assolist!" Laf yediği halde kahkaha atıyordu. Bu kadar laf yiyip gülebilen tek varlıktı. Ona ettiğim kadar hakareti kimseye etmiyordum. Ama yine de yanımda kalıp gülmeye devam ediyordu. Sanırım dikenlerime rağmen beni terk etmeyen tek kişi olduğu için ona bu kadar bağlıydım. "Neyse," diye girdi söze. "Nasıl? Anlaşabildin mi Afşin'le?" Kırdığım potu hesaba katarsak önemli olan onun benimle anlaşıp anlaşmadığıydı. Ama ben yine de kendi adıma cevap vereceksem hayatımda bu kadar yardım sever, cana yakın bir adamla tanışmamıştım. Ayrıca cidden dünya tatlısı bir kızı vardı. Çocuklarla aram pek iyi olmasa da Su Ela'da bir çekim olduğunu itiraf edebilirdim. Burada geçireceğimiz birkaç ay sanırım beklediğimden güzel geçecekti. "Hey... hey o gülüş de ne?" Serdar'ın tek kaçını kaldırmış, çarpık gülüşüyle sorduğu soruyla ekrana baktım. "Sen etkilenmişsin!" Coşkuyla söylediği şeye gözlerimi devirdim. "Abartma!" dedim hızlıca. "Ama iyi bir karşılama yaşadığımı söyleyebilirim. Özellikle de Su Ela..." "O cimcime görüp görebileceğin en neşeli varlık... Kahkahası büyü gibi." Kaşlarım çatıldı. "Sen onun büyümüş halini gördün mü? Buradan ayrılırken henüz bebek demiştin." "Ara ara Dafne ve ben Altınoluk'a kaçamak yapıyoruz." Kaşlarım hayretle havalandı. Kaçamaklarından haberim vardı ama hiç mekân sormak alıma gelmemişti. Serdar da detaylı bilgi vermezdi. "Hiç bahsetmemiştin Su Ela'dan?" "Tatil anılarımızı dinlemeyi tercih etmeyen sendin." dedi. "Döner dönmez şirket işleriyle kafayı bozduğun için anlatacak fırsatım olmamıştı." "Ha ha ha! Çok komik!" dedim. "Sinirimi bozmak için mi aradın?" Kahkahasını bir kez daha umarsızca attığında kadraja Dafne de girdi. Serdar'ın fütursuz kahkahasına nazaran sadece gülümsüyordu. Sevimlice. "Sen ona bakma Dalya," dedi kolundaki tüyü alıp yere attı. "Güzelce varıp varmadığınızı merak ediyordu." "Aslında merak ettiğim Dalya'nın Afşin ile alakalı fikriydi," dedi Serdar. O suratındaki sırıtıştan anlaşılıyordu ki yine sinirlerimi tepeme çıkartacak bir şekilde sonlandıracaktı cümlesini. "Onu da az önce dalıp gidişinden, yüzündeki o kocaman tebessümden anladım." "Serdar! Aptal aptal imalarını da al ve kapat telefonu!" Kahkahasını bir kez daha duyduğumda sinirle nefes verdim. "Dafne, senden özür dilerim!" dedim ve beklemeden aramayı sonlandırdım. Valizimden çıkarttığım son elbiseyi de yatağın üzerine bıraktım ve Adar'ın yanına uzandım. Aramızdaki yastığı arkama alıp biraz daha yaklaştım. Yüzümü ona döndüğümde ilgisini ellerinden çekip bana baktı. Parmakları kolyeye uzanırken ondan önce davranıp avucumun içine aldım minik elini. "Serdar dayın saçmalıyor minik fasulyem." Beni anlamıyordu ama onunla sohbet etmeyi seviyordum. Beni gözlerini dikkatle açarak dinlemesini, mırıltılarla tepki vermesini seviyordum. "O biraz gevşektir. Benimle uğraşmaya da bayılır. Çoğu zaman sinir eder. Ama o benim en yakın dostum. Ne kadar gevşek görünse de aslında çok korumacıdır. Elini üzerimden hiç çekmedi. Şimdi aynısını senin için de yapıyor. Sen yalnız bir çocukluk geçirmeyeceksin. Ben, Serdar dayın, Dafne ablan hep seninle olacağız. İstanbul’a döndüğümüz zaman seni tanıştırmak istediğim bir kişi daha var. Rafet deden. O bana çok babalık etti. Seni de kendi torunu gibi seveceğinden şüphem yok." Ellerine buseler bıraktığımda neşeli mırıltıları doldurdu sessiz odamızı. "Gerçi seni görüp sevmeyecek bir canlı olamaz... Buz tutmuş bir kalbi bile erittin. 50 cm bir fasulye tanesi olarak bunu nasıl yaptığını merak ediyorum. Bence sende bir büyü var. Sevgiyle yapılmış bir büyü. Öyle kuvvetli ki... karşısında dağ olsa devrilir." Kocaman gözleriyle bana o kadar anlamlı bakıyordu ki kendimi kaptırıyordum. Biraz geri gidip sırtımı demir karyola başlığına yasladım. Ev biraz eski olduğu gibi oldukça Vintage eşyalarla döşeliydi. Bordo demirli bir karyola yatak, eski mobilyalardan iki komodin. Ve üç bölmeli gardırop. Odada koyu ahşap renkler hakimdi. Tül perdenin yanında çiçek motifli iki fon perde kurdelelerle bağlanmış şekilde asılıydı. Yatağın karşındaki cam Afşin Beylerin evine, yan tarafındaki camsa denize bakıyordu. Gün batımı camdan içeriye dolmuştu. Artık gün yerini geceye bırakmak üzereydi. Odamda asılı duran İtalya manzaralı tabloya bakarken hissettiğim huzuru beşle