Yeni Üyelik
9.
Bölüm

DOKUZUNCU BÖLÜM

@kutuphaneciih

Merhaba sevgili Seni Bulduğumda okuyucuları;

Sizlere her Pazar bölüm günümüz olduğunu söylemiştim ama geçtiğimiz Pazar maalesef bölüm atamadım. Benim için oldukça zor bir zamanın içerisinde olduğumu sizlere üzülerek söylüyorum.

Çok kıymet verdiğim birisini kaybetmenin üzüntüsü içerisindeyim. Ben ölüm ile henüz 9 yaşımı doldurmadan tanıştım. Aramızda sadece 4 gün fark olan çocukluk arkadaşımla başladı ölüm ile meselemiz. Ben ki; 1.sınıfa başlayan her çocuk annesi babası için ağlarken o başka okula yazıldı diye saatlerce ağlamıştım. Bir elim kaza aldı onu benden. Sırf çocuk olduğum için ona son vedamı etmeme izin verilmedi. Cenazesinin kalktığı gün beni okula gönderdiklerini, ağlamaktan bitap düştüğüm için beni odasına alan müdürümüzün teselli edişini unutmuyorum. Yaşım biraz daha büyüdüğünde ama hala çocuk sayılırken önce öz babaannemi 2 ay sonrasında çok sevdiğim -babamın yengesi olan ama- babaanne dediğim Çiçek babaannemi kaybettim. Yine biraz büyüyüp 17 yaşımda biricik babamı, kahramanımı kanser illeti ile toprağa verdim. Henüz çeyrek asır yaşamadım. Ama bir asıra sığacak kadar kayıp verdim sanıyordum. Geçtiğimiz cumartesiye bir acı haber ile uyanacağımı bilemezdim. Babam ile aynı illet gelip de kız kardeşim dediğim dostumun eşini buldu. Tanışmalarından, istemelerine, evliliklerine kadar her adımlarına şahit olduğum, evlendikten sonra iki hafta da bir onların evinde kalıp hayatlarına şahit olduğum iki insan… bana abilik yapan, gönlü iyilik dolu bir adamı kaybetmek hepimizi yasa boğdu. Bunları neden yazıyorum diye soracak olursanız siz de bilin diye… benim toprağa verdiğim her sevdiğim yer yüzündeki tüm kötülüğe, caniliğe karşı iyilik timsali olan kişilerdi. İyiler çabuk göçüyor bu zalim dolu dünyadan. Bilin ki bu hayatta onlar yaşadılar.

Onlara artık duyurabileceğim kelimelerim yok… o yüzden burada yazıyorum;

İyi ki vardın çocukluğum, ilk aşkım. Yerin nurla dolsun.

İyi ki varsın ömrü acılarla geçmiş babaanneciğim. Mekânın cennet olsun. Hep hasretini çektiğin evladın artık yanında. Huzur bul.

İyi ki vardın çocukluğumda bana masallar anlatan, salçalı ekmek süren Çiçek Babaannem. Yattığın yerin çiçeklerle süslensin.

İyi ki vard(s)ın canımın parçası babacığım. Hep yüreğimde en güzel köşede varlığını koruyorsun. Cennetteki yerin en güzel yer olsun.

İyi ki vardın manevi abim. Eşin bizlere emanet. Senin onu sevdiğin gibi sevecek, gözünden yaş akmasın diye uğraştığın gibi uğraşacak, emanetine senin istediğin gibi bakacağız. Mekanın cennet bahçeleri olsun.

 

&&&&&&&&&&

   

  

Yaklaşık dört saat süren hastane maceramız Ahi’nin ateşinin normale düşmesi ile sonlanmıştı. Doktorun yazdığı ilaçları yol üzerindeki eczaneden alıp eve doğru yola koyulmuştuk. Birkaç saatlik uyku beni kendime getirmeye yetmişti. Eğer Afşin olmasaydı nasıl başa çıkardım bilmiyordum. Bir bebek sahibi olmak zordu hele tek başına. İnsan destek alabileceği birisine ihtiyaç duyuyordu. Bunca yıl tek başıma birçok şeyle mücadele etmiştim. Bu hayatta kendi başıma her zorlu açabileceğime kimseye ihtiyacım olmadığına inanıyordum. Ta ki Afşin hayatıma girene kadar. O geldiğinde anladım ki benim sırtımı yaslayacağım birisine gerçekten ihtiyacım var.

Beni Afşin’e ihtiyacım var.

“Kahvaltı için simit almamı ister misin?” Afşin başını geriye çevirmeden dikiz aynasından bana bakıyordu.

“Olur.” Dedim onun dinç sesinin yanında yorgun kalan sesimle. “Hem Su Ela’da seviyor.”

“Şimdi eve gittiğimizde bahçeye güzel bir kahvaltı sofrası atarız. Temiz hava, bol güneş bizi kendimize getirir.”

Hafif yayıldığım arka koltukta onu dinliyordum. Yüksek enerjiyle ruhumda ışıklar saçıyordu. Her ne kadar uyumuş, dinlenmiş olsam da gece yaşadığım korkudan dolayı ruhen kendimi yorgun hissediyordum. Kendimi Afşin’in neşesine bıraktım.

“Çay da demleriz.” Dedim.

“Demleriz tabi. Adar’a da en büyüğünden bir biberon mama yaparız.” Bu kez gözleri pusetinde -ikimizin arabasında da puset ve Su Ela için oto koltuğu bulunuyordu- etrafı izleyen Ahi’ye döndü. “Değil mi dostum.”

Ahi fısıltı tonunda mırıltılar çıkartırken yönümü ona döndürdüm. Serum takıldığı için moraran elinin üzerine acıtmadan bir buse kondurdum. Minicik saçlarını sevdim. Gözleri bi kapanıp bi açılırken belli belirsiz bir tebessüm belirdi yüzünde. Yorgundu benim bebeğim. Neşesi yoktu hiç. Ama toparlayacaktı. Okuduğum kitapta anne sütünün bağışıklığı güçlendirdiği yazıyordu. Bebek emdiği zaman annenin bünyesi bebeğin vücudunu tahlil edip onu iyi edecek vitaminler üretip daha çabuk iyileşmesini sağlıyordu. Ama ben onun annesi değildim. Ona iyi gelebilecek sütüm yoktu. İki hafta önce Afşin, Su ela, Ahi ve ben pazara gitmiştik. Tesadüf ki yeşillik alacağım tezgâhın önündeyken Ahi hapşırmıştı. Tezgâhtaki yaşlı teyze “Sana bol tere koydum sütü çoğaltır. Güzelce ye de bebeğine şifa olsun. Belli ki hastalanacak.” Demiş ve poşeti elime tutuşturmuştu. Orada dillendirememiştim ama canım yanmıştı. Ona annelik yapmak benim görevimdi ama tamamlayamayacağım şeyler vardı. Ona yetersizdim. Çünkü annesi değildim. Ne kadar çabalarsam çabalıyayım hep de eksik kalacaktım.

“Niye düşürdün o gül yüzünü yine?” Afşin’den gelen soru ile odağımı Ahi’den çektim. İki koltuk arasındaki boşluğa doğru eğilip yüzünü yan profilden görebilecek kadar yaklaştım.

“Ne yaparsam yapayım ona annesi kadar iyi bakamayacağım gerçeğiyle boğuşuyorum.”

Eski Dalya’ya sorsam mesela ‘İçinden geçen duyguları, düşünceleri hiç tartmadan, direk birisine açar mısın?’ diye cevabı bir saniye düşünmeden hayır olurdu. Şimdiki Dalya ise kalbiden geçen her şeyi -bir şey hariç ki onu da direk söylemesem de belli ediyordum her halimden- şıp diye söyleyiveriyordu. Bu güzel bir histi.

