Yeni Üyelik
10.
Bölüm

ONUNCU BÖLÜM

@kutuphaneciih

 

Sevgili SENİ BULDUĞUMDA okurları onuncu bölüm sizlerle. Umarım keyif alırsınız. Beğeni ve yorumlarınız benim için çok önemli. 💛

 

&&&&&&&&&&&&&

Güneş mavi gökyüzünde tüm ihtişamı ile parlıyorken birbirinden güzel çiçeklerle süslenmiş okul bahçesindeki ahşap sandalyelerden en ön sırada oturuyorduk. Hava tenimizi ısıtacak kadar sıcaktı. Günümüz büyük bir heyecanla başlamıştı. Bugün Su Ela’nın haftalardır hazırlandığı sene sonu gösterisinin günü gelip çatmıştı. Elbisesini akşamdan ütülemiştim. Sabah gün daha yeni doğarken kalkıp Su Perimin saçlarını su dalgası vermek için maşa yapmıştık. O sıra da Afşin bize kahvaltı hazırlamıştı.

Yanımda oturmuş heyecanla bekleyen Afşin’e döndüm. Mavi gözlerinde gurur parıltıları vardı. Karışmış saçları çarptı gözüme hızlı bir hareketle düzelttiğimde başını bana döndü. Yüzündeki aşığı olduğu gülümsemesiyle bakıyordu bana. Üzerinde polo yaka beyaz tşörtü vardı. Yakasına uzandı ellerim. Düzeltmek için birazcık ona doğru kaydım. Gözleri yüzümdeydi, gözlerim yakasındaydı. Başımı kaldırmadan alttan bir baktım.

“Şimdi daha yakışıklı oldun.” Dedim omuzlarında toz varmış gibi elimin tersiyle silkeleyip geri çekilirken. Beni baştan aşağıya süzdü. Üzerimde mavi uçuş uçuş dizlerimin altında biten bir elbise. Vardı. Saçlarımı dalgalandırıp biraz kabartmıştım. Saçlarımın üzerine kondurduğum çiçekten tacı bana dün akşam Afşin yapmıştı. Çeşitli çiçekler başımın üzerinde görünüyordu ama ben onları kalbimin orta yerinde hissediyordum.

“Ben her halimle yakışıklıyım da,” derken bana doğru eğildi. Gölgesi üzerime düşüyordu. “En yakışıklı halim sanırım yanımda senin parıldadığın zamanlar.”

Gözlerim tebessümümle doğru orantıda büyürken kan yanaklarıma hücum ediyordu. Derin bir nefes aldım. Aramızdaki bu flört beni hiç yaşayamadığım lise aşkı kıvamına döndürüyordu. Bir sonraki aşama için ani kararlar almadan, akışına bırakılmış bu ilişki benim yüreğimdeki kanayan yaralara merhem oluyordu.

“Romantizminize limon sıkmak istemem arkadaşlar ama anons yapıldı.” Hazan başını bize eğmiş uyardığında ikimizde geriye doğru yaslandık. İçimdeki coşkuyu sığdıracak yer bulamıyordum. O yüzden de kıkırtımı durduramadım. Neyse ki Afşin de bana eşlik ediyordu.

Bir alkış tufanı yükseldiğinde bakışlarımız arkaya döndü. Su Perimiz kelebek kanatları ve renkli uçuş uçuş elbisesiyle seke seke ilerliyordu. Tabi koluna girdiği Ertuğrul ile birlikte. Hazırlanmış platformun üzerine geldiklerinde şarkı sesi doldurdu bahçeyi. Emek verilip hazırlanmış gösteriyi tüm anne babalar gibi dolu gözlerle izledik. Ertuğrul’un çöktüğü Su Ela’nın onun etrafında kıvırtarak döndüğü sırada Afşin’den bir homurtu yükseldi.

“Ben kızımı zibidilerin etrafında pervane olsun diye mi yetiştiriyorum!”

Ona gözlerimi devirdiğimde ‘Ne?’ dercesine kafasını salladı.

“Afşin az önce de tam tersiydi. Kartografiyi rica ediyorum başka yerlere çekme.”

Gösteri sona erdiğinde hepimiz ayağa kalkıp coşkuyla alkışladık. Su Ela sahneden bize el sallıyordu. Ben de ona kocaman bir öpücük gönderdim. Havaya zıplayıp hayali öpücüğü tuttuktan sonra kalbine bastırdı.

“Şu zibidi Ertuğrul’un babası nerde? Ben bi gidip konuşayım da veledini kızımdan uzak tutsun!” Afşin etrafa arayan bakışlar atarken bir adım önüne geçip çenesinden tuttum ve bana bakmasını sağladım.

“İçinden çıkan bu maçoyu sen mi geldiği yere tıkarsın yoksa ben Ertuğrul ve ailesini birazdan yapacağımız kutlamaya davet edip sana zorla kabul ettireyim?”

“Yapamazsın.” Dedi inanamayarak. Tek kaşımı kaldırıp biraz başımı kaldırdım.

“Denemek ister misin hayatım?” diye sorduğumda bıkkınca nefesini verdi. Kızının yanında Ertuğrul’a tek bir laf edemiyordu çünkü o zaman Su Ela küsüyordu.

“Sen gördüğün en dişli hatunsun Dalya!” diyen Hazan’a omzumun gerisinden baktım. Elim yavaşça gevşeyip Afşin’in çenesini bırakırken bir adım geri çekildim. Okul bahçesi bu kadar yakınlaşmak için pek de uykun bir yer değildi.

“Şu gözler sana boyun eğdiren bir kadın gördü ya,” dedi Hazan bize doğru yaklaşırken. “Artık gözüm arkada kalmayacak.”

Kucağında ayaklarını çırparak kollarını bana uzatan Ahi’ye uzandım ve bebeğimi kucağıma aldım. O benim için Hazan’ın imalarından kaçış stratejisiydi. Aynı Afşin gibi beyaz polo yaka tişört ve sütlü kahve şort giydirmiştim. Başında şortunun renginde şapkası vardı. Elleri tombik tombikti. Yanakları da iyice şişmişti. Büyüyordu ve bu halleri beni mest ediyordu.

“Ben de senin bir adama boyun eğdiğini görsem gözüm arkada kalmayacak.”

Hazan gözlerini devirip kahkaha attı. “Kıyamet koptuğu gün belki…” dedi ve omuzunu silkip sahneye doğru döndü. O esna da çocuklar da sahneden inmeye başladılar. Su Ela koşarak bize doğru geliyorken yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Afşin bize yaklaştığında hemen kucakladı ve birkaç kez havaya fırlattı.

“Benim kelebeğimin güzelliğine bakın.” Diyerek şakıyorken Su Ela’nın kahkahaları yankılanıyordu bahçede. Kollarını açmış onu döndüren babasına bakıyordu. Uçan kelebekti o şu anda. Kanatları ise babası. Sarı saçları savruluyordu. Hazan’a başımla işaret verdiğimde telefonu çıkartıp onları kayda almaya başladı. Böylesi kıymetli anlar yıllar sonra bile izlenmek için biriktirilmeyi hak ediyordu.

Afşin, nihayet Su Ela’yı döndürmeyi bıraktığında fotoğraf çekildik. Su Ela benim kucağıma gelmek istediği için Adar’ı Afşin’e verdim. Afşin, Adar’ı tek kolu ile tutarken baştaki elini belime dolamıştı. Bense sırtımı ona doğru yaslayıp ondan güç almıştım. Hazan’ın çektiği fotoğrafa baktığımda içimde yeşeren umutlar etrafa saçıldı sanki. Bir ailem vardı. Öyle hissediyordum. Güç bulduğum bir adam ve canımdan çok sevdiğim iki çocuk. Sanki her şeyi başarabilirdim artık. Dünyayı ters çevirmemi isteseler ona bile gücüm yeter gibi geliyordu. Gök yüzünde uçuyordum. Ve benim de kanatlarım Afşin’di.

&&&&&&&&

Rengarenk rüzgâr gülleri ile süslediğimiz bahçemizin ortasına harika bir masa hazırlamış, misafirlerimizi bekliyorduk. Su Ela masanın ortasındaki kelebeklerle süslenmiş pastaya kilitlenmiş yiyeceği ana odaklanmıştı. Okuldan çıktıktan sonra hızlıca ortamı hazırlamıştık hep birlikte. Bir köşede paketlenmiş hediyeler, bir tarafta ses sistemi vardı. Rüzgâr estikçe dönen rüzgar güllerinin hışırtısı duyuluyordu. Bir hikâyenin final sahnesini andıran anın içerisindeydik sanki.

Kucağımda uyuyan oğlumun şapkasını biraz gözüne doğru indirdim ki güneş rahatsız etmesin. Kıpırdayan dudaklarına dokundum parmağımın ucuyla. Bir damla mama kalmıştı. Rüzgar estiğinde saçlarım önüme döküldü. Tacımı çok istediği için Su Ela’ya takmıştım. O yüzden de saçlarımı tutacak bir şey yoktu. Tam geri çekmek için elimi kaldırmıştım ki başka bir el yüzümü açığa çıkarttı.

“En az senin kadar hırçın tutamların var yıldız çiçeği.”

Tam yan tarafımda durduğu için güneşi bana gelmesini engelliyordu. Başımı kaldırıp gözlerine baktım. Düğmelerini üstten açmış salaş bir halde bana bakıyordu. Saçları dağılmıştı.

“Şikayetçi misiniz Afşin Bey?”

Gülümsemesi büyüdü. “Haşa! Her bir teline özenle dokunuyorum.” Gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırdım. Afşin, kendini hiç filtreleme gereği duymadan içinden geldiği gibi iltifat ediyordu. Benimse dilimde bir kelepçe vardı. Söylemek istediğim çoğu şeyi filtreliyor söyleyemiyordum.

Afşin yan sandalyede duran krem şapkasını alıp benim başıma geçirdi. Artık onu görmek için başımı iyice geriye yatırmam gerekiyordu.

“Siz dinlenin ben de etlere bakayım. Yoksa Hazan beni kıyma yapacak.” Diyerek yanımdan ayrıldı. Gidişini izledim. Gerçekten de mangalın başına koyduğu Hazan ona tüm siniri ile bakıyordu.

