Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4. Bölüm: Manolya

@kwvseriko


Theodore

Yine aynı şey oluyordu. Herkesin gözleri önünde acı çekmesine rağmen bunu saklıyordu. Freya hep böyleydi, bilirdim. Ama ne kadar güçlü görünürse görünsün en çok acıyı o çekerdi.

"Annemi sizin öldürdüğünüzü biliyorum." derken sesi titremişti. Bana inanmasına sonra sevinebilirdim. Şu an bunun sırası değildi.

Elini yavaşça elimin altından çektikten sonra ayağa kalktı. "Belki konuşmamız gereken şeyler benim evliliğim değil de gerçekler olmalı. Yanılıyor muyum?"

Nasıl saklıyordu gözlerini herkesten? Bu kadar ağır bir gerçeği öğrenmesine rağmen nasıl da böyle güçlü kalıyordu?

"Bu çok ağır bir iftiradır Prenses Freya." Verbena köşeye sıkışmıştı. Sesinin titremesine engel olamamıştı.

Planın diğer kısmına ne zaman geçeriz?, Demetria'nın zihnimde çalan sesiyle kendime geldim.

Şimdi değil Demetria.

Yemeğin başından beri sessizliğini koruyan Tiago derin bir nefes aldı. "Bu doğru olabilir mi Kraliçe? Zira annemin öldüğü gün odasına girmemiz kesinlikle yasaktı."

Tiago normalde oldukça zeki biriydi. Odelia ile evlenmeden önce strateji dehası falandı. Güçlü bir askeri zekası vardı. İnsanların beyinleriyle bile oynar, onları manipüle ederdi. Sıradan bir manipülasyon ustası değildi. Manipüle ettiği insanlar kendilerini öldürmüştü. Öyle bir dehaydı işte. Boşu boşuna ona Kanlı Prens denilmiyordu sonuçta. Bütün bunlar Odelia'dan önceydi.

"B-bu annenizin isteğiydi prensim." Verbena o kadar kötü yalan söylüyordu ki iğrenip kusasım gelmişti.

"Yalanı bin mil öteden anlarım Kraliçe. Bana yalan söyleme." Tiago'dan bir aralar çekinirdim. Ürkütücü bir yanı vardı.

Ama artık ben varım. Kıçı boklu Tiago'dan kim korksun?

Kes sesini Demetria.

"Yalan söylemiyorum Prens. Saygısızlık ediyorsunuz."

"Bence bu masada kim saygılı kim saygısız hepimiz biliyoruz."

"Bu kadar gürültü yeter," Kaladin'in sert sesi yükseldi. "Bu konu tartışmaya kapalıdır. Freya, neden iftira attığını anlamadım ama ceza almak istediğini gördüm. Karşınızda Hamilton Krallığının Kraliçesi duruyor. Böyle bir saygısızlığa asla göz yummam. Kendini ne sanıyorsun da Kraliçene böyle saygısızlık ediyorsun sen!"

Freya kendini açıklamak ister gibi ağzını açtığında konuşmasına izin vermeyip bağırmaya devam etti.

Demetria, şimdi planın diğer kısmına geçiyoruz.

"Bütün bu tatsızlığının cezası olmayacak mı sanıyordun. Verbena benim eşim ve sizin anneniz. Ona bir daha saygısızlık etmeyeceksiniz. Seni bizzat ben cezalandıracağım Freya. Odana git ve hazırlan."

O sırada kapı açıldı ve içeri hizmetçi kılığına girmiş Demetria girdi. Herkes sessizleşip Demetria'ya sert bakışlarını attılar.

Demetria elinde siyah bir kutuyla Kaladin'in yanına geçip eğildi. "Bunu size çok yakın olduğunuz bir arkadaşınız bırakmış efendim." kutuyu sessizce yemek masasının ortasına koyup odadan çıktı.

Hepsine sessizce baktım. Birbirlerine bakıyorlardı. Masaya gelen şeyin kimden olduğunu hepsi biliyordu. Bilhassa Freya.

Bakışlarım en son Freya'ya döndüğünde çatık kaşlarıyla giden Demetria'ya bakıyordu. Demetria'yı daha önce görmüş olamazdı değil mi?