“Sana ne zaman öğreteceğiz soğuk kanlı olmayı?” başını hafif yana çevirip bir saniyeliğine gözlerime baktı. “En ufak bir problemde kendini yetersiz görmen Yıldız Çiçeğim’e yaptığın büyük bir haksızlık değil mi?”

Yıldız Çiçeğim’e…

Afşin’in Yıldız Çiçeği…

Hastaneden uykuya dalmadan önce duyduğum o sözler sanırım benim görmeyi düşlediğim rüyamın gerçeğe dönüşmesiydi.

Seninle aile gibi görünmenin benim açımdan hiçbir mahsuru yok Yıldız Çiçeği’m.

Derin bir soluk aldım. Yüzümde yeşeren bir tebessüm vardı. Tabi yüreğimde filizlenen bir aşkta.

Başımı sağ koltuğun kenarına yasladım ve onu seyrettim. Dağınık kumral tutamları alnına düşüyordu. Üzerinde krem tişört, altında dizlerinin hemen üzerinde biten şortu vardı. Kolları kalın ve kuvvetliydi. Yaslansam yıkılmayacağının güvencesini veren geniş omuzları vardı. Tabi bir de pas parlak gülümsemesi. Onu seyrettiğimin farkındaydı. O yüzden de gülümsemesi her saniye daha da artıyordu. Göz kenarlarında kırışıklıkları vardı. Yaşadığı zorlukları simgeliyordu benim gözümde.

Arabayı kenara çekip durdurduğunu emniyet kemerini çıkartıp bana döndüğünde fark ettim. Kazdağ Fırın’ın önündeydik. Bizim eve mesafesi çoktu ama buranın simidi güzel diye buradan alıyordu hep.

Yüzlerimizin arasında beş santimden fazlası yoktu. Soluğu soluğuma karışacak kadar yakındık hatta. Gözlerini gözlerime kenetlediğinde oldukça gürültülü şekilde iç çektim. İçim gidiyordu ona bakarken. Zaman yavaşlıyordu sanki. Göz bebeklerinde kendi yansımamı görmek beni bir çocuk gibi sevindiriyordu.

“Sana bir itirafta bulunayım mı?” diye sordu sessizce. Gözlerimi yumdum ve bir saniye bekleyip açtım. Bu evet demekti. Zira o bana bu kadar yakınken konuşmak için kendimde güç bulamıyordum.

Eli yüzümün yanında omuzlarıma doğru düşen saçlarıma uzandı. Yeni boyatmıştım, rengi parlak koyu kahveydi. Parmakları şakağımın oradan saçlarıma dokunup uçlarına kadar gezindi. Gözleri ellerini takip ederken ben de ellerine bakıyordum. Önüme düşen tutamı kulağımın arkasına sıkıştırıp tekrar maviliklerini kahvelerime değirdi.

“Sen onun bu dünyada annesinden sonra sahip olabileceği en mükemmel annesin. Onun için yapamayacağın tek şey emzirmek. Sen onu yüreğinin en güzel yanıyla seviyorsun. Koşulsuz bir sevgiyle etrafına kalkan ördüğünün farkında değilsin. Ona şu dünyada senden daha iyi annelik yapabilecek tek bir kadın bile yok.”

Omuzlarım düştü. Bakışlarım yoğunlaştı ona karşı. Benim de elim havalandı ve alnına düşen tutamlarına değdi. Parmak uçlarım biraz oyalandı saçlarının üzerinde. Gözleri bendeydi, gözlerim saçlarındaydı. Derin bir nefes aldığını duydum. Bir gülümseme yeşerdi dudaklarımda. Sevilmek böyle mi hissettiriyordu insana. Göğüs kafesinin içinde binlerce çiçeğin açtığını, ormanların filizlendiğini hissetmek gibi mi?

“Sana bir şey itiraf edeyim mi?” diye sordum onun gibi. Gözlerim gözlerine indi. Daha da yaklaşmıştık. Nefesi yüzüme çarpıyordu. Göz bebeklerinin dibindeydim. O mavileri içerisinde dans ederek çoğalan lacivertliği kalp atışlarımı hızlandırıyordu.

“Et bakalım.” Diye yanıtladı sorumu.

“Sen bana o kadar inanıyorsun ki ben senin gözünden yansıyan benliğimi daha çok seviyorum. Sanki her şeyi yapabilirmişim gibi. Her şeyin en güzelini yalnızca ben yaparmışım gibi.”

Gülümsemesi manidarlaştı. Başını hafif yana eğdi. “Sen zaten saydıklarınsın Yıldız Çiçeği.”

Arkamızdan bir ağlama sesi yükseldiğinde ışık hızıyla uzaklaştık birbirimizden. Ben yönümü Ahi’ye çevirirken Afşin de arabanın kapısını açtı. Ahi bir anlık ağlamasından sonra hemen sustu. Gözlerini açmış etrafına bakınıyordu.

“Buradayım bebeğim.” Diyerek gözlerine baktım. O güzel yeşil gözleri çakmak çakmaktı. “N’oldu niye mızıldanıyorsun?” mırıldandı kendince. Sesi biraz daha kuvvetliydi. Serum onu biraz da olsa toparlamıştı. Gülümsediğinde parmağımı gamzesine dokundurdum.

“Sen hep gül bebeğim. Hem neşeli gülücüklerinle şenlensin hayatımız.”

Mırıltıları çoğaldı. Kendi kendine çıkarttığı sesler bütünü beni kıkırdatıyordu. Arabanın kapısı açıldığında ben hala gülüyordum. Afşin elindeki poşetleri yan koltuğa bırakırken bize doğru döndü.

“Neşeniz bol olsun. Dönmüşsünüz özünüze.” Emniyet kemerini bağlayıp arabayı çalıştırdı. Dikiz aynasından bize bakıyordu. “En güzel halinizlesiniz şimdi.”

Yanaklarıma hücum eden kanla birlikte başımı önüme doğru eğdim. Bu adam bana sürekli böyle kalbimi yerinden oynatacak şeyler söylüyordu. Hayır baya baya etkileniyordum da.

Yolun devamında hiç konuşmadık. Bunu en büyük sebebi de benim üzerimdeki utangaçlığı atamayışımdı. Afşin arabayı park edip indiğinde ben de arabadan inip Ahi’yi almak için onun tarafındaki kapıya doğru ilerliyordum ki Su Ela’nın tüm neşesi ile bize doğru koştuğunu gördüm.

“Fasulle! Fasulle geri geldi Hasan Hala.” Afşin geldiğimizi tüm evlere duyuracak kadar bağıran kızını kucağına aldığında Su Ela’nın gözleri bendeydi.

“Dalya teyze fasulleye looldu?”

Ona doğru bir adım yaklaşım hava da duran elini tuttum. “Birazcık hastalanmıştı ama şimdi iyi oldu.”

“Dottor amca ona iyne mi yaptı?”

“Serum taktılar.”

Dudaklarını öne doğru büzdü. Sanki görebilecekmiş gibi öne eğilip arabaya baktı. “Çok canı acıdı mı fasullenin? Çok ağladı mı?”

“Birazcık ağladı.” Dedim onu teselli etmek için.

“Beni neden götülmedinis?” diye sorarken kollarını göğsünde bağladı. “Ben olsaydım elini tutaldım hiç aylamastı.”

Afşin kızını hoplatır gibi yapıp kendisine bakmasını sağladı. “Seni evde bıraktık ki bize kahvaltı hazırla, gelince hemen yiyelim diye seni bıraktık.” Su Ela büzdüğü dudaklarını yukarıya doğru kıvırırken ben de arabanın içinden Ahi’yi çıkarttım. Afşin arkamdan dolanmış arabanın kapısını kapatırken ben eve doğru yürümeye başladım.

“Ben sise çok güsel kayfaltı hasılladım. Hasan halam kıfayetlerimi deyistildi. Saçlalımı yapamadı ama. Bilmiyolmuş saç yapmayı. Daha öylenememiş.”

