Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. BAŞA SARAN HİSLER

@l_mia1

 

 

"Hissettiğim bu şey beni deli mi eder? Yoksa aşık mı?"

Kulağıma dolan dalgaların sesi, avucumun altında hissettiğim kumlar ve yüzüme vuran güneş'in o tatlı hissi beni öylesine etkilemişti ki, daha bir kaç dakika önce ıssız bir kuyunun dibinde nefes almak ve gökyüzüne ulaşmak için çırpınmaya çalıştığımı bile unutmuştum.

Öyle huzur verici bir andı ki ne ara buraya geldiğimi ya da neden burada olduğumu sorgulamak aklımın ucundan bile geçmiyordu.

Burası cennetten bir yer gibiydi, öyle ki dalgaların sesini bile bastıran kahkaha sesleri bunu kanıtlar nitelikteydi.

"Pera, hadi sen de gel" diyerek bana seslenildiğinde kapalı gözlerimi aralayarak güneş gözlüğümü çıkarttım.

Masmavi gözlerini bana dikmiş, yüzündeki kocaman gülümsemeyle yanıma doğru yaklaştığında uzandığım yerden kalkarak ona doğru ilerledim.

Karşı karşıya geldiğimizde onun yüzündeki gülümseme bulaşıcılığıyla benim yüzümde de belirmişti.

"Tenini esmerleştirmen hiçbir şeyi değiştirmez bebeğim, sen her zaman güzelsin."

Yüzümdeki gülümseme büyüdü. "Biliyorum canım, söylemene gerek yok" diyerek saçlarımı geriye savurduğumda, dudaklarını bükerek eliyle yanağımdan makas aldı.

"Neden bana katılmıyorsun, birlikte yüzelim," diye sorduğunda gözlerimi deniz'e çevirdim. O an içime bir sıkıntı düştüğünde yutkundum.

Kalbim sanki maratondaymışçasına hızlandığında ellerimi yumruk yaparak belli etmemeye çalıştım. Tam o esnada duyduğumuz sesle başımı sesin geldiği yöne çevirdim.

"Boris, Pera hadi gelin bir şeyler atıştırın."

İçimdeki sıkıntı aniden kayboldu. Sanki yeniden canlanmışım gibi içime derin bir nefes çektiğimde huzur geri geldi. Onunla birlikte hiç duymadığım anne kokusu sardı her bir yanımı.

Boris, hızla annemin kumların üzerine kurduğu sofraya ilerlerken beni de beraberinde sürükledi.

Annemin yanına vardığımızda Boris hiç beklemeden örtünün üzerine oturduğunda ben öylece ayakta anneme bakıyordum.

Çok güzeldi, öyle güzeldi ki dünyadaki güzellikler sanki onun yanında sönük birer mum gibiydi.

Kumral saçları rüzgarın etkisiyle geriye doğru savrulurken, bana bakarken parlayan mavi gözleri, Boris'in yaptığı şaklabanlıkla etrafı saran kahkahası, hepsi tamamen gerçek gibiydi.

Annemdi o, benim annem, bizim annemizdi...

Boris'in yanına oturduğumda ikisinin bakışları bana döndü ama ben önümdeki örtünün üzerindeki yiyeceklere bakıyordum. Bunları annem mi yapmıştı?

"Bunları sen mi yaptın?" diye kendimi tutamayarak fısıldadım.

Annem gülümseyerek başını salladığında yüzümde buruk bir tebessüm oluştu. "Ama benim kiraz'a alerjim var" dedim istemsizce. Annem yerdeki kirazlı pankek'e baktı. Tekrar bana baktığında yüzündeki gülümseme değişmedi.

"Kardeşsiniz ama biriniz kiraz'a bayılıyor, birinizin de alerjisi var."

Kenarda duran başka bir pankek'i alarak önüme koyduğunda gözlerim saniyesinde doldu. Bakışlarımı anneme çevirdiğimde başını yana eğmiş gülümsüyordu. Gözlerimin içine bakarak "Sana da limonlu yaptım. Güzel kızımı unutur muyum hiç?" diyerek gerçekliği silip atmak istercesine konuştuğunda vazgeçmedim.

"Peki, börekler neyli?"

"Peynirli ve Patatesli. Boris için peynirli senin için de patatesli"

"Pasta'nın içinde muz var mı?"

"Evet, hatta kremşantinin içinde çikolata parçacıkları bile var"

Pes edercesine dudaklarımı dişlediğimde Boris'in elini kolumda hissettim. Bana bakıyordu, sanki ne yapmaya çalıştığımı anlamıştı.

"Pera, vazgeçmedin değil mi?" dediğinde ne demek istediğini anlamadım. "Neyden bahsediyorsun?" diye sorduğumda yüzü asıldı. Boris sanki kötü bir şey demişim gibi üzüldüğünde kafam daha çok karıştı.

Tam o anda annemin sesiyle birlikte arkamdaki dalgaların sesi arttığında içimi az önceki gibi kötü bir his sardı.

"Pera, bardağını uzat portakal suyu doldurayım"

Gerçek değildi, buradaki hiçbir şey gerçek değildi.

Kafamı yavaşça anneme çevirdiğimde elinde tuttuğu portakal suyuyla bana bakıyordu. "Po-portakal suyu mu?" diye sesim titreyerek sordum.

Annem' in mavi gözleri arkamdaki dalgaların şiddetini apaçık gösterirken, o dalgaların üzerime doğru geldiğini ve birkaç dakika sonra beni yutacağı bilincinde sadece vereceği cevaba odaklandım.