Kaladin sessizce kutuya elini uzattı ancak açamadı. "Theodore, kutuyu aç." diye emir verip geri çekildiğinde başımı hafifçe eğip ayaklandım.

Kutuyu açtığımda önce bir şey olmadı. Kaşlarımı çatarak Kaladin'e döndüm. "Bir şey yok efendim."

Kaladin elimden kutuyu sertçe alıp baktığında kutunun dışında parlak siyah işlemelerle kuzgun motifleri olduğunu gördüm.

Kutu, Kaladin'in eline geçince büyü etkisini gösterdi ve siyah dumanlar kutudan çıkıp etrafta dolandı. Demetria, büyüsünü son derece iyi kullanıyordu.

Dumanlar masanın etrafında dolanıp Kaladin'in tam karşısındaki sandalyenin etrafını sardığında Demetria'nın kuzgun formundaki kahkaha sesi duyuldu.

Odada herkes olduğu yerden uzaklaşıp Kaladin'in arkasına geçti. Ben ise hemen önlerinde kılıcımı çekmiş duruyordum. Sonuçta en güvenilir askerdim. En azından onlar öyle sanyordu.

Karşımızda Kuzgun duruyordu. Bacaklarını çelmiş omzunda ise kuş olan kuzgun duruyordu.

***

Freya


Karşımda oturan adamı görünce nefesim boğazımda kaldı. Bakışları hemen benim üzerimdeydi. Gözleri yavaş yavaş üstümde gezindikten sonra başını babama çevirip gözlerini kıstı ya da gülümsedi bilmiyorum.

"Sabah sabah derdiniz ne sizin?" sorduğu soruyla kaşlarımı çatıp babama baktım.

"Ne saçmalıyorsun sen?" babam Theodore'un arkasına iyice sinmişti. Babama karşı eski hayranlığımı duymuyordum. Çünkü o oldukça korkak biriydi. Üstelik eski krallık olsun, annem olsun onlara yaptıklarını düşündükçe ondan nefret ediyordum.

"Prenses Freya?" bana seslendiğinde hızla ona baktım. Yutkunarak kuruyan dudaklarımı ıslattım.

"Hm?" sesim içime kaçmış olabilirdi.

"Yanıma gelsenize?" bu bir emirden ziyade rica gibi duruyordu. Gitmemem gerekiyordu ancak içimde bir his sanki gitmezsem onu üzermişim gibi geldi. Olduğum yerde hareketlenip ileri doğru gittiğimde arkama hiç bakmadım.

Yanına yaklaşınca ayağa kalkıp elimi tutup üstünü nazikçe öptü. Elimi geri bıraktığında gözlerimin içine baktı.

"Onlarla hemen konuşacağını biliyordum. Bir hafta beklemeli miyim gerçekten? Seni hemen yanımda görmek istiyorum. Bu arada elbisen oldukça güzel duruyor. Kumaşını nereden aldın? Ne saçmalıyorsam, bunları sonra konuşuruz değil mi? Sonuçta bana geldin. Seninle konuşmama hiçbir şey engel değil. Biliyor musun normalde bu kadar çok konuşan biri değilimdir. Bugün içime bambaşka biri girmiş gibi konuşuyorum. Bundan rahatsız değilsindir umarım. Mesela sana kendimden bol bol bahsedebilirim. Uyurken çıplak yatmayı çok severim biliyor musun?"

Dudaklarımı hareketlendirip tam konuşacaktım ki Theodore'un şiddetli bir şekilde öksürmesiyle gözümü ona çevirdim. Yüzü iyiden iyiye kızarmıştı. Kaşlarımı çatıp tekrar Kuzgun'a döndüm. "Bunları konuşmanın yeri bence burası değil."

"Öyle," elimden tutup az önce oturduğu yere oturttu. "Neyse sen şöyle otur. Benim şu güzel ve şirin ailenle konuşmam gereken şeyler var."

Başımı ağır ağır salladıktan sonra bakışlarını benden çevirip babamların önüne yürüdü. Attığı adımlarla herkes irkilip gerilemişti. Tiago ve Theodore hariç.