“Nasıl yapmak istedin saçını?” diye sordum arkaya bakarak. Su Ela salık saçlarını elinin tersiyle omzunda geriye attırdı. Daha sonra da ellerini başının yukarısına koydu.

“Böyle iti tuyluk olsun istedim. Uçlalına da senin aldığın yunitolnlu totalalımı takalım istedim.”

Bahçeden içeriye girdiğimizde Hazan masaya tepsideki kahvaltılıkları koyuyordu.

“Tamam Su Perim birazdan yaparız istediğin gibi.”

Su Ela ellerini birbirine neşeyle çırptı. Bir çocuğu gülümsetmek bu kadar basitti işte. O kadar saf ve temiz bir dünyaları vardı ki, biz yetişkinlerin onlardan öğreneceği çok şey vardı. Biz mutluluğu ne sanıyorduk? Ne bekliyorduk da bir türlü gerçek mutluğa ulaşamıyorduk. Halbuki ne kadar da kolaydı mutlu olmak.

“İyi ki geldiniz yoksa bu küçük su altı canavarı beni saç yapmayı bilmediğim için evden kovacaktı.”

Hazan’ın sitemlerine gülümsedim. Küt kestirdiği mavi saçları, üzerine giydiği şile bezinden asimetrik kesim renkli elbisesi ve altına giydiği çizmeleriyle ben farklıyım diyordu. Benden 1 yaş küçüktü. Kaptanlık ehliyeti aldığı günden beri karaya doğru dürüst ayak basmamıştı. Hafif aksanlı bir Türkçesi vardı.

“Babacım doğru mu söylüyor Hazan halan?”

“Ya Hasan hala ya… hani babama sikayet etmicektin?”

Su Ela tatlı mı tatlı bir kızdı ama bazen tırnaklarını çıkartıyordu. Bunda biraz payım olduğunu söyleyebilirdim. Her şey oyuncağını onunla paylaşmayıp onu oyunlara almamak için sınıftaki arkadaşlarını da etkileyen Ertuğrul ile başlamıştı. Su Ela’ya nasıl umursamaz olacağını öğretmiştim. Amacım kendisini korumasıydı. Ama ortaya biraz vahşi bir Su perisi çıkmıştı. Artık kimseden lafını esirgemiyor, dışlandığı zaman arkadaşlarına kafa tutuyordu.

“Sen de bana pankek yapacağına söz vermiştin?”

“İyi de Hasan hala ben taylifini bilmiyolum. Dalya teyseme solacaktım. Ama sen beni hemen babama ippiyonladın!”

Afşin Su Ela’yı havaya kaldırdı. “Sen bir de haklıymış gibi konuşuyor musun? Ne demek Hazan halayı evden kovmak? Sana hiç yakıştıramadım.”

Su Ela dudaklarını büzdü. Gözleri doldu.

“Abartma Afşin.” Diyerek onu uyardı Hazan. “Kovmadı beni tabi ki.”

Su Ela’nın boncuk yaşları yüzünden süzülürken babasının kucağından inmek için debelendi.

“Hiç bu küçük cadıyı savunma bana. Ben biliyorum kızımın huyunu.” Derken gözleri beni buldu. “Gerçi artık tanıyamıyorum. Biraz cadaloz oldu artık.”

Ben omuz silkerken hiç de kendimi suçlu bulmuyordum. Oh iyi ki de öğretmiştim. Kendini savunmayı bilmeliydi. Gerekirse kavga etmeyi de öğretirdim. Mazlum görünce korumayı da. Prenses prenses nereye kadar devam edecekti.

“Bılak beni! Bılak baba!” Afşin kucağında debelenen Su Ela’yı yere bıraktığında koşarak eve doğru ilerledi. Afşin’in bakışları beni buldu.

“Hep senin başının altından çıkıyor bunlar.” Derken kızmıyordu ama sitem ediyordu.

“Evet. Bana teşekkür etmelisin kızına kendini korumayı öğrettiğim için.”

“Hazan’ı evden kovması kendini korumak olmuyor.” Dediğinde Hazan atladı söze.

“Ay didişmeyin tepemde kırk yıllık evliler gibi.” Afşin’e doğru döndü. “Ayrıca ben kovdu demedim. Kovacaktı dedim ki bu latifeydi. Ve ekliyorum ki Dalya haklı. Sen naif kalpli bir kız çocuğu yetiştirdin evet bu çok güzel ama bir yere kadar. Geçen sefer geldiğimde okula gitmek istemediğini söyleyip ağlayan Su Ela bu gelişimde okulunda artık arkadaşlarıyla oyun oynadığını ve okulunu sevdiğini söyledi. Bu değişimin de mimarı sen değilsin.”

Hazan dobra bir karaktere sahipti. Karşısındaki ne düşünmüş, kırılmış mı pek de umursamadan kendi fikrini suratına söylüyordu. Afşin itiraz edecekken ona doğru yürüyüp Ahi’yi kucağına bıraktım.

“Ben gidip Su Ela’ya bakacağım. Sen de rica ediyorum oğlumun karnını doyur.”

Hazan’la göz göze geldiğimizde bana göz kırptı. Ben de sadece gülümsedim ve eve doğru ilerledim. Su Ela’yı odasında oyuncaklarıyla oynarken bulduğumda ağlamıyordu. Kapıyı tıklattım gözlerini bebeklerinden kaldırıp bana döndü.

“Gelebilir miyim?”

“Hı-hıh.” İçeriye girdiğimde hemen yanına oturdum. Bebeğinin saçlarını tarıyordu.

“Saçlarını mı yapıyorsun?”

“Evet. Çünkü ben onun annesiyim. Anneler kışlalının saçlalını yapallar.”

Ellerim onun su gibi akan dalgalı saçlarını gitti. Yavaş yavaş okşadım. Bir yorgun nefes alıp verdikten sonra bebeğini kenara bırakıp bana döndü. Gözleri buğulanmıştı.

“Dalya teyse?” dedi sorar gibi.

“Efendim Su perim.”

“Sen benim annem olamas mısın?”

Duyduğum bu cümle omuzlarıma bir yük gibi bindi. Küçücük bir kız çocuğu yaşlarla dolmuş gözlerini bana dikmiş annesi olup olamayacağımı soruyordu. Bir kat görevlisi vardı yetimhanedeyken. O kimseye benzemezdi. Çok sevgi doluydu. Her çocuğun başını okşar, sarılırdı. Düşen ilk ona koşardı. Saçlarımızı tarar, hasta olunca yemeği kendisi yedirirdi. Ama her akşam evine giderdi. Bir keresinde ben de aynı soruyu ona sormuştum.

Zehra teyze sen benim annem olur musun?”

Bir kız çocuğu için babası ne kadar önemliyse annesi de o kadar önemliydi. Henüz çok küçüktü ve bir anneye ihtiyacı vardı. Biliyordum. Anne demek istediğini, annesine seslenmek istediğini biliyordum. Çünkü ben de istemiştim.

Ellerimle minik ellerini kavradım. Gözlerinin en içine bakıyordum ki bilsin. Onu ne kadar iyi anladığımı hissetsin.

“Ben annen olsaydım ne yapmamı isterdin?”

Dudakları titredi.

“Bana sıkı sıkı salılmanı.” Şefkatle gülümsedim.

“Ben sana hep sıkı sıkı sarılıyorum.”

Burnunu çekti.

“Beni uyutmanı.”

Ellerini okşadım.

“Ben seni ne zaman istersen uyutuyorum da.”

Elimle akan göz yaşlarını sildim.

“Buse’nin annesi gibi ‘canım kızım’ demeni.” Dediğinde bir hıçkırık kaçtı dudaklarından.

Canım kızım derken bastıra bastıra söyleyişine içim sızladı. Bir anne için ne kadar doğal ve sıradandı evladına ‘canım kızım’ demek ama işte yarası olana acı veriyordu. Su Ela henüz beş yaşında minicik kalbine büyük gelen bir acı ile baş etmeye çalışıyordu. Onu kucağına doğru çektim. Kollarımı etrafına doladım. Kokusunu içime çeke çeke öptüm.

