@l_mia1
|
"Belki son kezdi ama sanki ilk kez gibiydi." ⏳ "Pera ben geldim, bu robot ilk defa beni sorgulamadan kapıyı açtı" Salondan yükselen Darcy'in sesiyle uyanalı çok zaman geçmesine rağmen boş boş karşımdaki saatteki yelkovanın yavaşlığını, akrep'in hızını izledim. Bunu neden yaptığımı bilmiyorum ama iyi geldiğini, düşüncelerimin susmasını sağladığını söyleyebilirdim. Akrep tekrar yelkovanın önüne geçtiğinde istemsizce göz devirdim. Her zaman bir işin yavaş ilerlemesinden nefret ederdim ve şuan da yelkovandan nefret etme evresine geçmek üzereydim. Tabi ki Darcy hızla odaya girerek buna engel olmuştu ama illa ki bir gün o saate tekrar bakacaktım. Darcy odaya girdiğinde bakışlarını dağınık odada gezdirdi. Daha sonra bakışları hala yatakta olan bana döndüğünde bezmişçesine "Sen hala yatakta mısın?" diye sordu. Onun bu sorusunda cevap olarak omuz silkerek bu sefer saatin yanındaki tabloya diktim gözlerimi. Bu resmi kim asmıştı buraya yahu!? "Kızım çıksana şu yataktan yeter artık kaç gündür ölü gibi yatıyorsun" diye sitemle nefesini verdi. Karşımdaki çirkin tablodan bakışlarımı çevirerek Darcy'e baktım. Gözlerim hafif kısılırken "Sen lütfen Türkçe konuşma Darcy" dedim. Bu sözlerim onun şaşkınca bana bakmasına neden olurken "O neden?" diye sordu. Gülmemek için dudaklarımı dişlerken şuan ki surat ifadesine daha fazla dayanamayarak güldüm. "Çünkü aksanın belli oluyor ve çok komik oluyorsun" Bu sözlerimin üzerine Darcy bariz bir şekilde bozulduğunda daha fazla güldüm. Türkiye'ye geldiğimizde Darcy'e Türkçe öğretmek için oldukça çaba sarf etmiştim çünkü Darcy küçük bir çocuk gibi öğrenmemek için inat ediyordu. Neymiş efendim, öğrenmeme gerek yokmuş biz birbirimizle Rusça anlaşabilirmişiz. Bu konuda baya tartışmıştık ama en sonunda kabullenerek öğrenmişti. Tabi ki de benim gibi anadili Türkçe olmadığı için başlarda aksanı baya belli oluyordu ama zamanla onu da kontrol ederek benimle aynı seviyede konuşmaya başlamıştı. Ama bazen o aksan ortaya çıkıyordu yani! "Bak Pera bunu söylemeye devam edersen bir daha asla Türkçe konuşmam" diyerek kaşlarını çattığında bunu yapabileceğini iyi bildiğim için susarak başımı salladım. Bu hareketin onun yüzünde memnun bir gülümsemenin oluşmasını sağlamıştı. "O zaman hadi kalk artık, işimiz var" "Ne işi?" diye sorduğumda Darcy'in gözlerinden geçen pırıltılar meraklanmama neden olmuştu. "Bugün aldığım haberlere göre akşam bir davet varmış ve bil bakalım bu davete kimler katılıyor." "Kimler katılıyor" "Doğu Saraç ve dünya güzeli kızı Pera Dünya Saraç tabi ki de" dediğinde gözlerimi devirerek hızla itiraz ettim. "Ben asla o davete katılmam Darcy" "Sana fikrini soran olmadı Pera" "Darcy!" diye sinirle soluduğumda o da beni taklit ederek "Pera!" dedi. Benim aksine alayla söylemişti. Israrı karşısında az önce saate bakarken kaybettiğim aklım yerine geldiğinde kaşlarım havalandı. Dikkatimi çeken ayrıntıyla Darcy'e kocaman açtığım gözlerimle bakarak "Babam döndü mü?" diye heyecanla sordum. Darcy sorduğum soru karşısında umursamaz bir ses tonuyla "Evet uçağı bir kaç saat önce iniş yaptı" dedi. Bu cevap karşısında sesli bir çığlık atarak uzandığım yatağımdan kalkarak zıpladım. Mutlulukla zıplarken kocaman gülümsüyordum. Bir kaç ay önce önemli bir işinin olduğunu ve bir hafta orada kalacağını söyleyerek Rusya'ya gitmişti. İlk başlarda gerçekten bir hafta kalıp döneceğini düşünmüştüm ama o bir haftanın sonunda dönmemişti. Her aradığımda oradaki işlerin uzadığını veya bir problemin çıktığını söyleyerek o bir haftalık işi 3 aya çıkmıştı. Bu durum şüphelenmeme neden olsa da ona sorsam bile söylemeyeceğim bildiğimden dönmesini beklemiştim ve bugün döndüğü haberini almıştım. Onu çok ama çok özlemiştim. Yatağımda zıplamaya devam ederken Darcy'in duvara yaslanarak beni izlediğini gördüm. Suratında memnuniyetsizlik açıkça belli olurken bunun nedeninin babamın bu 3 aylık işinden(!) dolayı olduğunu az çok tahmin ediyordum. Darcy normalde benden başka herkese karşı oldukça mesafeliydi. Bu kişilerin arasında babam da vardı. Nedenini bilmediğim şekilde ondan nefret ediyordu. Bunu söylemese bile gözlerinden okuyabiliyordum. Wendy'e karşı söylendiği sahte nefret değil de, Rex'e karşı beslediği nefret gibiydi. Bu konuda her ne kadar üstüne gitmek istesem, aynı şekilde başka konularda üstüme geldiğinde susmak durumunda kalmıştım. Ama elbet bu konunun da mumu sönecek ve kokusu ortaya çıkacaktı. "Başka bir davetli daha var, bizim için çok önemli bir davetli" dediğinde yatakta zıplamayı keserek oturur pozisyona geçtim. Merakla kim olduğunu söylemesini beklediğimde beni bekletmeden cevaplamıştı. "Komiser Adas Alacakan" Duyduğum isimle şaşkınca bakakaldığımda Darcy anlatmaya başladı. "Bu davette önemli başarılara imza atmış, her meslekten insanlara ödül verilmek için düzenlenmiş. Saraç hastanesi olarak baban da ödül alacak ve Adas Alacakan da çökerttiği uyuşturucu çetesinden dolayı ödül alacak" Darcy'in anlattığı olayda takıldığım tek nokta komiserin de katılacak olmasıydı. Normalde araştırmalarıma göre emniyetin verdiği ödüller dışında diğer ödül törenlerine katılmamasıydı. Ama Darcy'in söylediğine göre bu sefer katılacaktı. Bu konuda yine de bir tereddüt yaşadım. Ya gelmezse... "Peki ben ne vasıfla orada bulunacağım," diye umursamazca sorduğumda içten içe kalbimin sızladığını hissettim. Bu sorum üzerine Darcy sinsice sırıtarak "Sen o davetin onur konuğusun çünkü ödülleri sen dağıtacaksın" dediğinde gözlerim irice açılarak Darcye baktım. Ne! "Ne! Asla yapmam bunu Darcy, Asla!" diyerekten başımı iki yana salladığımda Darcy ellerini iki yana açarak "Yapacaksın, hatta elbisen bile hazır" dedi. Keşke beni şuan burada hemencecik vursaydı da o cümleleri kurmasaydı. Her ne kadar inat etsem, yatakta tepinsem, kendimi yorgana sararak nefessiz bırakmaya çalışsam da Darcy her seferinde beni ikna ettiği gibi bu sefer de ikna etmişti. Artık en büyük düşmanım Darcy, nokta.