"Sizinle önceden bir anlaşalım," Kuzgun'un parmakları arasında ufak bir alev topu belirmişti ve onu hareket ettirirken sadece eline bakıyordu. "Freya'ya dokunacak olursanız. Sizi öldürürüm. Aranızda tek masum o." elindeki alev topunu büyütüp avucunun içinde kaybettikten sonra herkese teker teker baktı. "Hepinizin kirli donlarını biliyorum. Kanla bu krallığı kurdunuz. Kan dökmemek için uğraşmanız lazım. Değil mi Kaladin? Biz çok yakın arkadaşız seninle. Yakın arkadaşlar böyle davranır birbirine. Asıl konuma geri dönecek olursam, Freya benim gözlerim. Ona dokunacak olanın gözünü sökerim. Ceza falan veriyordunuz en son değil mi? Gerçekleri öğrenmek istedi diye. Ben size gerçeği söyleyeyim mi? Kraliçe Stephanie gerçek bir dost gibi davrandı diye Kaladin onu metresi aracılığıyla öldürdü. Özetle olay bu. Soylu birine yakışan bir ölüm değildi. Boğazını bıçakla kesip öylece odasında bıraktınız. Sonra Verbena odadan çıktı. Sevgilisinin yanına koştu. Düğünleri falan oldu. Sahte iki göz yaşı döktü ve olay kapandı. Yalan söylediğimi iddia falan edecek olursanız lanetimin ateşi sizi kavurur. İsterseniz deneyin. Küçük kıvılcım büyük sarayı yakar. Değil mi Kaladin?"

Kuzgun'un gözlerindeki ima ne için bilmesem bile gözlerim babama döndüğünde korktuğunu belli eden hareleri sürekli hareket ediyordu. Öğrendiğim bu acı gerçek ise beni bambaşka diyarlara sürüklemişti.

Annem, başına ne gelmiş olursa olsun hep adaletten yana davranırdı. Bana da hep bunu öğretti. Eğer haksızlığa göz yumarsam bu beni vicdansız yapardı. Tıpkı şu an olduğu gibi. Eğer ailemi savunmaya devam edersem ömür boyu vicdan azabı çekerdim. Beni hep sessiz kendi halinde yaşayan bir prenses olarak gördüler. Ama işin aslında ben, içten içe her şeyi aklıma kazıyordum. Bir gün öyle bir patlayacaktım ki susturdukları kadının nasıl güçlü olduğunu göreceklerdi.

İçimden bir ses is sürekli o patlama anına yaklaştığımı söylüyordu. Sessizce yutkunup olduğum yerde hareketlendim. Kuzgun bunu fark edince başını hafif eğip bana baktı.

Gözlerinin kısılmasından bana gülümsediğini anladım. O kötü biri değildi. Buna artık emindim. Sadece haktan ve adaletten yanaydı. Gülümsemesine karşılık verip ben de gülümsedim.

Bakışlarını benden ayırmış olmasına rağmen hâlâ onun geniş omuzlarına ve sırtına bakıyordum. Omzunda duran kuzguna baktım. Geçen sefer gördüğüm kadındı o. Kuzgun'un nasıl biri olduğu hakkında en ufak fikrim yoktu. Özel güçleri vardı. Cadı olabilir miydi? Fakat Solthania'da sadece kadınların özel güçleri olur diye biliyordum. O kadından gelen bir gücü olmalı diye düşündüm.

Düşüncelerimi bölen babamın titreyen sesi oldu.

"Seni o mu gönderdi?"

O diye bahsettiği kişinin kim olduğu hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Fakat Verbena bunu biliyormuş gibi babama baktığında gözlerim Tiago'ya çevrildi. O da kaşlarını çatmış Kuzgun'a bakıyordu.

"Saçmalamayı kes Kaladin. Ben yalnız çalışırım. En azından şimdilik," göz ucuyla yeniden bana baktığında belimden yukarı doğru bir ılıklık hissettim. "Buraya Freya'nın kılına dahi dokunursanız öleceğinizi söylemeye geldim. Umarım beni ciddiye alırsınız. İyi günler dilerim sevgili en yakın arkadaşım Kaladin ve ailesi. Hoşçakalın."

Kuzgun yeniden dumanlar arasında kaybolduktan sonra olanlar benim algılarım dışında oldu. Babam odadaki herkesi dışarı çıkartmıştı. Benko kolumdan tutup odama götürmek istediğindeyse bunu kabul etmeyip bahçeye gitmek istediğimi söylemiştim. Fakat odama gidip saatlerce ağlamak istiyordum. Sonuç olarak bahçeye gitmiştim.