"Evet, sen çok seversin"

İşte, tam o anda kalbimin sıkıştığını, sanki ruhumun bir girdaptan çıkmışçasına aceleyle bedenimle buluşması ve benim bunu sadece anneme bakarak hissetmem sadece saniyelikti.

Annemin gözlerindeki dalga biraz daha yaklaştığında Boris'e dönerek gülümsedim. Onun bakışları az önceki gibi hüzünlüyken "Mutlu ol Boris, gülümse, sana kavuştuğumda an intikamını aldığımı bil. Seni seviyorum Boris" dedim son sözlerimin olduğunu bilerek.

Boris'in yüzündeki ifade dağıldı. Sanki gideceğimi anlamış gibi gözleri doldu ama güzel gülüşünü de sundu. "Ben mutluyum Pera, seni çok özledim ama zamanı dolmadan buraya bir daha gelme. Hiç bir intikam senden önemli değil kardeşim bunu hiç bir zaman unutma... Seni hep seveceğim Dünya güzeli"

Gözlerimden yaşlar benden izinsiz akarken arkamdaki denizin dalgalarının şiddetini hissedebiliyordum.

Bakışlarımı anneme çevirdiğimde yüzündeki buruk gülümsemeyle bizi izlediğini gördüm. Yüzündeki her bir kıvrıma, çizgiye dikkatli baktım unutmamak için... Çünkü unutmuştum yüzünü.

Anneme benziyordum. Hep ona benziyor muyum diye düşünürdüm. Babam bana hep annene benziyorsun derdi. Doğruymuş, anneme benziyormuşum. Hatta tıpatıp aynıymışız.

"Seni hiç görmedim, annem olduğunu biliyorum ama nasıl biri olduğunu bilmiyordum. Neyi seversin, neyi sevmezsin merak ederdim." Konuşmak çok zordu. Dilim ne söyleyeceğini bilmiyordu ama kalbim onu yönlendiriyordu. "Bunca zaman neden karşılaşmadık, neden beni hiç görmek istemedin bilmiyorum. Aynı evde yaşadık ama hiç beni görmedin. Boris Türkiye'ye gittiğinde üst katımda olmana rağmen kendimi çok yalnız hissettim."

"Pera-" sözünü hızla kestim. Zamanım azalıyordu.

"Seni ilk kez canlı gördüm. Belki gerçek değilsin ama gördüm ya bu bile bana yeter. Keşke yaşarken de görebilseydim, sarılabilseydim ama olmadı. Bir şey olmaz... Ben alışkınım zaten görünmez olmaya."

Boris başını iki yana sallarken, annem gözyaşı döküyordu. Bu görüntü içimden 'Acaba beni seviyor mu?' sorusunun yankılanmasına neden olmuştu. Dilimin ucuna bile gelmeyen bir diğer soru da buydu ama kalbim bile bu soruyu soramadı.

"Ne olursa olsun seni sevmekten bir an bile vazgeçmedim. Çünkü sen benim annemsin... Yani öylesin değil mi?" diye mırıldandım tereddütle. Sorunun cevabı gayet açıktı ama bunca yılla rağmen duymak istemiştim.

Annem dudaklarını araladığında bakışları arkamda bir yere takıldı. Sorum havada asılı kalırken Boris'in "Gitme vakti Pera Dünya" sesiyle gözlerimin önü buğulandı. Hala annemin yüzüne beklentiyle bakmaya devam ediyordum ama o sanki söylerse bazı şeylerin değişeceği bilincinde susuyordu.

Hadi söyle anne, buna çok ihtiyacım var... Lütfen söyle.

Uzaktan da olsa kulağıma başka sesler doluyordu. Gerçeklik kendini az çok belli etmeye başladığında son kez olduğunu bilerek doya doya annemle, Boris'in yüzüne baktım. İkisi beni uğurlarcasına gülümsediğinde burnumun direği sızladı, içim burkuldu ve ben gerçekliğe döndüm.

Gözlerime hücum eden ışıklarla rahatsızca gözlerimi kırpıştırmaya çalıştım ama öyle yorgundum ki bunu bile becerememiştim.

Etrafımdan gelen kısık pürüzlü sesler, çınlama eşliğinde kulağıma dolduğunda kaşlarım çatıldı.

Kendini zorlayarak gözlerimi araladığımda bulanık görüşüm neticesinde nerede olduğumu kavrayamazken kulağıma dolan seslerden pürüz ve çınlama saniyesinde yok olduğunda bazı konuşmalar kulaklarıma doldu.

"Raporlarda değişiklik var Darcy." Bu babamın sesiydi. Tam kendime gelemediğim için sesindeki ton endişe mi yoksa başka bir şey mi anlayamadım.

"Aynı şeyler mi?" diye soran Darcy'di. Sesi öyle sertti ki, nedenini sorgulama ihtiyacı duydum kendimce. Darcy bu ses tonunu sadece Rex karşısında kullanırdı.

"Öyle gözüküyor," babam sıkıntıyla nefes verdiğinde ne hakkında konuştuklarını merak ettim. Konu neydi de ikisini aynı telaşın içine sokmuştu?

"Sikeyim... Nasıl olur!? Hani zordu, hani bir daha kolay kolay tekrarlamazdı?" Darcy'in sesi yükseldikçe içimi huzursuzluk kaplıyordu.

"Darcy, sakin ol. Bu öyle bir şey ki bi-" Öksürmeye başlamamla babamın konuşmasını böldüm. Öksürmem kesildiğinde ikilinin kafalarını olduğum tarafa çevirdiğini ve bana şaşkınca baktıklarını gördüm.