çarpabilirdim bu manzarayı izlerken. Adar'ı kucaklayıp sırt üstü göğsüme yatırdım. Bir elim karnında dururken diğer elimle parmaklarını tuttum. Tırnakları uzamıştı. "Sanırım tırnaklarını kesmeliyiz." dedim parmaklarını okşarken. "Ama bunu tek başıma yapabileceğimi sanmıyorum. Dafne burada olsaydı o keserdi. Serdar dayına da hala sinirliyim. O yüzden ondan yardım isteme seçeneğini direk eliyorum. Geriye sadece yeni komşumuz kalıyor. Tecrübeli bir ebeveyn olarak bize yardımcı olur gibi? ha? Ne dersin?" Mırıldandı. O anlamsız sesler kalp atışlarımı hızlandırıyordu. Burnumu başına yaklaştırıp derin bir nefes aldım. Bu kokuyu şişeleyip stoklamalıydım. Bu dünyanın en güzel kokusuydu. Bu koku için tüm servetimi tek kalemde silebilirdim. Biz birlikte muhabbetimize devam ederken cılız bir ses duydum. Varla yok arasında bir vurma sesiydi. Adar'ı da alıp odadan çıktığımda ses biraz daha belirginleşti. Sanırım kapım çalınıyordu. Ve eğer yanılmıyorsam çok tatlı biri tarafından. Ahşap merdivenlerden dikkatlice indim. Dar ve dik olduğu için tehlikeli görünüyordu. Kapıyı açtığımda tam da beklediğim gibi Su Ela adı gibi su mavisi gözlerini kocaman açmış bana bakıyordu. "Dalya teyse elim sile ulaşmadığı için kapıya vuldum." dedi. Hızlı hızlı konuşuyordu. Acelesi varmış gibiydi. "Babam dedi ki 'Yemek hasılmıs. Sen de bebeğini alıp gelebilirmissin. Lahatsıs da olmasmısız." Babasının dediklerini iletirken sesini kalınlaştırmaya çalışmasına mı yoksa çıkartamadığı harfleri telaffuzuna mı güleceğimi bilemedim. Saçlarındaki bandanasından firar etmiş sarı tutamlar rüzgârdan uçuşuyordu. Gülümsemesi gerçekten hep yüzündeydi. Neşeli bir çocuktu. Mutlu görünüyordu. Adar'ın da onun yaşına geldiğinde böyle gülümsemesini istiyordum. Sevildiğinden emin, kocaman bir gülümsemeyle. "Davet için teşekkür ederiz. Hazırlanıp geleceğiz." dedim. Ellerini birbirine çırptı. Arkasını dönmüş merdivenden inecekken durdu. "Bebek için oyuncak getilmene gelek yok. Ben ona oyuncaklalımı paylaşılım." "Teşekkür ederiz ablası... Çok mutlu olduk." Su Ela zıplaya zıplaya evine doğu giderken ondan bana bulaşmış gülümsemeyle onu izledim. Eve girdiğini görünce bende içeriye geçtim. Adar'ın battaniyesini koltuğa bırakmıştım eve girdiğimde. Onu koltuğa yatırdım ve battaniyesiyle kundakladım. "Sanırım artık seni seven bir ablan da var." dedim. Kendi üzerimi kontrol ettim. Bol paçalı, bebe mavisi kumaş pantolonum, beyaz kısa kollu bluzum vardı. İçerisi sıcaktı ama dışarısı kısa kollu giyilmeyecek kadar serindi. İstanbul'a nazaran biraz daha yumuşak bir hava vardı. Adar'ın etrafına koltuk yastıklarını koyup hızlıca odama çıktım. Yatağın üzerinde duran kot ceketimi alıp hızlıca indim yanına. Henüz dönemediği için rahat rahat bırakabiliyordum. Ama birkaç aya kendi kendine dönemez başlayacaktı. İşte o zaman başka tedbirler alamam gerekecekti. Altınoluk'a gelmeden önce rutin kontrol için gittiğimiz çocuk doktorundan öğrenmiştim, bebekler için yere serilen oyun minderi varmış. Dönse bile düşmeyeceği güvenli bir minder. Ceketimi giydim ve Adar'ı kucaklayıp çıktım evden. Kapıyı bir kez kilitleyip anahtarı ceketimin cebine attım. Hemen yanımızdaki eve doğru adımlarken temiz havayı güzelce çektim içime. Denizin kokusu buram buram geliyordu burnuma. Ciğerlerime işliyordu. İstanbul'da soluk alıp veriyorduk bence. Nefes almak kesinlikle böyle bir şeydi. Ciğerlerinin temiz havayla dolmasıydı. İki basamağı çıkıp ahşap verandada ilerledim. Ahşap ayağımın altında gıcırdıyordu. Attığım her adımda kulağıma şarkı sesi daha çok geliyordu. Kapıya ulaştığımda zile basmadan kapı Su Ela tarafından açıldı. Gel otur yanıma yiyelim turşu Sonra da suyunu içelim komşu Erik turşusu biber turşusu Kekik turşusu kelek turşusu Kornişonu havucu çok lezzetli doğrusu "Hoşgeldinis, hadi gelin içeliye. Bebek üsümesin." Su Ela kapının önünden çekilirken içeriye girdim. Beni kocaman bir salon ve Amerikan mutfak karşılandı. Bizim evimizin yansıması gibiydi. Sadece daha genişti. Mutfak camlarımız birbirine bakıyordu. Evin içinde bir çocuk şarkısı yüksek sesle çalıyordu. Su Ela, kapıyı kapattıktan sonra şarkının ritmiyle dans ederek mutfağa doğru ilerledi. Gözlerim onu takip ettiğinde üzerinde mutfak önlüğüyle ocağın üzerindeki tavayı bir şef gibi