☆★☆ Saat ilerledikçe içimde büyüyen heyecanla üzerimdeki elbiseye dikkat ederek oturduğum koltuktan kalkarak kapıya doğru ilerledim. Çıkmadan önce aynadan son bir defa kendime baktım. Üzerimde Darcy'in söylediğinde göre kendi seçtiği gri renkte baştan aşağıya taşlarla kaplı askılı elbiseyle, aynı renk ince topuklu ve çantayla aydınlık, karanlık fark etmeksizin parlıyordum. Ciddi anlamda üzerindeki parlak taşlar evimin karanlık salonunda adeta parlıyordu. Darcy elbiseyi ilk getirdiğinde, açıp baktığımda anında itiraz ederek giymeyeceğimi söylemiştim. Bu kadar abartının fazla olduğunu her ne kadar söylesem de Darcy itiraz kabul etmeyerek ödül verecek birinin herkesten daha çok parlaması gerektiğini söylemişti. O zaman ne kadar çok itiraz etsem de şimdi aynadan kendime baktığımda üzerime oturuşu, saçlarımdaki kırmızılıkları gizleyerek onun yerine gri ışıltılarla kendimi çok beğenmiştim. Öyle ki keşke bu elbiseyle bir ödül de ben alsaydım diye düşünmemden durduramamıştım kendimi. Bu düşünceyi her ne kadar çok istiyor olsam da hiç bir zaman gerçekleşmeyeceği bilincindeyim. Artık üzülmüyorum, yani üzülmemeye çalışıyordum. Her şey hayatım içindi, başka hayatların önemi içindi. Gerisi teferruattı. Daha fazla aynadan kendime bakamadan içeride yankılanan Wendy'in "Bay Darcy kapıda sizi bekliyor Bayan Pera" demesi üzerine bakışlarımı aynadan çekerek kenarda asılı duran çantamı alarak kapıya ulaştım. Wendy beni fark ederek kapıyı açtığında dışarıya çıkarak adının hakkını verdiğini bir kez daha anladığım Darcyle karşı karşıya geldim. Darcy, benim aksime parlak kıyafetler giymemesine rağmen benden daha çok parlayacak bir şekilde karşımdaydı. Baştan aşağıya simsiyah giyinmişken uzun siyah saçlarına hafif ıslak bir görüntü vererek alnını açığa çıkarmıştı. Yani benden daha çok parladığına adım kadar emindim. Pardon yanlış cümleydi. İçten içe kendimi düzeltmeme göz devirdiğimde Darcy'in ıslık sesinin ardından bana doğru uzattığı eliyle "Miss. Saraç siz misiniz acaba?" diye çapkınca sorduğunda bu tavrı karşısında gülerek bana doğru uzattığı elinin arasına elimi bıraktığımda hafifçe eğilerek referans verdim. "Sizde Mr. Matt olmalısınız" "Soran sizseniz, evet benim" diyerek elinin arasındaki elime eğilerek bir öpücük kondurdu. Dudaklarımın arasından ufak bir kıkırtı çıktığında "Çok naziksin ama hiç sana göre değil Darcy" dedim. Darcy eğildiği gibi doğrulduğunda eski sert ifadesine bürünerek "Zaten çok kastım kendimi" dediğinde kahkaha attım. Darcyle arada birbirimizle böyle kibarlık tarifeleri uygulardık ama en sonunda illa birimiz patlak verir ve başaramazdık. Şimdi de büyük ihtimal yine aynısını yapmaya çalışmıştı ama yine başaramamıştı. Olsun ben onu böyle de seviyordum. "Gidelim mi, yoksa geç kalacağız" dediğinde kısa süreli yanımdan ayrılan heyecan tekrar kendini belli ettiğinde başımı olumlu anlamda sallayarak ilerlemeye başladım. Birlikte asansöre bindiğimizde ikimizde sessizleşmiştik. Aynı şey arabaya binene kadar devam ettiğinde içimdeki heyecanı bastırmak adına Darcy'e dönerek "Bugün yapmam gereken veya uyarılacak bir durum var mı?" diye sordum. Darcy kısa bir an bakışlarını yoldan ayırarak bana çevirdiğinde gözlerindeki ifadeden olduğunu anladım. Merakla söyleyeceği şeyi beklerken boşta kalan eliyle torpidoya uzanarak açtı. İçindeki bıçakların üzerinde duran beyaz dosyayı alarak bana uzattığında elinden alarak bakışlarımı dosyaya çevirdim. Bu davetlilerin adının yazılı olduğu listeydi. Üstten bir şekilde isimlere göz gezdirdim. Tanıdık birkaç kişiyi gördüm, babamın adı, kendi adım ve komiserin adı da yazılıydı. Listeye bir kez daha gözden geçirdim ama ne olduğunu anlamamıştım. Tekrar Darcy'e döndüğümde zaten bana bakıyordu. Bakışlarımdan olayı anlamadığımı anladığında tekrar yola dönerek anlatmaya başladı. "Çağlar Akersoy, Aker Holdingin varisi" dediğinde bakışlarım tekrar elimdeki listeye kaydı. Evet, söylediği isim de listedeydi. "Peki, ne yapacağız" dediğimde "Bu adamın babası şuan hapiste ve büyük ihtimal intikam almak için orada olacak" dedi. Olayı hala tam anlamadığımdan dolayı kaşlarım çatıldığında doğruyu bulmak adına "Peki, bu adama dikkat etmemiz lazım" diyerek emin olmak için Darcye baktığımda başını salladı. Hala her şey yerine oturmadığından dolayı "Neden dikkat etmemiz lazım" diye sorduğumda Darcy bu söyleyeceğinden pek hoşlanmıyormuş gibi yüzünü ekşitti. "Çünkü Çağlar'ın babası, Yücel Akersoy'u Adas Alacakan hapse atmış ve oğlu bu yüzden ondan intikam almak istiyor. Yani bugün onu koruyacağız" Duyduklarım karşısında dudaklarım aralanırken şaşkınca Darcye bakakaldım. Ne yani komiseri mi koruyacağız? Ne alaka? Şaşkınlığımı bir kenara atarak "Ne alaka ya" diye atıldığımda Darcy'in dudaklarından bir küfür kaçtı. Arabayı Manuel moda alarak geriye yaslandı. Elleriyle yüzünü ovalarken sabahtan beridir içinde tuttuğu sinirin çıkarıyormuş gibiydi. "Çünkü Rex böyle istiyor" Ne! Bu ne demekti şimdi? Rex böyle bir şeyi nasıl ister? Kafa karışıklığıyla kalakaldığımda içten içe anlamaya çalışıyordum. Neden bugün o komiseri koruyacaktım? Zaten hedefimiz zarar görmesi değil miydi? Bu nedendi. "Neden?" bu soruyu kendime sorarak bir cevap alamadığımda Darcy'e sormuştum. Çünkü nedenini bilmek istiyordum. İntikam, intikam, intikam diye bas bas bağıran adam, ne diye onu korumamamız isterdi? Darcy derin bir nefes verdi, ellerini direksiyona uzatmadan önce arabayı Manuel moddan çıkarttı. "Bilmiyorum, sormadım. Rex'i biliyorsun, sorgulayamazsın, soramazsın. Ne deniyorsa onu yaparsın" "Bu kadarını yapmam" diyerek başımı iki yana salladım. Boris'in katilini mi koruyacaktım. Asla! "Zorundayız Pera, zaten bilerek ödülleri senin dağıtmanı sağladı." Dişlerimi sıktım. Gözlerimi yavaşça yumarak geriye yaslandığımda içimden bildiğim tüm küfürleri sıraladım. Belliydi benim ödülleri dağıtmamada birinin parmağı olduğu. Çünkü Doğu Saraç'ın kızı olmaktan başka vasfım yoktu. "Ne yapmamız gerekiyor, düzgünce anlat" diye sordum hiç istemesem de. Ne demişti Darcy, Bu Rex'ti sorgulayamazsın, soramazsın. Sadece yapmak zorundasın. "Fazla bir şey değil, Adas Alacakan'ın yanında, yakınında duracağız ve Çağlar'ı yanına yaklaştırmayacağız" "Yani tüm davet boyunca komiserin kuyruğu gibi mi gezeceğiz, ne âlâ ne âlâ" diye homurdandığımda Darcy bakışları yoldayken çatılan kaşlarıyla "O ne demek" diye sorduğunda kendimi tutamayarak güldüm. "Ne iyi, diyecek bir şey yok anlamında söylenir Darcy," diye açıkladığımda çatık kaşları düzelmemişti. Bu da demek oluyor ki anlamamıştı. Başımı eğerek tekrar güldüğümde, yoldaki bakışları bana kaydı. "Ne gülüyorsun kızım, ne bilim ben anlamıyorum sizin dilinizi" dediğinde eğdiğim başımı kaldırarak "Farkındaysan bende Rusça bilmiyordum ama gel gör ki gayet iyi konuşabiliyorum" dedim. Sözlerimin ardından Darcy gülmeye başladığında suratımdaki gülüş yavaş yavaş soldu. Darcy, katıla katıla gülerken "Ne demezsin Pera, çok iyi konuşabiliyorsun... Kızım daha geçen gün seninle Rusça konuşurken bana rusça ve türkçe karışık cümle kurdun sen" dedi ve gülmeye devam etti. Yüzüm düşerken söylediği anı hatırladım. Darcy evde olduğumuz anlarda hep rusça konuşurdu benimle. Bende ona ayak uydurarak o şekilde konuşurdum ama bir gün dalgınlığıma gelmiş, rusça konuşurken anlamını unuttuğum kelimeyi türkçe olarak araya eklemiştim. O gün Darcy kurduğum cümleyle kahkahaya boğulmuş ve dilinden düşürmemişti. Ne yani bende insanım, unutmam normaldi! Tüm yol boyunca Darcyle uğraşmış içimdeki gerginliği bir nebze olsun dindirmiştim