Yüzüme zorlanarak bir tebessüm kondurdum. "Gün aydı mı?"

"Sen, ne zaman uyandın?" diyerek başucuma gelen babamla başımı olduğu tarafa çevirdim. Gözlerim yeni yeni net görürken babamın gözlerinden yaşların düşmek üzere olduğunu fark ederek sitemle başımı iki yana salladım. "Yapma Doğu Saraç, uyandığım an böyle duygu seliyle karşılaşmak hiç hoş değil. Acı bana."

Babam bu sözlerim üzerine güldüğünde, gülüşüne karşılık verdim. Vücudumda hissettiğim ağrılar kendini hatırlatırken aklıma davette yaşanan anlar dolduğunda aklıma takılan soru işaretlerine cevap bulabildim.

Ben Adas Alacakan'ın önüne atlamıştım. Onu kurtarmıştım.

Kaşlarım istemsizce çatılırken, bu durumu yeni kavrıyormuş gibiydim. Rex onu korumamızı söylemişti ama içimden bir ses o an Rex'in bunu bile söylediğini unuttuğumu fısıldıyordu.

Neden atlamıştım ki önüne? Onun canı, benim canımdan önemli miydi? Hiç sanmıyorum... Peki o zaman neden?

Çıkmaz soru daracığının içine çekildiğini hissettiğimde elimin üzerinde hissettiğim parmaklar beni kendi dünyama teslim etti.

Bakışlarım elin sahibine döndüğünde Darcy'in kara gözleriyle göz göze geldim ama orada görmeyi beklediğim hissiyatı göremedim. Boş birer kuyuyu andıran gözlerinde sadece kendimi görüyordum.

"İyi misin?" diye sorduğunda sesi az önceki gibi sertti. Hayır, Darcy daima benimle yumuşakça konuşurdu.

"İyiyim," dedim tereddütle. Onun bu hali duraksamama neden oluyordu. "Sen iyi misin?" diye bu sefer ben sordum. Darcy konuşmadan ufak bir baş sallamayla durduğunda kaşlarım çatıldı. Elimin üzerindeki parmakları öyle soğuktu ki içim ürperiyordu.

Bana baktığında hiçbir şey söylememesi beni tedirgin ederken kontrollerimi yapan Babama hitaben "Bize biraz müsaade eder misin baba?" diye sordum.

Babam serumu kontrol ederken yandan bana baktığında göz kırpıştırdım. Benden dönen bakışları Darcy'e takıldığında başını salladı. Yanıma yaklaşarak alnıma bir öpücük kondurduktan sonra dışarı çıktığında tekrar kara gözlerle karşı karşıya kaldım.

Elimin üzerindeki parmakların baskısı arttığında elimi çektim. Daha sonra elimi kaldırarak elini sıkıca tuttuğumda Darcy içine derin bir nefes çekti. Bu hareketiyle neden böyle olduğunu anladım.

"Saklama kendini, kabuğuna çekilme. Burada bizden başka kimse yok." Sözlerim Darcy'in gözlerindeki boş ifadenin dağılmasını sağladığında orada gerçek ifadesini gördüm.

Korkmuştu, bana bir şey olacak diye korkmuştu.

"Neden," Kısık çıkan sesiyle duraksadı. Boğazını temizleyerek nefeslendi. "Neden yaptın?"

"Bilmiyorum," diye mırıldandım. Gerçekten bilmiyordum. Böyle bir hareketi neden yaptım hiç bir fikrim yok. Tek bildiğim o kurşunun ona gelmemesine karar verenin beynim değil de bedenimin olmasıydı.

"Nasıl bilmiyorum Pera, neden bilmiyorsun," diye mırıldandığında başımı iki yana salladım. "Gerçekten bilmiyorum."

Darcy sessizleştiğinde elini tuttuğum elimin sıcaklığı buz tutmuş elini ısıtıyordu. Onu korkuttuğum için kendimi suçlu hissediyordum ama gerçekten ne yaptığımın farkında bile değildim.

"Üzgünüm Darcy, seni korkuttuğum için gerçekten üzgünüm."

Darcy'in düz ifadesi sertleştiğinde elini tek hamlede elimden kurtardığında birkaç adım benden uzaklaştı. Kasılan bedeninden yayılan öfkeyle karşı karşıya kaldım.

"Bu kadar mı yani? Bir üzgünüm lafı tüm herşeyi siliyor mu!?" Başını iki yana sallayarak "Hayır Pera, silmiyor," dedi. Öyle öfkeliydi ki, bu öfkesini bana yansıtmaktan hiç çekinmiyordu.

"O lanet olası adam zerre umurumda değil. Rex umurumda değil anladın mı!? Sadece sen Pera, sadece sen!" Darcy'in sesi yükseldikçe kalbim sıkışıyordu. "Sikeyim, bıraksaydın da o kurşun ona denk gelseydi. Sana değil!"

"Yapabileceğim bir şey yok, zamanı geriye alamayız."

"Alamayız evet ama zamanı geri aldırmamayı sağlayabiliriz. Yapma bunu bir daha," dediğinde bakışlarım sargılı eline takıldı. Adamla uğraşırken yaralanmış olmalı.

"Rex korumamızı söyledi," diye mırıldandım sessizce ama bu cümlemin sadece bir bahane olduğunu sadece ben anladım.

Darcy kısa bir an güldüğünde bunun gerçek bir gülüş olmadığı aşikardı. "Rex mi sorun?" Başını iki yana sallayarak bir adım gerilediğinde yüzünde o sinir ifadesi hala yerli yerindeydi.