çeviren Afşin Beyi gördüm. Önlük beni hazırlıksız yakalamıştı. Gülmemek için dudaklarımı içten dişlediğim sırada Afşin Beyle göz göze geldik. "Çekinmeden gülebilirsin." dedi. Su Ela gibi onun da gülümsemesi hep yüzünde asılı duruyordu. "Ülkemiz evinde yemek yapan babalara pek alışık değil." Başımı iki yana salladım. "Yemek yapmanız değil de..." dedim içeriye doğru adımlarken. "Üzerinizdeki şirinler desenli önlük pek de aşina olduğumuz bir görüntü değil. Ama kalıplara karşı duruşunuzu taktir ediyorum. Algıları yıkmanızı temenni ederim." Elindeki tavayı yavaşça ocağa geri bırakıp altını söndürdü. Başını eğip önlüğüne kısa bir bakış attı. Alttan alttan attığı bakışıyla kıkırtımı tutamadım. Su Ela da babasının haline gülmeye başladığında artık evin içi kahkaha sesleriyle dolmuştu. Ahi Adar bile battaniyesinin içinden ellerini ayaklarını çırpıyordu. Ben en son böyle huzurlu bir anı babam hayattayken sıcacık hissettiren evimizde yaşamıştım. Gülüşlerimiz dinerken Afşin Bey yemek masasına tabakları koydu. "Çekinme lütfen." dedi. "Bebek sıcaktan isilik dökmeden battaniyesini çıkartsan iyi edersin. Pişik ağlaması çok şiddetli bir şeydir." Dediğiyle birlikte Adar'ı koltuğa yatırıp battaniyesini çıkarttım. Ayıcık desenli krem tulumu içinde çok sevimli görünüyordu. Kolların gerdirip kocaman esnedi. Su Ela ne ara yanımıza geldi bilmiyorum ama Adar'ın çıkarttığı seslere kıkırdadı. "Çok ufak," dedi elleriyle parmaklarına dokunurken. "Ben onu kolulum." Daha birkaç saat önce gördüğü bir bebeğe bu denli sahip çıkması beni şaşırtıyordu. Ona kocaman bir tebessüm sunduğumda aynı şekilde karşılık verdi. "Hadi bakalım Su perisi, Dalya teyzene lavaboyu göster. Ellerinizi yıkayıp yemeğe gelin." Su Ela, babasının sözleriyle Adar'ın elini yavaşça bıraktı. Ben de Adar'ı kucakladım. Tam arkamı dönmüştüm ki Afşin Beyi yanımda gördüm. "Ben ufaklığı tutayım istersen." dedi. Gözlerinin öyle bir parlıyordu ki... mavi harelerin yeşille karışımı insanı gözlerine takılı kalmaya zorluyordu. Babacan tebessümü dikkatimi dağıtıyordu. Bana doğru uzattığı kollarına bıraktım Adar'ı ve Su Ela'yı takip etmeye başladım. Lavaboya geldiğimizde Su Ela için konulmuş ufak basamağı fark ettim. Hemen basamağa çıktı, eline sabun sıkıp güzelce ovuşturdu. Birkaç saniye sonra aynadan bakışlarımız kesişti. "Dalya teyse, benim için suyu açabilil misin?" Öne doğru uzanıp çeşmenin armatürünü çevirdim. Su Ela ellerini güzelce yıkadığında suyu kapattı ve kafasını kaldırıp bana baktı. "Hadi sen de yıka da yemek yiyelim. Kult gibi acıktım valla hi." "Tamam." dedim çeşmeyi açarken. "Sen geç ben de hemen geliyorum." Kafasını hızlıca aşağı yukarı sallayıp çıktı lavabodan. Ben de işimi hızlıca halledip yanlarına döndüm. Artık müzik durmuştu. Salon ve mutfağı birbirinden ayıran ahşap kare masa turuncu renkteydi. El işlemesi olduğu belli olan çiçek motifleriyle süslenmiş ayakları açık bir turuncuydu. Sandalyeler ise dört farklı renkteydi. Çimen yeşili, bebe mavisi, fuşya pembe ve güneş sarısı. Sırtlarında masanın ayaklarındakinin aynısı olan motifler vardı. Masanın üzerinde çeşit çeşit yapılmış yemekler ve salatalar diziliydi. Su Ela fuşya pembe sandalyesine oturmuştu. Afşin bey eliyle yeşil sandalyeyi işaret etti. "Lütfen rahatına bak." dedi. Hala kucağında tuttuğu Adar'a uzanmıştım ki gülümseyerek bir adım geriledi. "Yoldan geldin acıkmışsındır. Bebekle rahat yiyemezsin. Sen yemeğini yiyene kadar ben ilgilenirim." Ses tonundan yayılan şefkat bambaşkaydı. Gözlerimiz kesişti. O gözlerin ardında bildiğim bir şey vardı. Tanıdık gelen ama aynı zamanda çok yabancı kaldığım bir şey. Merhamet... "Teşekkür ederim. Zahmet vermeseydim size." "Ne zahmeti, lütfen otur ve yemeklerin tadına bak. Su Peri'm elleriyle yaptı." Gözlerimi kocaman açtım ve Su Ela'nın karşındaki yeşil sandalyeye oturdum. Mavi gözlerinde beklentiyi gördüğümde şaşkınca açtım ağzımı ve masayı bir kez daha hızlıca süzdüm. "Vay canına tüm bu güzel yemekleri sen mi yaptın?" Su Ela başını aşağı yukarı sallarken kıkırtısını tutmak için ağzını minik elleriyle kapattı. "Babam da bilas yaldım etti." "O zaman ben bu güzel yemekleri yemeye başlayayım." "Hadi başlayalım o zaman." dediğinde Afşin Bey kızının yanında ki mavi sandalyeye oturdu. Su Ela masanın ortasında daha