ama araba davetin yapılacağı mekanda durduğunda o gerginlik tekrar tüm hücrelerime dağılmıştı. Darcyle birlikte arabadan indiğimizde, arabanın anahtarını vale'ye vererek yanıma gelen Darcy bana doğru kolunu uzatarak arabada olduğunun aksine sert ifadesine büründüğünde hafif tebessüm ederek koluna girdim. Davetin olduğu binaya doğru ilerlerken etraftaki gazetecileri fark ettim. Ellerindeki mikrofon ve kameraların flaşlarıyla içeriye girenlerle konuşmaya çalışıyorlardı. Gazeteciler sakince karşısındaki kadınla-kim olduğunu bilmiyorum- röportaj yaparlarken aralarından biriyle göz göze geldiğimde yüzünde oluşan şaşkınlık ve ardından gelen "Pera Dünya Saraç geliyor" bağırışıyla tüm bakışlar üzerime döndü. Her şey birkaç saniye içinde gerçekleşirken karşısındaki kadını umursamadan hepsi bir anda üzerime doğru geldiğinde bu hareketi beklemediğim için şok olmuştum. Flaşların parlaklığı gözlerimi kamaştırırken arkamdan çıkan siyah takım elbiseli adamlar beni bir çemberin içine aldığında gazeteciler çemberin dışından bana ulaşarak soru sormaya çalışıyordu. Adamların nereden çıktığını anlamadığımda yan gözle Darcy'e baktım ama normal yüz ifadesiyle onun ayarladığını anladım. Gazeteciler resmen birbirilerinin üzerine çıkarcasına bana soru sormaya çalıştıklarında ne yapacağımı bilemedim. Hadi ama ilk defa bunu yaşıyordum. Hem, bu karmaşa niyeydi ki? Ben ne alaka ya, babama gitsinler. "Pera hanım, nasılsınız?" "Pera hanım bugün ödülleri siz dağıtacakmışsınız doğru mu?" "Babanızla neden ayrı geldiniz? "Yanınızdaki beyefendi kim Pera hanım?" Bu sorulardan daha nicesi sorulurken Darcy, hafifçe kulağıma eğilerek "Birkaç kelime söyle ve gidelim" dedi. Tekrar eski pozisyonuna döndüğünde koluna girdiğim elimi tutarak beni öne aldı ve bir adım gerimde durarak ceketini önünde ilikledi. Bu da onun hakkında soru soran gazetecilere bir cevap olmuştu. Bakışlarımı gazetecilerin üzerinde dolaştırdıktan sonra yüzüme sahte bir gülümseme kondurarak dudaklarımı araladım. "Hepinize merhaba arkadaşlar. Bugün önemli bir davet ve sizin de bildiğiniz gibi ödülleri ben dağıtacağım. Bu benim için gurur verici bir an olacak. Onun için beni güzel çekmeye bakın olur mu?" diyerek göz kırptığımda gazetecilerin bağırışları çoğaldı. "İlginiz için teşekkürler, iyi eğlenceler" dediğimde Darcy tekrar öne gelerek kolunu uzattı. Aynı şekilde koluna girdiğimde önümdeki adamlar gazetecileri kenara çekerek ortadan geçmemiz için yol açtılar. Davet alanına sorunsuz bir şekilde girdiğimizde bakışlarımı etrafta gezdirdim. İlk girdiğimizde göze çarpan devasa taşlarla kaplı kristal avizeydi. Tavandan aşağıya sarkan avize az çok gözümü korkutmuştu. Hep böyle büyük avizelerden korkardım. Ya birinin üzerine düşer o taşlar kanla kaplanırsa diye düşündürdüm. Bu düşünceyle irkildim. Bu düşünceyi aklımın bir köşesinden geriye iterek duvarlardaki desenlere odaklandım. Tüm duvar boyunca garip eğreti desenler vardı, bu insanın gözünü yormak yerine ilgisini çekiyordu. Bana göre... Küçük yuvarlak masalar vardı ve etrafında insanlar birbirleriyle sohbet ederek bir şeyler içiyordu. Ortada kocaman bir alan vardı ve bu alan büyük ihtimal dans için ayrılmıştı. Hemen o alanın arkasında ise bir sahne vardı. İşte, benim görev alanım orasıydı. Darcy kendi yönlendirmesiyle bir masaya doğru ilerlediğinde masadakilere göz gezdirdim. 3 erkek 2 kadın vardı masada. Aralarından ikisini tanıyordum. Bizim hastaneden doktordu. Büyük ihtimal kollarına girdikleri kişilerde eşleriydi. Yaklaştıkça tek başına yanındakilerle konuşan adamın yüzü açığa çıktığında az önce gazetecilere karşı gösterdiğim sahte tebessümüm kocaman gerçek bir gülümsemeye büründüğünde Darcy'e kolundan çıkarak masada arkasına geçtim. Masadakilerin bakışlara bana döndüğünde yüzlerinde bir gülümseme belirdi. Onlara baş selamı vererek parmağımı kaldırdım ve arkası bana dönük olan babamın omzuna dokundum. Babam temasımla duraksayarak arkasını döndü. Babamın yüzünü gördüğümde onu ne kadar çok özlediğimi fark ettim. Aynı şekilde onun bakışlarında da özlemin emareleri belirdiğinde başımı yana eğerek "Babacım" dedim. Babam da beni taklit ederek "Dünyam" dedi. Hızla öne atılarak kollarımı boynuna doladığımda onun da ellerini sırtımda hissettim. Çenemi omzuna yasladığımda boynundan burnuma dolan tarçın kokusunu soludum. Babamın eli saçlarımda gezerken daha fazla sarılı kalamadan birbirimizden ayrıldık. Şuan hasret giderecek bir ortamda değildik. Babamla yüz yüze geldiğinizde gözleri arkamda duran Darcy'e takılmıştı. Büyük ihtimal başıyla babama selam veren Darcy'e karşılık aynı şekilde selam verdiğinde açık kahverengi gözleri gözlerime döndü. "Çok özledim seni" diyerek dudak büzdüğümde babam bu halime gülmüştü. Elini kaldırarak burnuma hafifçe vurduğunda "Hala dudak büzüyorsun. Büyüdün sen, büyüdün" dediğinde omuz silkerek biraz daha ona yaklaştım. "Büyümedim, ben hala Doğu'nun küçük dünyasıyım" Babamın gözlerinden kısa bir an hüzün geçti ama hızla onu yok ederek başını salladı. "Sen hala Doğu'nun küçük dünyasısın." Yüzümdeki gülüş büyüdüğünde babam masadaki arkadaşlarına ayıp olmasın diye önüne dönmüş ve beni onlarla tanıştırmıştı. Zaten hastanede bir kaç kez denk gelmiştim ama isimlerini hatırlamıyordum. Böylece onları da öğrenmiştim. Babamla konuşacak çok konularım vardı ama şuan yeri ve zamanı olmadığı için davet çıkışına ertelemiştim. Masada babamın en son yaptığı ameliyatın başarısı konuşulurken hafiften sıkılmaya başlamıştım. Başımı yana çevirerek Darcy'e ödüllerin ne zaman dağıtılacağını soracağım an göz göze geldiğim bedenle duraksadım. Üzerine giydiği siyah takım elbise ve her zamanki dağınık saçlarıyla hemen ilerideki masada durmuş bana bakıyordu. Siyah gömleğinin üzerine herkes gibi kravat takmak yerine birkaç düğmesini açık bırakmış ve gümüş bir zincir takmıştı. Bu haliyle diğer herkesten farklı gözüküyordu. Ve neredeyse tüm gözler üzerindeydi. Ela gözlerine bakarken onların da benim üzerimde gezmesiyle yerimde kıpırdandım. Bu hareketimi fark etmiş gibi elaları tekrar gözlerime çıktığında dudaklarının kenarı hafif kıvrılmış ve küçük bir baş selamı vermişti. Aynı şekilde karşılık verdiğimde son kez bana bakmış daha sonra yanındaki konuşan adama dönmüştü. Onunla bu kadar erken karşılaşacağımı düşünmemiştim. En azından ödül dağıtacağım an falan görürüm diye düşünmüştüm. Birden gördüğümde ne yapacağımı şaşırmıştım. Özellikle üzerindeki takımla karakolda bile olmasak komiser olduğunu belli ediyordu. Aniden içimde bir his belirdi. Göğsüme baskı yapan bu his derince yutkunmam neden oldu. Bu gece çok farklı olacaktı. Neden, nasıl bilmiyorum ama öyle hissediyordum. Arkamı dönerek Darcy'e baktığımda hemen ardımda durmuş etrafa bakınıyordu. Ona