"Rex daima sorun," dedim bir gerçeği vurgulamak istercesine. Öyleydi, var olduğumuz sürece Rex bizim daimi sorunumuz olarak kalacaktı. Mumlar sönene kadar, lakin o mumların hiç bitmeyeceğini biliyorduk.

"Değil, senin sorunun değil Pera. Rex benim sorunum senin değil," dediğinde istemsizce güldüm. Gözlerimi kapatarak kahkaha attığımda serum olan kolumu kaldırarak yatağa yavaşça vurduğumda hala gülüyordum.

Onun sorunuymuş, sadece onun. Ne komik değil mi? Hayatımı bir kuklaymışım gibi yöneten adam sadece onun sorunuymuş. Benliğimi kaybetmemi sağlayan adam benim sorunum değilmiş. Annemin yanımda olmamasının, Boris'in ölmesine neden olan adam, bunca yıl çektiğim acılar, kayıplar, bilinmemezlikler sadece onun sorunuymuş.

Bir çocuğun elinden alınan oyuncak yerine, Dünya'yı yakmak için eline tutuşturulan kibritle kendini yakması kimin sorunuydu peki? Dünya'nın mı yoksa!?

"Darcy defol," dedim gülmeye devam ederken. Vücudumdaki yaralar gülüşümle daha çok sızlarken gülmeyi kesmedim. Canım acıyordu ama acısın istedim.

Darcy hareket etmeden öylece durduğunda daha yüksek sesle "Defol," dedim. Gülmekten artık gözlerimden yaşlar gelirken hala kıpırdamayan Darcyle daha yüksek sesle "Defol dedim sana, çık git. Defol!" diye bağırdım.

Darcy bu halime şaşkınlıkla bakarken bana doğru yaklaşarak "Pera sakin ol," dedi ama onun bana doğru gelen bedenini görünce daha çok bağırdım.

"Defol git! Çık, seni görmek istemiyorum! Bilmiyormuşsun gibi konuşma sadece Defol git! Senin sorunun sadece tamam defol git! Görmek istemiyorum artık git!"

Artık gülmüyordum. Ağlıyordum. Çığlık çığlığa, bağırarak ağlıyordum. Yatakta debelenerek kendimi öyle sıkmıştım ki nefesimin tükendiğini hissediyordum ama sanki kalbimi sıkan biri varmış gibi elim kalbimin üstüne gittiğinde bu sefer canımım acısıyla çığlık atmaya başladım.

Darcy'in sakinleşmemi söyleyen sesini duydukça daha telaşlandım. Yapamıyordum, canım çok acıyordu.

Odanın kapısının açılma sesi kulaklarıma doldu ama kim olduğunu bilmiyordum. Sadece canımın acısına odaklanmıştım. Elimi üzerimdeki hastane önlüğünün üstünden kalbime bastırdığımda daha çok yanan canımla güçlü bir çığlık attım.

Tam o anda kalbimin üzerindeki elimin üstüne konan ellerle çırpınmaya başladım. Elimi çekmeye çalışan ele karşı koymaya çalıştıkça daha çok canım acıyordu. Ne oluyordu böyle? Niye bu kadar acı çekiyordum.

Sağa sola dönerek kurtulmaya çalıştığımda başka bir el bacaklarımdan tuttu. Daha paniklerken gözlerimi sıkıca yumdum.

Başımı yastığa daha çok gömerken birden başımı kaldırarak yastığa sertçe vuracağım zaman bir el başımı tuttuğunda nefesim kesildi. Ağladığımı yanaklarımın ıslaklığından hissederken o ıslaklığın üzerinde hissettiğim nefesle birkaç saniye sadece buna odaklandım.

Yanaklarımda hissettiğim nefes kulağıma doğru ilerlediğinde çırpınmaya devam ettim. Nefes almaya çalışmaya odaklanmayı beklerken burnumun dibinde hissettiğim kokuyla bunu boş vererek ne olduğunu anlamaya çalıştım.

Kulağımda hissettiğim nefes, burnumun dibinden yayılan koku, başımın ve kalbimin üzerindeki el sadece bir kişiye aitmiş gibi hissediyordum.

"Pera Dünya, sakinleş" kulağımdaki nefesin sahibi kurduğu cümleyle titrediğimde beynim neye odaklanacağını şaşırmıştı.

Kalbimdeki acıya mı odaklanacaktım oksa kulağımın dibinde bana fısıldayan kişiye mi?

Elimle kalbime daha bastıracağım sırada elimin üstündeki el, sıkıca elimi tuttuğunda ve başımı kendine daha yaklaştırdığında son gücümle ayaklarımı tutan ellerden kurtulmaya çalıştım.

"Ştt, sakinleş" diye tekrar fısıldadığında nasıl yapacağımı bilmediğimden daha çok ağladığımda dudaklarımdan bir hıçkırık kaçtı.

"Bana odaklan Pera, kim olduğuma odaklan," dediğinde burnuma yayılan kokunun kim olduğunu anlamaya çalıştım. Sesi tanıdıktı, koku tanıdıktı, nefes tanıdıktı, elimin üstündeki elinin hissiyatı yabancı ama bir o kadar tanıdıktı. Kimdi ki bu?

"Evet, böyle devam et. Elini bastırma, sadece elimi sıkıca tut," dediğinde sanki sözleri birer kuralmış gibi hemen yerine getirdim. Kalbimin üstündeki elimi gevşeterek yavaşça çektim. Daha sonra elimi çevirerek avuçlarım onun eline denk gelecek şekilde yaklaştırarak, tutunacak küçük bir dal bulmuşçasına sıkıca tutum. Aynı şekilde o da elimi sıkıca tuttu.

