@kwvseriko
|
Yıllar Önce, Rosaline Krallığı... "Kraliçe Magnolie..." dedi asker endişeli bir sesle. "Doğumu başlamış majesteleri." Kral Davian arkadaşıyla oturduğu masadan sertçe ayaklandı. Endişeli adımlarla başladığı yola koşarak devam etti. Saraya koşuyordu. Kışlanın yanında manolya bahçesindeydi. Saraya gitmesi on dakikasını alırdı. Daha önce hiç bu kadar hızlı koşmamıştı. Saraya girdiğinde yavaşlamadan merdivenlere koştu. Sevgilisiyle ikisinin odasına koşuyordu. Üst katlara çıktıkça Magnolie'nin sesini duyuyordu. O sırada ebe ve birkaç hizmetçi odada kraliçelerinin başında duruyorlardı. Magnolie son bir kez daha ıkınırken ağzından şiddetli bir bağırış kaçtı. Eş zamanlı olarak Kral Davian odaya girmişti. Endişeli yüzü hemen eşine odaklandı. Yatağında uzanmıştı. Başında ise başhizmetçileri Madam Montgomery vardı. Madam siyahi, oldukça güzel bir kadındı. Magnolie'nin çocukluk arkadaşıydı. "Magnolie?!" duyduğu sesle nefesleri sakinleşen Magnolie anında gülümsedi. Fakat karnındaki küçük bebek fazla dayanamıyor olsa gerek ki Magnolie ardı ardına gelen sancılardan dolayı acı çekiyordu. Kral Davian hızlı adımlarla eşinin yanına oturup elini tuttu. "Yanındayım bir tanem. Sakin ol." Kral Davian manolya kokan eşinin saçlarından derin bir nefes alırken dudaklarını saçlarına bastırdı. Madam Montgomery olduğu yerden hareketlenip Kral Davian'a seslendi. "Majesteleri odadan çıkmanız daha iyi olacaktır." Kral Davian sessiz bakışlarını Madam'a çevirdi. Madam, birçok konuda bilgi sahibi olan ve Magnolie'yi en iyi tanıyan kişiydi. Kral ise biraz daha durmak istiyordu. Madam bunu bakışlarından anlamıştı ama bir duvara bakar gibi baktığı için Davian eşine döndü. "İyi olacaksın. Hemen kapının önündeyim. Seni bırakmayacağım." Magnolie kesik nefeslerini düzene sokmaya çalışırken eşini öptü. Terden saçları suratına yapışmıştı. "Seni seviyorum Davian." Davian gülümseyerek yanıt verdi bu cümleye. Madam ise ıslak bir bezle kraliçesinin yüzünü siliyordu. Kral Davian odadan çıkmayı hiç istemiyordu. Kapıya doğru ilerliyordu ancak bakışları hep karısına dönüyordu. Gitmeyeceğini anlayan Madam, hizmetçilik sınırını aşıp kralını odadan dışarı itip kapıyı kapattı. Dakikalar dakikaları kovaladı. Kraliçe Magnolie sancılarından dolayı sürekli bağırıyordu. Kral Davian ise hemen kapının önünde dört dönüyordu. İki farklı insanlardı belki ama yürekleri birdi. Birinin acısı diğerinin acısıydı. Birbirlerini hissediyorlardı. Onlar kaderin en büyük cilvesiydi. Derken Kraliçe Magnolie'nin sesi bir anda kesildi. Aynı anda Kral Davian nefesini tuttu. Odadan yüksek bir bebek çığlığı yükseldiğinde her ikisininde gözleri dolmuştu. Kral Davian çağırılmasını beklemeden odaya girdiğinde ebenin kucağında beyaz beze sarılmış bir bebek gördü. Siyah birkaç tel saçı başının üstünde, eciş bücüş suratlı bir bebekti. Madam, ebenin kucağındaki bebeği alıp Kral Davian'a uzatırken "Bir oğlan." dedi. Kral Davian göz ucuyla eşine bakıp gülümsedi. İkisininde gözleri dolmuştu. Kraliçe Magnolie ise kocasını kucağında oğullarıyla izlemekten duygusallaşmıştı. Kral Davian alt dudağını iyice sıkıştırıp başını avizeye çevirdi. Ağlamak istemiyordu