Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Bölüm: Gerçekler ve Yalanlar

@kwvseriko

Şimdiki Zaman, Theodore...


Başımda keskin bir ağrıyla gözlerimi araladığımda çok tanıdık bir koku duydum. Kaşlarımı çatarak odaya baktığımda karşımda tanıdık bir sima belirdi.

Siktir...

Freya elinde şömine demiriyle bana bakıyordu. "Sakın kımıldama." sesinde gizleyemediği bir korku vardı. Ben ise ne olduğunu kavramaya çalışarak odaya bakıyordum. Ayağa kalkmak için yeltendiğimde vücuduma sardığı zincirleri fark ettim.

"Çıkar beni bu şeyden," zincirlerin arasında kollarımı çekiştirdim. Tekrar ona baktığımda garip bir ifadeyle bana bakıyordu.

"Seni tanıyor muyum?"

Demetria?, zihnimde olduğunu biliyordum. O yüzden ona seslendim.

Ne var?, bezgin sesinden olaylara karışmak istemediğini anladım.

Müdahale etmen lazım. Freya'nın beni bilmesine izin veremeyiz.

Ben olmasam ne yapardın bilemiyorum.

"Kuzgun'um ya ben? Belki, oradan tanıyor olabilirsiniz." diyerek Freya'nın sorusunu cevapladım.

"Bir an sesin tanıdık geldi. Neyse, kıpırdama. Odamın önünde ne arıyordun?" elindeki demiri sol omzuma değdirince konuşmaya devam etti. "Beni mi öldürecektin? Kaçırıp babama karşı beni mi kullanacaktın? Yoksa kötü emellerine mi alet edecektin? Söyle! Vatan haini, pislik!"

"Son dediklerini haketmedim bu arada. Sorularına gelecek olursak seni öldürmek falan istemiyordum. Odanın kapısı dikkatimi çekmişti sadece. Ki eğer zaten seni öldürecek olsaydım haberin olmazdı." yüzüme alaycı bir gülümseme yerleştirdim ama o bunu görmedi. "Ve ayrıca beni bu şekilde tutman için çok cesur olmalısın."

Bana dolanan zincirleri kendi gücümle kırdığımda parçalar halinde yere döküldü. Zincirlerin sesiyle birlikte sandalyeden kalkıp ona doğru bir adım attım. Bu hareketimle olduğu yere sindi ve nefesini tuttu. İster istemez gülümsemek gelmişti içimden. "Korkma prenses," bir elimi ileri uzatıp öne gelen saçlarını kulağının arkasına ittim. Bakışlarım saçındayken başımı sola eğip yüzüne baktım. "Sen koskoca Kuzgun'u bayıltıp odana zincirlemiş birisin. Seni kim korkutabilir?" Elindeki demir çubuğu alıp köşeye bir yere fırlattığımda tepki veremiyordu. Korktuğunu biliyordum. Ancak buna gerek olduğunu sanmıyordum.

"B-ben," kaşlarını çatıp derin bir nefes aldı. "Boş bulundum!" elimi ittirip koşarak kenara fırlattığım demiri aldı. "Otur yerine! Seni öldürürüm!"

Odayı dolduran büyük bir kahkaha attığımda bana tehditvari bir bakışla bakıyordu. İki elimi kaldırarak sandalyeye oturdum. "Tamam prenses, ölmek istemiyorum. Bağışlayın."

"Dalga geçme! Bu sarayda ne işin vardı?" yüzümde ki gülümsemeyi silip ciddi bir ifade takındım.

"Sence neden gelmiş olabilirim?"

"Aileme dokunmana izin vermeyeceğim. Gerekirse kendimi öldürtürüm ama yine de onlara dokunmana izin vermem."

"Freya, bilmediğin o kadar çok şey var ki hâlâ aileni savunuyorsun. Onlar senin için ne yaptı söyler misin? Annene ne oldu biliyor musun? Ya da Tiago neden değişti? Baban niye seni görmezden geliyor peki? Sen onlara aile mi diyorsun? Tamam lafta sana belki kötü bir şey yapmadılar ama bu onları iyi biri yapmaz."

"Öğret o zaman. Bilmediğim ne varmış?"