"Aferin güzelim, şimdi kim olduğuma odaklanmaya devam et." İstemsizce burnumu ona doğru yaklaştırdığımda boynu olduğunu tahmin ettiğim yere sürttüm.

Elimi tutan eli sıkılaştığında, ayaklarımdaki ellerin hissi beni öylesine rahatsız etti ki, kısıkça "tutmasınlar beni" diye mırıldandım.

Kimsenin beni duymadığına emindim ama o, o kadar yakınımdaydı ki beni duyduğunu biliyordum. Dediğimi yaparak kimin olduğunu bilmediğim kişilere hitaben "tutmayın" dedi. Sözünün ardından ayaklarımdaki eller çekildiğinde sıkıca kapattığım gözlerimi gevşettim.

Kalbimdeki acı hala vardı ama eskisi kadar canımı acıtmıyordu. Titriyordum ama onun kokusuna öyle odaklanmıştım ki sakinleştiğimi hissediyordum.

Karanfil...

"Sözümü tuttum ama sen sözümü tuttuğumu görmek istemiyorsun anlaşılan," diyerek kulağıma fısıldadığında nefesi tenimi ısıtıyordu. Etrafta başka sesler de vardı ama ben sadece onun sesine odaklanmıştım.

Karanfil kokuyordu...

"Beni bu kadar görmek istediğini bilseydim, uyandığın anda gelirdim," kısıkça gülerek konuştuğunda istemsizce dudaklarım kıvrıldı. Eliyle sıkıca tuttuğu elimi, baş parmağıyla okşadığında daha sıkı tuttum elini.

Biraz daha boynuna yaklaştığımda dinen bağırışlarım sonunda dudaklarım aralandığında derin bir nefes verdim. Elimi tutan el kasıldığında tebessüm ettim.

Gözlerim kapalı olmasına rağmen bilincimin gidip geldiği o anda fısıldadım. Sesim, yakınımda olmasına rağmen ona bile ulaşmazken bir şeyler söylediğimi anlayarak kulağımdan uzaklaşarak yüzümün hizasına geldiğinde zor da olsa sesimi yükselttim.

"Komiser"

Oydu, biliyorum. Çünkü, kokusunu, nefesini, tenini, sesini hissettim. Adas Alacakan, beni krizden kurtaran oydu.

Uykuya dalmadan önce kendimi zorlayarak gözlerimi araladığımda bir karışlık mesafeden gözlerime değen ela gözlerle gülümsedim.

Yüzüne kısa sürede olsa baktığımda benim gibi gülümsediğini gördüm. Ela gözleri, gözlerime bambaşka bir şekilde bakarken kalbimin üstündeki sımsıkı tutuşan ellerimizle ve gördüğüm son şey onun parıldayan ela gözleri olurken "Teşekkür ederim," diye mırıldanarak uykuya daldım.

Hastane yatağında her şeyden uzaklaşmış gibi huzurla uyuyan kızı izleyen gözlerde şaşkınlık kendini apaçık belli ediyordu. Az önce etrafı çığlığıyla darmadağın etmemiş gibi öyle rahat gözüküyordu ki akıllarda 'acaba gerçek değil miydi?' sorusunun geçmesine kimse engel olamamıştı.

Pera, uyumuştu. Kriz geçirdikten sonra sakinleştirici almadan uyumuştu.

Herkes oldukça şaşkındı. Özellikle kızının ilk olmayan krizinde sakinleştirici almadan kendine gelmediğini bilen Doğu Saraç ve onu en iyi tanıyan Darcy Matt...

Pera krize girdiğinde onu sakinleştirmek için atak yapan Darcy hiçbir şekilde yanına yaklaşamamıştı. Çaresizlikle herhangi bir Doktor 'un içeriye girerek sakinleştirici vermesini beklediği dakikalarda odanın kapısı açılmıştı. Beklediği beyaz önlükleriyle girecek doktorlarken, hiç ummadığı biri girmişti. Komiser Adas Alacaksan.

Bu duruma şaşırırken, Adas komiserin gözleri yatakta çırpınarak bağıran kızın üzerindeydi. Komiser hiç düşünmeden kıza yaklaştığında, Darcy sadece izlemişti.

Komiser, kızın yanına geldiğinde önce arkasında onunla beraber giren birkaç polise hitaben sertçe "Bacaklarını sabit tutun" dediğinde emrini yerine getirerek kızın bacağını sıkıca sabit tutmaya çalıştılar.

Biraz daha yaklaşarak bir dizini kırıp yatağa bastırdığında Darcy müdahale etmek için harekete geçeceği sırada Pera'nın kalbinin üzerindeki elini tuttuğunu gördüğünde olduğu yerde durdu.

Denemesine izin verdi, sakinleşmeyeceğini düşünerek...

Uzaktan komiseri izleyen Darcy, Pera'nın kafasını hızla kaldırarak yastığa vuracağı sırada komiserin bir diğer eli kafasına giderek onu tutmasıyla kendine yaklaştırması bir oldu.

Pera'nın kulağına bir şeyler mırıldanıyordu. Onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Başarıyordu da.

Komiser birkaç şey daha mırıldandı kızın kulağına. Daha sonra kızın bacağını tutan polislere bırakmasını söyledi. Yavaş yavaş sakinleşen kızla birbirine sıkıca tutunan elleri sanki sakinleştirici ilaç gibiydi.