ama gözleri acıyordu. Kraliçe Magnolie, Madam'ı yanına çağırıp kulağına bir şeyler söyledikten sonra odadaki herkes dışarı çıktı. "Adı ne olsun?" diye sordu kuru bir sesle Kraliçe. Oysa onun aklında bir isim çoktan vardı. Yine de kocasına sormak istedi. "Bilmiyorum. Sen bir şeyler düşünüyordun? Söylesene aklında olan isim ne?" Kral kucağındaki bebekle karısının yanına oturdu ve bebeği annesine verdi. "Theodore nasıl?" Kraliçe kucağındaki bebeğinin kendisine ait kokusunu aldıktan sonraki süt arayışına baktı. "Theodore..." *** Freya "Aman tanrım! Ben size o süsleri pencerelere yerleştirin dedim! Masalara değil!" Kraliçe Verbena balonun düzenleneceği büyük taht odasındaki hazırlıklarla yakından ilgileniyordu. Ona anne demek içimden gelmiyordu. Yani babamın eşi ve o da kraliçe olduğundan asla anne demek istemiyordum. "Kraliçem? Sizce de abartmıyor musunuz?" elimle etraftaki altından bozma süsleri gösterdim. "Tiago'da taç giydi ama ona böyle tören hazırlamamıştık. 1. Varis olmasına rağmen." Kraliçe gözlerini üzerime dikip baştan aşağı süzdü. "Hazırlanmamışsın Freya. Ben sana git seçtiğim elbiseyi giy demedim mi?" "Giyerim elbet ama bu saçmalığı bana açıklar mısınız? Bu benim taç giyme törenim ve ben kendimi görgüsüz gibi göstermek istemiyorum." sözlerim karşısında bana bakışları sertleşen Verbena sinirli bir nefes verdi. "Bütün bunları senin için hazırlıyorum. Nankörlük etme ve git elbiseni giy." "Ben prensesim ve bana nankör diyemezsiniz majesteleri. Özellikle Kralın 'ilk eşinden' doğma bir varisim. Lütfen üslubunuza dikkat edin." diyerek arkama dönmüş odama yönelecektim ki büyük kapıdan içeri askerler girdi. "Neler oluyor?" kaşlarımı çatarak mırıldanmıştım. Askerler Verbena ve benim önümde saygıyla eğildikten sonra Gümüş General öne çıktı. Onu görünce gülümsemeden edemedim. "Basilius? Durumu açıklar mısın lütfen?" içten içe sevinçliydim. "Rahatsızlığım için üzgünüm Prenses. Böyle aptal bir durum için sizi rahatsız etmeyi hiç istemezdik. Lakin Komutan Theodore'u arıyoruz. Ortalıkta yok ve yönetmesi gereken bir ordu var. Bu akşam için yani. Belki siz biliyorsunuzdur diye gelmiştim." Theodore'un adını duyunca bakışlarım soğudu. "Anlıyorum," elimle çıkmaları için işaret verdim. "Gidebilirsiniz ben ona ulaşırsam size gönderirim." yeniden selam verip çıkarlarken Basilius ile göz göze geldik. Bana gülümseyerek bakıp salondan çıkınca heyecanlanmadan edemedim. Boğazımı temizleyerek Kraliçe Verbena'ya ufak bir baş selamıyla bakıp salondan çıktım. Adımlarım odama doğru gitmekten vazgeçip kendi adıma yapılmış bahçeye yönlendi. Eğer Theodore bozması dağ ayısını arıyorlarsa kesin oraya gitmiştir. Tahminlerimde hiçte yanılmamıştım çünkü bahçenin ortasındaki çeşmenin kenarına oturmuş içinde yüzen balıkları yakalamaya çalışıyordu. "Herkes seni arıyor." tam arkasında durup kollarımı göğsümde kavuşturdum. "Biliyorum Prenses." hiç dönüp bana selam bile vermiyordu. Küstah. "Hani ben prensesim ya, kalkıp bir selam versen?" dememle başını çevirip göz ucuyla bana baktı ve tekrar önüne döndü. "Prenses Majesteleri Ayın Ruhu Freya'yı selamlarım." sözleriyle yüzümü buruştururken yanına oturdum. "Bu ne be?!" olduğu