baktığımı fark ederek bana döndüğünde başımla yaklaşmasını işaret ettim. Hemen anlayarak yaklaştığında "Ne zaman başlayacak bu ödül töreni?" diye sordum. "Birazdan başlar ama önce senin için ayarlanan odaya gitmemiz lazım" "Gidelim o zaman" Darcy beni onayladığında babama dönerek hazırlanmak için gitmem gerektiğini söyledim. Babam önceden benim yapacağım görevi bildiği için yanağımdan öperek şans dilemişti. Davet alanından çıkarak merdivenlere yöneldiğimizde ortam sessizleştiğinde Darcy'e dönerek "Adas komiseri gördüm" dedim. Darcy derin bir nefes alarak "Bende gördüm" dedi. "Neden bilmiyorum ama içimden bir ses bugün çok farklı geçeceğini söylüyor." "Biliyor musun, benim de" sıkıntıyla elini ensesine atarak ovdu. "Ne yapacağız?" diye endişeyle sorduğumda omuz silkti. "Her zamanki gibi, kötü bir şey sezdiğim an seni buradan çıkartacağım" dedi kendinden emin ses tonuyla. "Peki ya Rex'in söylediği" "Onu sen boşver, ben halledeceğim" dedi. Bu cevabından sonra benim için hazırlanan odaya gelmiştik. Darcy öne geçerek kapıyı açtığında bu hareketine karşılık göz devirdim. "Kimse yok burada Darcy, mütevaziliğe gerek yok" Darcy bu sözümün ardından dudaklarında beliren çapkın gülümsemeyle "Ben her zaman sizin yanınızda olacak ve kapınızı açacağım Miss. Saraç" dedi. Gözlerim kısıldığında elimi yumruk yaparak omzuna vurdum. "Şımarma" Darcy ifadesini bozarak güldüğünde gülüşüne karşılık verdim. Bakışlarımı Darcy 'den alarak küçük odada gezdirdiğimde sadece bir makyaj masası ve önündeki sandalye dışında hiçbir şey yoktu. Aslında bir odaya da gerek yoktu. "Pera" diye seslenen Darcyle ona döndüğümde nereden çıkardığını bilmediğim başka bir kağıtı bana uzattı. Elimi uzatarak kağıtı aldığımda bunun ödül vereceğim isimler olduğunu anladım. Toplamda 5 kişiye ödül verecektim sonra devamında da başka biri diğer isimlere ödüllerini verecekti. Kimlere vereceğime baktığımda gördüğüm tanıdık isimlerle sıkıntıyla nefes verdim. Doğu Saraç Adas Alacakan Çağlar Akersoy Diğer iki kişiyi tanımıyordum ama keşke bu üç kişide tanımadığım insanların olsaydı. Tamam babamın ödülünü vermek isterdim ama bu benim gözümde biraz saygısızcaydı. Hiçbir özelliğim yokken babamın alacağı ödülü vermem biraz... Bana göre öyleydi, bilmiyorum. Başımı kağıttan kaldırarak Darcy'e baktığımda gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. "Bunu da Rex ayarladı değil mi?" diyerekten elimdeki kağıtı gösterdiğimde dudaklarını birbirine bastırarak omuzlarını kaldırdı. O yapmıştı. Hayatımın her noktasını işgal etmeye çalışması sinirimi bozmaya başlamıştı. Ona her ne kadar bana karışmamasını işi halledeceğimi söylesem de, beni ciddiye almadığını şuan fark ediyordum. Döndükten sonra Rex'le konuşma yapmam gerektiğini aklımın bir köşesine not ettim. Ayakta durmak bir işime yaramayacağı için masanın önündeki sandalyeye dikkatlice oturdum. Önündeki aynadan kendime baktığımda dudağımdaki rujun hafiften silindiğini gördüm. Çantamdan rujumu çıkarmak için bakındığımda yanıma almadığımı fark ettim. Aynadan Darcy'e baktığımda masumca "Darcy, çantamı aşağıda unutmuşum" dedim. Hiçbir şey söylemeden arkasını dönüp kapıya doğru ilerlediğinde sırıttım. Kapıyı açmadan önce "Hemen gelirim, dikkat et" dedi ve çıktı. Tekrar önüme dönerek aynadan kendime baktığımda mavi gözlerim, göz kapaklarıma sürdüğüm gri simli farla adeta parlıyordu. Hemen gözümün altına yapıştırdığım taşları da elbisemden düştükleri için değerlendirmek istemiştim. Ve farklı bir hava da katmıştı. Şuan dudaklarımda soluk pembe-sarı bir renk vardı ama stresten dudaklarımı emdiğim için silinmişti. Darcy çabuk gelse de hemen halletsem diye düşünürken kapının açılma sesiyle onun geldiğini anladım. "Nerede kaldın Darcy, hadi ver çantayı" diyerek elimi arkaya uzattığımda bekledim. Elimin üzerinde ağırlık beklerken hiçbir şey hissetmediğimde aynadan arkama baktım. Gördüğüm bedenle şaşırırken oturduğum yerden hızla kalkarak arkama döndüm. Kapıyı kapatarak bana yaklaşan bedenle ne yapacağımı bilmeyerek kalakaldım ama aramızda az bir mesafe kaldığında kendime geldim. "Ne işiniz var sizin burada?" diyerekten kaşlarımı çattığımda ela gözler gözlerimin tam içine bakıyordu. Cevap vermeden bakmaya devam ettiğinde kollarımı göğsümde bağlayarak onun gibi dik dik baktım. Komiser'in gözleri yine puslandığında dudakları aralandı. Kısa bir an bakışlarım dudaklarına düştü ama kendimi toparlayarak gözlerine baktım. "Merhaba, Pera Dünya Saraç" "Merhaba, Adas Alacakan" "Nasılsınız?" diye gerçekten de merak ediyormuşçasına sordu. "İyiyim, siz nasılsınız?" Umurumda değil. "Bende iyiyim" Konuşmamız burada sonlanmıştı. Ama ben hala neden burada olduğunu anlayamadığım için kaşlarımı çatmaktan geri durmadım. Ela gözlerine bakarken zaten sinirleniyordum birde öylece durup bana bakması daha da sinirlenmemi sağlıyordu. "Neden buradasınız komiser" diye sordum. Her ne kadar cevabını merak ediyor olsam da burada daha fazla durmasını istemiyordum. "Birazdan tören başlayacak hazırlanmam gerekiyor." Komiser başını sallayarak arkasını döndüğünde şaşkınca ona baktım. "Nereye?" dediğimde adımları kapının önünde durmuştu. Başını çevirerek bana baktığında eliyle kapıyı gösterdi. "Hazırlanacağınızı söylediniz o yüzden çıkıyorum." "Çıkmadan önce neden geldiğinizi söyleseniz." "Lavaboyu arıyordum." "Bu oda da mı?" "Hayır, her yerde" "Peki şuan niye buradasınız?" "Çünkü size selam vermek istedim." "Hani lavaboyu arıyordunuz?" diyerek ters köşe yaptığımda bir komiserle konuştuğumu unutmuş olacağım ki "Burayı lavabo sandım ama olmadığını sizi görünce anladım ve size selam vermek istedim " dediğinde tekrar fark ettim. "Keşke başından düzgünce anlatsaydınız" diye homurdandığımda omuz silkti. Tekrar kapıya yönelerek açtığında gitmeden önce bir kez daha bana baktı. Ela gözlerindeki puslanma dağılmıştı ve kısıkça bakıyordu. Bir şey söyleyecekmiş gibi duruyordu ama konuşmuyordu, öylece bana bakıyordu. Sanki bir şey söyleyecek de söyleyemiyormuş gibiydi. Garipti. "Ödül töreninde görüşürüz Dünya Saraç" Arkasını dönerek kapıdan çıktı. Kapı kapandığında öylece kapanan kapıya bakakaldım. Neydi bu şimdi. Birden bire odaya giriyor ve öylece çıkıp gidiyor. Hal ve hareketleri de bir tuhaftı. Kapı birden açıldığında irkildim. Darcy elinde tuttuğu çantamı havaya kaldırarak "Merdivenlerden bile çantan parlıyorsa seni düşünemiyorum" dedi. Sözlerinin ardından güldüğünde az önce komiseri Darcyle karşı karşıya getirmemek için gitmesini istemiştim. Görünüşe bakılırsa da karşılaşmamışlardı. "Teşekkürler Darcy" Darcy'e doğru ilerleyerek elinden çantamı aldığım gibi masaya doğru ilerleyerek rujumu çıkardım. Tazelediğim rujla öylece sandalyeye oturarak zamanın gelmesini bekledim.