"Ben niye durduk yere Kaladin'e meydan okuyayım Freya? Ayrıca bunları sana anlatamam. Kim olduğumu öğrenmen için daha çok var."

"O zaman seni tanıyorum."

"Hayır tanımıyorsun ama ben sizi tanıyorum. Bütün aileni ve seni."

"Tanımadığım biri olsaydın bana bu kadar sıcak yaklaşmazdın. Gözlerinden belli. Bütün ailemden nefret eden biri bana böyle bakamaz. Kaldı ki ben onların tarafındayım."

"Kimin tarafında olduğunu düşünmen için sana zaman veririm. Ve madem bilmek istiyorsun, evet. Beni tanıyorsun. Ben de seni tanıyorum. Fakat sen ailenin tarafındasın. Ama dediğim gibi zamanın var. Sana her şeyi anlatacağım. Bütün aileni, sana söyledikleri yalanları, Tiago'ya olanlar ve annen..."

"Bütün bunları bildiğine neden inanayım? Sen zaten bizim ailemizi yıkmak isteyen birisin."

"Annen Stephanie Nord. Sana onun nasıl öldüğünü anlatmadılar ama ben biliyorum. Neden annen ölür ölmez Kral, Verbena'yla evlendi o zaman? Sence Kraliçe istedi diye mi? Anneni Kaladin ve Verbena birlikte öldürdüler. Sana bir hafta zaman veriyorum. Bu konuyu tartışırsın o çok sevdiğin 'iyi' ailenle." konuşmam biter bitmez yeniden dumanlar içinde yok oldum.

Yeniden evin salonunda kendi kıyafetlerimle kalmıştım.

"Görev aksadı?" dedi Demetria zihnimden çıkıp kendini gösterirken. Eve gelmiştim çünkü.

"Bu görev artık iptal." gülümseyerek Demetria'ya baktım. "Plan aksamadı hem. Hatta başarıyla hallettik."

Aklımdan geçenleri anlamış olmalı ki yüzünde alaycı bir gülümseme oldu. "Sen iyi bir kötüsün."

"Ben kötü değilim."

"Kötüsün," yüzündeki gülümseme silinip kollarını göğsünde bağladı. "Bunu mu tartışalım yani? Uyumaya gidiyorum ben. İyi geceler."

Bir anda yok olduğunda salonda sönmüş şömineye baktım. Odunun geriye kalan kömürleri hâlâ kırmızıydı. "İyi geceler..."

***

Freya

Başımda keskin bir acıyla uyandığımda yerde baygın bir şekilde uzandığımı farkettim.

Lanet olsun...

Dün gece olanlar zihnime dolduğunda hızla yerden kalktım. Dışarı baktığımda etraf daha yeni aydınlanmaya başlamıştı.

O sanıldığı gibi sıradan bir suikastçi değilmiş.

Zincirin parçaları hâlâ yerde duruyordu. Ya o parçaları temizleyip gece olanları sır gibi saklayacaktım ya da bütün olanları babamla konuşacaktım. Fakat bir yandan Kuzgun'un söylediği o gerçekler mevzusu vardı.

Çok düşünmedim ve yerde duran parçaları toplamaya başladım. Bunu neden yaptığım hakkında bir fikrim yoktu. Sadece anneme olanları merak ediyordum. Ve Tiago'ya. Ayrıca Verbena olayını da. Pek tabi babam da bu işle ilgili bir şeyler biliyordur belki.

Tamam... Kuzgun'un söyledikleri gerçekten kafamı karıştıyordu. Yani eğer gerçekten gerçekler göründüğü gibi değilse o zaman ben bile olacakları kestiremiyordum. Ne kadar sessizliğimi korusamda ben hep direnen kişi olmuştum bu ailede.

Yerdeki parçaların hepsini toplayıp, içindeki takıları boşalttığım bir kutuya doldurdum. İçimden bir ses öyle diyordu ki Kuzgun yine gelecekti. O zaman bu parçaları onun yüzüne fırlatacaktım. Çünkü onun da dediği gibi ben koskoca Kuzgun'u bayıltmış biriydim. Korkaklık bana tersti.

Hayır, yalan.

O adamdan çok korkuyordum. Fakat öyle bir şey oluyordu ki ona karşı geliyordum. Öyle de deli bir insandım işte.