“Allah aşkına Afşin madem başında durmayacaktın ne diye mangal çıkarttın başımıza?” diye söylenirken korna sesi duyuldu. Serdar yine düğün konvoyu edasıyla basıyordu kornaya. Araba görüş hizama girdiğinde dikkatlice kalktım sandalyeden ve kapıya doğru ilerledim. Arabanın kapısı açıldığında Serdar tüm ihtişamı ile indi. Üzerinde lacivert salaş gömleği, krem keten pantolonu, gözünde güneş gözlükleriyle ağır çekip kapattı kapısını. Elini kaldırıp bizi selamlarken otuzu iki diş sırıtıyordu.

“Selam emeklilik hayatının keyfini çıkartan güzel insanlar.”

O şaklabanlığına başlamışken Dafne de indi arabadan. Her zamanki gibi gözleri üzerine çekecek güzelliğiyle bize gülümsüyordu. Bize doğru gelirlerken onları çok özlediğimi fark ettim. Gözlerim doldu. Ahi’den sonra gerçek manada sulu göz birisine dönüşmüştüm. Serdar bahçe kapısını açtığında beklemeden sarıldım ona. Tabi Ahi’yi ezmeden. Kollarını bana doladığında çenesini başımın üzerinde hissettim. Bunca yıl sığındığım limanım, abimdi. Her gün görüntülü konuşuyor olmak pek de yeterli değildi. Özlüyordum.

“Kraliçe çok özlemişsin.” Dediğinde başımı salladım. “Ben kafamı kırarsın diye biraz endişeliydim ama…” derken biraz geri çekildim ve yaş dolu gözlerimle baktım ona.

“Arayı bir daha bu kadar açarsan kırarım o kalın kafanı!” dediğimde kahkahası yankılandı bahçede. Kolunu omzuma attı.

“İşte benim hırçın kraliçem. Bana böyle gel. Ben alışık değilim böyle pamuk gibi haline.”

Masaya doğru yürürken Afşin ve Hazan da bize doğru geliyordu. “Afşin kardeşim sırrını paylaşsana bizimle.” Diye söze girdiğinde ters ters baktım ama Serdar’ın umuru değildi. “Bu sert kayayı nasıl pamuk tarlasına çevirdin?” Dirseğimi karnına geçirdiğimde benden uzaklaştı. Ben de aramıza bir adım mesafe koydum. Afşin kocaman gülümsemesi ile yanıma gelip beni omzunun altına aldığında başımı hızlıca ona çevirdim. Biz insan içinde pek yakınlaşmazdık. Yani fiziksel açıdan.

“Kardeşim sen onca yılda anlayamamışsan ben ne yapayım?” biraz daha kendine doğru çekti. “Valla ben hırçınlığına bile ayrı düşüyorum. Yani pamuk olsun diye bir çabam yok.”

Gözlerim kocaman açılırken yutkundum. Tamam yalnızken iltifat ediyordu. Hatta bazen kalabalıkta kulağıma fısıldıyordu ama bu kez çok açıktı yaptığı. Zira haykırıyordu. Kalp atışlarım göğsümü zorluyordu.

Serdar yüksek sesli bir ıslık çaldığında başımı öne eğdim. Dafne elleirni birbirine çırpıp yanımıza geldi.

“Siz ikiniz brikte misiniz yoksa?” diye sorduğunda gözüm hemen Su Ela’yı aradı. Ama ortalarda görünmüyordu.

“Hayır.” Diye telaşla çıkış yaptığım esnada Hazan’dan yüksek desibel bir kahkaha duyuldu.

“Dalya sen kilometrelerce öteden bile bir çift olduğunuzun fark edildiğini bilmiyorsun!” dediğinde ona ters ters baktım. Üzerime fazla geliniyordu. Afşin bir şey söylemek yerine beni kendisine daha çok çekti.

“Hepiniz çekin o dillerinizi yıldız Çiçeğimden!” dediğinde Serdar’dan bir ıslık daha yükseldi. “Birlikteyiz ya da değiliz bu bizi ilgilendirir.” Diye açıkladığında bakışlarım onu buldu. Gülümsemesi genişledi.

“Ama bana sorarsanız bence biz çoktan olduk.” Dediğinde gözlerim daha da büyüdü. Afşin’e bir şey olmuştu. Gözlerimi kırpıştırdım. Gözlerini bir an bile çekmedi. O bakışları beni vurdu. Nefesim ağırlaşmaya başladı. Başım dönüyordu sanki.

“Şimdi sana enişte demeli miyim?” Serdar’ın sorusuna bile tepki veremedim. Ben hala Afşin2in kurduğu cümledeydim.

Ama bana sorarsanız bence biz çoktan olduk!

   Biz

Dalya ve Afşin…

Biz…

Dalya, Afşin, Su Ela ve Ahi Adar…

“Sana kayınço demem!” Afşin, Serdar’a cevap verirken ben hala ona bakıyordum. Kalmıştım öylece. Bir tebessüm vardı dudaklarımda. Bana henüz itiraf etmeden -ki bu tartışılır- öylece söyleyivermişti. Rahatsız olmuş muydum? Asla. Hatta bu denli benimsenilmek, benim söylemek istediğim her şeyi benim yerime söylemesi muhteşem hissettirmişti.

“Sen bana ne diyeceğini bırak da Dalya’yı oturt.” Diyen Serdar’la bakışlarımı zar zor çektim Afşin’den. “Birazdan bayılacak gibi duruyor.” Afşin’in bakışları yeniden beni bulduğunda belimi daha sıkı kavradı. Yutkundum ve bunu oldukça sesli yaptım. Kucağımda uyuyan Ahi’yi ona doğru uzattığımda kollarını benden ayırıp bebeğimi aldı.

“Ben bi lavaboya gideyim.” Diyerek kimseni bir şey demesine izin vermeden hızlıca eve girdim. Kalp atışlarım 200 atıyordu. Elimi kalbime götürdüm. Nefesimi düzene sokmak için bekledim. Ben hiç böyle sevilmemiştim. Bilmediğimden di bu heyecanım. Elimin ayağımın birbirine girmesi bu yüzdendi.

“Sakin ol Dalya.” Dedim kendi kendime. Derin ve yavaş bir nefes verdim. “Sakin ol kızım.” Derin nefesle aldım. Dakikalarca durdum. Ben sakinledikçe gülümsemem büyüdü. Madem artık açık oynamaya başlamıştık oyunu kuralına göre oynayabilirdim.

“Teslim olma zamanı geldi.” Diye fısıldadım kendime. Yüzüme su çarptım. Kendimi toparladım ve bahçeye geri döndüm. Afşin ve Serdar mangalın başındaydılar. Hazan, Su Ela ile bahçeye giren yavru kedileri seviyordu. Dafne’yse kucağında uyanmış etrafa gülücükler saçan Ahi ile oynuyordu. Ona doğru yaklaşıp yanına oturdum.

“Hoş geldiniz.” Dedim.

“Hoş bulduk. Daha iyi misin?” Derin bir nefes aldım ve Afşin’e baktım. “Çok uzun bir süreden sonra sanırım gerçekten iyiyim.” Dafne’ye döndüm. Bana mutlulukla bakıyordu. “Hayatımın birkaç ay içinde böyle değişeceğini bilemezdim.”

“Hak ettiğin mutluğu bulmak için yeteri kadar savaş vermiştin.”

Derin bir nefes verdim. Ellerini bana uzatan Ahi’nin parmaklarımı tutmasına izin verdikten sonra yeniden Dafne’nin gözlerine baktım.

“Hiçbir şeyin çektiğim acıları dindirebileceğine inanmazdım.” Diye itirafıma başladım. “Ama şimdi her bir yaramın üzerine merhem sürülüyor. Evet hiçbirisi henüz iyileşmedi. Ama artık kanamıyor. Kabuk bağlaması artık imkânsız gelmiyor.”

“Seni böyle göz bebeklerin parıldarken görmek beni çok mutlu etti.”

“Beni de…” gözlerim denize kaydı. Afşin’in gözlerini anımsatan o güzel denize. “Artık ayna da ölümü bekleyen bir kadın yerine yaşamak isteyen bu kadını görmek beni de mutlu ediyor.”

Gözleri doldu ve ben de çok dayanamadım. İkimiz de ağlamamak için başımızı göğe kaldırdık. Toprağa kız kardeşimi vermiştim. Hiç tanıyamadığım, sarılamadığım kız kardeşimi. Ama onun gidişiyle Dafne bana kız kardeş olmuştu. Uzun yıllardır tanıştığımız halde yıllar sonra fark etmiştim onun bana kardeş olabileceğini. O aslında hep bana yakın olmak için beklemişti. Fakat ben bir türlü kalelerimi kıyıp da kalbimi gösterememiştim. Yaşadığı son kayıpla tüm kaleler, tüm kalkanlar yıkılmıştı. Ve sakladığım sakındığım yaralı Dalya ortada kalmıştı. Korktuğum gibi kimse gelip yaralarımı daha da deşmemiş aksine elinde merhem yaralarımı kapatmaya gayret etmişlerdi.

&&&&&&&&&

Etler masaya geldiğinde duygusallığımız anında uçup gitmişti. Su Ela koşup hemen yanımdaki sandalyesine oturduğunda tabağını doldurmaya başladım. Sevdiği her şeyi tabağına yiyebileceği kadar koyduğumda uzanıp yanağımdan öptü. Ben de onun ipek saçlarında koklaya koklaya öptüm.

Yuvarlak masanın etrafına dizilmiş kocaman bir aileydik. Yemeklerimizi muhabbet eşliğinde yedik. Serdar, şirketteki havadisleri verirken abartmaktan geri durmamıştı. Dafne aldığı yeni iş birlikteliklerinden oldukça memnundu. Hazan gezip gördüğü yerleri anlattı. Yanımda oturan Afşin ve bense onları dinledik. Bol tebessümlü, neşe dolu bir yemek olmuştu. Sıra pasta kesmeye geldiğinde Su Ela heyecanla ayağa fırlamıştı. Afşin kenara aldığımız pastayı masaya getirip mumları yaktığında Su Ela sandalyesinde ayakta dikiliyordu.