“Buse’nin annesi tota almış ona. İti tane tuylukta yapmış. Buse bana dösteldi. Çok güsel olmuş saçlalı. Benim de öyle olsun istedim. Hasan hala yamadı.”

Göz yaşlarını sildim yeniden. Yüzüne yapışan saç tutamlarını geriye çektiğimde ağlamaktan kızarmış gözlerini gördüm. Beyaz tenli olduğundan hemen belli ediyordu ağladığını.

“Ben senin saçlarını nasıl istersen öyle yaparım.”

“Biliyolum. Sen çok güsel yapılosun saten. Helkes beyeniyo. Eytyyul bilene beyenilo.”

Söylediğine kıkırdadım. Bizim kız biraz Ertuğrul’a vurgundu. Tabi sorsan hiç sevmiyordu onu. Okula gelmese keşke diyordu da bir gün gelmese öğretmenine arattırıyordu.

“Demek Ertuğrul zibidisi benim prensesimin saçlarını beğeniyor?” Afşin’in muhabbete ansızın girişiyle ikimizde yerimizde zıpladık. Gözleri beni bulduğunda konuşmamıza şahit olduğunu anladım. Yüzünde bir keder vardı. Pişmanlık. Acı. Ona tüm sevgimle gülümsedim.

“Ben sana tüsüm baba.” Diyerek kollarını göğsünde kavuşturdu ve sineme sığındı. Sarıp sarmaladım onu.

Afşin önümüzde durup yere oturduğunda Su Ela kafasını bile kardırmadı.

“Baban biraz eşeklik etti Su perisi.” Dediğinde Su Ela başını kaldırdı.

“Bilas mı?” diye sorduğunda istemsizce kahkaha attım. Bayılıyordum. Bu hazır cevap hallerine. Afşin de kıkırdadı.

“Tamam kabul birazdan biraz daha fazla eşeklik ettim.” Diye kabullendiğinde Su Ela tamamen ona doğru döndü. “Seni üzmek istememiştim. Seni dinlemeden peşin hüküm verdiğim için özür dilerim.”

“Sen bana cadı dedin.”

“Özür dilerim. Sen benim Su perimsin.”

“Bi şaltla affedelim seni.” Dediğinde kendimi gülmemek için zor tuttum. Bunu da benden öğrenmişti. Afşin ‘başıma ne işler açtın’ bakışlarını atıyordu bana.

“Neymiş bakalım şartınız söyleyin hanım Efendi.”

“Yuna palka gidices.” Dedi ve kucağımdan indi. “Hep belabel. Sen, ben, fasulle ve Dalya teyse.”

“Luna park hala açılmadı ama açıldığında,” bakışları beni buldu. Başımla onayladığımda tekrar Su Ela’ya döndü. “söz veriyorum gideceğiz.”

Su Ela ellerini çırpıp kendi etrafında döndü.

“Affettin mi babayı?” diye sordu Afşin. Cevabı ise yanağına aldığı kocaman öpücüktü. Su Ela neşeyle odasından çıkıp Hazan’a lunaparka gideceğimizi söylüyordu.

Odada sadece ikimiz kaldığında Afşin’in çöken omuzlarını fark ettim. Sıkıntı içinde nefes aldı. Ellerim tereddütle ellerini bulduğunda başını hafifçe kaldırıp bana baktı.

“Büyüyor ve büyüdükçe annesine daha çok ihtiyaç duyuyor.” Dedi hüzünlü sesiyle. “Küçücük kalbinde bu kadar derin bir acı yaşamasına dayanamıyorum.”

“O çok küçük Afşin, her çocuk gibi annesine ihtiyacı var. Ama bir konuda çok şanslı ki senin gibi bir babası var. Onun gök yüzünde uçmasını sağlayan kanatları sensin. Seninle güç buluyor. Sen onun için harika bir babasın.”

“Ama anne değilim.” Dediğinde yarım yamalak bir gülümseme belirdi yüzümde.

“Bunu bana mı söylüyorsun? Ben annesini ve babasını kaybetmiş yeğenime anne olmaya çalışıyorum. Ve ben de anne değilim. Olamam da. Ama çabalıyorum Afşin. Ve bunu senden öğrendim.”

Ellerinin üzerindeki ellerimi sıktı. Parmakları parmaklarıma dolanıyordu.

“Ona bir kere ‘canım kızım’ der misin?” diye sorduğunda çatallaşan sesi içimde yankılandı. Gözlerim doldu. Bir babanın çaresizce isteği kalbimi sıkıştırdı.

“Eğer bu onu mutlu edecekse ben ona her zaman ‘canım kızım’ derim.” Gözleri gözlerimi bulduğunda o minneti gördüm. Bana doğru yaklaştı. Alnını alnıma yasladı.

“Dalya…” diye fısıldadı. “Dalya… benim parlak yıldız çiçeğim.” Bir derin soluk aldığında kokumu içine çektiğini anladım. Birbirimize yalanmış duruyorduk öylece.

Ben Dalya Ulus, bir sahil kasabasında kaybettiğim aile sıcaklığına geri kavuşmuştum. Buraya gelirken gitmek düşüncesi vardı aklımda ama artık bunun imkânı yoktu. Yaslandığım bu adam beni kovmadığı müddetçe ömrümün sonuna kadar dayandığı kişi olabilirdim. Kendi acılarım vardı. Onun da benimki kadar büyük kayıpları vardı. Birbirimize yaslandığımız müddetçe tüm bu acıları aşabileceğimize inanıyordum.

Ben Dalya Ulus, bir küçük sahil kasabasında hayatın anlamını bulmuştum.

&&&&&&

“Dalya Teyse hadi geç kalıcas.” Elimsen tutup beni çekiştirirken ayakkabımı giymeye çalışıyordum. Bugün Su Ela’yı okula bırakacaktım. Sene sonu gösterisi için provası olduğundan heyecanlıydı.

“Endişe etme Su Perim geç kalmayız. Daha vaktimiz var.”

Ayakkabılarımı giydikten sonra pusetinde yatan Ahi’yi alıp kanguruya yerleştirdim. Hava güzel olduğu için okula yürüyerek gitmek istemiştik. Afşin yeni siparişler için Çanakkale’ye gitmişti sabah karşı. Çocuklar ve ben bugün baş başa takılacaktık. Okul sonrası içi gezme planı bile yapmıştı Su Ela.

Üzerindeki beyaz müslin elbisesini giymek istemişti. Tabi bana da illa beyaz elbise giymem konusunda yaptığı baskı sonucunda bende dizlerimin üzerinde biten, kolları prenses model elbisemi giymiştim. Afşin’in ikimize takım aldığı hasır şapkalarımızı da takmıştık. Su Ela ile takım giyinmek bir yapbozu tamamlamak gibi hissettiriyordu. Bir de minik fasulyemizi de kendimize uydurduğumuzda tam bir görsel şölen oluyordu.

Su Ela’nın elini sıkıca kavrayıp indim merdivenden. Yol boyunca gösteride söyleyeceği şarkıyı söylemişti. Kelebekli bir şarkıydı ve benim Su Perim gösteride kanatları parıldayan bir kelebeği canlandıracaktı. O kadar hevesliydi sabah akşam sürekli dansını bize gösterip şarkısını söylüyordu. Artık biz bile ezberlemiştik şarkıyı. Arada kendimi mırıldanırken buluyordum.

Okul ile ev arası beş dakikalık bir mesafedeydi. Toprak yoldan çıkınca karşıya geçiyorduk. Ayvalıburun camisinin hemen arkasında kocaman bir bahçenin içinde turuncu yeşil renkli bir binaydı. Mesleklerini severek yapan öğretmenlerin elinde yetişiyor olmaları da çok güzeldi.

