@kwvseriko
|
"İnanılır gibi değil! Ben kötü değilim! Size daha ne kadar anlatmam gerekiyor. Ben Veliaht Achar'ın nişanlısıyım. Kimle uğraştığınızı bilmiyorsunuz!" Demetria onu kollarından yakalayan imparatorluk askerlerine karşı çırpınıyordu. "Bunu yapmamızı kim istedi sanıyorsun?" sol kolunu tutan asker alaycı bir gülüşle Demetria'yı kolundan daha çok çeker eski kulübeden dışarı çıkardı. Bu sözleri duyan Demetria bir anlığına ne düşüneceğini bilemedi. "S-sen... Sen ne saçmalıyorsun be?(!)" kabarık koyu kahve saçlarını geri savurarak sinirli bir nefes bıraktı. "Ölüm emrin çoktan verildi cadı." aynı asker bu sözleri kurduktan sonra Demetria buna inanmak istemedi. "Yalan! Achar bunu yapmaz. İmparator Asolaf'ın emridir." son kez askerlerin kollarında çırpındı. "İmparator öldü." Demetria kanı çekilmiş gibi donmuştu. "Achar tahta geçmek için evlenmeli, evet. Ancak onu tahta geçirmek isteyenler seni değil başka birini istiyor. İmparatoru öldüren Achar'dı. Tahta geçmek için senin gibi halka tehdit olan bir Kara Cadı'yı öldürmeli ki böylelikle halkın gözüne girebilsin." "Ne?" "Senin anlayacağın, Achar sana ihanet etti." duyduklarıyla ağlamak istedi Demetria. Ama yapamadı. Donmuştu. Daha düne kadar Achar ile birlikte Martian adasında eğlenmişlerdi. Achar ona birçok sevgi sözleri söylemişti. Askerlere inanmak istemedi ve inanmamıştı. Onun ağzından duymadan inanmazdı. Demetria isyan etmeden askerlere uymuştu. Henüz on altı yaşındaydı. Solthania'nın başına gerilebilecek en güçlü silahtı. Bunu kullanmayı kimse akıl edememişti. Bundan ziyade Demetria'nın gücünden korkmuşlardı. Tarih boyunca gelip geçen en güçlü cadıydı. Onlar için büyük bir tehditti. Yani Cranes'lere. Cranes Topluluğu Solthania'ya hükmetmek isteyen bir oluşumdu. İçinde güçlü cadılar, elfler, cüceler ve daha birçok yaratık bulunuyordu. Elbette kendi türlerine ihanet edenlerden oluşan bir topluluktu. Cranes'in başında Roderus vardı ve Demetria'dan korkuyordu. Ona göre yılan henüz küçükken öldürülmeliydi. Demetria güçlerini geliştirmeye devam ettikçe büyük bir tehdit oluşturuyordu. Demetria'yı kendi öldürmeye kalksa canından olurdu. Elbette ki Demetria toy olsa bile yeteri kadar gücü vardı ve kendisini öldürebilirdi. Onu öldürebilecek tek kişinin Veliaht Achar olduğunu farkedince Achar ile bir anlaşmaya vardılar. Achar, Yüce İmparator olacaktı, bunun karşılığında nişanlısı olan Demetria Martinez'i kara büyüyü kullandı diyerek tüm halkın önünde idam ettirecekti. Demetria askerlerle birlikte İmparatorluk sarayına gelmişti. Normalde en rahat arabayla gelirdi ancak bugüne özel büyüden oluşma bir kafesle getirilmişti. Achar onun bu kafesi yıkıp geçeceğini biliyordu. Ancak Demetria bunu yapmadı. Achar'dan duyması gereken bir şey vardı. Eğer ölürse bütün güçleri serbest kalacaktı ama ölmeyi istemiyordu. Özellikle sevdiği birinin elinden. Sarayın büyük bahçesinde halkın etrafta toplandığı bir yer vardı. Halkın çevirdiği büyük alanın tam ortasına bir çarmıh kurmuşlardı. Demetria çarmıhı görünce histerik bir gülümsemeyle nefesini bıraktı. Askerlerden biri gelip kafesin kapısını açınca Demetria'ya tiksinerek baktı. "İn aşağıya, Cadı!" "Dua