Pera sakinleştiği sırada odaya giren Doğu Saraç ve birkaç doktor yatakta debelenen birini görmeyi beklerken, yüzündeki hafif tebessümle gözleri kapanarak uykuya dalan kızı gördüğünde attığı adımda tökezleyerek Darcy'e çarptı.

Normalde ona temas ettiği için Darcy bir küfür savurarak adama saldırırdı ama o an şaşkınlıkla ortada dönen sahneyi izliyordu.

Komiser uzaklaşarak geri çekildiğinde arkasındaki polislere bakmadan "Siz merkeze dönebilirsiniz, uyandığında sorgusunu ben hallederim," dedi. Bunu üzerinde polisler aynı anda "Anlaşıldı komiserim," diyerek odadan çıktığında gözler sadece 'hasta ve doktoru' ikilisinden ayrılmadı.

"Lütfen biri bana onu sakinleştirici olmadan nasıl sakinleştiğini söyleyebilir mi?" diye ciddi anlamda şok olmuş gibi konuşan Doğu Saraçla, Komiser ona döndü.

Daha yeni odaya gelen doktorlara bakan komiser, çatık kaşlarıyla "Burada tüm hastane ayağa kalktı ama siz yeni mi geliyorsunuz," diyerek sertçe konuştuğunda bazı doktorlar tedirginlikle birbirilerine bakmaya başladılar.

Doğu Saraç şaşkınlığı hala tazeydi ama az çok kendine gelerek odadaki doktorlara çıkabileceklerini söyleyerek odayı boşalttığında sadece Darcy, Komiser ve kendisi kalmıştı. Bir de Komiserin elini sıkıca tutan Pera Dünya.

Komiser, yatakta huzurlu uykuya dalan kızla rahatsız olmasın diye elini çekmek istedi ama parmaklarını hafif kıpırdatmasıyla kaşları çatılan kız huysuzca mırıldanarak sıkıca tuttuğu elin üzerine diğer elini koyarak, komiserin bu girişimini kendince farkında olmadan engelledi.

Bir kez daha çekmeye çalışmadı komiser. Elini tutmasına izin verdi.

Doğu Saraç ve Darcy ikiliyi dikkatle izliyorlardı. Hala üzerlerinde şaşkınlığın kırıntısı mevcuttu ama silmek istedikçe Pera'nın hareketleri buna engel oluyordu.

Komiser yakınında duran sandalyeye uzanarak yatağın yanına çekerek, kızın elini rahat bir şekilde tutacak şekilde oturdu. Onun da kafası karışmıştı. Kızın kriz geçirdiğini görmüştü ve kendince müdahale etmek istemişti sebepsizce. Boş vaktinde bilimsel kitaplar okumayı sevdiği için ve psikolojiye ilgi duyduğundan az çok kızın sakinlemesi için kendince bir hamle yapmıştı. Yatakta uyuyan kıza bakıldığında başarılı da olduğu ortadaydı.

Bakışları kızın yüzünde gezindiğinde içindeki karışıklık artıkça sıkıntıyla nefes verdi. Bir his vücudunda dolaşıyordu, bunca zaman hissettiklerinden farklı bir histi.

Bu kıza baktıkça, eskiler aklına geliyordu.

Bir çıkmaza gireceğini hisseden Komiser, bundan kurtulmak için kafasını iki yana salladığında bakışlarını kızdan alarak ayakta bekleyen ve kendisini dikkatle izleyen ikiliye çevirdi.

Doktor önlüklü ve az çok kızın dosyasından tanıdığı Doğu Saraç'a baktığında kaşları tekrar çatılmıştı. "Bu katta neden herhangi bir doktor veya hemşire bulunmadığını sorabilir miyim?"

Komiser'in sert sesiyle Doğu Saraç bir adım öne gelerek ellerini önlüğün cebine yerleştirdi. "Bu katta doktorlarımız da hemşerilerimiz de mevcut. Siz..." diyerek karşısındaki kişiyi tanımasına rağmen kim olduğunu söylemesi için duraksamıştı. Komiser ifadesini hiç bozmadan "Komiser Adas Alacakan" dedi.

"Adas Komiser, siz bizim geç gelmemizi sorguluyorsunuz ama hastamız yani kızım," diyerek 'kızım' lafını vurgulamıştı. "Kriz geçirdiğinde siz saniyesinde onu sakinleştirdiniz. Yani ne biz geç geldik ne de siz erken."

"Bu yine de hiçbir şeyi değiştirmiyor. Buradaki kızınız olabilir ama o da bir hasta, vurguya gerek yok," diyen Komiser oldukça sertti. Sorgu odasında, karşısındaki adamları nasıl sorguluyorsa şuanda burada da aynı şekilde bu konuyu sorguluyordu.

Doğu Saraç yüzüne bir tebessüm kondurarak başını salladı. "Sizin dediğiniz olsun, kusura bakmayın geç geldiğimiz için," dedi geri adım atarak. Biliyordu, karşısındaki bir polisti ve yanlışı daima doğru yapana kadar durmayacağını. Haklıydı da.

"Affedersiniz ama ben size bir şey sorabilir miyim? Hem bir doktor hem de bir baba olarak." Doğu Saraç sesinden bile beli olan merakla doğruca Komisere bakarken, Darcy sessizdi.

Az önce Pera'nın geçirdiği krizin sorumlusu olduğu için berbat hissediyordu. Hatta odadan hemen önce çıkmak istiyordu. Öyle de yaptı, hiçbir şey söylemeden odayı terk etti. Nefes almaya, düşünmeye ve kafasında yankılanan sesi susturmak için hastaneden hızla ayrıldı.