önce hiç yemediğim ve görmediğim bir yemeğe uzandığında ona yardımcı olmak için tabağı aldım. "Tabağına koymamı ister misin?" "Evet." Bir tane alıp tabağına bıraktım. "Bilas yoğult da koyabilil misin?" "Tabi ki." Yoğurt tabağına uzandım. Ve bir kaşık yoğurt ekledim tabağına. "Bu kabak çiçeği dolması. Su Ela çok sever. Senin için seçti. Umarım sen de beğenirsin." Az önce yerine koydum tabaktan bir kabak çiçeği dolması alıp tabağıma koydum. "Ben yoğultlu seviyolum. Babam limonlu seviyol. Sen nasıl seviyon?" "Bilmem," dedim limon ve yoğurda bakarken. "Daha önce hiç yemedim." "O zaman ikisini de deneyip tarafını seçebilirsin?" dedi Afşin Bey. Kızına yandan bakış atmış gülümsüyordu. "Bence kabak çiçeği dolması kesinlikle limon sıkılıp yenilmeli ama Su Ela Hanım buna karşı çıkıp yoğurtlu yemeyi tercih ediyor. Ve Yoğurtlu yeneceğini iddia diyor." "Çünkü yoyultlu güsel oluyo," dedi kaşığıyla dolmayı bölerken. "Senin ayzının ayalı yok." Su Ela'nın kurduğu cümleye kıkırdamaktan alamadım kendimi. Babasına meydan okuyuşu o kadar komik görünüyordu ki... Bazen ben de babama meydan okurdum. Diklenir, yapamayacağım şeylerde bile iddiaya girerdim. Sonra babam iddialarımı yerine getirmeme yardım ederdi. "Peki küçük hanım," Dedi Afşin Bey altta kalmadan. "Bakalım Dalya kimin tarafını tutacak?" İkisi de bakışlarını bana diktiğinde biraz gerildim ve tabağımdaki dolmayı ikiye böldüm. Birinin üzerine yoğurt dökerken diğerine de limon sıktım. İkisi bakışlarını bana sabitlemiş tepkimi bekliyorlardı. Adar ellerini uzatmış Afşin Beyin çenesinin altındaki sakallarıyla oynuyordu. İlk önce yoğurtlu olanı attım ağzıma. Hafif ekşimsi bir tatlı vardı. İç harcı biber dolmasına benziyordu. Ve tadı cidden güzeldi. "Nasıl? Daha güsel de mi Dalya teyse?" "Dur bakalım Su Ela Hanım! Daha limonluyu yemedi." Baba kızın rekabetini izlemek o kadar güzeldi ki yavaşça çiğnedim ağzımdaki lokmayı. Bir dakika sürdü belki de yutmam. Ben lokmamı bitirdiğimde Su Ela dirseklerini masaya dayamış, çenesini avuçlarına yaslamış benim ne diyeceğimi bekliyordu. "Çok lezzetli bir yemek olduğunu söylemeliyim." dedim. Su Ela, babasına yandan bir bakış attı ve çarpık şekilde güldü. "Göldün mü baba! Lessetliymis." "Daha limonluyu yemedi, onu yediğinde tekrar konuşalım hanım efendi." Çirkef bir rekabet yaşanıyordu baba kız arasında. Kimse geri adım atmıyordu. Ama bu çirkinlik o kadar tatlıydı ki içimi çok farklı hislerle kuşatıyordu. Limonlu olanı da attım ağzıma. Açık ara farkla tabi ki de limonlu daha güzeldi. Ama Su Ela'nın beklenti dolu gözlerini hiçe sayıp bunu dillendiremedim. Ve lokmamı bitirdiğimde kocama gülümsedim. "Oyum kesinlikle Su perisinden yana..." dedim. Su Ela ellerini birbirine çırparken sandalyesinden aşağı atlayıp babasına karşı oynamaya başladı. "Ben kazandım!" diye el çırparken Afşin Bey kocaman gülümsemesiyle kızını izliyordu. Kaybetmek pek de umurunda değildi. Su Ela sevincini kısa tutup yerine geri oturdu. Ağzına yoğurtlu dolmasını attığında hala gülümsüyordu. "Sen ayzının tadını biliyolsun Dalya teyze..." dedi ve bir lokma daha attı ağzına. "Sadece gelçek gulmeler ayzının tadını bilil." "Kesinlikle sana katılıyorum Su perisi." dedim ve göz kırptım. İçimde bir yerlere gömdüğüm bir Dalya vardı; enerjisi bitmeyen, gülümsemeyi seven, eylenmekten zevk alan bir Dalya. Üzerindeki toprağı ilk silken Ahi Adar olmuştu. Ama o kızı tamamen çıkartan bu masada yaşanan bu unutulmuş hislerdi. Adar ve Su Ela benim bile unuttuğum o yaşayan Dalya’yı bulmuş, hayata döndürmüşlerdi. Eskiden gülümsemek gelmezdi içimden. İnsanlar güzel bir şey söylediğinde ya da yaptığında yalnızca bakardım. Kuru bir teşekkür yeterli gelirdi. Ama şimdi bu küçük kızın oyuna dahil olmak istiyordum. Onunla bir olup babasına karşı durmak güzel geliyordu. Altınoluk yeni hayatımın mihenk taşı olacak gibi hissettiriyordu. Bu küçük sahil kasabası bana aradığımı bile bilmediğim bir şeyleri bulduracak gibiydi. &&&&&&&&&&&&&& Hayatımda yediğim en keyifli akşam yemeğini bitirdiğimizde Afşin Bey Adar için yere minderden yatak yapmış Su Ela'da yanına yatıp ona resimli kitabını anlatıyordu. Her ne kadar Afşin Bey masayı tek başına toplamak için ısrar etse de izin vermeyip ben de yardım etmiştim. Bulaşıkları hızlıca arındırıp makineye dizerken