et de bu cadı seni öldürmesin." Demetria olduğu yerden doğrularak kafesten aşağı indi. Bilekleri demirden bir zincirle bağlanmıştı. Canını yakan zincirlere baktı. "Çok konuşma!" elindeki mızrağın ucunu Demetria'nın sırtına bastırınca Demetria acıyla inledi. "Yürü!" Demetria istemesede denileni yaptı. İlerledi. Çarmıhın önüne getirildiğinde elindeki zincirleri çıkardılar. Demetria göz ucuyla insanlara baktı. Hepsinin dilinde küfürler vardı. Demetria'nın canı en çok buna yandı. O kötü değildi ve insanlara yardım etmek için gücünü kullanırdı. Gözünden küçük bir yaş aktığında başını öne eğdi. Kollarından tutup havaya kaldırıldığında ellerini köşelere koyup çiviyle çarmıha germişlerdi. O acıyla haykıran Demetria ellerindeki ve ayaklarındaki çivilerin onu parçalamasından korkmuştu. O bir ruh cadısıydı. Ruh cadıları ölmeden bir anlam kazanamazdı. Belki de en çok istemesi gereken şey ölmek olmalıydı. Ancak Demetria ölmek istemiyordu. Bu acıya dayanmak istemiyordu. Ellerinden ve ayaklarından dört çiviyle çarmıha gerilmişti. O anki haykırışını odasından duyan Achar huzursuzca olduğu yerde kıpırdandı. "Çarmıha gerildi majesteleri." diyen askerine eliyle işaret verip susturdu. Bunu biliyordu zaten. Demetria'yı seviyordu ancak olması gereken buydu. Ayağa kalktığında arkasında duran hizmetçiler ellerindeki kürkle Achar'a yaklaşıp omzuna kürkü bıraktılar. Achar, masada duran tacı kafasına geçirip odasından çıktı. Demetria'nın ateşini yakacak olan kişi oydu. Demetria, kabarık, koyu kahve saçları olan, minik burunlu, kahverengi gözlü, ince zayıf, narin bir kadındı. Achar 24 yaşındaydı. Tahta geçmesi gerekiyordu ancak evlenmeliydi. Demetria ise 16 yaşındaydı. Yani reşit olmasına dört yıl vardı. Dört yıl boyunca onu bekleyemezdi. Uzun koridorda adımlarını hızlandırırken, Demetria ayaklarının dibine atılan odunlara bakıyordu. Achar sarayından çıktığında gözleri anında Demetria'yı gördü. Bu görüntü karşısında canı yandı. Ancak belli etmeden Demetria'ya doğru adımladı. Demetria onun varlığını hissetmesiyle başını kaldırıp ona bakmıştı. Gözleri acıdan değil, ihanetten dolmuştu. Aralarında sert bir rüzgâr esti. Demetria'nın saçları savruldu. Achar'ın bakışları titredi. Achar, Demetria'nın hemen dibine geldiğinde Demetria'nın acı sesini duydu. "Askerler," Demetria konuşmak için güç bulamıyordu ama yapmak zorundaydı. Yutkunarak devam etti. "Ölüm emrini senin verdiğini söylediler. Onlara inanmadım. Sen söyle istiyorum. Doğru mu?" gözlerinden bir yaş aktı. "Bunu sen mi yaptın?" "Ben olması gereken şeyi yaptım," bakışları o kadar soğuktu ki Demetria'nın içinden bir şeyler koptu. "Halkımı tehlikeye atamazdım." "Daha dün," gözlerinden bir kez daha yaş aktı. "Daha dün beni çok sevdiğini söylemiştin." "Sana söylenmiş bir söz değildi," Achar bir an bile gözlerini Demetria'dan ayırmıyordu. "O an için yanımda sen vardın." Demetria yıllar geçse bile bu lafların acısını içinden çıkarmayacaktı. Şu ana kadar Achar'ın bir açıklaması olacağını düşünmüştü. Ancak yanılıyordu. Bütün bu zaman içerisinde o Demetria'yı kullanmıştı. Demetria bakışlarını Achar'dan çekti. "Geri geleceğim Achar," bu sefer yüzünde en tehlikeli