yerde doğrulup nihayet bana baktı. "Kraliçe Verbena'nın emri. Sizi böyle selamlayacakmışız." "Bu kadın iyice zıvanadan çıktı." ellerimi mermere koyup kendimi geri doğru bırakıp saçlarımı geri doğru savurdum. Theodore hızla ileri uzanıp saçımı yukarı kaldırdığında kaşlarımı çatarak ona baktım. "Suya değecekti," dediğinde hâlâ sorgulayıcı bakışlarım üzerindeydi. "Ne var? Balıklar saçından zehirlense miydi?" "Ahaha çok komik," göz devirip önüme dönünce elbisemin eteğini düzeltmeye başladım. "Dua et babamın gözde askerisin. Yoksa öldürmüştüm seni." "Hiç şüphem yok." bakışlarımı ona çevirdiğimde tekrar suyun içine elini sokmuştu. Buğday tenli hafif kemerli burnu olan, kıvırcık ve siyah saçları omzuna kadar gelen biriydi. Gözleri de en az saçı kadar siyahtı. Onu incelemeyi bırakıp kafasına sert bir tokadı geçirdim. "Ah! Ne bu be?! Deli!" "Sana seni arıyorlar dedim di' mi? Bir sorarsın kim arıyor ben gideyim diye. Yürü git!" "Manyak mısın kızım sen? Ne vuruyorsun o zaman?" "Evet manyağım bir sorun mu var? Basilius'um yana yakıla paşamızı arasın. O benim bahçemde benden habersiz sefasını sürsün. Sen işinden kaytar diye mi yapıldı burası?" "Çatlak," derken ayağa kalkmış üstünü toparlıyordu. "Aman Basilius'un yorulur." Sinirle ayağa kalkıp onu ileri doğru ittirdim. "Çatlak falan deme bana! Ben senin efendinim!" "Aman ne efendi! Düşüyordum yalnız şuraya," işaret parmağıyla yeri işaret etti. "Düşsem Kral'a ne diyecektin? Basilius'tan önce seni astırırdı." "Aman! Sanki sen onun çocuğusun." "Senden çok beni savunduğuna göre... Durum şüpheli. Sen bana saygı göster önce." "Saygısız. Yürü git bahçemden. Akşama taç giyme törenim var, hazırlanmak yerine seninle uğraşıyorum. Seni Tiago'ya söyleyeceğim." "Ay o karısından başkasını görüyor muydu ya?" "1. Varis o. Saygılı ol." "Anladık. Kraliyet ailesindensiniz. En çok siz saygıyı hak ediyorsunuz. Peki." hızlı adımlarla bahçenin çıkışına ilerlerken onun önüne geçmek için koşuyordum. "Evet. En çok saygı bizim." nefes nefese önüne geçerken elbisemin eteklerini biraz kaldırmış gidiyordum. "Bir kere benimle yarışma be..." "Kes sesini!" *** "Sence de fazla parlak değil mi?" tiksinen bakışlarımı arkamda duran Benko'ya çevirdim. Benko neredeyse ellilerine gelmiş, siyahi bir kadındı. Kraliyet ailesinin baş hizmetçisiydi. "Fikrimi belirtmek istemiyorum. Kraliçe'ye sizin beğenmeyeceğinizi söylediğimde istifa etmeyi bile düşündüm." "Babam o kadında ne buldu bilmiyorum ama o kadını uzun zamandır sevmiyorum. Annemin hizmetçilerinden biriydi." "Bu konu hakkında şimdi konuşmayalım." dediğinde kendimi yatağa bıraktım. "Bir şey biliyorsun değil mi?" "Bunu sizi söylersem canımdan olurum." "Vakti gelince söylersin. Sana güveniyorum. Verbena kontrole gelecek mi?" Başını sallayarak makyaj masama yönelip tarak ve tokaları seçti. "Evet efendim." "Geldikten sonra gidecek mi peki?" "Evet majesteleri." "Çok güzel o gittikten sonra annemin elbisesini giymek istiyorum." Benko dediğimle bana döndü. "Hani şu ülkenin başına geçtiklerinde giydikleri kırmızı ve altın renklerinde olan elbise mi?" "Evet tam olarak ondan." "Kraliçe Verbena'ya meydan okuma olmaz mı?" "Olursa olsun. O