“Üfliyim mi baba?” diye sordu heyecanla.

“Üfle kızım.”

Su Ela tam üfleyecekti ki durdu. Bir bana bir de Afşin’e baktı. “Bilyikte üfliyilim mi?” diye sorduğunda ikimiz de yanına yaklaştık.

“Üç deyince.” Dedi Afşin. Bakışları bakışlarımı buldu. Gülüşü gülüşüme denkti. “Bir… iki… üç!” dediği an birlikte mumları söndürdük. Su Ela ellerini çırparken bir yanağından bir yanağından Afşin aynı anda öptük. Bu anlar Hazan tarafından kayda, Serdar tarafından da fotoğraf olarak anılaştırılıyordu.

“Hadi hediyelelimi velin.” Su Ela beklenti dolu bakışlarını bizde gezdirirken sabırsızlığına gülüyorduk. “Baba sen solna velebililsin.” Dedi.

“Nedenmiş o küçük hanım?”

Su Ela elini ağzına kapattı ve kıkırdadı. “Seninkini biliyolum da ondan.”

Yapılan açıklamayla kahkahalarımız doldurdu bahçeyi. Bir adım geri çekildim.

“O zaman önce ben vereyim.”

Hediyelerin olduğu yere gidip kendi paketlerimi aldım. Serdar pastayı çektiğinde boşalan yere bıraktım paketleri. Su Ela heyecanla açmaya çalıştı parlak pembe paketi. Yardımcı olmak adına Afşin de bir ucundan açıyordu. İlk paket açıldığında Gözleri kocaman açıldı. Neredeyse kendi boyu kadar olan örme Kukuli’yi havaya kaldırdı.

“Kukuli!” diye bağırıp sıkıca sarıldı oyuncağına. O kadın Sünger Bob’u bana verdiğinde ben de bu kadar sevinmiştim. Su Ela’nın da bu kadar çok sevinmesi beni mutlu etmişti. Bana doğru döndüğünde birden kollarını boynuma dolayıp sıkıca sarıldı.

“Seni çok seviyolum Dalya Teyse.” Derken sesinde kuşlar cıvıldıyordu. Ben de onu sarıp sarmaladım.

“Ben de seni çok seviyorum canım kızım.” Derken sesim çatallaştı. “Hadi düğer paketi de aç bakalım.” Dediğimde kollarını çözüp paketi açmaya başladı. Bu biraz ağır olduğundan elinde tutmakta zorlanıyordu. Alttan destek verdim düşmesin diye. Hediye paketinden kurtulduğunda gözleri yine sevinçten büyüdü. Kukuli desenli çarşaf takımı ve pikeyi gördüğünde olduğu yerde dans etmeye başladı.

Sevinç nidaları diğer hediyeleri açarken de devam etti. Serdar ve Dafne ona ufak bir analog kamera almışlardı. Artık her şeyi fotoğraf ve video çekebilecekti. Hazan ona minyatür bir tekne yapmış kendi elleriyle. Gövdesinde Su Peri diye şekilli bir isim yazılıydı. En sonunda paketlerin en büyüğü, Afşin’in kendi elleri ile hazırladığı minik mutfakla kapanışı yapmıştık.

Su Ela ertesi gün ilk karnesini alacaktı. Tüm bu kutlama da bunun içindi. Hep birlikte mutluğumuzu paylaşacak dostlara sahip olmak bu dünyadaki en büyük zenginlikti.

&&&&&&&&

“Biraz daha kalamaz mısınız?” diye sordum Serdar’a. Dört gündür yanımızdalardı. Sabahları birlikte kahvaltı yapmak, gezmek, denize girmek çok güzeldi. Bu dört gün boyunca benimle uğraşmalarına bile kızmamıştım. Birkaç saat sonra yola çıkacaklardı. Kahvaltımızı yapalı henüz on dakika olmuşken Serdar biraz yürüyelim dediği için sahil boyu yürüyüşe çıkmıştık. Artık dönüş yolundaydık. Ev görüş alanımızdaydı. Dafne, Hazal ve Su Ela çamurdan yemek yapma oyunu oynuyorlardı. Afşin’se biz yürüyüşe çıkarken Ahi’yi de alıp atölyesine geçmişti. Hala görünürlerde yoktu.

“Çok özlüyorsan sen atla gel Kraliçe. Bir uçak biletine bakar.” Dediğinde etrafıma bakındım. İstanbul’a dönmek istemiyordum. Hatta öyle ki birkaç günlüğüne şirkete uğrasam çok iyi olurdu ama istemiyordum. Orası bana bunca yıl verdiğim savaşı, zorluğu çektiğim acıyı simgeliyordu.

“Seni buraya gönderirken bu kadar benimsemeni beklemiyordum.” Dedi adımlarını durdururken. “Ama itiraf etmeliyim ki senin adına gözüm arkada değil Dalya. Ben seni bu kadar içten gülerken görmeyi o kadar uzun süre bekledim ki…” derin bir nefes aldı. Serdar ciddi konuşuyordu ki bu pek görülmezdi. Elleri kollarımı sıvazladı.

“Dalya ne hissediyorsun?” sorusuyla gözlerim eve döndü. “Hiç ciddi ciddi konuşmadık. Nasılsın? Afşin senin hayatının neresinde?”

“Yeniden eve kavuşmuş gibi hissediyorum.” Dedim titreyen sesimle. “İyiyim. Son 22 yıldır iyi olmadığım kadar iyiyim. Babamın Yıldız Çiçeği’yken iyi olduğum gibi iyiyim.” Gözlerime yaşlar birikti. “Bazen diyorum ki henüz tanışalı 2 ay oldu. Nasıl oluyor da böyle tamamlandım? Bütünleştim? Alıştım?”

Gerçekten hayret ediyordum kendime, kalbime. İmkânsız geliyordu. Sanki 2 ay değil de 20 yıldır birlğkteydik. Sanki Afşin hep vardı, çocukluğum, gençliğim, yetişkinliğim hep onunla geçti.

“Bir yapbozun bir parçası kaybolmuş olsa,” dedi gözlerime bakarak. “20 yıl geçse. Sonra bulup yerine koysan. O yapboz sorar mı nasıl böyle aniden tamamlandım diye?”

“Afşin hiç benim parçam değildi ki?”

Anlayışlı bir tebessüm belirdi yüzünde.

“Evet Afşin değildi ama sevgisi öyleydi. Sen o sevgiyi biliyordun. Sahiptin. Sevilmenin tadını biliyordun. Yıllar sonra seni baban gibi koşulsuz, hırçınlığınla sevecek birisi seni tamamlayacak olandı. Ve o şanslı adam da Afşin oldu.”

Sanırım özeti buydu. Ben hayatının 12 yılında koşulsuz sevgi kalkanı ile büyütülmüştüm. Çocukluğumun ilk dönemlerinde sevginin yoksunluğunu çekmemeiştim. Hatamla, kusurumla, tüm benliğimle kabul gördüğüm bir evde yetişmiştim. Eksik parça beni ailem gibi sevip, sahiplenecek birisiydi. Ve bu kişi de Afşin ve Su Ela olmuştu. O yüzden zamanın bir önemi yoktu. Eksik parça 22 yıl sonra yerine koyulmuştu. Artık resim tamamdı.

Gözlerim yeniden eve döndüğünde Afşin’i gördüm. Kucağındaki Ahi ile bize el salladı. Gülümsemesini tam seçemesem de aklımda canlanıyordu. Ben de onlara el salladım.

“Afşin hayatımın tam ortasında.” Diye cevapladım son sorusunu. “Su Ela da öyle. Kalbimde onlara ait büyük bir alan var. Su Ela bana sarıldığında yaralarım iyileşiyor. İçimdeki ateş diniyor. O gülümsediğinde, etrafımda şarkı söylediğinde, kucağımda uyuya kaldığında içimi bahar kaplıyor. Ona her kızım dediğimde içimdeki küçük Dalya anne özlemini dindiriyor.”

Göz yaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu. Yeni hayatımı seviyordum. Çok seviyordum. Ve deli gibi korkuyordum. Bir gün uyanacağım ve bunların hepsi rüya çıkacak diye ödüm patlıyordu.

Serdar göz yaşlarımı silip beni sıkıca sarmaladığında kollarımı beline sarmaladım. İçimdeki korkuyu atmak adına ağladım. Hıçkırıklarımı dizginlemeden, özgürce ağladım.

Sakinleştiğimde yürümeye devam ettik. Serdar modum yükselsin diye beni güldürecek bir sürü saçma şaka yaptı. Bahçe hizasına geldiğimizde karşı karşıya durduk.

“Korkma.” Dedi gözlerimin içine bakarken. “Hak ettiğin ailene kavuştun. Korkunun mutluluğunu gölgelemesine izin verme. Hesapsız, teslimiyetle yaşa hayatını. Eğer burada mutluysan hiç dönme. Ben ikimizin yerine de çalışırım.”

Gülümsedim. Elimi yumruk yapıp hafifçe omzuna geçirdim. “Şirketi kendi üzerine geçirme sakın! Kendimi toparladığımda gelip teftiş edeceğim!”

Ellerini teslim olur gibi kaldırdı.

“Tabelayı değiştirdim çoktan.” Derken birkaç adım geri gitti. “Serdar Bakırcı yaptım. UandB’den daha havalı durdu.”

UandB soy isimlerimizin baş harflerinden oluşan marka ismimizdi. Ben seçmiştim. Şimdi beni sinirlendirmek için uğraşıyordu.

“O tabeladan beni çıkartman için hissenin benden çok olması lazım.” Dedim gülerek. “Şirketin büyük hissedarı olarak o kadar kolay silinmem.”

Benim kahkahalarıma ayak uydurup mesafeyi kapattı.

“Seni değil tabeladan ortaklarımızın, çalışanlarımızın kalbinden silmek bile mümkün değil Kraliçe. Herkes seni özledi.”

Ona yandan ters bir bakış attım.

“Bırak yalanı,” dedim eve doğru yürürken. “Bana karşı besledikleri tek duygu korkuydu.”