Demir bahçe kapısına geldiğimizde çocuğunu getiren birkaç veli daha vardı. Su Ela ile merdivenleri çıktığımızda kendi sınıf öğretmeni karşıladı bizi.

“Günaydın Su Perisi, hoş geldin.” Enerji dolu sesi ile Su Ela’yı karşılayan Eylül öğretmenine gülümsedim içtenlikle. “Bugün için heyecanlı mısın?”

Su Ela ayakkabılarını çıkartırken başını sallıyordu. Bir gözü içeriyi tararken bir yandan da öğretmenine cevap veriyordu.

“Ben şalkımısı esbelledim öyletmenim.”

“Aferin sana Su Perisi. Hadi sınıfına geç bakalım. Arkadaşların seni bekliyorlar.”

Su Ela bana döndüğünde Ahi’ye dikkat ederek onun boyuna indim. O sırada başka bir veli daha girdi içeriye.

“Sen provanı güzelce yap Su perim. Öğlen seni almaya geleceğim. Sonra da gezmeye gideceğiz.”

“Tamam Dalya Teyse.” Derken uzanıp yanaklarıma öpücük kondurdu. Sonra da Ahi’nin başından öptü.

“Beni ösle tamam mı fasullem.”

Ahi mırıldandığında Su Ela da kıkırdadı. O sırada arkamdaki kadın kızına sarıldı.

“İyi dersler canım kızım.” Dediğinde Su Ela ile göz göze geldik. Yüzü asıldı ve bir şey demem izin vermeden sınıfına koştu. Göz ucu ile kadına ve kızına baktım. Belli ki rutin vedalaşmalarıydı bu.

Bir kolumla Ahi’yi kavrayarak doğruldum. Öğretmenine Su Ela’yı erken alacağımı bildirdikten sonra çıktım okuldan. Aklımdaysa Su Ela’nın üzüntüyle acıyan kalbi vardı. Üzülmelerine dayanamadığım iki çocuk, Ahi ve Su Ela. Annelerinden yaralı iki çocuk. Ve bu yarayla büyüyen bir kadın. Bazen bazı acıları anlıyor olmak daha çok canını yakıyordu insanın. Annesizliği biliyordum. Küçücük kalbimin nasıl yandığını. Ve şimdi üzülmesinler diye gözünün içine baktığım iki çocuk benim yandığım yerden yanıyordu.

&&&&&&&&&

Öğleden sonrasında Su Ela’ya söz verdiğim saatte okula geldim. Bahçede oynuyorlardı. Etrafında arkadaşları vardı. Salıncakların etrafında oradan oraya zıplayıp duruyordu. O neşeli kahkahası etrafına saçılırken benimle göz göze geldi.

“Dalya teyse!” diye bağırıp bana doğru koştu. Onu rahat kucaklamak için yere eğildim. Kollarımı iki yana açmış bana gelmesini belerken kendisini kucağıma bıraktı. Mis kokusu doldu ciğerlerime. Hala bebek şampuanı kullandığından bebek gibi kokuyordu.

“Canım kızım.” Diyerek kollarımın arasında sarmaladım ve aklandım. Bacaklarını belime sarmış, başını boynuma gömmüştü. Tutuşu sıkılaştı. İstediği gibi sıkı sıkı sarıldık. Saçlarını okşadım. Başına öpücükler kondurdum.

“Nasıl geçti bakalım benim güzel kızımın provası?”

Başını hafif geri çekilip buğulu maviliklerini bana çevirdi. Babasından almıştı gözlerini. Gülüşünü de. Önüne düşen saçlarını geriye çekip yüzünü açtım.

“Güsel geçti. Hepsini güsel güsel yaptım.”

“Aferin benim kızıma.” Derken öğretmenine doğru ilerliyordum. “Peki ne zaman izleyeceğiz biz bu güzel gösteriyi?”

“As kalmış. Öyletmenim öyle söyledi.”

Öğretmenin yanına geldiğimde başımla selam verdim. “Biz bugün kızımla birlikte kız artı fasulye günü yapacağız öğretmenimiz. O yüzden Su Ela’yı bugün için biraz erken alacağım.”

“Ne kadar güzel,” dedi Eylül öğretmen Su Ela’ya bakarak. “Size bol eğlenceler.” Su Ela’nın gözlerindeki mutluluk paha biçilemezdi. Benim elime bir fırsat geçmişti Ahi’yle. Yaşamı yeniden yakalamak için. Ve şimdi de geçmişimdeki acıları silip atmak için Su Ela gelmişti. Onun içinde ne kadar yara varsa sarabildiğim kadar saracaktım böylece küçük Dalya da iyileşecekti.

Öğretmeni eşyalarını getirdiğinde Su Ela ile çıktık okuldan. Su Ela’yı oto koltuğuna oturtup göz ucuyla pusetinde uyuyan Ahi’yi kontrol ettim. Mamasın içirip yatırdığım için daha uyurdu. Su Ela, Ahi’nin uyuduğunu fark ettiğinde koltuğunda sessizce oturmaya başladı.

İlk önce Su Ela için alışveriş yapmaya karar verdik. Edremit’teki avm’ye doğru yola çıktık. Yaz gelmişti ve Su Perisi büyüdüğü için yazlık kıyafetleri ona küçük geliyordu. 20 dakikalık sessiz yolculuğumuzun sonuna geldiğimizde arabayı park ederken Ahi uyandı.

“Dalya teyse uyandı. Fasullemis uyandı.” Ellerini çırparak sevincini dillendirdi Su Ela. Emniyet kemerimi çözdüm ve arabadan indim. Önce bagajdan bebek arabasını çıkarttım. Ahi’yi pusetiyle birlikte alıp puseti arabasına oturttum. Daha sonra da Su Ela’nın kapısını açıp onu koltuğundan indirdim. Bebek çantasını da aldıktan sonra arabayı kilitledim. Su Ela sol tarafıma geçip bir eliyle arabaya tutundu. Üçümüz birlikte keyifli bir alışveriş yapmak için avm’deki çocuk mağazalarına doğru yola koyulduk.

“Elbise de alırıs de mi Dalya teyse?”

Başımı eğip ona baktım kocaman gülümsememle. “Kızım ne istiyorsa onu alırız.”

Gözlerindeki sevinç dışa vuruyordu. Gülümsemesi kocamandı. Adımları heyecanlıydı. Butikten içeriye girdiğimizde hemen yanımıza bir çalışan geldi. Orta boylu, balık etli kumral bir kızdı.

“Hoş geldiniz efendim. Size nasıl yardımcı olabilirim?”

Bakışlarım Su Ela’yı buldu. “Küçük hanım efendiye elbise bakıyoruz.”

“Özel bir gün için mi gündelik mi?”

Su Ela gözlerini ikimiz arasında gezdiriyordu. Tütülü kabarık bir elbise istediğini biliyordum. Bunun için Afşin’in başının etini yemişti. Ama Afşin giyecek yeri olmadığı için sonraya ertelemişti. Bu durumda el atmak da bana düşüyordu. Afşin’in kızmalarını sonra düşünecektim.

“İkisine de bakalım.” Dediğimde Su Ela’nın gözleri parıldadı. Görevli bizi içeriye doğru davet ettiğinde Su Ela etraftaki elbiselere büyülenmiş gibi bakıyordu. Bir sürü parlak, simli, pullu elbise vardı. Görevli üstü toz pembe etekleri krem kabarık bir elbise çıkarttığında Su Ela minik ellerini elbisenin eteklerinde gezdirdi.

“Beğendin mi Su Perim? Denemek ister misin?”

Su Ela başını aşağı yukarı salladı hızlıca. Görevli renkli birkaç elbise daha çıkarttı. Su ela hepsine büyülenmiş gibi baktığından hepsini kabine aldırmıştık. Günlük birkaç parça da seçtikten sonra kabine doğru ilerledik.

“Siz kızınızla ilgilenirken ben ufaklığa göz kulak olabilirim isterseniz?” diye sordu görevli.