benim tırnağımın kiri bile olamaz." Benko ağzını açıp bir şey diyecekti ki kapı aniden açıldığında sinirle ayağa kalktım. Gelen Verbena'ydı. "Kraliçem bu yaptığınız kabul edilebilir bir şey değil. Bu saygısızlığınızın sebebi nedir?" "Sana bakmaya geldim Freya. Ama sen yine bana küstahlık etmekle meşgulsün." yanıma gelip elbisenin eteklerini düzeltirken Benko'ya baktı. "Aferin. Ben misafirleri karşılamaya gidiyorum çok geç kalmayın." dedikten sonra odadan çıktı. "Saygısız," başımı Benko'ya çevirdim. "Hadi acele et ve çıkar elbiseyi." "Emredersiniz efendim." aceleyle elbiseyi çıkarıp geldiğinde ben üzerimdekini çıkarmakla meşguldüm. Benko gelip bana yardım ettiğinde elbiseleri değiştirmiştik. Benko işinde o kadar iyiydi ki normalde diğer hizmetçilerin bir saatte bitiremeyeceği işi el çabukluğuyla bitirmişti. Hemen ardından saçımı gösterişli bir topuz yapıp tokalarla süslerken ben zümrüt ve altından yapılma küpelerimi taktım. "Geç kalır mıyız Benko?" "Hayır efendim. Tam vaktinde yetişeceğiz." saçımı bitirip bana, özel olarak İmparatorluk sarayından gelen parfümü sıkmaya başlamıştı. "Hazırsınız." Gülümseyerek ayağa kalkıp aynadan kendime bakarken yüzüm bir anda soldu. "Bir sorun mu var majesteleri?" "Tiago... Ben artık ikinci varis olarak adlandırılacağım ve taht için onunla savaşabilirim. Yani o benimle savaşır. Kral olmak istediğini biliyorsun. Hamilton Krallığı yeni kuruldu Benko. Belki ben çocuktum ama hatırlıyorum. Tiago ise yeni kurulan bu güçlü devletin başında olmak için beni bile ezer. Eskisi gibi abi kardeş ilişkimiz yok biliyorsun. Odelia ile evlendikten sonra çok değişti. Beni bile düşmanı olarak görürken ona meydan okumak falan istemiyorum." "Bu meydan okuma olmaz efendim. Bu bizzat Kral Kaladin'in emri. Kendinizi üzmeyi kesmelisiniz. Prens'e de çok hizmet ettim ve tanıdığım kadarıyla siz ondan daha iyi yönetici olursunuz. Halk sizi seçer efendim. Tiago'yu değil. Bunun için onunla savaşmanız gerekse bile bunu yapın. Çünkü o sizin gözünüzün yaşına bakmazdı. Kendinizi üzmeyin. Değişmeyi o seçti." "Her neyse," dolan gözlerimi yukarı kaldırıp kapıyı işaret ettim. "Gidelim artık." Büyük salonun arkasından geçip tahtların olduğu bölmenin arkasına geçtik. Babam beni çağırana kadar orada duracaktım. Babam en ortada bulunan büyük tahtta oturuyordu. Bir zamanlar anneme ait olan soldaki tahtta ise Verbena oturuyordu. Verbenanın yanında bulunan taht benim için ayrılmıştı. Benim yanımda ufak bir taht daha vardı ve o da Aeris'e aitti. Yani benim küçük kardeşim. Verbena'nın kızı. Sağ tarafta ise Tiago ve Odelia'nın tahtları vardı. İşte benim mükemmel ailem. Buradan görüldüğü kadarıyla tek mutlu görünen kişi Aeris'ti. Çünkü bu bir partiydi ve o partileri seviyordu. Verbena kızının karşısına bir yeni rakip geldi diye üzgündü. Babam ise Kuzgun'dan dolayı geceleri bile uykusuz kaldığından bugünün özelliğiyle ilgilenmiyordu. Tiago'ya ne demeli? Ben onun baş düşmanıyım. Odelia ise hep böyleydi. Yani beni gördüğünde suratı düşen birinin benim taç giyme törenimde mutlu olmasını bekleyemezdik zaten. Nihayet babam ayağa kalktığında tüm salon sustu. "Bugünün önemi şudur ki: Güzel kızım, Ay