Su Ela'nın anlattıklarını dinlemiştik. Kendince kurduğu masalını o kadar hevesle anlatıyordu ki Adar hiç ses çıkartmadan dinliyordu onu. Bulaşıklar bittiğinde tezgâhı silip bezi yıkadım. Ocağı silmeyi bitirmiş Afşin Beye döndüğümde göz göze geldik. "Bezi nereye koymalıyım?" diye sordum. Pek mutfağa girdiğim söylenemezdi. Basit birkaç yemek dışında yemek yapmayı bilmiyordum. Bulaşık yıkamak da pek yaptığım bir şey değildi. Uzun bir yetimhane süreci geçirmiştim. Yemekhanede yemeği yer ve kalkardık. Üniversitede kaldığım yurtta da durum aynıydı. Daha sonrasında yurt dışı eğitimi için gittiğim yerde yine hazır yemiştim. Şirketi kurup eve çıktığımda ilk zamanlar sık sık Rafet amcanın mekanına giderdim. Maddi durumum düzeldikten sonra da yardımcım yapmaya başlamıştı. Yani hayatımın hiçbir kısmında mutfakla uzun soluklu bir ilişkim olmamıştı. O yüzden bu ıslak bezin nerde duracağına dair bir bilgiye sahip değildim. Afşin bey elimdeki beze uzanıp aldı be üçe katlayıp lavabonun önüne koydu. Sonra bana döndü. "Bütün Türkiye de bu bezin yeri burasıdır." dedi. Gülmemek için dudaklarını dişlediğini gördüm. "Çekinmeyin gülebilirsiniz," dedim ve gülümsedim. "Türkiye şartlarında mutfak bilgisi benim kadar sıfır olan bir kadına rastlamak pek mümkün değildir." "Seni yargılamıyorum." dedi ve ellerini tezgâha yaslayıp bana döndü. "Ama küçük bir bebeğin varsa ya bir yardımcı tutmalısın ya da öğrenmelisin. Hazır yemek pek de sağlıklı değil." Samimi tavsiyesine başımı hafifçe sallayarak cevap verdim. "Amacım hayatın karışmak değil, beni yanlış anlamanı istemem." dedi. "Yani içinden bu adam da her işe burnunu sokuyor diyebilirsin." "Öyle düşünmemiştim." deyiverdim hızlıca. Garipti, aslında normalde derdim. Hayatımla ilgili en ufak bir yoruma bile kimsenin hakkı yoktu. Böyle düşünüyordum. Ama Afşin beyin yorumları rahatsız etmemişti. Belki de tecrübesi olduğuna inandığım içindi. Belki de... Bilmiyordum. Ona güvenmemi, onu dinlememi söyleyen bir ses vardı içimde. Uzun süre göz göze kaldık ta ki Su Ela'dan gelen acı dolu sese kadar. Onlara döndüğümüzde Su Ela kitabı yanına bırakmış, minderin üzerine otururken eliyle sağ yanağını tutuyordu. Hızlıca yanlarına vardığımızda Afşin Bey sakince kızının yanına oturmuşken ben telaş içerisindeyim. "N'oldu kızım?" dedi. Ses tonu öylesi sakindi ki ağlayan Su Ela anında sakinleşti. "Bebeğin tılnağı yüsümü çisti." dedi. Yüzüm üzüntüyle buruştu. Keşke tırnaklarını kesseydim ya da eldiveni giydirseydim. Adar'ın ellerini tuttuğumda titreyen dudaklarını gördüm. Su Ela'nın ani ses yükselişinden korkmuş olmalıydı. O ağlamadan hemen kucakladım onu. "Tamam Su Perim, elini bi indir de bakayım." "Ben özür dilerim..." dedim cılız sesimle. Afşin Bey göz ucuyla baktı bana. Bi kızgınlık bekledim ama yoktu. "Ne özrü, olur böyle kazalar." dedi ve Su Ela'nın yüzüne baktı. Uzun bir çizik vardı yüzünde. Göz yaşları çiziğin üzerine değdikçe acıyla buruşturuyordu yüzünü. "Hem benim Su perim bu kadar ufak bir yaradan korkmaz." Su Ela'nın göz yaşlarını dikkatlice sildi. Su Ela gülümseye çalışıp bana baktı. "Üzülme Dalya teyse, babam kılem sülel şimdi. Bil de öpel. Hiç bil şey kalmas." Canı yanmasına rağmen beni teselli edişine burukça gülümsedim. Küçücüktü ama çok akıllıydı. Söz dinliyordu. Cesurdu. Sevecendi. Neşeliydi. Bir anı geldi gözümün önüne. Yaşadığımı bile hatırlamadığım bir anı daha. Dilay henüz yeni emeklemeye başlamıştı. Ben ödev yapıyordum. Ucunu yeni açtığım kalemimi nasıl yaptıysa birden elime batırmıştı. Ben acıyla bağırdığımdaysa ağlamaya başlamıştı. Kendi acımı unutmuş onu kucaklamıştım. Elim acıyordu aslında ama onunla konuşup sakinleştirmeye çalışıyordum. Tam şu an Su Ela'da kendimi gördüm. Benim çocukluğumu. Ve Afşin Beyde de babamı. Krem sürüldü, çocuklar sakinleşti. Su Ela koltukta uzanmış televizyondaki çizgi filmi izlerken Ben de Afşin beyin oturduğu tekli berjerin yanında ki ikili koltuğa oturdum. Adar kucağımda sessizce yatıyordu. "Ben aslında tırnaklarını kesecektim ama tek başıma hiç yapmadığım için cesaret edemedim." diye girdim söze. Afşin Beyin bakışları beni buldu. "Sizden yardım isteyecektim. Gerçekten özür dilerim, Su Ela'nın zarar görmesini istemezdim." Afşin Bey anlayışlı gözlerle baktı bana. "Anne baba olmanın en zor