Serdar bana yetişti. Kolunu omzuma attığında birlikte ilerlemeye devam ettik.

“Eğer öyle olsaydı şirket iflas eşiğine geldiğinde çekip giderlerdi. Unutma ki o zamanlarda ben yoktum ve şirketi tek başına yöneten sendin. Senden çekiniyorlar ama onları bir araya getiren, yetiştiren ve gizlice onlara yardım edip destek verenin sen olduğunu biliyorlar. Ayrıca Asel yokluğunda depresyona girdi. Her an seni ziyarete gelebilir.”

Çalışma arkadaşlarımı seviyordum her ne kadar belli edemesem de. Kişisel asistanım Asel2in ise yeri bende hep ayrıydı. Bunları duymak beni gülümsetmişti. Eskiden olsa sevildiğime inanmazdım ama artık sevildiğimi hissedebiliyordum. Artık kendimi seviyordum.

Bahçeden içeriye girdiğimiz sırada Su Ela koşarak yanımıza geldi ve minik elleri ile ellerimi tuttu.

“Dalya teyse ben de seni bekliyolum ne samandıl.” Derken beni çekiştiriyordu. “Bahçe de kalahindiba buldum. Hadi billikte üfleyip dilek tutalım.”

Serdar’dan ayrılıp Su Ela’nın beni götürmesine izin verdim. Çamurlu elleri ellerime bulaşmıştı. Bu görüntü beni gülümsetti. Afşin’in atölyesinin kenarına kadar beni sürükledi. Karahindibalarının oldu yere ulaştığımızda durdu ve bana döndü. Başını geriye atmış yüzüme bakıyordu.

“Ben kopaltamadım. Hemen uçuştulal. Sen ikimis için kopaltıl mısın?”

Yanına eğildim ve en büyüklerinden iki tanesini yavaşça koparttım. Birisini ona uzattığımda boncuk gözlerini yumdu. Yüzü gözü çamur içindeydi. Bu anı kaçırmamak için hızlıca telefonumu çıkartıp fotoğrafını çektim. Sesi duyunca gözünü açtı.

“Dalya teyse hadi sen de yumsana gösünü.” Dedi sitemle. Telefonumu ön kamaraya aldım ve yâre sabitleyip videoyu başlattım. Bu an hatıra kalsın istiyordum. Gözlerimi yumdum.

Bana bahşedilmiş bu aile ile güzel bir ömür sürmeyi diliyorum…

Dileğimi yürekten diledikten sonra derin bir nefes alıp üfledim. Dileğin kabul olması için bütün hepsinin uçması gerekiyordu. O kadar kuvvetli üfledim ki hepsi uçuştu. Su Ela’da üflediğinde nefesi biraz yetersiz geldiğinde ona çaktırmadan ben de üfledim. Onun da bütün hepsi uçuştu. Elindeki sapı havaya kaldırıp salladı.

“Hepsi uçtu Dalya teyse. Dileyim kabul oldu.” Diye bağırdı be yerinde zıpladı. Her ne dilediyse yürekten istemişti. Çünkü sevinci çok büyüktü. Kollarını birden boynuma doladığında dengemi sağlayamayıp yere oturdum. Hiç bozuntuya vermeden onu da kucağıma oturttum.

“Dileyim kabul oldu.” Dedi tekrardan. Biraz geri çekildi ve gözlerime baktı. “Sen artık benim annem olabililsin.” Dediğinde nefesimi tuttum. Beni dilemişti. Annesi olmamı dilemişti. Bir küçük kız çocuğunun kalbinde böylesi büyük bir yer edinmek beni ağlatmaya yeterliydi.

“Babamla evlenip bisimle yaşayabililsin altık. Fusulle benim gelçek kaldeşim olul.”

Göz yaşlarımı o fark etmeden sildim ve bir şey demeden sıkıca sarıldım. Gözüm telefona kaydığında kadrajda ikimizden başka birisi daha vardı. Kucağında Ahi ile bizi izleyen Afşin. Omuzlarım düştü. Başımı hafifçe eğdiğimde bir damla süzüldü gözümden. Afşin yaklaştıkça yüzündeki tebessümü gördüm. Gözlerindeki mahzun bakışı. Hiçbir şey söylemeden yanımıza oturduğunda Su Ela başını kaldırıp babasına baktı. Uzanıp yanağına bir öpücük bıraktı. Başını göğsüme yasladı ve Ahi’yi izlemeye başladı. Yerden destek alan elimin üzerinde bir el hissettiğimde bakışlarım önce elimin üzerindeki eli daha sonra da o elin sahibini buldu. Yine gülüşü gülüşüme denkti. Aynı anda derin bir nefes aldık yavaş yavaş verdik.

Afşin haklıydı.

Bir çoktan biz olmuştuk.

Bir çoktan bir olmuştuk.

&&&&&&&&&

Sahil kasabasında yaşamanın en güzel yanı denize yakın olmaktı. Tatil gibi bir hayatın insanın normali olmasıydı. Güneş tepemizde parıldıyordu. Gökyüzü parlak maviydi. Arka fonda Serdar Ortaç çalıyordu -Afşin hayranıydı-. Bahçe duvarının önüne attığımız üç şezlongumuz, rengarenk güneş şemsiyemiz vardı. Üzerimde mayom, başımda hasır şapkamla şezlongda uzanmış bebeğimle konuşuyordum. Hemen birkaç metre ileride denizin içerisinde sevdiğim adam ve hayatımın neşesi dediğim Su Peri’m yüzüyorlardı.

“Annecim, sen de yüzecek misin?” diye sordum bani pür dikkat izleyen oğluma. “Sokalım mı ayaklarını suya?”

Artık mırıldanmaları daha çoktu. Ağzında sürekli bir şeyler geveliyordu. 5 ayı doldurmamıza bir hafta kalmıştı. Haziranın son 10 günü içindeydik. Günümüzün çoğu denizde geçiyordu çünkü Su Perisi lakabı gibi su perisiydi. Sabah, öğle, ikindi birer posta mutlaka denize giriyordu. Ya benimle ya da Afşin’le.

Afşin ve ben resmi olarak hala sevgili değildik ama el ele tutuşuyor, uzun yürüyüşlere çıkıyorduk. Ev alışverişlerimizi birlikte yapıyorduk. Bazen o benim evimde, bazen ben onun evinde uyuyakalıyordum. İki ev bir aileydik. Akışına bırakmış, teslim olmuştum ve hayatımın en güzel günlerini yaşıyordum.

“Dalya teyse beni kultal!” Su Ela’nın seslenmesiyle dizlerime yasladığım Ahi’nin gerisinden onlara baktım. Afşin, Su Ela’yı kucaklamış derinlere götürüyordu. Su Ela ise kollarını bana doğru uzatmış yardım çığlıkları atıyordu. Artık etrafımızdaki evler dolmuştu. Yazlıkçı kesim yavaş yavaş dolduruyordu.

“Babam beni delinlele bılakacak. Yaldım et!”

Su Ela’nın yardım talebiyle birlikte ayaklandım. Üzerimdeki kimono ve şapkayı hızlıca çıkartıp onlara doğru büyük adımlarla ilerledim. Ayaklarım suya değdiğinde ürpersem de geri durmadım.

“Yetiştim Su Perisi. Kurtaracağım seni!” diyerek Ahi’yi daha sıkı tutum. Bir metre kadar anca ilerlemişlerdi. Afşin ağırdan aldığı için yanlarına varmam uzun sürmedi. Su ancak dizlerimin üzerine geliyordu.

“Babası güzel kızımı nereye kaçırıyorsun?” diyerek boştaki elimle Su Ela’nın elini tuttum.

“Bu Su Peri’si yüzmeyi öğrenmiş artık.” Dedi gülerek ve Su Ela’yı suya bıraktı. Eli elimde olduğundan ben de öne doğru savruldum ama Afşin refleksle belimi kavradı. Su Ela suya battıysa da elimden destek alıp hemen toparlandı. Su onun da boyunu geçmiyordu. Kaşlarını çatmış ellerini beline yaslamış babasına bakıyordu.

“Sen kötüsün baba!” diye bağırdı. Afşin’se onu taklit edip boştaki elini beline koydu.

“Asıl sen kötü bir çocuksun!” dedi. İkisi durmuş denizin ortanda kavga ederlerken ben kıkırdıyordum. Kesinlikle Su Ela, Afşin’i kızdıracak bir şey söylemişti.

“Neden kötüymüşüm ki ben?” diye sordu merakla.

“Çünkü babana dedin ki;” derken Su Ela’ya doğru eğildi. “Ertuğrul çok güzel yüzüyormuş. Birlikte güzel yüzecekmişsiniz.”

Kıkırtım kahkahaya döndü. Ufacık çocukların arkadaşlığını kıskanmasına asla anlam veremiyordum. Kız babası olmak böyle bir şeydi sanırım.

Su Ela sinirle Afşin’in yüzüne su attı. “Bu yüsten kötü çocuk olunmaz bi kele!” Afşin de Su Ela’ya su attı.

“Olunur efendim! Sen sadece babanla güzel güzel yüzebilirsin.”

Su Ela suyun içinde tepindi. “Hiç de bile! Eyluyyulda güsel güsel yüsebililim.”

Afşin, beni bırakıp tek eliyle Su Ela’yı kavradığı gibi önce kucakladı sonra kendisiyle birlikte suya atladı. Su Ela Çırpınarak kurtuldu sonra yüzerek biraz uzaklaştı. Ama Afşin kaçmasına fırsat vermeden yine suya çekti. Bir süre sonra bu oyuna döndü ve kahkahalarımız çoğaldı. Ben suya eğilip Ahi’yi suya soktum. Ayakları suya değdiğinde neşeli mırıltıları yükseldi. Su Ela ona yavaş yavaş su attığındaysa kıkırdadı.

Biraz sonra Afşin, Ahi’yi alırken ben de Su Ela’yı yüzdürdüm. Afşin Ahi’yi yüzü koyun suya sokup destekle yüzdürüyorken ikisinden eğlenceli mırıltılar yükseliyordu.