Odadan bir hışımla çıkan Darcy'in arkasından bakan Doğu Saraç ve Komiser bir süre sessiz kaldı. Daha sonra Komiser az önce kendisine soru yönelten adama bakarak, kısaca olayı açıkladı.

Dikkatle Komiseri dinleyen Doğu Saraç, anlattıkları karşısında şüpheciydi. Kızı neden hiç tanımadığı birinin dedikleriyle sakinleşmişti? Kızı nasıl o adamın kokusuyla kim olduğunu bulmuştu? Kızı neden o adamın elini çekmesine rağmen bırakmayarak sımsıkı tutuyordu?

Doğu Saraç'ın kafasındaki soruları gittikçe çoğaldığı için ne yapacağını şaşırmış bi şekilde etrafına bakındı. Komiser olayı anlattığından beri sessizdi. Elini tutan kızın yüzünü incelemeye yine dalmıştı.

"Gözlerini kızımın üzerinden bir kaç dakikalık çeksen de," diyerek sessizliği bozan Doğu Saraç kızının yanına yaklaştı. "Bir kontrol etsem. Dikişlerini zorladı, bakmalıyım."

Komiser uyarıcı ses tonuyla istemsizce elini tekrar çekmeye çalıştı ama kız buna izin vermedi. Bunu fark eden Doğu Saraç başını iki yana sallayarak güldü. "İnatçıdır, istemedikçe bırakmaz. Başını çevirsen yeter kontrol edeceğim."

Komiser, adamın dediğini yaparak elini çekmeden kafasını diğer tarafa çevirdi. Bu şekilde Doğu Saraç, kızının üzerindeki önlüğü çekerek sırtına baktığında dikişleri açılmadığı için sevinmişti. Tekrar kızının üzerini düzelttiğinde, yandan komisere baktı. Asla bu tarafa bakmıyor hatta gözlerini dahi kapatmıştı. Bu görüntü onu gülümsetmişti.

Tam o anda aklına doluşan görüntülerle yüzündeki gülümseme donmuştu. Ne çabuk unutmuştu, Boris'i öldürenin karşısındaki adam olduğunu.

Polisti ve gerekeni yapmıştı. Boris onların gözünde suçluydu, bizim gözümüzde yeni doğmuş bir bebek kadar masumdu.

Fakat gözlerinin önünde kandan yüzü bile gözükmeyen çocuğun bedeni geldiğinde elektrik çarpmışçasına geriye çekildi. Gözleri Pera ve Adas üzerinde korkuyla gezdirdi. Ya Pera'ya da aynısını yaparsa?

Bu düşünce kanının çekilmesine neden olurken başını iki yana salladı. Şuan Komiser, Pera'nın kim olduğunu bilmiyordu, bilmeyecekti.

"Bitti mi?" diye soran komiserle kendine gelerek başını salladı. Tam kendine gelemediği için hala ona dönmeyen komisere baktığında, kendisini görmediğini fark ederek "Evet, dönebilirsin," diye mırıldandı.

Komiser önüne döndüğünde Doğu Saraç'ın odadan çıkması gerekiyordu. İşleri vardı ama kızını tek bırakmak istemiyordu. Darcy yoktu, ulaşacak bir numarası da yoktu. Bu yüzden istemeyerek olsa da Komisere baktı. "Benim işlerim var. Bu süre zarfında eğer işiniz yoksa burada durabilir misiniz?"

Komiser yüzündeki garip ifadeyle sıkıca tutulan eline baktı. Daha sonra karşısındaki adama bakarak "Kızınız elimi bırakmayacağa benziyor," diye imayla mırıldandı. Doğu Saraç bu imayı hiç sevmemişti. "O yüzden sorun yok. Ben buradayım, zaten uyandığında ifadesini almam gerekiyor bu kahramanın."

Başını sallayan adam, kızına yaklaşarak alnına bir öpücük kondurdu. Daha sonra kapıya doğru ilerlerken aklına gelen detayla başını Komisere çevirdi. Gözlerini yere dikmiş, hiçbir şekilde kızına bakmadığını gördüğünde içine bir nefes çekti. "Pera, kahramanlardan nefret eder," diye mırıldandı az önceki sözlere ithafen. Ona dönen Komiser'in kısılan gözleriyle sözlerini tamamlayarak odadan çıktı. "Yaptığının kahramanlık değil de aptallık olduğunu söyleyecektir. Ona göre cümlelerinizi seçin."

Oda boşaldığında Komiser'in omuzları bir anda çöktüğünde gözlerini sımsıkı kapadı. İçinden kendine bir ton küfür sıraladığında sağ elindeki soğukluk, sol elindeki sıcaklıkla çatışıyordu.

Boşta kalan eliyle saçlarını geriye tarayıp, başını geriye atarak tavana baktı. Uzun süre o şekilde tavanı izledi. Kafasındaki seslere ters düşmek istercesine bakışlarını kıza hiç çevirmedi. O uyanana dek tek bir kere bile dönüp yatakta yatan kıza bakmadı.

Saat: 19.00

İçime çektiğim her nefeste ciğerlerime aynı koku doluyordu. Uykudayken zihnimin bana oyun oynadığını düşünüyordum ama oyun değildi. Koku her yerdeydi.

Uyanmıştım ama gözlerimi açmak istemiyordum. Çünkü hatırlıyordum, yaptıklarımı, çığlıklarımı, sakinleştiren kişiyi ve hala odada olan kokuyu.

Ellerimin arasındaki el gitmemişti, hala buradaydı. Neden gitmemişti ki? Ne zamandır buradaydı? Elim sıcacıktı, hiç mi bunalmamıştı?