"Majesteleri? Odaya girebilir miyim?" Benko kapıyı çalıp bana seslenmişti.

"Gel!" etrafı son kez kontrol edip kapıya döndüm.

"Çayınız," kucağında bir tepsi vardı. Tepside porselen bir demlik ve iki fincan vardı.

"Balkona geçsek olur mu?" sabahın erken saatleriydi ve bende kimse uyanmadan vakit geçirmek istiyordum. Havanın aydınlanmasına bir saat vardı. Bir saate kadar saray halkı uyanmaya başlardı.

"Siz nasıl isterseniz majesteleri."

Benko, balkonu ikimiz için hazırladığında cam duvardaki kapıdan dışarı çıktık. Krallığın soğuk havası tenimi ısırdığında hafif gülümsedim. Sıcağı sevmezdim ama soğuk hep güzeldi.

Benko'nun hazırladığı masanın sağına oturunca Benko da yanımdaki sandalyeye oturup çayları doldurdu.

"Bugün önemli herhangi bir şey var mıymış?" diye sordum Benko'nun uzattığı çayı alarak.

"Arpena Krallığının veliahtı Prens Vordan gelecekmiş sanırım. Bugün değilse bile yarın gelecektir." elindeki çaydan bir yudum alıp bana baktı.

"Ne diye geliyormuş ki? Solthania'nın bir ucundan hem de." kaşlarımı çatarak çayımı yudumladım.

"Sizi görmeye gelecektir." dedi sakince. Dudaklarıma uzattığım çay havada kalıp bakışlarım Benko'yu tırmaladığında başını yavaşça bana çevirdi.

"Bana kimse bu konuda bir şey demedi?" sorgulayan bakışlarım sorun çıkarmak ister gibi bir şekle büründü.

"Efendim," dedi boğazını temizleyerek. "Bunu size söylemem ne kadar doğru bilemiyorum ama Kraliçe Verbena size söylememizi istemedi. Sizi evlendirmek istiyordu. Arpena veliahtına bizzat mektup gönderdi hatta. Kral Kaladin'in haberi var mı bilmiyorum. Ancak Kraliçe istedikten sonra size çok bir şey söyletirler mi emin değilim."

Duyduklarımı sindirmeye çalışırken derin bir nefes alıp başımı ileri çevirdim. Krallığın ilerisindeki denizdeydi bakışlarım. Hamilton Krallığı neden bu kadar soğuk hiç bilmiyordum ama seviyordum.

"Burası neden hep soğuk Benko? Hamilton, ben kendimi bildim bileli hep soğuk. Yazında soğuk kışında. Neden?"

Benko birkaç saniye sessiz kaldı. "Bir aralar bu kadar soğuk olmazdı," bakışları az önce benim baktığım denize dalmıştı. "Yazları bir hayli sıcak olurdu. Bahar ayları geldiğinde binbir türlü çiçek açardı. Şu dağlarda çiçekten başka bir şey görünmezdi. Sadece Eski Krallığa ait çiçekler olurdu. Bin derde derman otlar çıkardı. Eskidendi ama. Sonra ne oldu da soğudu bilmiyorum."

Bakışları yeniden beni bulduğunda bir şeyler bildiğine emindim fakat sorgulamadım. "Eski krallıktan bahsetsene." dememle bakışlarını kaçırdı.

"Üzgünüm majesteleri ancak bu kadarı yasak."

"Peki," çayımı tekrar yudumladım. Başka diyecek sözüm yoktu. Bilâkis babam yasaklamıştı Eski Krallık mevzusunu. Adını anan herkes bir şekilde ölüyordu.

Çaylarımızı içtikten sonra Benko beni kahvaltıya hazırladı. Koyu kırmızı tül bir elbise giydirmişti. Yer yer saten, siyah kumaşın olduğu eteğimle tül kısımları olan elbise uyum içindeydi. Elbise çok kabarık değildi ve vücudumu saran bir şekli vardı. Göğüs tarafı siyah boncuklarla süslenmiş hafif dekolteli bir elbiseydi. Kolları ise tamamen kırmızı tüldendi. Omzumdan aşağı, bileğime kadar uzanıyordu.