Oldukça büyük bir bahçem vardı. Hamilton krallığında hep soğuk olurdu ancak benim bahçem hep ılık oluyordu. Buradaki çiçekler bir başka olurdu. Sanki cennet Solthania'nın içindeymiş de benim bahçemmiş gibi.

Bahçenin tam ortasındaki çeşmenin önüne oturup saatlerce suyu izlemiştim. Ağlamak ve içimi dökmek istiyordum. Yanıma gelen herkesi geri göndermiştim. Önce Benko'yu gönderdim. Sonra Verbena'nın gönderdiği hizmetçileri gönderdim. Babamın, Tiago'nun ve Odelia'nın çağrılarını da geri çevirdim.

Yalnız kalmak insana ne kadar iyi gelebilirdi bilmiyordum. Düşüncelerim bir yaprak misali yeşeriyordu. Sonra sert bir rüzgar gelip hepsini zihnimden çıkarıyordu. Düşünmek ve olanlara bir çözüm bulmak istiyordum. Fakat zihnim berrak bir su gibi hiçbir şeyi düşünmüyor sadece çeşmenin biriktirdiği suda yüzen balıkları izliyordu.

Elimi suyun içine uzattım. Hareket etmedim belki kendiliğinden elime çarparlar diye. Ne kadar elim suyun içinde kaldı bilmiyordum. Bakışlarım dalmıştı. Sadece suya bakarken elime değen bir balıkla başımı oraya çevirdim. Bembeyaz bir balıktı. Parlıyordu. Kaşlarımı çatarak bakmaya devam ettim. Güzel görünüyordu. Elimin etrafında dönüyor, arada bir kuyruğunu bana sürtüp tekrar dönüyordu. Hafif gülümsedim.

"Ne yapmam gerektiği hakkında hiçbir fikrim yok Küçük Balık." konuşmak istiyordum ve şu an Küçük Balık bana çok iyi arkadaş oluyordu. "Zaten babamın kötü olduğunu biliyordum, bunun farkındaydım. Ancak kötü olduğunu görmedim ya da kötülük yaparken onu duymadım. Ne bileyim... Gerçekleri öğrenince," sustum. Çünkü diyebilecek başka bir şey yoktu. Konuşmaya devam edersem ağlardım. Derin bir nefes alıp elimi sudan çektim. "Beni anlamıyorsun bile. Ben ise gelmiş burada seninle konuşuyorum. İyice delirdim. Ve sende durmuş bana bakıyorsun." sessizce yutkunup ilgiyle balığa eğildim. O da bana yaklaştı ya da ben öyle sandım. "Aç mısın? Sana yemek vermelerini söylerim."

"Sen iyice kafayı sıyırdın," başımı çevirip Theodore'a baktım. Arkamda dikilmiş bana bakıyordu. "Oturabilir miyim?"

Bir şey demeden önüme döndüm. Zaten o da konuşmadan yanıma oturdu.

"Seni kim gönderdi? Babam mı?" hemen ciddiyetimi toplamıştım.

"Seni merak etmiş olamaz mıyım?"

"Merak etmen için hiçbir sebebin yok. Sen sadece askersin." bakışlarımı ona çevirirken aramıza soğuk bir duvar ördüm. Çünkü kimseden destek almak istemiyordum.

"Ve senin çocukluk arkadaşınım."

Sessizce iç çekip bakışlarımı Küçük Balık'a çevirdim. Bir Theodore'un yanına bir benim yanıma yüzüp duruyordu.

"Bu olanlar çok saçma. Ne hissetmeliyim bilmiyorum. Ağlamak istiyorum ama ağlamak için bir sebebim yok. Korkuyorum belki ama korkmama gerekte yok. Çünkü herkes Kuzgun'dan korkuyor. Ve ben ise durmuş bekliyorum. Neyi bekliyorum ki?" bakışlarımı bir an olsun Küçük Balık'tan çekmedim. Theodore'a kapılmaktan korkuyordum. Onun kuzgun karası gözlerine çekilmekten korkuyordum.