Birden üzerimizi bulutlar kapladı ve yağmur damları üzerimize yağmaya başladı. Ben Su Ela’yı kaldırınken Afşin yüzmeye devam ediyordu.

“Yağmur başladı içeriye geçelim.” Dediğimde Afşin bana yandan bakıp gülümsedi.

“Yaz yağmuru birkaç dakikaya diner.” Dedi.

“Çocuklar hastalanmasın?”

Bize doğru yüzdürdü Ahi’yi. Yanımıza geldiğinde Ahi’yi kucakladı. Yüzüme yapışan saçlarımı geri itti. “Telaşlanma. Bu hava da hastalanmazlar.”

Derin bir nefes aldım ve onu dinledim. Dediği gibi oldu. Bir dakika içinde yağmur kesildi. Bulutlar dağıldı. Güneş yeniden belirdi. Biz de eğlencemize kaldığımı yerden devam ettik.

&&&&&&&&&

Akşam yemeğimizi yedikten sonra artık gelenek haline getirdiğimiz bahçede film keyfimiz için projeksiyon perdesini kurmuş, şezlongları bahçeye almıştık. Kangurusuna koyduğum Ahi ile atıştırmalıkları hazırlarken baba kız dışarıda filmi ayarlıyorlardı. Ortak karar olarak Moana animasyonunu isleyecektik.

Tepsiye dizdiğim içecekler ve atıştırmalıklarla bahçeye çıktım. Tepsiyi şezlongların yanına koyduğumuz ufak masalara koyup Ahi’yi kangurudan çıkartıp Afşin2e uzattım. Biraz esinti vardı. Önce sinekler ısırmasın diye Su Ela’ya sinek ilacı sürüp sonra da Kukuli desenli pikesini üzerine örttüm. Yüzerken yorulduğu için gözleri hafiften kapanıyordu ama direniyordu. Yanındaki Şezlonga geçmeden Ahi’yi almak için uzandım ama Afşin çoktan uzanmış onu da göğsüne yatırmıştı. Ahi’de neredeyse uyuyacaktı. Gözleri kapanıyordu.

Kendi şezlonguma uzandığımda Afşin filmi başlattı. Yıldırlar parıldıyordu. Gökyüzü bulutsuzdu. Hafif esinti içimi gıdıklıyordu. Yan tarafıma baktığımda gecelikleri içinde yarı uykulu filmi izleyen Su Ela’yı ve rahat uyusun diye Ahi’yi pışpışlayan Afşin’i izledim. Filimden daha çok ilgimi çekiyorlardı.

Henüz 20 dakika olduğunda Su Ela uykuya kendini teslim etmişti. Ahi zaten daha filmin başında uyumuştu. Afşin’le birbirimize baktığımızda başını salladı. Çocuklar uyuduktan sonra filmi değiştirmek artık alışkanlığımızdı. Sabah konuştuğumuz diziyi açtım. Çocuklar uyuduktan sonra kahve içekten sonra en sevdiğimiz aktivite dizimizi izlemekti.

İki bölüm izledikten sonra havanın serinlemesiyle çocukları yataklarına taşıdık. Bizim için vakit erken olduğundan ikisini de Su Ela’nın odasına yatırdık. Ahi için orada da bir beşik vardı.

Ben çocukların üzerini örterken Afşin de bize kahve yapmaya inmişti. İkisini de öptükten sonra gece lambasını açtım, bebek telsizini de yanıma alıp Afşin’in yanına indim. Kahveleri tepsiye koymuş verandaya çıkıyordu. Onu takip ettim. Verandanın koltuklarına oturduğumuzda sehpaya bıraktığı kahveyi aldım ve geriye yaslandım. Denizin kokusu ve dalgaların sesi beni mayıştırırken kahvemden bir yudum aldım.

“Nasıl oluyor da bu kadar güzel kahve yapabiliyorsun?” diye sordum.

“Sen içeceksin diye daha çok özeniyorum.”

Cevabına kıkırdadım. Alıştım sanıyordum ama bu ani iltifatlara alışmak mümkün değildi. Her seferinde kalbimi hızlandırıyordu.

“İyi yoruldular.” Dedim konuyu değiştirerek. “Yüzmek enerjilerini alıyor.”

“Denizin dibinde yaşamanın güzelliği.”

Kahvelerimizi bitirene kadar deniz kenarında yaşamak hakkında konuştuk. Artılarını, eksilerini tartıştık.

“Yarın akşam,” diyerek konuyu değiştirdi. “Adatepe de bir arkadaşımın düğünü olacak.”

Yalandığım yerden öne doğru kaydım. “Su Ela ile ben ilgilenirim.” Dedim. O da öne doğru kaydı. Dizlerimiz birbirine değdi. Teni tenime değdiğinde bir elektrik kaplıyordu içimi.

“İlgilenme.” Dedi. Kaşlarım çatıldı. Elleri ellerimi buldu. “Benimle gel.”

“Düğüne mi?” diye sordum hayretle. “Kimseyi tanımıyorum ki?”

Gülümsedi. Parmakları elimin üzerini okşuyordu.

“Beni tanıyorsun.”

Gülümsedim.

“Bu kadın da kim demezler mi?”

Gülümsemesi büyüdü.

“Sevgilim derim.”

Gülümsemem büyüdü.

“Sevgilin miyim?”

Biraz daha yaklaştı. Gözlerimin içine bakıyordu. Cesurdu. Her konuda.

“Değil misin?”

Ona biraz daha yaklaştım. Cesur olmak istiyordum.

“Öyle miyim?”

Kahkaha attı. Bir elini yanağıma koydu. Başımı eline doğru yasladım.

“Bunu sana anlatmak için daha ne kadar açık olabilirim?”

Derin bir nefes aldım.

“Bilmem.”

“Sen tanıdığım en muhteşem kadınsın.” Dedi gözlerimin en derinine bakarak. “Sen yaşadığım en güzel duygusun.”

Gözlerimin içini bile gülüyordu. Kalbim şaha kalkmıştı. Alnını alnıma dayadı.

“Aceleci olmak istemedim Dalya. Acele etmek, seni telaşlandırmak istemedim.” Derin bir nefes aldı. “Ama seni sevmek gibi bir telaşım var. Seni çok sevmek gibi bir isteğim var. 38 yaşımda sabırlı bir adam değil de 8 yaşında sabırsız bir çocuk gibiyim senin yanında. Ben artık sana sevgilim demek istiyorum Yıldız Çiçeği’m. Ben seni herkese tanıtmak istiyorum. Benim hayatıma bahar geldi demek istiyorum. Ben tamamlandım demek istiyorum.”

Bu bana kurduğu en açık itiraftı. Ne zaman yummuştum gözlerimi bilmiyorum ama açtığımda lacivert menevişlerini gördüm. Yüreğimi gören gözlerini.

“Bir şey söylemeyecek misin?” diye sordu beklentiyle. Derin bir soluk aldım. Elimi yanağına koyup sakallarında gezdirdim.

“Benim kelimelerim seni ki gibi süslü değil.” Dedim. “Söylemeyi istediğim çok şey var ama kelimeler yetmiyor.” Gözlerim buğulandı. “34 yıllık hayatımda yaşadığım en güzel günleri senin yanında yaşadığımı bilmelisin. Sen benim eksikliğimi tamamlayanımsın.”

Derin soluklarımız birbirine karıştı. Gözümden bir damla süzülürken gülümsedim.

“Çocuklar?” diye sordum.

“Ne olmuş çocuklara?”

“Yarın akşam kim bakacak?” gülümsemesi büyüdü. “Hazan da döndü.”

“Ben ayarladım onu.” Derken göz kırptı. Bense tek kaşımı kaldırdım.

“Kabul edeceğimden o kadar emindin yani?”

Kahkahası doldu kulaklarıma.

“Ben sevgimden eminim Yıldız Çiçeğim.” Dedi.

Ben artık onun resmen Yıldız Çiçeğiydim.

O artık benim resmen sevgilimdi.

&&&&&&&&&

Aynada kendimi son kez konrtol ettim. Siyah straplez balık model elbisem vücudumu sarmalıyordu. Belindeki pile detayı elbiseyi hareketlendiriyordu. Boynumdaki su yolu kolyeyi düzelttim. Saçlarımı düzleştirip geriye doğru taramıştım. Ayağımda ince topuklu siyah ayakkabılarım vardı. Siyak çantamı alıp odadan çıktım. Merdivenlerin başına geldiğimde Su Ela’nın şarkı söyleyen sesini duydum. Bu akşam çocuklara hatanın iki günü yardıma gelen Tülay Hanım bakacaktı. 9 ve 5 yaşındaki kızlarını da getirmişti. Tanıdığım için gözüm arkada değildi.

Basamakları inerken topuklularımın ahşapta çıkarttığı ses evi dolduruyordu. Görüş açıma ilk giren Afşin oldu. Siyah takım elbisesi içinde beni süsüyordu. Bakışlarındaki beğeni parıltıları aklımı başımdan alıyordu. Ben bir basamak indikçe o bir adım bana doğru geliyordu. İki basamak kala elini bana uzattı. Elimi avuçlarına bıraktığımda yanına inene kadar havada tuttu.

“Nefes kesiyorsun.” Dediğinde tebessümüm büyüdü. Ona doğru bir adım atıp ceketinin yakasını düzelttim.

“Sen de öyle.” Dedim. Gözlerini benden alamazken bir adım yana kaydım. “Geç olmadan çıkalım mı?” dedim.

Afşin başını sallarken hiç konuşmadan kapıya döndü. Bense çıkmadan önce Su Ela’ya doğru ilerledim. Beni fark ettiğinde gözleri kocaman açıldı.

“Dalya teyze çok güsel olmuşsun.”

Elbisemin izin verdiğince eğildim ve ellerini tuttum. “Senin güzelliğinin yanında sönük kalıyorum ama.” Dediğimde kıkırdadı.

“Sis düyüne mi gidiyonus?”

“Evet.” Dedim saçlarını omzundan geriye doğru atarken. “Sen de Fasulyemize göz kulak olur musun?”

Başını aşağı yukarı salladı. Yanağından öptüğümde kırmızı rujum yanağına bulaştı. Başparmağımla lekeyi temizleyip ayağa kalktım.