Benko saçlarımın öne uzananlarını örüp başımda taç şeklini verdikten sonra geriye uzananları serbest bıraktı. Masamın üzerindeki gümüşi tonlarda olan ay sembollü tacımı başıma taktıktan sonra tacımla uyumlu küpe ve kolyeyi takıp aynadan bana baktı.

"Çok güzelsiniz majesteleri," yüzünde manidar bir tebessüm oluşmuştu. "Bana eski bir dostumu hatırlatıyorsunuz."

"Bana benzeyen bir tane daha Solthanialı tanımıyorum. Tiago hariç."

"Doğru," saçlarımı son kez düzeltip odadan çıktık. Ben önde o ise hemen sağımda merdivenlerden indik. Taht salonundan birkaç metre ötedeki yemek odasına vardığımda masada Odelia'yı gördüm. Başımı hafif Benko'ya çevirip ne düşündüğünü görmek istedim. Onunda suratında tuhaf bir tebessüm vardı. Tıpkı bende olan gibi. Bu Odelia'yı gördüğümüz içindi.

"Günaydınlar saygı değer Ay Varisi," yüzünde aşağılayıcı bir tebessüm belirdi. "Bakıyorum oldukça mutlusunuz. Tabii istediğiniz her şey bir bir oluyor. Sizden başka kim mutlu olsun?"

Söyledikleriyle kaşlarımı çatıp Odelia'nın tam karşısına oturdum. "Size de günaydın. Sabah sabah bu ne kibarlık," yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirdim. "Hem bu sarayda bir tek benim istediklerim değil sizlerinde istekleriniz gerçekleştiriliyor."

"Yüce Kralımızın merhameti sayesinde buralardayız. O olmasaydı Hamilton Krallığı karanlığa sürüklenirdi."

Yapay hayranlığına gülümseyerek cevap verdim. Derken odaya Tiago ve Aeris geldiler. Tiago, Aeris'i kucaklamış gülerek masaya yaklaşıyordu.

Bir zamanlar bana da böyle gülerdi.

Boğazıma oturan yumruyu görmezden gelip ayağa kalktım.

"Günaydın abi." başımı öne eğip onu selamladım. Aynı şekilde o da beni selamladığında Aeris'i benim yanımdaki sandalyeye oturtup Odelia'nın yanına geçti.

Göz ucuyla benim arkamda bekleyen başyardımcım Benko'ya baktığımda sessizce masada olanları izliyordu. Gözlerim hemen Benko'nun arkasındaki açılan kapıya takıldı. Babam ve Verbena yan yana geliyorlardı. Babamın diğer yanında ise Theodore vardı.

Babam geldiği için herkes ayağa kalkıp selam verdi. Oturma iznini aldıktan sonra oturduk.

"Hepinize günaydın güzel ailem." babam gülümseyerek bize bakıyordu.

Aman ne güzel aile...

"Kahvaltımıza Komutan Theodore'u da davet ettim umarım rahatsız olmazsınız," babam bunları bilhassa bana söylüyor olmalıydı ki bakışlarını benden hiç çekmeden konuşmuştu. Gülümseyerek cevap verdim bu tavrına. "Oturabilirsin Theodore." babam eliyle masayı işaret eder etmez benim yanımdaki sandalyeye oturdu.

"Günaydınlar saygı değer Ay Varisi 2. Varis Prenses Freya Hamilton." göz ucuyla ona baktığımda pis pis sırıtıyordu.

"Hı-hı sana da günaydın." şeklinde bir boş vermişlikle önümdeki tabağı dolduran Benko'ya odaklandım.

Kulağıma yaklaşıp masadakilere belli etmeden fısıldamaya başladı:

"Evleniyordun da niye bana söylemedin. Arpena Prensi ile hem de. Onda ne buldun çok merak ediyorum. Sonuçta o adam Deli Prens diye anılıyor. E tabi sen görmüş beğenmişsin bana söz düşmez ama ben-" sözlerini bir bıçak gibi elimi kaldırarak kestim.

"Saygı sınırlarını aşıyorsun Komutan. Haddini bil." ciddiyetle söylediğimi fark etmiş olsa gerek ki susup önüne döndü. Kahvaltının ilerleyen dakikalarında başımı kaldırıp babama seslendim.