"Yaşadıkların kolay değil Freya. Annenin ölümü ise çok büyük bir trajedi. Bunu yapanların uzun süredir ailen bildiklerin olduğunu öğrendin. Ağlamak istersen ağla. Göz yaşlarını saklarız. Kimse görmez. Fakat güçlü görünmek için uğraşma. Yanında ben varken kimse görmez acı duyan gözlerini."

"Beni neden sadece sen anlıyorsun? Bu hiç hoşuma gitmiyor. Aksine daha da sinirleniyorum." gözlerimi kuzgun karası gözlerine çevirdiğimde yüzümde saf bir öfke vardı. Bugüne kadar görmezden geldiğim şeyleri görüyordum sanki.

"Çünkü seni tanıyorum. Sen bilmesende uzun zamandır gözlerini izliyorum ben. Her duyguyu görüyorum. Dimdik durduğun zamanlarda aslında ne kadar yıkıldığını biliyorum. İçine ağladığını, göz yaşlarını gözlerinden bile sakladığını biliyorum. Belki de ben seni, senden daha iyi tanıyorumdur."

"Tanıma beni. İstemiyorum. Gözlerime bakma. Uzak dur benden. Bir daha asla acımı yaşarken bana destek olma. Bir kere sana ağlarsam asla dimdik duramam. Beni buna alıştırma. Sen beni sevsen bile ben seni sevmiyorum Theodore. Bu hep böyleydi. Çocukken arkadaşım olan Theodore'u severdim belki ama bana aşık Theodore'u sevmiyorum. Şimdi kalk yanımdan ve işini yapıp ordunla ilgilen. Bana destek olmak değil senin görevin."

Belki çok ağır konuştum. Belki de olması gereken buydu. Theodore ise sadece gülümsedi. Gülümseyerek bana selam verdi ve yanımdan kalktı. Ağlasaydı ya da kızsaydı bu kadar üzülmezdim. Benim sırdaşım sayılırdı. Dostumdu. Sadece arkadaşım olarak kalmalıydı. Bahçenin kapısına doğru ilerlerken durdu ve arkasına baktı.

"Bu arada onun adı Küçük Balık değil. O diğer balıklardan farklıdır Freya. Sıradan ve diğer aptal balıklara benzemez. Bu yüzden onun adı Manolya'dır. Adını bilir."

Ve gitti.
Gitmemeliydi ya da dur demeliydim.
Ama gitti.
Ne ben dur dedim ne de o bekledi.

Belki de olması gereken buydu. Ancak bütün çocukluğum onunla birlikte gitmişti. Belki çok fazla duygusallaştığım için böyle oldu. Tek bildiğim ise olması gerekenin bu olduğuydu.

Arkasından ne kadar baktım bilmiyordum. Ama gitmişti işte. Ona git diyen bendim böyle üzülmemeliydim. Başımı çevirip tekrar o balığa baktım.

"Manolya," diğer balıklarla yüzerken bir anda bana doğru döndü. Hızlı hızlı suyun yüzüne doğru geldiğinde gülümsedim. "Ben tam bir aptalım."

Gözümden bir damla yaş aktı. Gözlerimden düşen sıradan bir yaş değildi. Belki tek bir yaştı ama içinde yılların birikmişliği vardı. Bütün acılarımı tek bir yaşa sığdırdım. Bu sefer silmedim, sadece aktı ve çeşmeye düştü. Diğer acılarımı hep silerdim ama bu sefer silemedim.

Derin bir nefes alıp ayağa kalktım. Saçlarımı geri doğru savurup bahçenin çıkışına döndüm. Ona güveniyordum. Kimse bana dokunamazdı artık. Susturdukları kızın nasıl büyüdüğünü görmelerini sağlayacaktım. Bunun için ne yapmam gerekirse yapardım. Korku artık damarlarımda akan bir kan olacaktı. Onunla yaşayacaktım.

Adımlarımı hızlandırdım. Durmama sebep olan sese kadar yürüdüm.

"Korkarak bir şeyleri başaramazsın küçüğüm."

Arkamı dönüp baktığımda kaşlarım çatıldı.

Buraya nasıl girdi bu kadın?

 

***

Kimdi o kadın? Tahmin edemediniz di mi bir an? Çok zor di mi?

Aşk karım o benim.

Neyse sizi sevirem oylarınızı eksik etmeyin.

Öpüldünüzz<<33333

Loading...
0%