“Teşekkür ederim, çok sevinirim.”

Kız Ahi ile ilgilenirken ben de Su Ela’nın yanına geçtim. Her giydiği ayrı yakışmıştı ama Afşin’i de çok kızdırmamak için yalnızca 3 tanesinde karar kılmıştık. Günlük elbiseler ve alt üst takımlardan da seçtikten sonra deniz için üç takım beğenmiştik. Paketler oldukça çoktu ve bunları Afşin gelmeden dolaba yerleştirmeliydim yoksa bu kadar çok şey aldığımız için bize sitem ederdi.

Ödemeyi yaptığımızda görevli kız bize kocama gülümsedi.

“Yine bekleriz hanım efendi.”

“Ben çok beyendim bulayı. Yine gelilis tabi. Ama babama söyleme bulaya geldimisi.” Su Ela kıkırdarken eliyle ağzını kapattı. “Babam bise kısacak çok elbise aldık diye.”

Görevli dudaklarına hayali bir fermuar çekerken gülümsüyordu.

“Tamam bu artık bizim sırrımız olacak.” Dediğinde Su ela ona göz kırpmaya çalıştı. Tabi bunu henüz yapamadığı için iki gözünü birden kırpmıştı. Onun bu haline gülümserken görevliye teşekkür edip çıktık.

“Yorulduk sanki biraz? Ne yapsak bir şeyler mi içsek? Hem Ahi’de acıkmaya başlamıştır.”

Başını yukarı kaldırdı. “Olul. Ben mişşek içebilil miyim?”

“İçebilirsin tabi ki.”

Öncelik olarak aldıklarımızı arabaya bıraktık sonra da bir kafeye oturduk. Neredeyse 2 saat boyunca kıyafet denemiştik. Yorulduğumu oturduğumda fark ettim.

Siparişimizi almak için masamıza garson geldi.

“Hoş geldiniz efendim ne alırsınız?”

“Ben muslu mişşek istiyolum.” Garson Su Ela’nın konuşmasına hayran bakışlar atarken gülümsüyordu. Böyleydi işte bizim Su Perimiz, herkese neşe saçıyordu.

“Tamamdır küçük hanım not aldım siparişinizi.” Deyip bana döndü.

“Ben öncelikle kaynatılmış ama ılımış suyunuz varsa onu rica ediyorum. Bebeğime mama yapacağım.”

Garson göz ucuyla pusetinde çıngırağı ile -Afşin kendisi yapmıştı- oynayan Ahi’ye baktı.

“Tabi ki efendim. Hemen getiriyorum siparişlerinizi. Başka bir isteğiniz?

“Şu anlık yok teşekkür ederim.”

Garson yanımızdan ayrıldıktan sonra Su Ela bana bugün ki provasını anlattı. Ertuğrul’la eş olmuşlardı çünkü Buse sürekli Ertuğrul’un ayağına bastığı için Ertuğrul Su Ela ile eş olmak istemiş. Bu durum da tabi ki benim minik kızımın çok hoşuna gitmişti.

“Öyletmenim dedi ki,” yutkundu. Çok hızlı konuştuğu için bazen tükürüğü boğazına kaçıyordu. O yüzden da arada bir durup yutkunuyordu. “Bis Eytuyyul’la çok güsel eş olmusus.”

“Demek çok güzel eş oldunuz? Sizi izlemek için sabırsızlanıyorum.” Dedim sevincine ortak olarak.

Artık iyice acıktığını belli eden Ahi arabasında huysuz mırıltılar çıkartmaya başlamıştı. Onu kucağıma aldığım sırada garson siparişlerimizi getirdi.

“Buyurun küçük hanım muzlu milkshakeniz.” Diyerek bardağı Su Ela’nın önüne bıraktı.

“Su Perim, çantadan Ahi’nin biberonunu çıkartıp abiye verebilir misin?”

Su Ela sandalyesinden zıplayarak yere indi. Çantanın ön gözüne koyduğum biberonu çıkartıp garsona uzattı. İçine mamasını koymuştum evden çıkmadan önce.

“Rica etsem suyu biberona koyup biraz çalkalayabilir misiniz?”

Garson ricamı kırmayıp yerine getirirken ben de biberona kitlenmiş şekilde bakan ve kucağımda ayaklarını sallayan Ahi’yi pışpışlıyordum. Acıktığında gerçekten sinirli bir bebek oluyordu.

Garson biberonu uzattığında Ahi’yi kucağımda yatırır pozisyona getirdim ve biberonu dudaklarına yaklaştırdığım gibi hemen emmeye başladı. Öylesi iştahlı emiyordu ki sesi yankılanıyordu. Su Ela dudağındaki süt bıyığıyla kocaman güldüğünde ben de kıkırdadım.

“Fasulle yavas iç bilas boyulacan.” Dediğinde bu kıkırtılarımıza garson ve karşı masamızdaki çift de katıldı.

“Maşallah Allah bağışlasın ne tatlı ikisi de.” Dedi yan masamızdaki orta yaşlı kadın.

“Teşekkür ederim.”

Su Ela milkshake içmeye devam ederken Ahi’de biberonunu bitirdi. Biberonu masaya bırakırken onu yüz üstü göğsüme yatırdım ve sırtını sıvazladım. Kısa sürede gazını çıkarttığında ikimizde derin bir nefes aldık. Gaz sancısı beni zorlayan bir şeydi. Ve onun da çok rahatsız ediyordu.

Telefonum çaldı. Çantam Su Ela’nın yanında duruyordu.

“Su Perim telefonumu çıkartabilir misin?” diye sorduğumda dudağındaki bıyığını yalayıp başını salladı. Biraz cebelleştikten sonra ısrarla çalmaya devam eden telefonu bulmuştu. Telefonu bana çevirdiğinde Arayan kişi ile gülümsemem büyüdü.

“Baban arıyor, açabilirsin.” Dedim Su Ela’ya. Onun da yüzündeki gülümsemesi büyüdü. Aramayı cevapladığında Afşin’in yüzü belirdi ekranda.

“Babacım!” diye coşkuyla seslendi Su Ela.

“Su Perim.” Diye aynı coşkuyla cevapladı onu Afşin.

“Bis gesmeye geldik.” Minik elleriyle tutmaya çalıştığı telefonu salladığından Afşin pek de net görünmüyordu. Su Ela’nın boşalan bardağını biraz geriye çektim.

“Yasla telefonu buraya güzel kızım.” Dediğimde hemen yasladı telefonu ve kendisi de sandalyesinde geriye doğru yaslandı.

“Nereye gittiniz bakalım gezmeye?”

“Ettemite geldik.” Dedi bilmişçe. “Dün gece söyledik ya sana baba unuttun mu yoksa?”

Afşin’i gülümsediğini hayal ediyordum. Telefon Su Ela’ya dönük olduğundan ben onu göremesem de biliyordum. Gözlerinin yanındaki kırışıklıklar belli olacak kadar gülümsüyordu.

“Unutur muyum hiç? Unutmadım.” Dedi Afşin gülümseyen ses tonu içimi ısıtıyordu. “Peki sen unuttun mu?”

“Yeyi baba?” diye sordu Su Ela gözlerini kaçırarak. Bal gibi de biliyordu da oyalıyordu güya babasını.

“Verdiğin sözü tabi ki Su Perisi.” Dedi sesini ciddileştirerek. “Fazla bir şey istemeyecektin. Sadece ihtiyacın olduğu kadar alacaktın.”

Su Ela hemen telefonu bana doğru çevirdi ve kaçtı babasından. Kucağımdaki Ahi ile kadraja girdiğimizde en tatlı gülümsememi yolladım Afşin’e.

“Selam canım.” Dedim tatlı tatlı.

“Sana da selam güzelim.” Dedi yandan gülüşüyle. Arabadaydı. Ve muhtemelen seyir halindeydi çünkü gözü sürekli yoldaydı. Sadece kısa aralıklarla ekrana bakıyordu.