Varisi Prenses Freya'nın taç giyme töreni olması. Artık o yirmi yaşında ve benim tahtımın 2. Varisi olmaya hak kazandı. Ve işte karşınızda Prenses Ay Varisi Freya Hamilton!" salondan büyük bir alkış tufanı koparken derin bir nefes alarak babama doğru ilerledim. Yüzüme annemden kalan gülümsemeyi yerleştirdim. Babamın yanına geldiğimde bana uzattığı elini tuttum. Göz ucuyla Verbena'ya baktığımda öfkeden gözü dönmüş gibiydi. Bakışlarında beni ezen bir tutum sezmiştim ama umurumda değildi. Ona gülümseyerek Tiago'ya baktım. Samimiyetten milyonlar ötesi bir gülümsemeyle bana bakıyordu. Aynı şeyi Verbena yapsa umrumda olmazdı ancak Tiago bana zarar verebilecek bir kapasitede olduğundan ondan korkuyordum. Ürpermeden edememiştim. Gözlerimi kaçırarak önüme döndüğümde babam beni rahibin önüne getirmişti. Rahip uzun soluklu bir şeyler söyledikten sonra yanına uzatılan tacı eline aldığında bana bakarak konuştu. "Tacınızı takdim edeyim," tacı bana doğru uzattığında dizlerimi kırıp başımı öne eğdim. Tacı başıma geçirdiğinde anlamadığım bir şeyler söyledi ve o sırada yeniden dimdik durmuş, halka dönmüştüm. "Karşınızda 2. Varis Prenses Freya Hamilton! Kaderiniz de sizin kadar parlak olsun efendim." İşte tam bu an yüreğimden bir şeyin koptuğunu fark ettim. Mutlu olmam gereken bir andı. Fakat sevinçten başka tüm duyguları hissediyordum da bir tek mutlu olamıyordum. Bütün salon alkışlarken ben sadece gülümsedim. Bakışlarımdan anlarlar diye düşündüm ama onlar mutluymuşum gibi sevinçle alkışlamaya devam ettiler. Kanlı Prens'in önüne koskoca bir yem attılar ve bunu kutladılar. Babam Verbena'yı dansa kaldırdı ve tüm salon çiftlerle dolup taşarken tam arkamda bir nefes hissettim. Gülümseyişim suratımda donup kalmıştı. "Güzel kardeşim," Tiago'nun ölümü andıran sesi kulağıma ilişmişti. "Tebrik ederim. Umarım kaderin parlaktır. Fakat benim parlaklığımı geçmesin tamam mı? Seni severim bilirsin. Yeniden tebrik ederim canım kardeşim." Yanımdan öylece geçmişti ama üzerime büyük bir yük bırakmıştı. Nefes dahi alamadım. İnsanlar görmedi. Oysaki gözlerim her şeyi anlatıyordu. Onlar gözlerime bakmıyordu. Gülümsemem her şey iyiymiş gibi gösteriyordu. Bütün kalabalığın içinde bir başımaydım. Odelia yanımdan geçerken kızıl saçlarını geri doğru savurup bana bakmıştı. Tiago ile birlikte dans edeceklerdi. Aeris'te kalabalığa karışmış koşturuyordu. İnsanlar eğleniyordu. Müzik ve içki onları çekiyordu. Ben ise olduğum yerde gülümseyerek onları izliyordum. Bir anda bakışlarım Basilius'u gördü. Önümde eğilip yeniden yüzüme baktığında Sarı saçlarının altında duran yeşil gözlerine baktım. Beni anlayabilecek tek insan gibi gelmişti yanıma. Tam önümde durmuş bana anlayan gözlerle bakıyordu. Derin bir nefes bırakarak gülümsememi arttırdım. "Çok mutlu gördüm sizi majesteleri," dediğinde bakakaldım. "Tebrik etmeye geldim. Belki dans ederiz?" Görmüyor muydu? Ölmek üzereydim ve o mutlu olduğumu söylüyordu. Beni anlamasını en çok istediklerim beni anlamıyordu. Anlatsam anlatamazdım. Onlar da görmezdi. "Şey... Gümüş General, ben şimdi dans edecek durumda değilim. Üzgünüm..." "Neden?" kaşlarını çatarak yüzüme dikkatle baktı. Belki de