Tülay hanıma döndüm. Orta boylu tombul bir kadındı. Güleç yüzlüydü. “Her şey için teşekkür ederiz Tülay Hanım.” Dedim. “Muhtemelen dönüşümüz gece yarısını geçer. Lütfen rahatınıza bakın. Dolapta yiyecek bir sürü şey var. Lütfen çekinmeden kullanın. Çocukların canı bir şey çekerse alabilirsiniz. Eğer sipariş verecek olursanız kartımı mutfak masasına bıraktım. Temassız şekilde alabilirsiniz.”

“Sağ olun Dalya Hanım.” Dedi tebessümle. “Biz bir şeyler yapar yeriz. Aklınız kalmasın. Çocuklar bana emanetler.”

İçim rahat şekilde Afşin’in yanına geldiğimde koluna girmem için bekledi. Kol kola ilerledik. Arabaya binmeden önce gerçek bir centilmen olarak kapımı açtı. Yola çıktığımızda o yola baktı ben ona. Hala inanamıyordum. Bir ilişkim vardı. Seviyordum. Seviliyordum. İki güzel çocuğumuz vardı. Çocuklarımızı bakıcıya bırakıp düğüne gidiyorduk. Üç ay önce hiçbir şeyi olmayan yapayalnız bir kadınken bugün dünyanın en zengin kadınıydım.

Yirmi dakika sonunda bir butik otelin önündeydik. Afşin çok kalabalık olmayacağını söylemişti. Arkadaşı ikinci kez evlendiği için sadece yakın arkadaşlarını davet etmişti.

Kapım açıldığında uzatılan eli tutup indim. Eli elimi kavramışken elinde tuttuğu davetiyeyi kapıda ki görevliye verdi.

“Hoş geldiniz Afşin Bey, Dalya Hanım.” Eliyle kapıyı gösterip yana çekildi. “Buyurun.”

İçeriye doğru ilerlerken Afşin’in kulağına doğru eğildim. “Adımı nerden biliyor?”

Bana baktı hafif başını eğip. “Arkadaşıma yanımda dünyanın en güzel kadınını getireceğimi söyledim. O da adını bahşetmemi istedi.”

“Afşin…” dedim soluk verirken. Her an iltifat etmekten yorulmuyor muydu?

Havuz kenarına geldiğimizde 20 kişilik bir grupla karşılaştık. Beyaz elbisesinden anladığım kadarıyla tam karşımızdaki kadın gelindi. Ve yanındaki adam da damat olmalıydı. İlk olarak onlara doğru ilerledik. Henüz yaklaşmadan bizi fark ettiler. Adam yüzündeki büyük gülümsemesiyle karşıladı bizi.

“Afşin! Hoş geldin dostum.” Afşin boştaki elini uzatıp tebrik etti. Adam bana doğru döndü.

“Gerçekten olağanüstü bir hanım efendiyle gelmişsin.” Dedi elini bana doğru uzatırken. “Demek Afşin beyin kalbini yeniden attıran sizsiziniz.”

“Dalya.” Dedim kendimi tanıtarak. Daha sonra gelinin de elini sıktım. Damat Afşin’den birkaç yaş büyük görünüyordu. Gelinde benden birkaç yaş küçüktü.

Tebrik ettikten sonra boş olan bir yere geçtik. Düğünden çok bir şirketin yıldönümü kutlamasını anımsatan bir organizasyonun içinde gibiydik. Nikah memuru geldi. Nikah kıyıldı, pasta kesildi. Herkes kendi halindeydi.

“Sıkıldın mı?” diye sordu Afşin bana doğru eğilip. Ayıp olmasın diye başımı iki yana salladım. Ama ben kariyerim boyunca böyle organizasyonlara gitmek zorunda kalmıştım. Ve hiç sevmezdim. Basıyordu beni. Afşin bana doğru biraz daha eğildi.

“Yüzün yalan söylediğini çok belli ediyor.” Dedi gülerek. “Bence biz çocuk sahibi insanlar olduğumuz için erken çıkmamıza kimse kırılmaz.”

Ben de ona doğru eğildim. “Bence de.” Dediğimde elimi kavradı ve gelin damadın yanına doğru ilerledi. Çocukların durmadığını söyleyip hızlıca çıkarttı bizi oradan. Aracı bekliyorduk.

“Saat eve gitmek için erken gibi?” dedi sorarcasına. Henüz 22:46’yı gösteriyordu.

“Eve gitmekten daha ilgi çekici bir teklifin varsa değerlendirebiliriz.”

Tuttuğu elimi sıktı. “Kendini bana bırak.” Dedi ve valenin getirdiği arabanın kapısını açarak binmeme yardımcı oldu.

Beş dakika sonra köyün içerisindeki bir başka otele gelmiştik. Bahçeden şarkı sesi geliyordu.

“Madem bu kadar güzel giyindik o zaman bir partiyi hak etik.” Dedi. Otele girdiğimizde içerisi kalabalıktı. Ne kutlandığına dair bir fikrim yoktu ama Afşin’e uydum. Etraftaki insanlar oldukça şık giyimlilerdi. Yaşları bizden geç görünüyordu. Belki bir doğum günüydü. Belki de mezuniyet. Çok da düşünmedim. Doksanlar pop çalıyordu. Afşin çantamı ve ceketini kenara bırakıp beni etrafımda döndürdü. Şarkının ritmine uymuş dans ediyorduk. Kahkahalarımız havada uçuşuyordu. O kadar çok dans ettik ki bir yerden sonra ayakkabılarımı kenara bıraktım. Yerler çimendi. Dans etmeyi bu kadar sevdiğimi bilmiyordum. Ama bir an durmadım. Saat gece yarısını geçtiğinde artık partı sonlanmıştı. Çimlerin üzerine uzanıp yıldızları izledik. Gece aydınlıktı. Ay tepemizde parlıyordu.

“Dilek tut.” Dedim kayan yıldızı gösterirken. Bakışları beni buldu.

“Hep birlikte mutlu bir yaşam diliyorum.” Dedi.

“Sanki romantik komedi bir filmin içine düşmüş gibiyiz.” Dedim kıkırdarken.

“Bir filim karakterinden daha muhteşemsin.” Dediğinde ona doğru öndüm. Kolu başımın altında yastık görevi görüyordu.

“Sen de Henry Cavill ’den daha yakışıklısın.” Dedim. Kaşları çatılırken kıkırdadı.

“Henry nerden çıktı.”

“Seni havaalanında ilk gördüğümde Henry Cavill sanmıştım.”

Derin bir nefes aldı.

“Ben daha yakışıklıyım ama.” Dedi kendini beğenerek.

“Ben de onu diyorum ya.” Dedim kıkırdarken.

Aynı anda derin nefes aldık. Ona doğru biraz daha sokuldum. Gözlerim kapanıyordu.

“Uykum geliyor.” Dedim esnerken.

“Uyu.”

“Burada mı?”

“Seni göğsümde uyutabilirim.” Dediğinde beni kendisine doğru çekti. Bir otelin bahçesinde yatmış iki yetişkin. Aslında bunu yapmazdım ama uyku bastırıyordu ve gözlerimi açamıyordum. Kendimi Afşin’in göğsünde uykuya teslim ettim.

&&&&&&&&&&

Gözümü açtığımda güneş doğuyordu. Yer yerim tutulmuştu. Afşin’i uyandırdım ve kimseye çaktırmadan çıktık otelin bahçesinden. Seher vaktinin serinliği bizi üşüttüğünden hemen arabanın klimasını çalıştırdık.

“Bu yaptığımıza inanmıyorum.” Dedim. “Resmen otel bahçesinde uyuduk.”

Afşin kocaman esnedi. “Seni bilmem ama benim için en keyifli uyku buydu.”

Gülümsedim.

“Yol üzerinde Teras kafe var. Manzara şimdi süperdir. Oraya uğrayalım mı?”

“Saat çok erken. Açık mıdır?” diye sordum esnerken. Hala uykum vardı.

“Sahibini tanıyorum. Açarlar.”

“Afşin insanları sabahın köründe niye ayağa dikeceksin?”

Gözünü bir an yoldan ayırıp bana baktı.

“Çünkü canım sevgilimle gün doğumunda manzaraya karşı kahvaltı etmek çekti.” Dedi ve önüne döndü.

Diyecek bir şey bulamadım. O bana böyle güzel şeyler söylerken nasıl karşı çıkabilirdim mi. Hoşuma gidiyordu. Yalan mı söyleseydim?

Birkaç dakika sonra teras kafedeydik. Afşin dediğini yapmış, insanları evlerinden getirip çok istediği kahvaltısını yapmıştı. Ben kafeden ayrılacağımız zaman özür dilemekle meşgulken Afşin kafe sahibiyle şakalaşıp duruyordu.

Eve vardığımız zaman saat 08:10’du. Çocuklar çoktan uyanmışlardı. Su ela bütün gece gelmediğimiz için ayrıca kahvaltıyı onsuz yaptığımız için bize trip atmıştı. Neyse ki onu da götüreceğime söz verip konuyu tatlıya bağlamıştık.

&&&&&&&&

Dışarıda sabahlamanın yorgunluğunu iki gün boyunca atamamışken bir de İtalya projesinde çıkan aksilik yüzünden sabaha kadar yeni program yazılımı üzerinde çalışmak zorunda kalmıştım. 34 saattir ayaktaydım. Afşin daha rahat çalışmam için Ahi’yi almıştı.

Güneş yüzünü gösterirken boynumu kütletip geriye yaslandım. Zor olsa da problemi halletmiştim. Hemen Asel’le mail atıp bilgisayarı kapattığım gibi Afşin’in evine geçtim. Saksının altında duran anahtarı kullanıp içeriye girdiğimde hiç ses yoktu. Yavaş adımlarla üst kata çıktım. İlk önce Su Ela’nın odasına uğradım. Ahi orada değildi. Üzerindeki pikesi yere düşmüştü. Uyandırmamaya özen göstererek üzerini örttüm ve Afşin’in odasına yöneldim. Aralık kapıdan içeriye girdiğimde Yatakta uyuyan ikiliyi izledim. Afşin Ahi2nin yanına yastık dizmişti ama bir kolu yine de onu tutuyordu. Arkamda duyduğum adım sesiyle geriye döndüm. Su ela yarı açık yarı kapalı gözleri elinde sarı saçlı bebeğiyle bana bakıyordu.