gülümsemesi vardı. "O güne kadar lütfen ölme tamam mı?" "Son bir sözün var mı?" Achar onun dediklerini ciddiye almadan bir iki adım geriledi. "Her güçlü kadının bir son sözü olacaktır." Achar kenara çekilip Demetria'nın konuşması için izin verdi. Demetria derin bir nefes alıp çenesini kaldırdı. "Ben Demetria Martinez! Bugün beni yakıp küle çevirebilirsiniz. Ancak inkar etmeyin! Bugün burada bir masum yakılıyor. Solthanialılar, bana yaptığınız ihanetin bedeli olmayacak mı sanıyorsunuz? Ben size bütün bereketi vadetmiştim. Hepinizin gözleri önünde! Bu nankörlüğünüz asla unutulmayacak. Hayır size lanet etmeyeceğim. Günü gelince geri geleceğim. Siz benim son sözlerimi söylediğimi düşünün, ben ilk sözlerimi söylüyorum." Achar, Demetria'nın lafının bittip bitmediğini bilmeden eline verilen meşaleyi yere eğdi ve odunları aleve verdi. Demetria ile son kez göz göze geldiklerinde Achar'ın gözleri dolmuştu. Demetria ise gülümsüyordu. Bu acının içindeyken bile Achar'a gülümsüyordu. O, Achar'a hep gülümserdi. O gün aslında Achar her şeyi bilerek yapmıştı. Achar, Demetria'yı mükâfatlandırırken kendini ömür boyu sürecek bir vicdan ızdırabıyla cezalandırmıştı. *** Theodore Şimdiki zamandan 1 yıl önce... Ailemin nasıl parçalandığını öğrendim. İçimde sönmek istemeyen bir alev kıvılcımlanmıştı. Madam Montgomery bana her şeyi anlatmıştı. Annemin nasıl öldüğünü, beni ve kardeşimi buraya nasıl getirdiğini, babamın neden hafızasını kaybettiğini... İçimde bir şeyler sönmüştü. Bu krallığın zamanında bize ait olduğunu zaten biliyordum. Ancak ne olmuştuda bu hâle gelmiştik bilmiyordum. O zamanlar yedi yaşındaydım. Şimdi birçok şey yerine oturmuştu. Şu anda Hamilton ordusunu temsilen Solthania'ya gelmiştim. İmparator Achar her yıl düzenlediği bahar şenliğini başlatacaktı ve özel bir şeyler istiyordu. Buraya gelmeden önce öğrenmiştim gerçekleri. Canım yanıyordu belki ama belli etmiyordum. Geçmişe dair hatırladığım en parlak şey annemdi. Onun beni nasıl sevdiğiydi. Kıvırcık, beyaz saçlarını oynardım. Annem de benim saçlarımı çok severdi. Onun anısına hep uzun tuttuğum saçlarım vardı benim. Bana özel besteleri vardı. Çok güzel keman çalan biriydi. Tanıdığım en iyi insandı. İşin kötü yanı bir tek bana değil tüm insanlara iyi davranırdı. Onu öyle zalimce öldürmelerini gerektirecek hiçbir şey yoktu. İçimde alevlenen intikam arzusu sadece annem içindi. Ona yaşatılan acıları bütün krallığı ateş altına vererek hak edenlere yaşatacaktım. Toplantı masasının etrafında bütün generaller fikirlerini belirtmişti. Toplantı bitimi kendimi saraydan hızla dışarı attım. Duvarlar üstüme geliyordu ve nefes alamıyordum. Gözlerim acıyla dolarken hızlı adımlarla saraydan uzaklaşıyordum. Sarayın uzağında bir ormana kadar yürümüştüm. Hava hâlâ aydınlıktı. Ormanda yürürken düşüncelerim beni ele geçiriyordu. Hamilton askerlerinin kılıçlarında sihir özü olurdu. Benim kılıcımda da gölge sihrinin özü vardı. Sinirle kılıcımı çekip yanımdaki ağacı keserken kılıcımdan çıkan siyah duman bütün ağacı çevirdi. Kılıcı geri çektiğimde ağaç tamamen kurumuştu. "Lanet olsun..." gözlerimden çıkmak için vakit kollayan göz yaşlarım hızla akmaya