anlaması için ona daha detaylı göstermeliydim. Anlayacak gibi bakıyordu. "Ah! Tabi," gülerek başını salladı. "Kusura bakmayın Prenses, o ayakkabılarla ve gün boyu yorulmuş olacağınızı tahmin edemedim. Bağışlayın. O zaman ben gidiyorum. Eğer isterseniz dans etmek için sizi bekliyor olacağım." dedi ve gitti. Yine gülümsüyordum ancak bu sefer ağlamak istemediğimdendi. Kendimi ne kadar tutsam bile gözümden akan bir yaşa engel olamadım. Kimseler görmesin diye arkamı dönecektim ki önümde büyük bir beden belirdi. "Kimse görmeden sil onu," Theodore önüme dikilmiş gözümden akan tek bir damla yaşı kimsenin görmesini istemiyormuş gibi heybetini önüme duvar ediyordu. Dediğini yapıp hızla gözümden kan yaşı sildiğimde kaşımı çatarak ona baktım. "Yüzünden akan bin neşe, ne bu hâl?" "Saçmalamayı kes," omzundan kenara çekerek öne doğru adımlamıştım ki elimden tutup beni salonun ortasına çekti. "Ne yapıyorsun sen?" "Bugünün yıldızıymış gibi davranma. Sen aysın. Parlaklığını göster onlara. Özellikle bu elbisenin içindeyken, anneni temsil ederken." "Sen tam bir pisliksin. Dans nedir biliyor musun?" çok iyi dans ederdi. "Ben bir dağ ayısıyım Freya, ne dansı?" gülmeden edemedim. Tam ortaya geçtiğimizde birbirimize referans vererek dansa başladık. Bir elini belime koyup diğer eliyle elimden tutmuştu. Boyu yeteri kadar uzun olduğundan elim omzuna yetişmedi ve sol göğsünün üstüne koymuştum. Hararetli bir dansın içine kapılmıştık ki bir anda etrafımızdaki insanlar çekildi. Ortada bir tek biz kaldık. Elimden tutup beni kendi etrafında döndürürken bakışlarını üzerimden çekmemeye çalışıyordu. "Tanımasam sana kuğu gibisin derdim ama tanıyorum." "Kes sesini be! Ben zaten kuğu gibiyim." "Aman ne kuğu?(!) Çirkin ördek." "Pisleşme ne güzel dans ediyorum şurada." "Gerçekler güzelim." pis bir şekilde sırıttığında iki elini belime koyup havaya kaldırdı. Dengemi sağlamak için ellerimi omzuna koydum. Bir tur döndükten sonra beni geri yere bıraktı. Hemen ardından şarkının bitmesi yaklaşmıştı ki beni ilerletip belimden büktüğünde kendimi geri bıraktım. Düşmeme izin vermedi ve belime destek olup yüzüme eğildi. "Gözlerinde gördüm, iyi değildin. Sana verdiğim sözü unuttun mu? Her ne olursa olsun seni mutlu etmek için yanında olacağım." Nefes nefese kalmış şekilde ona bakarken etki alanından çıkmam gerekiyordu. Onu ittirerek doğruldum. "Küstah. Ben bir prensesim. Saygısız pislik." "Alınıyorum ama!" sırtımı ona dönüp hızlı adımlarla oradan uzaklaşıyordum. "Peşimden gelme!" bir yandan insanların alkışlarıyla sırıtmadan edemiyordum. Dediğimi yapıp peşimden gelmiyordu belki ama ben bunun olmasını istemiyordum. Gelseydi eğer suratına tokadı geçirirdim. Odama hızlıca girdiğimde kapıya yaslandım. "Ondan hoşlanıyor muyum? Hiç sanmam. Ama beni anlayan tek kişi o... Çünkü çocukluk arkadaşım. Ve arkadaşım olduğu için ondan uzak durmalıyım. Hem bizden olmaz. Ben başkasını seviyorum. Hayır Basilius değil. En azından artık değil. Theodore iyi biri. Ancak arkadaşımken iyi biri. Sonunda delirdim. Kendi kendime konuşuyorum. Freya kendine gel. Theodore ile aranızda hiçbir şey olamaz o senin arkadaşın. Evet, biz sadece arkadaşız." *** |
0% |