☆★☆ "Değerli konuklarım hepiniz hoş geldiniz, bu güzel gecede bizi yalnız bırakmadığınız için hepinize teşekkür ederim." Salonda yankılanan alkış sesiyle sahnedeki konuşan adam devam etti. "Değerli konuklarım, şimdi ödülleri takdim etmesi için sahneye Pera Dünya Saraç'ı davet ediyorum" Sahnedeki adamın adımı seslenmesiyle dinen alkış sesleri tekrar yükseldiğinde babamın bana attığı gururlu bakışlar eşliğinde Darcy'in bana uzattığı avucunun içine elimi bıraktığımda, birlikte sahneye doğru ilerledik. Alkışlayan insanların arasından ilerlerken kalbim göğüs kafesimden dışarı çıkmak için can atarcasına atarken sakin olmaya çalışıyordum. Sahnenin önündeki merdivenlere geldiğimizde Darcy'in elinden elimi çektim. Darcy sahnenin kenarına geçmeden önce kimse onu görmüyorken yüzünde beliren tebessümle göz kırptı. Bu benim içimi rahatlatırken eski ifadesine büründü. Merdivenleri çıkarak sahneye doğru ilerlediğimde oradaki adam bana gülümseyerek elindeki mikrofonu uzattı. Tüm bakışların benim üzerimde olduğu bilincindeyken içten içe kendimi her şeyin sorunsuz geçeceğini tekrarlıyordum. Sorun yok Pera, her şey güzel ilerliyor. Sakin. "Herkese iyi akşamlar diliyorum" diyerek söze başladığımda herkesten alkış sesi yükseldi. Dinmesini bekledikten sonra devam ettim. "Bugün burada başarılarına başarı katarak bizi gururlandıran değerli insanlar için hazırlanan, onlara yakışacak ödülleri takdim etmek üzere buradayım" Basın izni olduğu için tüm flaşlar üzerime patlıyordu. Bu duruma alışık olmadığımdan gözlerim kamaşsa da belli etmedim. Şuan tek isteğim hızlıca isimlere ödüllerini vererek buradan inmekti. Buradan insanlara baktığımda bazılarının gülümseyerek beni izlediğini, bazılarımım kendi aralarında fısıldaştığını, bazılarının da yani sadece Adas Alacakan'ın gözlerini öylece bana diktiğini görebiliyordum. Kısa da olsa komiserle göz göze geldiğinde bakışlarında bir şeylere rastlamıştım. İçten içe gülmek istesem de kendimi tuttum. Çünkü bakışlarındaki hayranlık apaçık kendini belli ediyordu. Bu durum sebepsizce hoşuma gitmişti. Omuzlarım eskisine kıyasla daha da dikleştirdiğimde yüzümde özgüvenli bir gülümseme oluştu. Buraya çıkmadan önce elime tutuşturulan kağıta göz attığımda ilk sırada babamın ismini gördüm. "Evet, şimdi ödülünü takdim edebilmem için adını tüm dünyaya duyurmuş, başarılarının altına sayısızca imzasını atmış ve bu durumu gururlu bir şekilde sunabildiğim için minnettar olduğum Saraç Hastanesi'nin Başhekimi Doğu Saraç'ı, sahneye davet ediyorum." Eskisinden daha yüksek sesli bir alkış seli başladığında ilerideki masadan buraya doğru yürüyen babama baktım. Yakışıklılığından ödün vermeyerek asil bir şekilde onu alkışlayanlara samimi gülümsemelerini sunuyordu. Sahneye çıkan merdivenlerde göz göze geldiğimizde gözlerim doldu. Onun başarısını içten bir gururla hissetmek duygulanmama neden olmuştu. Babam bana doğru geldiğinde sahne arkasından elindeki ödülle bana doğru bir kız geldi. Ödülü elinden aldım. Kısa bir an ödülü incelediğimde elmas şeklindeki kristal plaketin üzerinde doktor önlüğü asılıydı ve babamın adı kocaman harflerle yazılmıştı. Demek ki her mesleğe farklı bir aura yaratmışlardı. Babam yanıma geldiğinde ikimizin de yüzünde kocaman bir gülümseme vardı ama ikimizin bakışlarında da gurur net bir şekilde ortadaydı. Elimdeki plaketi babama uzattığımda elimden almadan önce uzanarak yanağıma bir öpücük kondurmuştu. Onun bu hareketi salonda gülüşmeleri ve alkışların yankılanmasına sağlamıştı. Bende gülerek başımı yana eğdim. Babam uzanıp elimden plaketi aldı. Konuşma yapması için geri çekildiğimde babam mikrofonun başına geçti. Salonda sessizlik oluştuğunda herkes pür dikkat babamı izliyordu. "Öncelikle herkese iyi akşamlar, bu güzel gecede bu kadar değerli bir ödül aldığım için oldukça mutluyum. Özellikle bu ödülü biricik kızımdan almak mutluluğuma mutluluk kattığını da söylemek isterim." diyerek vücudunu yan döndürerek bana baktı. Ona en içten gülümsemelerimi gönderdiğimde göz kırptı. Tekrar önüne döndüğünde sözlerine devam etti. Kısa tutarak yaptığı başarının ne gibi sonuçları olduğunu anlattı. Herkes dikkatle onu dinliyordu. Babam konuşmaya devam ederken elimdeki kağıtta bir sonraki isme baktığımda bu kişi hedefimiz olan kişi olduğunu gördüm. İstemsizce içime bir sıkıntı düştüğünde ifademi sabit tuttum. "Ve son olarak buralara gelmemde beni en çok destekleyen, benim kendimi bulmamı sağlayan kardeşime teşekkürlerimi sunarım" dediğinde başımı kağıttan kaldırdım. Kaşlarım çatıldığında Darcy'le göz göze geldim. O da bu sözlere şaşırmış, anlamamıştı. "Dünya Saraç, seni daima kalbimde taşıyacağım güzel kardeşim" Babamın sözleriyle irkildim. Gözlerim aralandığında nefesimin soluk borumda takıldığını hissettim. Kalp atışlarım normal hızını aşmışken elim ayağım titremeye başladı. Gözlerimin içi yanarken Darcy'in başını iki yana salladığını gördüm. Bakışlarım Darcyden babama kaydığında aldığı alkışlarla arkasına dönerek bana baktı. Kıpırdamadan öylece ona baktığımda yanlış bir şeylerin olduğunu anladı. Kaşları çatıldığında dişlerimi sıktım. Göğsüm zorlukla inip kalkıyordu. Babama öyle bir baktım ki, gözlerimden aklımdaki düşünceleri okuduğunu değişen ifadesinden anladım. Yanlış yapmıştı, yapmamalıydı, bunu söylememeliydi. Elim ayağım titrerken ayakta duramadığımı hissediyordum. Kendime gelmem lazımdı, kalan 4 kişiyi de sunarak bu sahneden inmem gerekiyordu. İçime zorda olsa bir nefes çektim ama boğazımdaki yumru izin vermedi, kendimi zorladım. Nefes alamasam bile gülümsedim. Kimseye belli etmedim ama içimin yandığını yüzümdeki gülümsemeyle gizledim. Babama doğru ilerlediğimde gözlerimi ondan kaçırdım. Bakarsam toparlanamaz ve salonu hızla terk ederdim. Yaptığı yanlışın farkındaydı ama artık çok geçti. Kameraların olduğu tarafa doğru geçerek babamın elindeki plakete uzandım. İkimiz de plaketi tuttuğumuzda kameraların flaşları patladı. Bir kaç fotoğraf çekildiğinde elimi hızla çekerek yan gözle babama baktım ve onu uğurladım. Her ne kadar kalmak isteyen gözlerle baksa da inmesi gerekiyordu. Tekrar mikrofonun başına geçtiğimde biraz da olsa sakinleşmiştim. Hiç beklemeden sıradaki ismi açıklamak için elimdeki kâğıtta ayrıntıları okudum ve beni izleyen insanlara baktım. Babama bakmaktan kaçındım. "Şimdi sırada, son zamanlarda yaptığı işlerle gündeme gelen, diğer ülkelerin birinci sıralarında yer alan Aker Holding'in CEO'su Çağlar Akersoy'u sahneye davet ediyordum." Salon alkışlarla yankılandığında buraya doğru yaklaşan adamı izledim. Yaşlı birini bekliyordum ama benimle aynı yaşlarda duran genç biriydi. Siyah saçları geriye düzgün bir şekilde taranmış, benim gözlerime kıyasla daha koyu mavi gözlerini ortaya çıkarmıştı. Keskin çene hattı, kavisli burnu ve