“Sen mi geldin Dalya teyse?”

“Evet güzel kızım. Sen neden uyandın?”

Gözlerini ovuşturdu. Bana doğru geldi. “Ses duydum.” Dedi. Gülümsedim ve elinden tutup yatağa doğru ilerledim. “Daha erken hadi gel hep birlikte uyuyalım.”

Başını sallayıp yatağa çıktı. Ben de yanına uzandım. Afşin’in yatağında hep birlikte uyuduk. Bir aile gibi. Bir aile olarak.

&&&&&&&&

“İyi ki geldik bulaya.” Dedi Su Ela patates kızartmasını ketçaba bandırırken. Uyandığımızda Su Ela’nın ısrarı üzerine Teras Kafe’ye kahvaltıya gelmiştik.

“Hadi hadi ye bakalım patatesini. Daha yumurtan duruyor.” Dedi Afşin tabağına haşlanmış yumurtayı bırakırken.

“Bugün yemesem olmas mı?” diye sordu Su Ela. Pek yumurtayla arası yoktu. Hele ki haşlanmış yumurtanın sarısını hiç sevmiyordu.

“Olmaz hanım efendi. Güçlü kemikleriniz olması için o yumurta yenecek.”

Su Ela omuzlarını düşürüp patatesini attı ağzına. Yavaş yavaş çiğniyordu. O esnada benim tabağıma tere yağı sürülmüş bir ekmek bırakıldı.

“Sen de bakınma artık etrafa da iki lokma yemek ye. Zaten akşam da düzgün yemedin.”

Ona gülümsedim ve tabağıma bıraktığı ekmeği aldım. Ahi Arabasında etrafı izliyordu. Ona gelir gelmez mamasını yedirmiştim o yüzden keyfi yerindeydi.

Afşin’in Su Ela ve benim tabağımızı doldurduğu kahvaltımızı bitirdikten sonra Çok oyalanmadan çıktık oradan. Su Ela’ya verdiğimiz bir Lunapark sözümüz olduğundan Akçay’a doğru yol aldık.

Su Ela’dan mutlusu yoktu. Dönme dolap, çarpışan araba, atlı karınca binebileceği ne varsa hepsine bir benimle bir de Afşin’le binmişti. Saat’i neredeyse akşam etmişken anca eve dönüş yoluna çıkmıştık.

“Gönlünüz oldu mu Su Ela hanım? Artık affettiniz mi babayı?” diye sordu Afşin dikiz aynasından geriye bakarken. Su Ela pamuk şekerini yerken kocaman gülümsedi.

“Ben seni çoktan affetmiştim ki baba.” Dedi kıkırdayarak.

Başımı yan yatırıp onu izledim. Gözü yoldaydı. Arabada çocuklar varken gözünü asla yoldan ayırmazdı. Hızı da pek 80-90 arasında tutardı. En hızlısı buydu.

Eve vardığımızda arabayı beni arabamın arkasına bıraktı. Az ilerimizde polis arabası duruyordu.

“Olay mı var acaba?” diye sordum merakla bakarken.

“Yine birileri olay çıkartmış olabilir.” Dedi Afşin. Kemerlerimizi çözerken arkaya baktım. Su Ela merakla bakıyordu. Arabadan indiğimizde Ben Ahi’yi kucaklarken Afşin’de Su Ela’yı indirdi. Eve doğru ilerlerken polislerin bizim bahçe de olduğunu gördüm.

“Afşin?” dedim korkuyla. Eve hırsız mı girmişti? Su Ela’yı korkutmamak adına sakin kalmaya çalıştım.

“Baba polis amcalar neden bisim evimisde?”

Afşin, Su Ela’nın elini daha sıkı kavradı. Telaşlı adımlarla ilerledik. Bahçeden içeriye girdiğimizde iki polis memuru bir kadın ve bir erkek sivil vardı.

“Kolay gelsin memur bey?” diyerek geldiğimizi belli etti Afşin. “Bir sorun mu var?”

Su Ela diğer eliyle benim elimi kavradı. Polislerden uzun boylu olanı bize doğru döndü.

“Dalya Ulus’a bakmıştık.” Dediğinde kaşlarım çatıldı. Hırsız benim evime mi girmişti?

“Benim.” Dedim bir adım atıp.

Polis memuru arkasına dönüp gel işareti yaptığında kadın ve erkek bize doğru ilerledi. Polis memuru adamın elinden bir kağıt alıp bana doğru uzattı.

“Vasisi bulunduğunuz Ahi Adar Yılmaz’ın üç ay önce başka bir akrabası olup olmadığını öğrenmek için yapmış olduğunuz araştırma sonucunda Almanya’da yaşayan akrabaları bulundu.” Geriye doğru dönüp adam ve kadını işaret etti. “Gözde ve Tahir Yılmaz çifti, Ahi Adar Yılmaz’ın babası Taner Yılmaz’ın amcasının oğlu olup velayet başvurusunda bulunulmuş. Dava sonucunda bebeğin velayeti Gözde-Tahir Yılmaz çiftine verilmiştir. Bebeği teslim etmeniz gerekli.”

Bakışlarım kucağıma kaydı. Uyuyan bebeğime. Ellerim titredi. Dengemi sağlamakta zorlanıyordum. Beynim bana bir oyun oynuyordu. Evimi bahçesindeki bu polisler gerçek değildi. O adam ve kadın benim kabusumun bir parçasıydı. Belimde bir el hissettiğimde kucağımdaki Ahi’ye daha sıkı sarıldım. Hiçbir kuvvet onu benden alamazdı. Afşin’e doğru kaydım. O buna asla izin vermezdi.

“Dalya Hanım bebeği lütfen teslim edin. Zorluk çıkartmayın.” Göz yaşlarım yanaklarımda süzülürken algılayamıyordum. Polis bana bir adım yaklaştığında bir adım geriledim. Afşin’se bir adım öne çıkıp beni arkasına aldı.

“Memur Bey birdenbire ortaya çıkıp bebeğinizi teslim edin demek ne kadar doğru? Önce avukatımızın gelmesini istiyoruz.”

“Beyefendi mahkeme kararı burada. Ayrıca Dalya Ulus’un avukatına ihtar gönderilmiş. Her şey yasal. Aile bebeği almak için bekliyor. Yetişmeleri gereken bir uçakları var.”

Afşin sinirle polisin elindeki kağıdı aldı. Okudu. Okudu. Sonra yavaşça bana döndü. Gözlerime bakmıyordu. Titreyen ellerimle Ahi’yi düşürmemek için çabalıyordum.

“Ben vazgeçmiştim.” Diye fısıldadım. “Onu bırakmaktan vazgeçmiştim.” Başımı iki yana salladım. Avukata söylemeyi unutmuştum. Daha sonrasında şirket avukatla ilişkiyi kesmişti. Ben vekaleti geri çekip çekmediğini takip etmemiştim. Zihnimi zorladığımda sadece şirket vekaletini çektiğimizi hatırladım. Şahsi vekaletim hala avukattaydı. Aklımın ucuna bile gelmemişti. Her ihtimali düşünen ben bunu atlamıştım.

Göz yaşlarımdan etrafı göremiyordum. Ahi’yi kuvvetlice tuttuğumdan uyandı ve ağlamaya başladı.

“Afşin onu alamazlar.” Diye yalvardım. “İzin verme. Ben yaşayamam.”

“Biz gidecek. Uçağımız kalkmak üzere. Bebeği alalım artık.” Duyduğum bozuk Türkçe ile başımı kaldırdım ve bir adım geriledim. Şu an buradan kaçıp gidebilirdim. Ucunda ölüm bile olsa bebeğimi vermeyecektim.

“Afşin izin verme.” Dedim bir kez daha.

“Hanım efendi zorluk çıkartmayın ve bebeği ailesine teslim edin.” Diyen Polis memuruna döndüm. Gözlerimden ateş çıkıyordu.

“Onun ailesi benim.” Dedim sert sesimle. “Ve hiçbir kuvvet onu benden alamaz.”

“Mahkeme kararı var.” Dedi. “Bebek bizimle gelecek.”

Ses tonu beynimi tırmalıyordu. “Ben o avukatla ilişiğimi aylar önce kestim. Taşındığım için de hiçbir ihtarı almadım. O yüzden kimse bebeğimi alamaz.” Dedim. Ağlayarak çözemeyeceğim belliydi.

“Uçak kalkacak. Bebeği alacağız ve gideceğiz.” Dedi adam. “Ben amcasıyım. Bebek bizde kalacak.” Derin bir nefes aldım ve bebeğimi göğsüme bastırdım. Ben kızgındım ve o bundan etkilendiği için daha çok ağlıyordu. Sakinleşmesi için Afşin’e döndüm. Bebeği kucağına bıraktığımda hemen kolları arasına gizledi ve susturmaya çalıştı. Bense tüm öfkemle kadına döndüm.

“Siz kimin akrabasısınız beni ilgilendirmiyor. Bu bebek benim. Mahkemeye itiraz edeceğim. Ve siz onu hiçbir yere götüremeyeceksiniz. Benim adım Dalya Ulus! Kim olduğumu bilmiyorsunuz. Değil bebeğimi alıp ülke dışına çıkmak bu bahçeden bile çıkamazsınız.”

Polis memuru bir adım atmıştı ki önüne geçtim.

“Avukatımı arayacağım. Ve bekleyeceksiniz.” Polis memuru geri adım attığında Afşin’in yanına geçtim.

“Hazan’ı arar mısın?” diye sordum. Başını salladı ve cebinden telefonu çıkarttı. Telefonu kulağına götürdüğünde nefesimi tutup bekledim. Birkaç hafta önce laf arasında öğrenmiştim Hazan’ın avukat olduğunu. Birlikte kahve içiyorduk. Hatta aramızda espri bile dönmüştü.