başladı. "Özür dilerim anne." "Aman ne duygusal!" arkamda duyduğum sesle kılıcımı ileri uzatıp oraya döndüm. Karşımda bir kadın vardı. Koyu saçlı renkleri eğer güneş olmasaydı siyah diyeceğim türdendi ancak kahverengiydi. Üzerinde kırmızı vücudunu saran bir elbise vardı. Onun giydiğinde değildim ancak böyle bir yerde fazla iddialı giyinmişti. "Kimsin sen?" kılıcımı ileri doğru uzatıyordum. Ya da uzattığımı sanıyordum? Kılıç elimden bir anda yok olunca karşımda duran kadına sorgulayan bakışlarla bakıyordum. "İntikam duygusunu bin kilometre öteden anlarım. Anlatmak ister misin?" yüzünde alaycı bir gülümsemeyle bakarken bir elini beline koyup diğer elinin tırnaklarına baktı. "Seni tanımıyorum." göz ucuyla etrafı kontrol ettim. Hiçbir ses gelmiyordu kulağıma. "Kral Kaladin aileni parçaladı. Anneni öldürdü. İşin komik yanı ise sen Kral'ın baş muhafızı falansın. En güvendiği adamı. Yıllardır ona hizmet ediyordun falan. Gerçekler acıtabiliyor." adımlarını etrafımda gezdirdiğinde arkama geçip beni inceliyordu. "Bunları kimden öğrendin?" "Kimseden. Zaten biliyordum." "Nasıl?" yeniden karşıma geçtiğinde kollarını göğsünde kavuşturdu ve bezgin bir bakışla yüzüme baktı. "Şimdi sana her şeyi açıklayacağım ama sakın lafımı bölme. En son sorarsın merak ettiklerini. Tamam mı?" Kaşlarımı çatarak yüzüne baktığımda gülümsedi. "Bunu evet olarak kabul ediyorum," elini havada döndürdüğünde ayağımın bağı çözülür gibi olup sırtım arkaya doğru kaydı. Düşmemek için ellerimi ileri doğru uzatmıştım ki çok rahat bir koltukta oturuyordum. Gözlerim fal taşı gibi açıldığında tam bir şey diyecektim ki bakışlarıyla beni susturdu. "Sana intikam için istediğin tüm gücü verebilirim. Tek yapman gereken vücudunu bana açman. Pisleşme ve lafımı dinle. Sandığın gibi bir şey değil. Gördüğün üzere bir cadıyım. Güçlerimin belli bir kısmını kullanabiliyorum. Tüm güçlerimi kullanışlı bir hâle getirebilmek için ölümlü bir bedene ihtiyacım var. Genelde senin zihninde yaşıyor olacağım. Sen buna hayali bir arkadaş diyebilirsin. Gücüm senin gücün olacak. İstediğin düşüncelerini duyup istemediklerini duymayacağım. Sesim zihninde yankılanır. Senin istediğin zamanlar görünür hâle gelip zihninden çıkarım. Ya da kimse olmadığında zihninden çıkıp keyif yaparım. Belki bu kabul etmen için yeterli bir gerekçe değil. Ama kabul edeceksin. Adım Demetria. Soyadım Martinez. Yıllardır senin gibi birini bulmak için uğraşıyorum. Çok uzun zamandır hatta. Güçlü bir bünyen var. Benim gücümü kaldırabilecek bir bünye. Ben bir ruh cadısıyım. İşim ruhlarla. Kafama göre olmasada istediğim insanların ruhlarını alıp onlara bekçilik yapıyorum. Onlara iyi bir hayat sunuyorum. Görevim bu. Bazı sapkın ruhları da yok ediyorum. Yani düzene uymayan,zaten ölmüş olan ruhları. Benim bu düzeni sağlamam ile birlikte onlarda bana hizmet ediyor. Yani onları ordu olarakta kullanabilirim, hizmetçi olarakta kullanabilirim. Solthania'nın gelmiş geçmiş en güçlü cadısıyım. Sen ailenin intikamı için zihninde bana yer açarsan ben de sana gücümü veririm. Gücüm senin gücün. Aynı zamanda senin gücün de benim gücüm olur. Sen onları yakıp yıkarken ben bir adım arkanda olacağım. İntikamını