kalın dudakları yüzüne ayrı bir hava katmıştı. Gerçekten yakışıklıydı. Arkadan aynı kız başka bir plaket uzattığında elinden alarak inceledim. Babama verdiğim plaketten farklıydı, kristal bir binanın üzerinde isim yazılıydı. Oldukça güzeldi. Çağlar Akersoy, sahneye çıktığında bana doğru ilerlerken yüzünde oldukça hoş bir gülümseme vardı. Aynı şekilde karşılık verdiğimde karşımda durdu. Elimdeki plaketi uzattığımda birden bana doğru bir adım atarak yaklaştığında şaşırdım. Yaptığı bu harekete anlam vermezken "Öpmeyecek miyim?" diye kısık bir sesle fısıldadı. Bu sözüne karşılık kaşlarım kısa bir an çatıldı ama insanların bizi izlediğini bildiğim için anında düzelttim ama dişlerimi sıkmama mani olamadım. "Anlamadım" diye sorduğumda sırıtmaya başladı. Bana doğru bir adım daha attığında "Az önce babanız gibi sizi öpmeyecek miyim?" dedi. Öyle gevşek konuşuyordu ki biraz daha devam ederse kimseyi umursamadan yüzüne güzel bir yumruk geçirecektim. "Kendinize gelin, ödülünüzü alın ve konuşmanızı yapın Çağlar Akersoy." "Kendimdeydim zaten, sadece bu ödülün yanında sizden öpücük alacağımı düşünmüştüm" "Yanlış düşünmüşsünüz şimdi elimden bir kaza çıkmadan şu ödülü alın ve gidin," diye sertçe konuştum. Gözlerini ondan alarak etrafa çevirdiğimde herkes bize bakıyordu. Bazıları bir şeyler konuştuğumuzu düşünüyor olacak ki gülümsüyor, bazıları ise bu duruma kaşları çatık bakıyordu. Bunlardan biri komiserken çatığı kaşlarıyla doğruca bana bakıyordu. Yüzümden gerginlik akarken beni tanımadığı için bunu anlamayacağını düşünüyordum ama o tek kaşını kaldırmış başını iki yana sallamıştı. Bir sorun olduğunu anlamış, ne olduğunu soruyordu. Ona hiçbir şey açıklamayacağım için gözlerimi gözlerinden çekerek karşımdaki adama diktim. Hala sırıtması sinirlerimi zorlarken kendimden taviz vermedim. "Şimdi şu ödülü alın ve sadece kendinizin inandığı yalanları millete anlatın" Plaketin yere düşmesini umursamadan bıraktığımda şaşkınca öne atılarak tutmaya çalıştı. Bu haline gülmek istesem de şaşkın bir ifadeyle baktım. Çağlar denen adam kendini toparladığında yan gözle bana bir bakış atmıştı. Omuz silktim. Mikrofonun başına geçerek konuşmaya başladığında ilk cümlesinden bile akan yalanla göz devirmiştim. Anlat gülüm anlat, dikene anlat. Yaptığı boş konuşması bittiğinde mecburen yanına doğru ilerleyerek kameraların karşısına geçtik. Hemen yanımda durduğunda parmak ucuyla plakete dokundum. Çağlar denen adam elini belime koyacağını hissettiğimde yan bir bakış atarak aramıza baya bir mesafe bıraktım. Bu saatten sonra kim ne anlarsa umurumda değildi. Baştaki düşüncelerimi hızla aklımdan silmiş, şimdiden bu adamdan nefret etmeye başlamıştım. Birkaç çekişten sonra hızla kendimi geri çekerek hiç yüzüne bakmadan eski yerime mikrofonun başına geçtim. Sinirden deli olmuştum ama şuan kazasız bitirmek istiyordum. Tek isteğim buydu. Elimdeki kağıda baktığımda sıradaki isimle gerildim. Neden gerildiğimi bilmiyordum ama avuç içlerim terlemişti. İçime derin bir nefes çektim. "Sıradaki isimi hepiniz duymuşsunuzdur, yaptığı son operasyonla ülkemizi gururlandıran Komiser Adas Alacakan'ı sahneye davet ediyorum." Tüm salonda güçlü alkışlar yankılandığında şaşırmıştım. Az önce iki kişiyi sunmuştum ama hiç biri bu kadar güçlü, tutkulu alkışlara tutulmamıştı. Demek oluyor ki Adas Alacakan gerçekten başarılı birisiydi ve herkes onu tanıyordu. Kendinden emin adımlarla insanların arasından ilerleyen bedene takıldı gözlerim. Dağınık saçları normalde sevmezdim ama bu adama ayrı bir hava katıyordu. Tıpkı her zaman kısık bakan gözleri gibi. Attığı sert adımlar yanından geçtiği insanların onu baştan aşağıya süzmesini, onun hakkında iltifatlar etmesini sağlıyordu. Buraya aykırı ama bir o kadar uyumlu gibiydi. Karmaşıktı, çok ama çok... Sahneye çıkmadan önce kenarda duran Darcy'e bir bakış atmıştı. Bu bakışta bir anlam vardı ama kısık gözleri görmemi engellemişti. Arkadan bir kız tekrar elime plaket tutuşturduğunda bu sefer inceleyemeden seri adımlarla yanıma gelen komisere ilerlemek zorunda kalmıştım. Acelesi vardı sanki bu ne hız yahu. Komiserle karşı karşıya durduğumuzda ela gözlerine baktım. Bu sefer puslu değildi ama kızgındı. Kimeydi bilmiyorum ama gözlerimin tam içine bakarak o kızgınlık harmanlandığında bana olup olmadığını sorguladım. "Ne dedi o?" diye birden sorduğunda kaşlarım havalandı. "Kim?" "Akersoy ne dedi?" "Bundan size ne?" "Pera!" kızgın ses tonuyla adımı seslenmesine az daha gülecektim. Kendimi tutamayarak hafifçe güldüğümde onun gibi yaparak adıyla seslendim. "Efendim Adas!" Birden komiserin de yüzündeki kızgın ifade silinerek güldüğünde öylece birbirimize bakarak güldük. Ela gözleri daha da kısılmış, nerdeyse kaybolmuştu. Benim gözlerimin de onun gözlerinden bir farkının olmadığına emindim. Bu flaşlar birden çoğalmış mıydı? Adas komiser uzanarak elimden plaketi aldığında hala gülümsüyordu. Bende aynı şekildeyken geriye çekilerek geçmesi için yol verdim. Mikrofonun olduğu kısma geçtiğinde içimden saymaya başladım. 1,2,3 Komiser mikrofona parmağıyla dokundu. Bir kez de üfledi. Elindeki plakete hiç bakmazken yüzündeki gülümseme silinerek ciddileşti. Dudaklarını mikrofona yaklaştırdı. 4,5,6 "Herkese iyi akşamlar ve ödül için teşekkürler" dedi ve elindeki ödülü bir kez kaldırdı. 7,8,9 Arkasına dönerek bana baktığında gülmemek için kendimi zor tuttum. Tam 10 saniyede bitirmişti. İşte, kameralarda ki Adas komiser buydu. Bunu tahmin etmiştim ve bu yüzden saymaya başlamıştım. Dediğim gibi de olmuştu. Herkes komisere şaşkınca bakarken bende yanına ilerleyerek kameraların karşısına geçtik. Elindeki plaketi hafif öne doğru uzatarak ulaşmamı sağladığında biraz daha yaklaşmak zorunda kaldım. "Hala ne söylediğini söylemedin?" "Niye bu kadar ısrar ediyorsun?" "Sadece merak" diyerek omuz silkti. Bende daha fazla uzatmadım. "Babam yanağımdan öptüğü için kendi de öpmek istedi ama hallettim" dediğimde başını aniden benden tarafa çevirdi. Gözlerinden geçen ifadeyle kaşlarım havalandı. "Ne oldu sinirlendiniz mi?" "Evet," diye düşünmeden cevapladığında duraksadım. Bunu demesini beklemiyordum. O da zaten hiç çekinmemişti söylerken. Bu durum yüzümde bir gülümsemenin oluşmasını sağlarken hedefime ilk adımı attığımı anladım. Ona yaklaşıyordum, sinsi bir yılan gibi ona yaklaşıyordum. Kameraların flaşı patlarken daha fazla bakmadan geri çekildim. Komiser de çekildiğinde tek kaşımı kaldırarak "Görüşürüz komiserim" dedim. Başını sallayarak indiğinde mutluydum. Hedefime yaklaştığımı fark ettiğin için mutluydum. Bir sonraki isimleri çağırırken de aynı mutlulukla isimlerini anons ettim. Ödüllerini verdim ve uğurladım. En son ödülü de verdiğimde sakince sahneden Darcy yardımıyla indim. Darcy masaya doğru