‘İstanbul’dan uzaktayım hadi avukatım sen ol, işlerimi buradan halledersin.’ Demiştim ve aynı gün vekalet vermiştim noterde.

“Hazan neredesin?” diye sorduğunda kaşlarım çatıldı. Burada bildiği birileri olabilirdi.

“Acil durum. Avukat lazım. Durum ciddi.” Beklerdi.

“Kaç dakika sürer?”

Ne konuştuklarını bilmiyordum. Ama Afşin telefonu kapatıp cebine koydu sonra polis memuruna döndü.

“Avukatımız 40 dakikaya burada olacak” dediğinde adam itiraz etmek için öne atılıyordu ki gözlerimi gözlerine diktim. Bir adım gerileyip beklemeye başladı.

Bahçede bir ileri bir geri gezerken Afşin sakinleştirdiği Ahi ve Su Ela ile ilgileniyordu. Neredeyse bir saat olacakken Hazan’ı bahçeden içeriye girerken gördüm. Yüzünde daha önce görmediğim ciddi bir ifadeyle bize doğru geldi. Afşin’e baktığında Afşin durumu hızlıca özetledi.

“Muhtemelen avukatları yok.” Dedi Hazan.

“Yalnız olduklarına bakarsak durum bu görünüyor.” Diye onu destekledi Afşin.

“Duruma bakıldığında vekalet sonuçlanmış.” Dediğinde nefesimi tuttum. Gözlerim yanıyordu. Başımı iki yana salladım inanamayarak.

“Onu alamazlar!” dedim kızgınca. Hazan kolumu sıvazladı.

“Sakinleşmen gerekli.” Dedi bana yaklaşarak. “İlk önceliğimiz onları oyalamak.” Elimi göğsüme bastırdım. Kalbim çıkacaktı şimdi yerinden. Nasıl sakinleşeceğimi bilmiyordum bile.

“Bana bırak.” Dedi ve yüz ifadesini değiştirdi. Hazan yüzünde beni bile ürpertecek olan o ifadeyle adama doğru ilerledi.

“Ben Avukat Hazan Dağıshanlı.” Tüylerim diken diken olmuştu sesinin tınısından. “Müvekkilim adına mahkemeye itirazımızı sunacağız. Bu süre zarfında bebeği yurt dışına çıkartamazsınız.”

“Biz gidecek. Uçak var. İş var bizim.” Dedi adam agrasif bir tavırla. Hazan başını iki yana salladı.

“Yapabileceğiniz bir şey yok. Bebeği ülke sınırları dışına götüremezsiniz!”

Adam sinirle mırıldandı ve karısına döndü. Kadın adama göre daha sakindi. Kocasının elini tuttu sıkıca.

Hazan, birkaç telefon görüşmesi yaptı. Bilgisayarından bir şeyler yazdı. Biz sadece bekledik. Bin yıl gibi süren yarım saatin sonunda yanıma geldi. Yüzündeki ifadeyi sevmedim. Nefesim hızlanıyordu. Kalbim göğüs kafesimi tekmeliyordu.

“Şimdilik Ahi’yi onlara te-“

“Sakın!” dedim susması için elimi kaldırırken. “Bebeğimi kimseye vermem!” diye bağırdım. Ahi sesimden korktuğu için ağlamaya başladığında çaresizce Afşin’e baktım. Su Ela’da korkmuştu ve babasının bacağına yapışmıştı. Böyle bir ana şahit olmasını istemezdim.

“Dalya.” Dedi Hazan, daha sonra sesini alçalttı ve bana doğru eğildi “Şimdilik. Sorun çıkartırsak durumu zora sokarız. İsteseler bebeği Almanya’ya çıkartabilirler.”

“Ama sen az önce-“

“Yalan söyledim.” Dedi hızlıca. “Benim işim bu. Onları oyalayabildiğimiz kadar oyalayacağız. Ve durumu çakmadan önce bir şekilde onları ikan edeceğiz.”

“İkna edeceğiz derken?”

Göz ucuyla arkasına baktı. Sonra bana döndü. “Velayet onlara verilmiş. Ve yasal itiraz süreci geçmiş.”

Kaşlarım çatıldı iyice. “Haberim bile olmadı!” dedim sinirle. “O aptal avukat bana hiçbir şey söylemedi!”

“O kısmı da araştıracağım.” Dedi ciddiyetle. “Eğer bir ihmal ya da kasıtlı bir durum varsa peşine düşeceğim. Ama şuan ilk önceliğimiz onlar duruma ayılmadan durumu kendi lehimize çevirmek.”

Başımı iki yana salladım ve Afşin’in kucağında ağlayan Ahi’yi çekip aldım. Bebeği vermeden halletmenin bir yolu olmalıydı. Onu benden alırlarsa ölürdüm.

“Sana söz veriyorum geri alacağız.” Dediğinde geri adım attım. “Bebeği İstanbul dışına çıkartmalarını engellemek için her şeyi yapacağım. Hemen yola çıkarız.”

Başım dönüyordu. Çok hızlı nefes alıyordum. Ellerimin uyuştuğunu hissederken sarsıldım. Afşin beni kavradı.

“Eğer şimdi zorluk çıkartırsak avukat tutabilirler. Ve bebeği götüreceklerini anlarlarsa onları burada tutamayız.” Hazan bir şeyler açıkladıkça kulaklarımı tıkamak isteğim artıyordu. Kaçıp gitmek istiyordum. Bebeğimi de alıp dünyanın bir ucunda saklanmak istiyordum.

Hıçkırıklarım yükseldi. Afşin’in beni sarmaladığını hissediyordum. Başımın üzerine sayısız öpücük bırakıyordu.

“Sana söz veriyorum uzun sürmeyecek.” Dedi Hazan.

“Ben yapamam…” dedim başımı iki yana sallarken. Ben birkaç saat uzak kalınca özlüyordum.

“Dalya sana söz veriyorum onu senden almalarına izin vermeyeceğim.”

Kendinden emin konuşuyordu ama beni ikna etmesi için öldürmesi gerekiyordu.

“Daha ne kadar bekleyeceğiz!” diye çıkışan adama doğru adımladı Hazan. Onu ilk kez bu kadar hiddetli görüyordum. Ayrıca saç rengi değişmişti. Sırtına kadar uzanan kahverengi saçlar onun gibi görünüyordu ama ben peruk olduğunu anlamıştım.

“Bebeği İstanbul dışına çıkartamazsınız.” Dediğinde adam itiraz etti.

“Birkaç saate uçağımız kalkacak.”

“İptal edin. Mahkemeye red için yazı gönderdim. Az önce de dediğim gibi mahkeme süreci boyunca bebeği yurt dışına çıkartamazsınız.”

Adam sinirlendi. Muhtemelen Almanca bir şeyler bağırdı. Kadın onu sakinleştirmek istedi. Bakışlarım Afşin’i bulduğunda bana doğru eğildi.

“Hazan bu ülkenin en iyi avukatlarındandır. Kaybettiği davası yok. Eğer alacağız diyorsa ona güven.” Dediğinde göz yaşlarım yanaklarımdan süzüldü.

“Bensiz ne yapacak?” diye sordum titreyen sesimle.

“Nerede kalacaklarsa yakınında bir yer buluruz. Görmeni engelleyemezler.”

“Onsuz uyuyamam. Bensiz uyuyamaz.” Kokumu arardı. Ben onu aylardır göğsümde uyutuyordum. Benim kokumsuz uyumazdı.

Peki ben? Ben onsuz uyuyabilecek miydim? Minik elleri yüzüme dokunmadan, kokusunu alamadan? Ne kadar yaşayabilirdim?

“Dalya eğer zorluk çıkartırsak onu tamamen kaybedebiliriz.”

Bu ihtimal beni mahvetti. Değil duymak düşünmek bile ölmekle eş değerdi.

Hazan bize doğru geldi. “Dalya, Ahi’nin asli şeylerini bir çantaya koymamız gerekiyor.” Dediğinde düşeceğim sandım. Tüm vücudum titriyordu. Ahi’yi düşürmemem için Afşin koluyla destek verdi.

Afşin başıyla masanın yanında duran bebek çantasını işaret ettiğinde başımı iki yana salladım. Kolları arasından çıkmak için debelensem de izin vermedi. Kulağıma doğru eğildi.

“Hemen arkalarından yola çıkacağız. Takip edeceğiz.” Dediğinde başımı iki yana salladım. Hazan bebek çantasını kadına uzattığında bir çığlık yükseldi. Ben bile bana ait olduğuna şüphe ettim. Ahi korktuğu için yüksek sesle ağlamaya başladı. Su Ela’da ağlıyordu. Takatimin kesildiğini hissettim. Canım bedenimden çekiliyordu. Kollarımdaki tüm his gittiğinde Hazan uzanıp bebeğimi aldığında bir feryat koptu yüreğimden. Afşin beni kenetlediğinden ayakta duruyordum ama dizlerimin bağı çözülmüştü. Hazan bebeğimi o yabancı kadına verdiğinde çırpındım. Afşin’i ittirdim ama bırakmadı. Kadın benim bebeğimle bahçeden çıkarken ben yalnızca bağırıyordum.

“HAYIR! GÖTÜREMEZSİNİZ! BIRAK!... BENİ BIRAK!”

Ama nafileydi. Tüm çabam boşunaydı. Afşin’e güvenmiştim. O bebeğimi vermez sanmıştım. Ama o bebeğim götürülürken beni tutmuş gidişini izleme sebep olmuştu.

22 yıl çektiğim acıya mutluluğum sadece 99 gün sürmüştü.

Ben 12 yaşında evinden söküle söküle kovulmuş Dalya Ulus!

Yetimhanenin soğuk duvarları arasında yapayalnız büyümüş, acılardan geçmiş, yaraları kanatılmış, ateşler içinde yanmıştım.

Ben 34 yaşında bebeği kucağında söküle söküle alınmış Dalya Ulus!

22 yıl boyunca çektiğim tüm acıların 10 katını bir günde yaşıyordum.

Terazinin bir kefesine 22 yılımı bir kefesine bugünün acısını koysalar bugün 22 yıla 10 kat ağır basar!

BÖLÜM SONU

 

Loading...
0%