yanı nedir biliyor musun Dalya?" dedi, göz ucuyla kızına baktı. "Bazı şeyleri onlarla birlikte öğrenmek. Çocuklar düşecekler, yaralanacaklar, bazen zarar verecekler. Onlarla birlikte sen de öğreneceksin. Düştüğünde ne yapacağını, bir daha düşmesin diye neler yapabileceğini... Anne baba olmak ne yaparsan yap çocuğun 50 yaşına da gelse yeni bir şey öğrenmektir. Senin bir suçun yok. Kazaydı. Şükür ki çok bir şey olmadı." "Bu kadar sakin kalmanız çok ilginç." dedim. Gülümsemesi genişledi. "Ne yapmalıydım? Sana ne kadar sorumsuz olduğunu söyleyip evimden mi kovmalıydım yoksa?" Alaycı bir şekilde kurduğu cümlesine burukça gülümsedim. "Bilemem..." dedim. "Ben olsam en azından bağırırdım sanırım." "Evden kovmayacak olman rahatlattı doğrusu." Kurduğum cümleleri nasıl yapıyordu da olumlu tarafa çekiyordu anlamıyordum ama ondan öğreneceğim bir şey de sağ duyulu olmaktı sanırım. Gülüşü karşısında kayıtsız kalmak mümkün değildi. Bulaşıcı bir yanı vardı. "O zaman şu küçük beyin tırnaklarını keselim," dedi ve ayaklandı. "O kendini ya da başka birini kesmeden." Adar'ın ellerini tuttum. "Ben silahı etkisiz hale getirdim. Bu onu bir süre oyalar." İkimiz de aynı anda kıkırdadık. "Ben tırnak makası alıp geliyorum." dedi ve merdivenlere doğru ilerledi. Su Ela başını koltuktan geriye atıp babasına seslendi. "Babacım benim bebeklik tılnak makasımı getilebililsin. Çekmeçemde duluyol." Çizgi film izliyordu ama bir kulağı da bizdeydi anladığım kadarıyla. Boşuna demiyorlardı çocukların yanında ne konuştuğunuza dikkat edin diye. Gözleri, ilgileri başka bir şeyle meşgul olsa bile konuşulanı duyabiliyorlardı. "Tamamdır su perim." Afşin Bey gelene kadar ben de sessizce Su Ela ile birlikte televizyondaki çizgi filmi izledim. Benim çocukluğumdakinden çok daha farklı bir çizgi filmdi. Ben en çok Sünger Bob izlerdim. Hatta Sünger Bob'lu çarşafım ve yastığım bile vardı. O kadının benim için ördüğü Sünger Bob'umu hatırlıyordum. Dilay doğduğunda ona hediye etmiştim. Beşiğinin yanında dururdu. Oynamak istediğimde gider alır sonra yine aynı yere bırakırdım. "Su Ela'cım senin en sevdiğin çizgi film hangisi?" diye sordum. Gözünü bir an televizyondan ayırdı ve bana döndü. "Kukuli tabi ki." dedi coşkuyla. Sesinde coşku vardı ama gözleri kapanmamak için savaşıyordu. Uykusu geldiği belliydi. "Uykun geldi mi?" "Gelmedi." dedi ama kocaman esnemesi onu ele verdi. "Su perisi hani kimseyi kandırmıyorduk." Afşin Beyin sesiyle gayri ihtiyari başımı geri çevirdim. Elinde minik bir battaniye vardı. Toz pembe renkli örme, kenarları renkli çiçeklerle çevrelenmişti. "Ama uykum gelmedi ki baba." diye itiraz etmeye çalıştı. Afşin bey yanına yaklaştı battaniyeyi üzerine örttü. O anda üzerine işlenmiş ismi gördüm. Su Perisi Daha doğrusu lakabı. El emeği olduğu belliydi. Birisi onu elleriyle örmüş, çiçekler işlemiş, adını nakışlamıştı. Afşin Bey yemek konusunda çok yetenekliydi ama bir battaniye örmüş olabileceğini düşünmüyordum. Bu daha çok bebeğini hevesle bekleyen bir annenin emeği gibi duruyordu. Afşin bey Su Ela'nın yüzüne düşen saçlarını geriye çekti. Saçlarının üzerine uzun bir buse kondurdu. "Bu bölüm bittiğinde seni yatağına bırakacağım," dedi. Su Ela'nın yarı kapalı gözleri babasını buldu. "Uyku saatin gecikmeyecek." "Tamam." dedi Su Ela kabullenmişlikle ve televizyona geri döndü. "Biz masanın oraya geçelim mi? Buranın ışığını biraz kısayım." Ahi Adar'ı biraz daha sıkı tutup masaya geçtim. Afşin Bey salon kısmının ışığını yok denecek kadar kıstı. Bizim evinde ışıkları ayarlanabiliyordu. Bu özelliği sevmiştim. Çalışırken ya da kitap okurken ışığı ayarlayabilmek güzel olurdu. "Sen elini tutarsan ben de hızlıca keserim." dedi yanımdaki sandalyeye otururken. Dediğini yapıp Adar'ın elini tuttum. Afşin Bey hızlıca tırnaklarını kestiğinde Adar çoktan uykuya dalmıştı. "İyi ki yemekten sonra mamasını içirmişim." dedim. "Yoksa 10 dakikaya uyanır yaygarayı kopartırdı." "Uyumazdı bence. Bu küçük adamın biberonu emişinden yemeğe düşüklüğü anlaşılıyor." "Doğru. İştahımız yerinde." Sandalyeden doğruldum. Benimle birlikte Afşin Bey de ayaklandı. "Her şey için teşekkür ederim Afşin Bey. Biz artık gidelim, çocuklarda uyudu." O parlak gülümsemesi genişledi. Göz ucuyla kızına baktı. İstemsizce bende baktım. Su Ela kendini