“Siz ikiniz bir olup beni kandırdınız değil mi?” diye sorduğunda bakışları ekrandaydı.

“Yola bak.” Dedim uyarırcasına. Endişe ediyordum onun için. “Sen bize laf etmeden önce arabayı ya kenara çek ya da eve geldiğinde söylen.” Dedim. Kıkırtısı doldu kulaklarıma. Böyle o güldüğünde içimdeki tüm duygular coşuyordu.

“Peki öyle olsun bakalım ama benden kaçamazsınız. Bir iki saate evde olurum. O hesabı keseceğim size.” Dediğinde sesi korkudan ziyade güven veriyordu.

“Sağ salim gel.”

“Tek parça geleceğim.” Dedi ve göz kırptı. “Akşama ne yemek yapacaksınız bana?”

Su Ela sandalyesinden inip yanıma geldi ve kadraja dahil oldu.

“Babam ne istelse onu yapalıs ki bis?”

Babasına cilve yapmakta Su Ela’nın eline kimse su dökemezdi.

“Baban kurban olsun sana.” Derken dolu doluydu cümleleri. Çok güzel bir babaydı. Her çocuğun isteyeceği bir baba. “Neyse size iyi eğlenceler, keyfini çıkartın.”

Su Ela avcunun içini öpüp kameraya salladığında Afşin öpücüğünü havada kapıp gözsüne bastırdı. Gözleri gözlerime değdiğinde gülümsüyordum. Bana baktığında gülüşü değişti. Hafifledi ve bir iç çekti. Hafifçe kısıldı gözleri.

“Bugün…” dedi alçak sesle. Derin bir nefes aldım. Göğsüm heyecanla havalandı. “Yine parlıyorsun Yıldız Çiçeği.”

Gülüşüm derinleşti. İkimiz aynı anda derin bir soluk daha aldık. Seviyorum diye bağırıyordu her halim. Kalp atışlarım sanki ismini sayıklıyordu. Bir adam bu denli sevilebilir miydi?

“Bugün…” dedim alçak sesimle. “Özledim… çabuk gel.” Deyiverdim. Özlemiştim. Sadece birkaç saattir görmüyordum ama başka bir şehirde nefes alıyor oluşu ağır basıyordu hasret tarafıma.

“Sen kahvemizi pişirmeden gelmiş olacağım.” Dedi gülümseyen sesiyle.

“En bol köpüklüsünden pişireceğim.”

Yine aynı anda derin bir nefes alıp ağır ağır verdik. Bana bakarken yoğunlaşan bakışları başımı döndürüyordu. Ses tonu yetiyordu kalbimi hızlandırmaya. Varlığını çok yoğun hissediyordum. Böylesi bir sevda yüreğe ağır gelmeliydi belki de. Özellikle benim gibi kuraklıktan çatlamış toprağa benzeyen bir kalp için. Ama onun sevdası her çatlaktan bir ağaç yeşertiyordu. Benim kurak gönlüm bir ormana dönüyordu. İçinde kuşların cıvıldadığı, kelebeklerin uçuştuğu kocaman bir ormana.

Telefonu kapattığımda Su Ela, Ahi’yle konuşuyordu. Yan masadaki yaşlı kadın bana doğru eğildi.

“Çok şanslı bir kadınsın.” Diye fısıldadı. “Seni çok seven bir kocan ve çok güzel evlatların var. Allah saadetinizi bozmasın.”

Gözlerim parıldadı, dışarıdan görünen bu aile tablosunun gerçeğini yaşamayı arzuluyordum. O kadına yanlış anladığını söylemedim. Yalnızca teşekkür ettim ve bana armağan edilmiş iki çocukla ilgilendim.

&&&&&&&&&

Edremit dönüşünde Altınoluk çarşısında yirmi yıl önce tek aktar olan Karaca Baharat’a uğradık. Afşin her türlü baharat, kahve, kuru yemiş ihtiyacımızı buradan alıyordu. En kalitelisi buradaydı. Daha önce hiç gelmemiştim ama evde kahvemiz kalmadığı için bu kez vazife başa düşmüştü.

Bir yaşlı Muhammed amca işletiyordu oğlu ve gelini ile birlikte. Afşin oğlunun daha çok internet sitesi ve kargolarla ilgilendiğini o yüzden de pek dükkânda durmadığını anlatırdı. Ama şansımıza oradaydı eşi ile birlikte. İkisi birlikte kasada durmuş muhabbet ediyorlardı. Kapalı bir kadındı eşi ve çok güzeldi. Ondan yayılan bir ışık vardı. Mutluluğu gözlerinden okuyordu. Birbirlerine bakışları o kadar güzeldi ki âşık oldukları, sevdalandıkları çok belliydi. Acaba biz de uzaktan böyle görünüyor muyduk?

Alacaklarımı aldıktan sonra ikisine gülümsedim. Çok güzel görünüyorlardı. Bu dünya göre çok ama çok güzel… onlardan taşan bir sevgi vardı ve etraflarından huzme huzme yayılıyordu. Genç kadın ücreti söylediğinde çantamdan cüzdanımı çıkartıyordum. Bir baktım genç adam kasanın arkasından çıktı ve etrafa kocaman gözleri ile bakan Su Ela’ya doğru gitti.

“N’aber fındıklı çikolata? Babansız gelmişsin bugün?”

Su Ela yorgun bakışlarıyla bakıyordu yüzüne. “Bugün kıs altı fasulle günü yaptık Tuna abisi. Babam iş yapıyol.”

“Baban yine hangi ağacı yontuyor Allah kerim?” diye sordu Tuna.

“Bana muftak yapıyol.”

Su Ela’nın yorgun gözleri parıldadı. Afşin son zamanlarda kendini Su Ela’nın karne hediyesine vermişti. Sürekli mutfağı yetiştirmek için çalışıyordu.

“Ooo!” diye dudakalrını büzdü Tuna. “Cidden önemli bir işmiş.” Dedi ciddiyetle.

Ben ödemeyi yapmak için kartı uzattım genç kadına. Bakışları kangurusunda uyuyan Ahi’deydi. Ödemeyi alıp kartı geri uzattı. Farklı bir güzelliği vardı. Yüzü parıldıyordu sanki.

“Allah bağışlasın.” Dedi Ahi’ye bakarak. Daha sonra koyu kahve gözlerini bana çevirdi. Gözlerinin içi parlıyordu. “Çok tatlı maşallah.”

“Teşekkürler.” Dedim kibarca.

Tuna, Su Ela’nın avcuna fındık doldurdu. “Sema ablası bu fındıklı çikolataya bir poşet fındık ver bakalım.” Dediğinde Sema kasanın arkasından çıkıp poşete fındık doldurmaya başladı. İtiraz edecektim ama çok içten yapılan bir hareket olduğu için müdahale etmedim.

Ben elimde poşetlerim Su Ela ise fındığıyla dükkandan çıkmadan önce teşekkür edip ayrıldık. Bu çifti ömrün boyunca unutmayacaktım. Onlarda kimsede olmayan ama tarif edemeyeceğim bir şey vardı. Sanki sevdaları bu dünyaya ait değildi.

&&&&&&&&&

Kapı çalındığında Su Sla ve ben aynı heyecanla koştuk kapıya. Onun minik eli kapı kolunu kavrarken ben de elimi elinin üzerine koydum. Evimin için yemek kokularıyla bezeliydi. Afşin’in çok sevdiği karnı yarık, arpa şehriyeli pilav yanında cacık yapmıştık. Su Ela bana çok yardım etmişti. Pirinci ıslamıştı. Cacığın suyunu koymuştu. Ve fırının düğmelerine basmıştı. Neredeyse bütün menüyü o çıkartmıştı ortaya.

Kapıyı açtığımızda aydınlık gülümsemesi ile Afşin’i gördük. Su Ela hemen bacaklarına yapışırken ben içimdeki kocaman sarılma isteğiyle yanıp tutuşuyordum.