aldıktan sonra sıra benim intikamıma gelecek. Benden beni alan birini yok edeceğiz. Anlaştık bence." gülümseyerek elini bana uzattı. Bir yüzüne bir de uzattığı ele bakarken hiç düşünmedim. Uzattığı eli sıktım. "Anlaştık." *** Kuzgun Şimdiki zaman... "Demetria!" sinirle ona seslendiğimde ısırmak için kaldırdığı elması havada kaldı. "Ne var be?!" elma ellerinde alevle yok olurken ayağa kalktı. "Bir kere bensiz hallet işini be adam!" "Şaka yapıyorsun ya! Sen keyfine bak, ben hemen uçup öldürürüm adamı." "Beni alaya almıyor olsaydın evet derdim." elmadan dolayı yapış yapış olan elini benim koluma silerken arkama geçti. "Ya! Bir kere de iğrençleşme be." tiksinerek kolumu ortadaki ahşap direğe siliyordum. "Tamam bütün ev halkı uyumuş." diyerek kollarını beline yerleştirip bana döndü. "Bütün ev halkı dediğinde babam ve kardeşim." "Aman canım ne farkeder?" dik dik suratıma bakarken bezgin bakışlarımı ona çevirdim. "E hadi!" kollarımı iki yana açıp işaret vermiştim. Küçük bir kahkaha attığında ayakkabılarımdan yukarı doğru siyah bir duman vücudumu sarmaya başladı. Üzerimdeki kıyafet şekil değiştirmeye başlamıştı. Asker botlarım deri çizmelere dönüşüp dizime kadar uzandı. Belimde silahlarımında olduğu bir kemer oluştu. O sırada dumanlarında eşlik ettiği uzun siyah pelerinim omuzlarımdan aşağı döküldü. Ellerimi pelerinin yakasına atıp yukarı doğru kaldırırken geniş ağızlı şapkası oluştu va saçımı kapattı. Şapka saçımı örter örtmez çenem ve burnum arasında yüzümü saran bir maske kulaklarıma doğru kapandı. Maske tenimle birleşik olduğundan yüz hatlarımı belli etsede yüzümü göstermiyordu. Kostüm işi hallolduktan sonra dumanlar Demetria'ya ulaşıp onu sardığında dumanların arasından bir kuzgun olarak uçup etrafımda döndüğünde ikimizde dumanlar arasında kaybolduk. Kraliyet sarayına ulaşır ulaşmaz dumanlar üstümüzden çekildi. Demetria havada bir tur döndüğünde kuzgun sesi çıkarıp omzuma kondu. Sarayın koridorunda sessizce adımlarken askerlerin hepsi çoktan bayılmıştı. İlk başlarda Demetria'nın gücü çok fazla şaşırmama sebep olurken şimdilerde buna alışmıştım. Nihayet ulaşmam gereken odaya yaklaştığımda bakışlarım girmem gereken odanın yanındaki odaya takıldı. Prenses Freya'nın odasıydı. Adımlarım benden habersiz durunca bakışlarım onun kapısına odaklanmıştı. Tam hareketlenmek üzereydim ki ensemde bir sızı hisettim. Arkama dönüp bakmıştım ki bilincim kapandı. Hatırladığım son şey beyaz, dalgalı saçlardı. *** Freya Başım deli gibi ağrıyordu. Ağrısından uyuyamamıştım bile. Benko'ya baş ağrımdan bahsettiğimde gitmeden önce tütsü yakıp gitmişti. Ancak tütsünün kokusu daha fazla ağrımasına sebep olmuştu. Şakaklarımı ovuşturarak yataktan kalktım. Makyaj masamın önündeki sandalyede duran sabahlığımı üstüme geçirdim. Odadan çıkmadan önce bakışlarım cama kaydı. Şömineden yanan alev cama yansıyordu. Hafif aydınlanan oda sayesinde kendimi gördüm. Saçlarım birbirine dolanmıştı. Yüzüm gözüm ayrı bir hâldeydi. Üzerimde ayak bileklerimden biraz yukarıda kalan; saten, ince geceliğim vardı. Onun üzerinde kolları bol ferah bir sabahlık vardı. Tenim genlerimden dolayı fazla beyazdı. Kaşlarım, kirpiklerim bile