uykunun tatlı kollarına bırakmıştı. "Ebeveynliğin en güzel kısmını söyleyeyim mi Dalya?" dediğinde ona doğru döndüm. "Tabi." "Sorunsuz şekilde atlatılmış bir gün bitimi çocuklar uyuduktan sonra içilen kahve." Gülümsemem yüzümde yayıldı. "Bu bir kahve teklifi mi?" diye sordum. "Eğer cevabı olumluysa evet." Tek kaşım kalktı, tebessümüm yüzümde yerli yerindeydi. "Peki ya hayır dersem?" "O zaman sadece bir bilgi olur." Gözleri gözlerimde kenetli cevabımı bekliyordu. Garip bir adamdı doğrusu. Serdar'ın haricinde böyle laf oyunları yaptığım kimse olmamıştı. İşin garibi bu benim tercihimdi. Şimdi Afşin Bey bir kaç saattir hayatımda olduğu halde pek de tercihlerimi önemsemeden benimle şakalaşıyordu. Ve ben de oyununa katılıyordum. Üstelik bundan keyif alarak. "Aslında bir kahve şimdi çok da iyi giderdi. Şöyle köpüklü ve sade." dediğimde sessiz bir kıkırtı kaçtı dudaklarından. "O zaman ben benimkini yatağına yatırayım sen de seninkini minderine yatır. Bir dakika sonra mutfak masasında buluşalım." "Görev anlaşıldı." Ben Adar'ı minderine yatırdığımda uyanacak gibi oldu ama biraz pışpışlayınca tekrar daldı derin uykusuna. Afşin Bey birkaç dakika sonra geldiğinde ben yeşil sandalyeye oturmuş onu bekliyordum. "Biraz beklettim kusura bakma," derken mutfağa geçti. "Benim kız sarı saçlı bebeği olmadan uyanıyor da onu aradım." "Önemli değil." Afşin Bey sessizce kahvelerimizi yaparken ben de onu izliyordum. Kocaman elleri vardı ama korkunç durmuyordu. İşinin ehli gibiydi. Çok aşinaydı mutfağa. Oturduğum yerden daha da uzun görünüyordu. Geniş omuzları vardı. Ve spor yaptığını belli eden bir sırtı. Birden bana döndüğünde hemen gözlerimi kaçırdım. İstemeden dikizliyormuş gibi görünmüştüm. Afşin Bey hiçbir şey demeden iki fincan kahve ve iki bardak su ile masaya döndü. "Ellerinize sağlık." "Afiyet olsun." Mavi sandalyesine oturdu. İkimizde ilk yudumlarımızı aldık. Kahveyi cezvede ağır ağır pişirmişti. Ve tadı makine ile yapılana göre çok daha lezzetliydi. "Ağzınızın tadını biliyorsunuz." Anlamamış gibi kaşlarını çattığında açıklama gereği duydum. "Kahveyi sadece kahve gurmeleri cezvede yaparlar." "Makina kahveleri bana fazla metropol işi geliyor. Böyle cezvede ağır ağır pişmesi keyif veriyor. Burası sakin bir hayat Dalya. Aceleci hiçbir şeye gerek yok. Her şeyin keyfini çıkartıyoruz." Anladım dercesine başımı salladım. Ve dediği gibi kahvemi yavaş yavaş yudumladım. Her yudumun keyfini alarak. Ben çok kahve içerdim. Genellikle makinede pişmiş ve sıcak dumanı hala üzerindeyken bitirdiğim kahveler. Çünkü hep bir telaşenin içerisindeydim. Durup kahve keyfi yapacak vaktim yoktu. Ya da ben o vakti bulmaya çalışmamıştım. "İsmini verirken anlamını düşünerek mi verdiniz?" Ansız sorusuyla dikkatimi fincanımdan ona verdim. Bakışları minderde uyuyan Adar'daydı. "Bilmiyorum ki..." dedim. "O… benim bebeğim değil." Duyduğuyla kaşları havalandı. Belli ki Serdar'ın Afşin Beye da anlatmadığı şeyler vardı. "Yani onu ben doğurmadım. Annesi ben değilim." "Peki annesi?" "Kız kardeşim." dedim. Sesimde bariz bir titreme yoktu ama içim titriyordu. "Biz daha o bebekken ayrı düşmüştük. Bir süre önce kaza geçirdiğine dair bir telefon aldım. Ben hastaneye varana kadar..." Derin bir nefes aldım. Gözlerim yanıyordu. "Anlatmak zorunda değilsin." dedi şefkat yüklü sesiyle. Evet zorunda değildim ama içimden bir his kopup çıkıyordu. Anlatmak istiyordum. "Kardeşim ve eşi vefat ettiler. Ve ben varlığını bile hastanede öğrendiğim yeğenimle tanıştım. O yüzden adının neden Ahi Adar olduğunu da anlamını da bilmiyorum. Ama sen sorunca merak ettim. Araştıracağım." "Ahi, dost, arkadaş demek," dediğinde şaşkınca çatıldı kaşlarım. "Adar ise yoldaş demek." Dost, arkadaş, yoldaş... Dilay ne düşünerek bu isimleri seçmişti bilmiyorum ama adı gibi anlamıyla girmişti hayatıma. Yalnızdım, bana dost olmuştu, arkadaş olmuştu. Ve benim hayat yolculuğumun geri kalanında yoldaşım olacaktı. "Anlamlarını nerden biliyorsun?" diye sordum. "Serdar, ortağım ve oğlu Ahi Adar gelecek dediğinde merak edip araştırmıştım." "Araştırmacı bir ruhum var diyorsun yani?" Başını ağır ağır sallarken kahvesini yudumladı. "Severim araştırmayı." "Peki Afşin ne demek?" diye sordum kahvemden bir yudum daha alırken. "Zırh, silah." Zırh... Adını