ilerlerken kulağıma yaklaşarak "Harikaydın" diye fısıldadı. Ona göz kırptığımda ifadesini bozmadı ama ben güldüğünü varsaydım. Darcy böyleydi, herkese ateş bana su. Babamın olduğu masaya gitmek istemediğim için beni durduran insanlarla konuşmaya başladım. Benden sonra ödül dağıtacak adam çıktığında herkes ödülünü aldı. Davet az önceki gürültüye kıyasla sessizleştiğinde herkes birbiriyle ya iş hakkında ya da etraftaki insanlar hakkında konuşmaya başladı. Bende aynı şekilde bana sorulan soruları cevapladım. Konu okulumdan mesleğime geldiğinde suratım düşmüştü ama onlara çaktırmamak için sahte bir tebessüm kondurdum dudaklarıma. Tam onlara cevap verecekken salonda yükselen müzik sesiyle herkes etrafa bakınmıştı. Bir adam sahnede eşleri dansa çağırdığında çoğu kişi dans pistine doğru ilerlemeye başlamıştı bile. Tekrar önüme döndüğümde masadaki herkesin gittiğini gördüm. Büyük ihtimal dans etmeye gitmişlerdi. Masa da tek kaldığımda yanımda duran Darcye döndüm. Onun bakışları üzerimdeyken dudak büzdüm. "Sıkıldım." Yüzünde bir gülümseme oluştuğunda "Biraz daha sabret" dedi. Omuz silktiğimde birden yüzündeki gülümsemeyi silerek kafasını sağ tarafa çevirdi ve birine kilitlendi. Ne olduğunu anlamazken o tarafa doğru döndüğümde bana doğru yaklaşan Çağlar Akersoy'la yüzümü buruşturdum. Bu ne laf anlamaz insandı ya. Darcy öylece ona bakarken kısıkça hiçbir şey yapmamasını fısıldadım. Çünkü Darcy birine kilitlendi mi çok kötü şeyler olacağını ve arabasındaki bıçakların gün yüzü göreceğine işaretti. Bunu önlemek adına fısıldamıştım ama hiç sakin olmak istiyormuş gibi değildi. Büyük ihtimal sahnede bizi duymuştu ve rahatsız olduğumu görmüştü. Yanımıza yaklaşan adama doğru döndüğümde tam yanıma geldiğinde elini bana doğru uzattı. Bu hareketiyle kaşlarım havalandığında yüzünde eksik olmayan sırıtışla "Bu dansı lütfeder misiniz Bayan Pera" dedi. Gözlerimi delirmemek için kendimi zor tuttum. Bayan Pera mı? Wendy misin sen? "Hayır, etmem" "Ama üzülürüm" diyerekten surat astı. "Olabilir, üzülüp üzülmenizle ilgilenmiyorum" "Sadece bir dans, hadi verin elinizi" diyerek ısrar ettiğinde Darcy araya girmek için an kollarken bir şey oldu. Başka bir el, başka bir koku. Genzimi yakan karanfil kokusu doldu burnuma. Bu koku tanıdıktı, nezarethanedeyken solumuştum. Komiserin kokusuydu. Onun eliydi, önümdeki eli ittiren el, ona aitti. Tam yanımda durarak gözlerini Çağlar denen adama dikmiş öylece bakıyordu. Bakışları normaldi ama sıktığı çenesi ve kasılan bedeni için aynısını söyleyemezdim. "Biliyor musunuz, bende diyordum ki bizim nezarethane bu aralar baya boş kaldı. Çok üzüldüğünü düşünüyorum, sizce ne yapmalıyım?" Bize soruyor olarak gözükebilirdi ama gözleri direkt karşısındaki adamdayken cevap vermek benim ayıbım olacağı için sessiz kaldım. Zaten diyecek de cevabım yoktu. "Bakıyorum da ağzınızdan sadece mesleğinizle alakalı cümleler dışında hiçbir şey çıkmıyor Adas Alacakan" dedi adını bastırarak. "Kullanırım ama Akersoylara genelde bu cümleler yakışıyor" "Bakıyorum da keyiflisiniz?" "Evet neden olmamayım," diyerek kaşlarını kaldırdı. Ses tonundan alay akıyordu. Bedenini aniden bana döndürdüğünde göz göze geldik. Yine ve yine kısıktı gözleri. Elini bana doğru uzattığında öylece eline baktım. Anlamadığım için boş boş eline bakındığımda beni şaşırtan o sözü söyledi. "Benimle dans eder misiniz Pera Saraç" Şaşkınca yüzüne baktığımda Çağlar ve Darcy'in bakışları komiserin eline indi. Onlarda bu söze şaşırmıştı. Böyle bir teklif beklemiyordum. "Yalnız ben daha cevabımı alamadım," diyerek atılan Çağlar'a baktığımda yine o sırıtışıyla kaşlarını kaldırarak bana baktı. Yüzüm buruştuğunda fazla düşünmeye mahal vermeden bana uzatılan elin içine elimi bıraktım. "Dediğim gibi ilgilenmiyorum. Sorduğunuz soruyla da ilgilenmiyorum," diyerek komiserle birlikte sahneye doğru ilerledik. Gitmeden önce komiserin Çağlar'a göz kırptığını gördüm ama görmemiş gibi yaparak önüme döndüm. Dans pistinde dans edenlerin arasına karıştığımızda bazı insanların bakışlarını üzerimizde hissediyordum. Ortalarda bir yerde durduğumuzda önüme dönerek karşı karşıya durduk. Ela gözleri mavi gözlerimdeyken sol elini kaldırdı. Aynı şekilde ben de sağ elimi kaldırarak elinin arasına yerleştirdim. Boşta kalan eli usulca belime yerleştiğinde bende omuzuyla boynuna yakın bir yere koydum. A Thousand Years Çalan şarkıya eşlik eden adımlarımızla birbirimize bakıyorduk. Ne o konuşuyordu ne de ben konuşabiliyordum. Neden dans teklifini kabul etmiştim bilmiyordum. İkisinin teklifini de kabul etmeyerek başka bir masaya geçebilirdim ama bunu yapmamıştım. Bunu neden yapmadın Pera? Bilmiyorum. Sadece o an buna karar verdim. Peki hala kararından emin misin? ... O benim düşmanımdı sonuçta, ona ne kadar yakın olursam o kadar işime yarardı. Bir açığını bulurdum ve ona odaklanırdım. Şuan tek isteğim bana bir açığını sunmasıydı ama kısık ela gözlerinden sadece bana göstermek istediklerini, bazen de sadece arkalarında puslanmış suçluluk hissini görebiliyordum. Onun dışında hiç bir şey bilmiyordum. Ona daha yakın olmalıydım. Bir şeyler öğrenmeliydim. Onu can alıcı yerinden vurmalıydım. Bana yaptığı gibi yapmalıydım. "Bana neden öyle bakıyorsun?" diye sorduğunda az önceki düşüncelerim bir balondaymış gibi patladı. Gerçekliğe döndüm. "Nasıl bakıyorum?" "Bunu sen söyleyeceksin" "Ben nasıl baktığımı bilmiyorum," diyerek onun bana yaptığı gibi cevap verdim. Oda bunu anlamış olacak ki güldüğünde, kısa bir an gözlerim gülüşüne takıldı ama tekrar gözlerine baktım. Hayır Pera, güzel falan gülmüyordu. "Kısasa kısas diyorsun yani" "Hayır tabi ki de, sadece nasıl bakıyorum bilmiyorum. Senin aksine gerçekten" dedim samimiyetle. "Sanki, bana güveniyorsun ama bir şey sana engel oluyor gibi" dediğinde kendimi tutamayarak kahkaha attım. Gözlerimi kapatarak başımı eğdiğimde aşırı eğmiş olacağım ki başım göğsüne çarptı ama gülmeyi kesmedim. Ne demişti o, bana güveniyorsun ama bir şey engel oluyor! Gülmekte haklıydım. Eğdiğim başımı kaldırarak ona baktığımda ciddiyetle bana baktığını gördüm. Bu görüntü gülüşümün solmasını sağlarken boğazımı temizledim. "Öyle bir şey yok komiser, sana sadece polis olduğun için güveniyorum. Neden güvenmeyeyim ki?" "Bilmem bana bakışlarında ne gördüğümü sordun bende cevapladım." "Hay aksi, yanlış cevap" dedim üzgün çıkan ses tonumla. Ama ondan aldığım cevap sinirlenmeme neden oldu. "Öyleyse niye bakışların hala aynı" "Komiser, benim ne dediğimi duymadın mı? Ne diye ısrar ediyorsun" "Çünkü gözler yalan söylemez" "Benim gözlerimi bu kadar iyi nasıl tanıyabilirsin ki?" "Çünkü gözlerin çok yakından tanıdığım birinin gözlerine benziyor" Tam bir şey söyleyecekken geri çekildiğinde omzundaki elim boşluğa