"Size bir şey sorabilir miyim Kralım?" bakışlarımda ne gördü bilmem ama kaşlarını çatmıştı. Başını hafif eğerek izin verdiğinde derin bir nefes aldım.

"Arpena Krallığının Varisi geliyormuş sanırım. Söyler misiniz beni baş göz etmeden önce niçin benim fikrim sorulmadı?" masada adeta buz fırtınaları estiğinde babam elindeki çatalını tabağa koydu.

"Bu nereden çıktı Freya?"

"Öyle duydum. Umarım sadece söylentiden ibarettir. Ancak Kraliçe Verbena bizzat Prens ile bu konu hakkında konuşmuş. Benden izinsiz."

Babam söylediklerimi iyice düşündükten sonra konuştu, "Merak etme Freya. Seni istemediğin bir evliliğe zorlamam. Zira bu olaydan benim de yeni haberim oluyor. Sıradan bir iş mevzusu diye düşünüyordum." bakışlarını Verbena'ya çevirdiğinde anlam veremediğim bir pırıltı geçti gözlerinde.

"Bunu sana söyleyecektim Kaladin," Verbena tatlı bir gülümsemeyle babamın elini tuttu. "Ancak taç giyme töreni için yaptığım hazırlıklarda çok yoruluyordum. Takdir edersin ki bütün hazırlığı tek başıma yönettim. Unutmuş olmam çok normal. Ama yine de özür dilerim. Ben kızının iyi bir hayatı olsun diye uğraşıyorum. Özellikle Stephanie gibi bir dostumun emanetiyken-"

"Annemin adını ağzına almanızı istemiyorum Kraliçe. Bunu bir rica olarak görün lütfen." sert bakışlarım Verbena'yı nişan alırken masadaki herkes bana baktı.

"O benim dostumdu Freya," Verbena nefret dolu bakışlarını üzerime serptiğinde aynı şekilde ben de ona baktım. "Ayrıca bu ricayı nereden çıkarıyorsun anlamış değilim. İstersen yemekten sonra yanıma gel ve konuşalım."

Yüzündeki gülümsemeye kadar her şeyi yalan olan birinin yanında durmak bile beni çıldırtıyordu.

"Mutlaka gelirim Kraliçe. Ancak söyler misiniz neden benden habersiz böyle saçma bir işe giriştiniz? Bu yaptığınızın affı maalesef bende yok. Tamamen saygısızlıktı."

"Dediğim gibi sizlerle konuşma fırsatım olmadı." yüzündeki gülümseme yavaş yavaş silinmeye başlamıştı. Tıpkı benimki gibi.

"Bunu söylememek değil hatanız Kraliçe. Bunu yapmanız başlı başına hata."

İçimde yanıp tutuşan bir şeyler vardı. Dün gece duyduklarımı köşeye bir yere atmıştım ama düşündükçe gerçek olduğuna inanıyordum. Gözlerimin dolmasını önlemek için ellerimi eteğimin üstünde koyup dizlerimi sıkmaya başladım. Canım acıyordu ama şu an ağlayamazdım.

"Ben kraliçeyim Freya. Sana hesap verecek değilim." dediğinde beynimde bir şeyler koptu.

"Kanla alınmış bir taçla kraliçe oldunuz ve bununla bana saygısızlık mı edeceksiniz?" ne kadar dirensemde gözlerimin dolmasına engel olamadım. Sesim titremişti. Tırnaklarım dizlerimin içine göçerken canım fazlasıyla yanıyordu.

"Ne demek istiyorsun sen?" diye sesini yükseltti Verbena. Sinirleniyordu ve ben bunu görüyordum. Canım iyiden iyiye yanmaya başlamıştı.

Elimin üstünde bir sıcaklık hissettiğimde. Başımı yavaşça eğdim. Theodore elini uzatıp elimi tutmuştu. Bakışlarımı ona çevirdiğimde gözleri endişeyle bakıyordu. Ona nazikçe gülümsedim. Beni anlayan tek kişiydi. Gözlerime bakıpta beni anlayabilen tek kişi... Acılarımdan tutup ayağa kaldıran tek kişi...

Elim gevşediğinde baş parmağıyla elimin üstünü okşadığını hissettim. Bu bana cesaret vermişti.

"Annemi sizin öldürdüğünüzü biliyorum."

Loading...
0%