beyazdı. Gözlerim ise renksiz denecek kadar soluk bir maviydi. Odanın kapısını açıp kendimi koridora attım. Avuçlarımla yüzümü ovuştururken gözlerim etrafta baygınca yatan askerleri gördü. Kaşlarımı çatarak onlara yaklaştım. Ne olmuş bunlara be? Askerin omzuna dokunmak için eğilmiştim ki arkamdan gelen adım sesleriyle irkildim. Biri buraya yaklaşıyordu. Hızla kenarda bulunan gümüşi tonlardaki kolonun arkasına geçtim. Etrafa baktığımda duvarda duran şamdanlığa ilişti gözüm. Tamam. Bununla kafasına vurup öldürelim. Uzanıp şamdanlığı aldım. Göründüğünden fazla ağırdı. Başımı hafif uzatıp gelen kişiye baktım. Benim odamın önünde durmuş kapıma bakıyordu. Fakat önemli olan detay bu değildi. Omzunda bir kuzgun duruyordu. İnanılır gibi değil! Kesin beni öldürmeye gelmişti. Geçen sefer babama bıraktığı mektupta senden her şeyini alırım gibi bir zırvalık söylemişti. Kesin beni öldürecekti. Beni öldürmeden ben onu öldürecektim. Sessizce arkasına yaklaştığımda elimdeki şamdanı havaya kaldırıp, hiç düşünmeden kafasına geçirdim. Nefesimi tutuyordum. Dönüp bana baktığında bir anlığına bayılmayacağını falan düşündüm ama çok sürmedi. Anında yere yığıldığında nefesimi sesli bir şekilde verdim. Elimdeki şamdan hâlâ havada duruyordu. Omzundaki kuzgun uçarak yere konup Kuzgun'un başının dibine geçmişti. Hızlı adımlarla dibine geçip kuşu ayağımla kovaladım. Koridorda etrafa baktığımda yardım isteyebileceğim kimse yoktu. "Lanet olsun!" hızla odamı kapısını açtım ve Kuzgun'u kollarının altından tutup odaya sürümeye çalıştım. Adam fil gibi ağırdı. "Ne yiyip içiyorsun be adam?!" Nihayet onu odaya aldığımda nefes nefese kalmıştım. Ellerimi belime koyup şimdi ne yapsam diye düşünüyordum. "Onu sandalyeye bağlayalım. Yardımcı olurum." arkamdan gelen sesle irkilip oraya döndüm. Uzun boylu zarif bir kadın duruyordu karşımda. "Siz kimsiniz? Her neyse bunun önemi yok. İyi ki geldiniz. Bu adam var ya," işaret parmağımla yerde baygın yatan adamı gösterdim. "Kuzgun. Ben onu yakaladım." "Biliyorum zaten. Bende oradaydım ya." kollarını göğsünde bağlayıp kaşlarını çatarak bana baktı. "Orada mıydınız? Ben baktım ama kimse yoktu." "Ay! Çok salaksın sen! O kıştladığın kuzgun bendim. Hani böyle sefil böcek gibi ayağınla ittiğin. Gururum incindi benim orada. Ay bir de Prenses olacaksın. Bu ne be! Ben hayatımda böyle aşağılanmamıştım." Ağzım yarım açık bir şekilde suratına bakarken sinirli bir nefes verdi. "Tamam! Yardım edeceğim sana. Merak etme." elini havada döndürdüğünde sandalyem yerinden uçup ortaya geldi. O sırada yerde yatan Kuzgun havalanıp sandalyeye oturur pozisyona geçince nereden çıktığını anlamadığım bir zincirle sandalyeye bağlandı. Ağzım açık bir şekilde kadına baktığımda gülümseyerek eserine bakıyordu. "Ay çok güzel yaptım!" "Nesin sen?" diyerek gözlerimi ona dikmiştim. "Ay ne bakıyorsun be öyle? Manyak! Deli mi ne? Soru sorma bana." dedikten hemen sonra kuzguna dönüşüp uçarak odadan gitti. Ama ne gitmek! Odamın bir duvarı tamamen camdan oluşuyordu. Camın içinden geçerek gitmişti. Kadının -ya da kuzgunun- gidişini izledikten sonra tekrar sandalyeye bağlanmış Kuzgun'a baktım. Şimdi ne olacaktı ki? |
0% |