düştü ama sonrasında beni etrafımda döndürerek tekrar yüz yüze geldik. One step closer... İkimiz de aynı anda birbirimize bir adım attık. Benim elim omzuna geri çıkarken onun da eli belime doğru ilerledi. Bedenlerimiz bir bütün olurken dans etmeye devam ettik. Ortamdan soyutlanmış gibiydik. Dört bir yanımız denizle çevriliyken yanan gemide birbirimizi izliyor gibiydik. Ona sormak istediğim onca şey varken dudaklarıma sanki tutkal yapıştırılmış gibi açılmıyordu. Bunun tam önümdeki karmaşadan olduğunu düşünüyordum ama değildi. Endişeliydim, kalbimin atışı yükselecek kadar endişeli. Ben konuşamıyordum ama o konuşmaktan asla geri durmuyordu. Bakışlarının yüzümde dolaştığını hissediyordum ama ona bakamıyordum. "Adını kim koydu?" diye saf merakla sordu. Adım mı? Ne alakaydı ki? "Halam Pera adını, babam ise Dünya adını koydu" dedim zorlanarak. Halam... Güzeller güzeli Dünyam. "Hmm, güzel isim" "Senin adını kim koydu? Bir anlamı var mı?" diye sordum bu sefer. Araştırmıştım adını ama hiçbir anlamını bulamamıştım. "Annemle babam koydu. Bir anlamı var ama sadece ben biliyorum" "Nedir anlamı?" "Ada ve Asrın demek." "Anlamadım," dediğimde bakışlarım arkadaki karmaşada başrol olan Darcye takıldı. Ellerinden akan kan yere damlarken nefesim kesildi. Ama en kötüsü buraya doğru yaklaşan adamın gözlerindeki öfkeydi. "Baş harflerinin birleşimi, anlamı da aile oluyor." "Oldukça anlamlı." "Öyledir." Yüzünü tam göremesem de adamın gözleri bizim olduğumuz taraftaydı. Bakışlarım tekrar Darcy'e takıldığında o adama doğru yaklaşıyordu ama maalesef ki yetişemeyecekti. "Sana bir teklifim var?" diye kısa bir an ela gözlerine baktım. Ona baktığım an parladığında gülümsedim. "Ne teklifi?" dediğinde gülümseme büyüdü. "Yemek teklifi, benimle akşam yemeği yer misin?" dedim heyecanla. Söyleyeceği cevaba dikkat kesildiğimde göz ucuyla arkadaki adama baktım. Gözlerimiz kesişti ve hızlandı. "Benimle lahmacun yersen olur" dedi alttan alttan gülerek. Kaşlarım çatıldı. "Lahmacun mu?" "Evet beğenemedim mi?" "Bayıldım," dedim kocaman gülümseyerek. En lezzetli akşam yemeği olacaktı. Şaşkınlıkla bana baktığında, büyük ihtimal hayır diyeceğini düşünmüştü ama yanılıyordu. Ben lahmacuna bayılırdım hele ki Darcy'le sinema keyfi yaptığımızda daha güzel oluyordu. Gözlerim arkadaki adama takıldığında gözlerim kocaman açıldı. Tekrar Adas'a döndüğümde omzumdaki elimi indirdim. "Döndür beni." Sözümle duraksadığında kendimi geriye attım. O da kendini toparlayarak beni döndürdüğünde, daha hızlı dönerek yerlerimizi değiştirdim ve o an etrafta yankılanan sesle öne doğru tökezledim. Kendimi Adas'ın kolları arasında bulduğumda bana sarılır vaziyette beni tuttuğunu fark ettim. Başım boynuna yakın bir yerdeyken ilk defa karanfil kokusunu bu kadar yakından aldım ama nefesim kesildiğinde içime çekememiştim. Aynı ses tekrar yankılandığında Adas'ın kolları arasında olmama rağmen yine tökezledim. Bununla beraber bana sarılı olan kollar daha da sıkılaştığında ayağımdaki bağlar çözüldü ve beni sadece sıkıca sarılı kollar tuttu. Aynı ses tekrar yankılandığında tökezlemeyi bekledim ama olmadığında Darcy'in geç de olsa yetiştiğini anladım. Başımı dik tutamazken Adas'ın yere çöktüğünü eğildiğinde anladım. Elbisem yere değerken üzüldüğümü hissettim. İlk başta istemesem de sonradan çok sevmiştim. Kendime yakıştırmıştım. Sırtımda hissettiğim acıyla dişlerimi sıktım ama acı dolu inlememi tutamamıştım. Sırtımdan tüm bedenime yayılan acı, canımı yakarken başımı yasladığım boyundan çektiğimde şok olmuş bir şekilde bana bakan elalarla göz göze gelerek gülümsedim. Tüm algılarımı yavaş yavaş kulağıma dolan çığlıklarla kazanırken herkesin kaçıştığına emindim. Olması gereken bu değil miydi? Değildi, Rex için değildi. "Bu arada... lahmacunun yanında limonata is-isterim" dedim kendimi zorlayarak. Boğazım kurumuştu, şuan bir limonata içsem ne güzel olurdu. "Ne diyorsun kızım sen" diye bana çıkışan Adasla gülmemi tutmaya çalıştım ama canım acıdığında inledim. Bu halimi fark etiğinde telaşla etrafa seslendi. Ambulans demişti galiba anlayamamıştım. Galiba bayılacaktım. "Ak-akşam yemeği g-galiba...iyileştikten sonra ol-olacak" dedim kendimi zorlayarak. Bilincim gidip geliyordu. Adas komiser başını iki yana sallayarak "Te Allahım ya" dedi. "Kızım vuruldun farkında mısın? Ne yemeği, ne limonatası?" "Ama canım li-limonata çekti" dedim dudak büzerek. "Delirtme beni, vurulduysan vurulmuş gibi davransana sanki ben vuruldum anasını satayım" dedi sabır dilenir bir şekilde başını havaya kaldırmıştı. "Vur-vurulmuş gibi na-nasıl davranılır ki? Ben da-daha önce hiç vu-vurulmadım" dedim kıkırdayarak. Gerçekten şuan ben ne diyordum. Adas bu lafımdan sonra kendini tutamamış gülmüştü ama gözleri hala endişeli bakıyordu. Az önce onu kurtarmıştım ve bunu bilerek yaptığımı farketmişti. Rex koruyun demişti, korudum. Acaba babam ve Darcy nerede, neden hala gelmediler. Peki kurtulacak mıydım? Bunu hiç hesaba katmamıştım. Aferin Pera, bak birazdan sana da ödül vermek için sahneye çağıracaklar. Kendi kendime göz devirdim. Ne saçma şeyler düşünüyordum öyle. Ölürsem güzel olurdu aslında, en azından annemin ve Boris'in yanına giderdim. Onları da özlemiştim zaten. Annemin kavun kokusunu, Boris'in güven veren kollarını özlemiştim. "Pera," Adımı seslenen Adas'a döndüğümde sanki içimden geçenleri duymuş gibi bakıyordu. "Sakın öleyim deme tamam mı?" Ama ölmek istiyorum diyemedim. Biraz da bilerek kendimi sana siper ettim diyemedim. Özlemin canımdan daha ağır bastı diyemedim. Sustum. Zaten bilincim de yavaşça kayboluyordu. "Biri daha benim yüzümden ölmesin, söz verdim ona...Sözümü tutmam da yardımcı ol, yaşa" Şuan yanlış görmüyorsam Adas'ın gözleri yine puslanmıştı ama dolu doluydu da. Suçlulukla bakıyordu ama benim vurulmamdan alakalı değildi, çok başkaydı. Benden özür diliyor gibiydi. Ya da yanlış görüyordum. Gözlerim bir kapanıyor bir açılıyordu "Yaşa Pera, yaşa ki o akşam yemeğine gidelim ve söz uyandığında sana limonata getireceğim. " Bilincim o saniyede bir anda yok oldu. Gözlerimi açık tutamayarak kapattığımda bir elin gözümden akan yaşı sildiğini hissettim. Galiba anneme ve Boris'e duyduğum özleme kavuşmama daha vardı. Burada kalmam gerekiyordu. Çünkü bana verilen limonata sözünün tutulup tutulmadığını görmek istiyordum. Bilincim gitti, kulağıma şarkının bir dizesi kısıkça doldu. Ve o an bana dolanan kollar beni kendine daha çok çekti. I will be brave I will not let anything, take away What's standing in front of me Every breath, every hour has come to this One step closer... 🕯 Bölüm sonu... Nasıl buldunuz bölümü? Yeni bölümlerden haberdar olmak için beni takip edebilirsinizzz Bir sonraki bölümde görüşene dek hoş kalın, hoşça kalın🧷 |
0% |