“Bu ne güzel karşılama.” Dedi Afşin bacağına yapışmış Su Ela ile içeriye girerken. “Ben en iyisi sık sık gideyim Çanakkale’ye.” Dediğinde Su Ela ile aynı anda itiraz ettik.

“Gitme baba.”

“Hayır, gitme.”

Afşin’in gülüşü büyüdü. Su Ela’yı kucakladı. Bana doğru bir adım attığında mesafemiz azaldı. Kapıyı ayağının tersi ile kapattı. Su Ela çoktan kollarını babasının boynuna dolamış başını da gömmüştü. Afşin’in bakışları bendeydi. Az önce değiştirdiğim elbisemi süzdü. Dizlerimin biraz üzerinde biten, etekleri fırfırlı, kalp yaka, balon kol kiraz desenli beyaz elbisemde kaldı gözleri bir süre. Bugün vitrinde görüp beğendiğim için almıştım. Daha doğrusu o beğenir diye. Bana beyazı çok yakıştığını söylemişti bir keresinde.

Sevmek böyle bir şeydi sanırım, o beğensin diye bir şeyler yaparken buluvermekti kendini.

Gözleri tekrar gözlerimi bulduğunda kan toplamış yanaklarımı gizlemek için başımı eğdim biraz. Sessizce ayakkabılarını çıkarttı ve onun için kenara koyduğum terlikleri giydi. Ben önde o arkada içeriye doğru ilerledik. Masanın önüne geldiğimde tepkisini görmek için ona döndüm.

“Neler yapmışsınız siz öyle?” Dedi masayı süzerken. “Döktürmüşsünüz hanımlar.”

Su Ela başını kaldırıp babasına baktı.

“Senin için yaptık baba.” Bana döndü. “Di mi Dalya Teyse?”

“Tabi ki.” Dedim coşkusuna katılarak. “Güzel kızım ve ben babası seviyor diye yaptık bunların hepsini.”

Cümlem bittiğinde yutkundum. Sözlerim kulağa aile gibi geliyordu. Ama öyle hissediyordum. Sanki yarımdım da bütünleşmiştim. Eksiktim tamam olmuştum.

Ben çocukluğum boyunca ailem için ağlayıp bir ailem olsun diye ağladığım gecelerin neticesini sanki şimdi alıyordum. Sanki bana elimden alınan tüm her şey geri veriliyordu.

Yapayalnız Dalya 22 yıl sonra artık kalabalıklaşıyordu.

Afşin, Su Ela’nın yanağına kocaman bir öpücük kondurdu ve onu yere bıraktı.

“O zaman koş ellerini yıka. Hemen yiyelim yemeğimizi.” Dediğinde Su Ela çoktan fırlamıştı bile. Afşin bana döndü ve bir adım yaklaştı. Artık aramızda bir mesafe yoktu. Kırmızı bandanamdan sarkan saçlarıma doğru eğildi ve derin bir soluk aldı.

“Ah Yıldız Çiçeği…” diye fısıldadı. Başını kaldırdığında laciverte dönen mavi menevişlerini gördüm. Uzandı ve başımın üzerine dudaklarını dayadı. Bir eli belimdeyken soluğumu tuttum. Bu bizim ilk yakınlaşmamızdı. Ve zaman burada dursun istedim. Biz böyle kalalım.

Geri çekilmedi ama başını geriye doğru alıp gözlerime baktı.

“Beklenmek ne de güzel bir şeymiş.” Dedi. Onun da göğsü hızlı hızlı inip kalkıyordu benim gibi. Tek heyecanlanan ben değildim. “Eve dönmek ne güzelmiş.” Dedi. Ama anladım. Bu cümledeki Ev, dört duvar bir çatı değildi.

“Eve hoş geldin.” Dedim gülümseyerek.

“Hoş buldum Yıldız Çiçeği.” Dedi gülümseyerek.

Su Ela’nın ayak sesleriyle mesafe koyduk aramıza.

&&&&&&&&

Sözünü verdiğim gibi bol köpüklü kahveyi fincanlara koydum. Cezveyi lavabonun içine bırakırken kenardaki bebek telsizini tepsiye koyup tepsiyi aldığım gibi çıktım bahçeye. Afşin ay ışığı altında parlıyordu. Yanına doğru ilerlerken beni fark ettiği gibi baştan aşağı süzdü yanına gidene kadar. Tepsini masaya bırakıp yanındaki sandalyeye oturdum.

“Çocuklar çok yorulmuşlar. Erkenden uyudular.” Dedim. Kahvesinden bir yudum aldı ve bardağı geri bıraktı. Başını bana döndürdü.

“Mutlu uyudular.” Dedi. Derin bir nefes aldı. Sandalyenin yanında duran elimi tuttu. Bakışlarım bir ellerimizde bir de Afşin’in maviliklerinde gitti geldi. “Bugün Su Ela’nın yüzünde hiç görmediğim bir mutluğu gördüm. Sen ona kızım dedikçe onun içinde çiçekler açtı. Teşekkür ederim Dalya.”

Baş parmağı elimin üzerini okşuyordu. Yutkundum. Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslattım hafifçe.

“Bence aramızdaki ilişki teşekkür faslını bırakacağımız yerde.” Dedim. Başını ağır ağır salladı. Ayağa kalktığında bana üstten bakıyordu. Elimden biraz çektiğinde kıkırdadım. Bir çocuk gibi eğleniyordum şu an.

“Kahvelerimiz soğuyacak.” Dedim gülerken.

“Boş ver.” Dedi ve beni kaldırdı. Cebinden çıkarttığı telefonuyla bir yerlere dokundu ve ortamda bir şarkı sesi yayılmaya başladı. Sezen Aksu’nun naif sesi duyulduğunda Elini belime atıp beni kendisine yaklaştırdı.

Hiç ummazdım
Oldu
Sonbaharda
Hediye gibi geldin
Hoş geldin

Tuttuğu elimi biraz havaya kaldırdı. Ben de boştaki elimi boynuna doladım. Parmaklarım ensesindeki saçlarında gezindi. Bir haziran akşamında, ay ışığı altında cılız bir şarkı sesi eşliğinde dans ediyorduk. Esen rüzgâr saçlarımı savurup yüzüne vuruyordu.

Seyirlik değil ömürlük olsun
Dilerim bu defa bu son olsun
Seyirlik değil ömürlük olsun
Bir yastıkta nasip olsun

Şarkıyı bilerek mi seçmişti bilmiyordum ama sözleri o gözlerime böyle güzel bakarken bir itiraf gibi geliyordu. Bu gece de sözlü bir itiraf çıkmadı ağzımızdan ama ikimiz de şarkının nakarat kısmında derin soluklar aldık. Bakışları hep gözbebeklerimdeydi.

Şarkının sonuna doğru başımı omzuna doğru yasladım. Öylece sallandık. Şarkı bitti yenisi de çalmadı. Biz denizin dalga sesinde dans etmeye devam ettik. Kalp atışlarını dinledim. Afşin’i hissettim. Her bir zerremde ona duyduğum heyecanı hissettim.

Artık hayat bana güzel yüzünü gösteriyordu. Artık benim için mutlu olma zamanı gelmişti. Sevme vaktiydi. Sevilmek vaktiydi.

BÖLÜM SONU

Farkındayım ki kısa bir bölüm oldu. Aslında daha uzun bir bölüm yazmaktı planım ama kendimde o gücü bulmadım. Bölümün sadece final kısmı kalmıştı geçen pazar. onu tamamladım ve sizi daha fazla bekletmemek için de bölümü yayımlıyorum.

Bu pazar da malesef bölüm gelmeyecek. Anlayışınızı bekliyorum ve 29 Eylül'de göüşmek üzere diyorum.

Beğenileriniz, yorumlarınız ve mesajlarınız benim için çok kıymetli⭐️

Loading...
0%