taşıyordu. Korumacı bir tavrı vardı. Birkaç saat önce tanıştığı bana bile o tavrını sunmuştu. "İlk kez duydum ismini ama anlamı güzelmiş." dedim. Gülümseyerek aldı iltifatımı. Kahvelerimizin son yudumunu aldık birlikte. Aynı anda sularımıza uzandı ellerimiz. "Ağzımda telve tadı kalmasını sevmiyorum." "Kahvenin ağızda kalan tadını sevmiyorum." Aynın anda yaptığımız açıklamaya kıkırdadık. Serdar benzediğimizi söylemişti ama bunu ilk günden görmeyi beklememiştim. "Bu arada itiraf et." dedi. Kaşlarımı çattım anlamazca. Ve devam etti. "Kabak çiçeği dolması limonlu daha güzel." Dediği şeye sesli bir şekilde güldüm. Belli ki birileri kaybetmeyi sevmiyordu. Başımı iki yana salladım. "Hiç de bile." dedim suyumu tek dikişte bitirdikten sonra. "Yoğurtlu daha güzeldi." "İyi bir oyuncu değilsin Dalya." Bu parlak gülüşüyle bana bakarken ona itiraz etmek zordu. "Limonlu dolmayı yerken gözlerinde beğeni ışıklarını gördüm." "Tekrar ediyorum Afşin Bey, yoğurtlu dolma Daha iyiydi. Bu konudaki fikrimi yemekte de söylemiştim." "İkimiz de Su Ela'yı üzmemek için öyle dediğini biliyoruz. Hadi biz bizeyiz itiraf et." Bu çocuksu ısrarına o kadar kocaman gülümsüyordum ki çene kaslarım acımıştı. Bakışlarımı kaçırdım. Biraz daha o parıltılı gözlere bakarsam gerçekler dudaklarımdan akıp gidecekti. Boğazımı temizledim, gülüşüm dizginledim ve ona döndüm. "Kahvelerimizi de içtiğimize göre artık misafirlik bitti." dedim ve ayaklandım. Fincanları tepsiye koyup tezgâha bırakırken beni izleme sırası ondaydı. Bakışlarını sırtımda hissediyordum. Fincanları sudan geçirip makineye koydum. Tezgahtaki fazlalık suyu bezle aldırıp daha sonra bezi aynı onun yaptığı gibi katlayıp lavabonun önüne koydum. Arkamı döndüğümde pür dikkat beni izleyen bir Afşin beklemiyordum. Gözlerimiz kesişti. Gülümsemesi yerli yerindeydi. Derin bir nefes verdim. Bir şey demeden minderde uyuyan bebeğime ilerledim. Adar'ı güzelce battaniyesine sardım. "Yemekler için ve kahve için tekrardan teşekkür ederim." dedim kapıdan çıkmadan önce. "Lafı bile olmaz." Hava serindi. Adar üşümeden hızlıca eve ilerledim ama kapıya ulaştığım an ceketimi unuttuğum geldi aklıma. Tam arkamı dönmüştüm ki kendi evinden çıkmış Afşin Beyi gördüm. Elinde kot ceketimi tutuyordu. Hızlı adımlarla verandama geldi. "Ceketini unutmuşsun." derken bana uzattığı cekete baktım. "Cebinde anahtarım var. Rica etsem kapıyı açabilir misiniz?" Bir şey demen cebimdeki anahtarı çıkartıp kapıyı açtı. Tek eliyle kapıyı ittiğinde eve girdim. "Ceketimi oraya bırakabilirsiniz. Adar'ı yatırınca alırım." dedim ve dikkatli adımlarla üst kata çıktım. Yatağımın üzeri kıyafet doluydu. Açık olan kısma Adar'ı yatırıp kenarlarına yastıkları koydum. Aşağıya indiğimde Afşin Bey hala açık olan kapının önünde bekliyordu. "Kapıyı kilitlediğinden emin olmak istedim. Burası biraz ıssız kalıyor." Yaptığı açıklamaya tebessümle karşılık verirken bana uzattığı ceketimi aldım. Kısa bir an parmaklarımız değdi ve elektrik çarpar gibi oldu. İkimizde irkildik ama anlamsız bir kıkırtı yükseldi aramızda. "İyi geceler Afşin Bey." dedim bir elim kapıda duruyordu. "İyi geceler Yıldız çiçeği." Yıldız çiçeği Dalya... Babasının Yıldız Çiçeği... Şaşkınlığım yüzümden okunuyor olmalıydı ki açıklama yapma gereği duydu. "İsminin anlamı bu değil mi?" diye sordu. "Ben yanlış bir şey mi söyledim yoksa?" Gözlerime biriken yaşları yukarı bakıp geri göndermeye çalıştım. Başımı iki yana alladım. Şimdi duygusallığın sırası değildi. "Hayır." dedim. Gözlerimiz yeniden buluştuğunda bana üzgünce bakıyordu. "Babam bana böyle seslenirdi. Uzun yıllardır hiç duymamıştım." "Yaranı deşmek değildi amacım. Affedersin. Bir daha söylemem." dedi mahcupça. Yine başımı iki yana salladım. "Aslında, yani sanırım... Bunu duymak iyi hissettirdi." Bir damla yaş süzüldü gözümden. İkimizin de yüzünde buruk bir tebessüm yeşerdi. "O zaman yarın kahvaltıda görüşmek üzere Yıldız çiçeği." dedi ve bana itiraz etme fırsatı vermeden kendi evine doğru ilerledi. Gidişini içimde uçuşan kelebeklerle izledim. Kalbimde bir yerlerde bir şeyler oluyordu. Olmaması gereken bir şeyler. Olması başıma iş açabilecek şeyler. Alışmak gibi... Bağlanmak gibi... Birkaç saat önce karşılaştığım bir adam ve kızına bu kadar çabuk alışmak... garip geliyordu.
|
0% |