Gözlerimi açmalı ve karşımdaki manzarayla karşılaşmalıydım. Her ne kadar hatırlamak istemesem de, o anı her detayına kadar hatırlıyordum. Bu oldukça can sıkıcı bir durumdu ama öyle hissetmiyordum. İçimde tuhaf bir his vardı ve bu his odanın her bir yanını saran koku yüzünden daha karışık bir hal almaya başlamıştı. Gözlerimi açmalıydım yoksa bu durumla başa çıkmak çok zor olacaktı.

İlk uyanışıma göre daha rahat bir şekilde gözlerimi araladığımda oda karanlıktı. Anladığım kadarıyla akşam olmuştu. Kaşlarım çatıldı, kaç saattir buradaydı?

Başımı oynatarak elime baktığımda gördüğüm görüntüyle kalbimin atışının hızlanmasına engel olamadım. Öyle ki, tam kalbimin üzerindeki ellerimiz bunu çok açık bir şekilde hissediyordu.

"Yeni bir kriz anıysa bu sefer doktorları çağıracağım?" diyen sesi duyduğumda irkildim. Gözlerimi ellerimizden çekerek yanı başımda sandalyede oturmuş gözleri kapalı adamı bulduğunda kalp atışlarım hızlandı. "Şşt sakin ol, bir günde iki kriz herkes için fazla."

"K-kriz falan geçirmiyorum" diye zorla konuştuğumda kapalı gözlerinin ardından alayla güldü. "Tabi canım, kalbin de aynı şeyi söylüyor."

"Kriz geçirmiyorum," diye yeniden mırıldandığımda gözlerim komiserin üzerindeydi. Gözlerini açarak doğruca bana baktığında göz göze geldik. Ela gözleri karanlıkta bile belli olurken, saniye saniye kısıldı.

"İyi o zaman yoksa bir 4 saat daha kaldırmazdı elim," diyerek imayla sırıttığında kaşlarım çatıldı. Hızla ellerimin arasındaki elini ona doğru iterek serbest bıraktığımda parmaklarım anında üşüdü. "Elin artık uyuşmaz Komiser."

Komiser, ittiğim eline kısa bir an baktıktan sonra kendine çekerek geriye doğru gerindi. Bu hareketi yüzümde bir tebessümün oluşmasını sağlarken, o bana dönmeden hızla silerek ifadesizce baktım.

Komiser tekrar bana döndüğünde üzerindeki deri ceketi düzelterek sandalyede rahat bir pozisyon alarak oturdu. Ellerini önümde birleştirdiğinde polis rolüne büründüğünü değişen ifadesinden anladım ve ona dikkat kesildim.

"Öncelikle," dediğinde ne diyeceğini dinlemeye başladım. "Bu yaptığınız aptallığın bir açıklaması var mı Pera Dünya Saraç?"

Dudaklarımı büzerek omuz silktim. "Dediğiniz gibi Komiser Adas Alacakan, aptallık ve genelde yapılan aptallıkların bir açıklaması bulunmuyor."

Komiser, kısık gözlerinin ardından sertçe baktığında aynı onun gibi yaparak gözlerimi kıstım. "Affedersiniz ama sizin yaptığınız da aptallık şuan," dedim huysuzca.

"Karşınızda bir polis'in olduğunu unutmayın Pera Hanım. "

"Sizde karşınızda bir hastanın olduğunu unutmayın Adas Bey," dedim az önceki ifademi bozarak sertçe. "Öncelikle nasıl olduğumu sormanız gerekmiyor mu? Neden hemen sorguluyorsunuz? Belki konuşacak halim yok. Belki de hala ağrılarım var. Yaptığınız resmen yok sayma. Düzgünce konuşmaya başlamak yerine anında polis kimliğinizi ortaya çıkartıyorsunuz. Burasının neresi olduğunu unutmayın, o sorgulayıcı tavrınızı suçlulara karşı kullanın. Burada suçlu olmadığına göre ve bir hastane odasının sorgu odası olmadığına göre, evet devam edebiliriz aptallığımı anlatmaya."

Konuşmamı bitirdiğimde bırakmayı unuttuğum nefesi rahatça bıraktım. Yüzümde, söylemek istediğim herşeyi söylediğim için rahatlamış bir gülümseme oluştuğunda bana şaşkınlıkla bakan komisere döndüm. Öylece bana baktığında yüzümdeki gülümseme büyüdü. "Devam edecek miyiz?"

Komiser gözleri üzerimdeyken öylece bana baktı. Baktıkça baktı, saniyeler dakikalara dönüştüğünde gülmemek için dudaklarımı dişledim. En sonunda başını iki yana sallayarak "Rest ayağına beynimi bulandırdı" dediğinde kendimi tutamayacak kahkaha attım.

"Kıza bak, hem hastayım, konuşacak halim yok, ağrılarım var diyor ama taramalıya bağlıyor"

"Ne yani, burada senin hayatını kurtarmışım ve buraya mahkum kalmışım ama sen gelmiş beni sorguluyorsun. Yaptığın çok ayıp komiser," diyerek kahkahamı kestim. Aslında komiserin söylenmesi yüzünden şaka niyetine söylemiştim ama değişen ifadesinde gerek olmadığını anladım.

"Niye yaptın?" Geçte olsa bu sorunun sorulacağını biliyordum. Ben de bu soruyu çok düşünmüştüm ama bir sonuca varamamıştım. Şimdi komisere ne diyecektim ki?

"Bilmiyorum." Açıkça söylemenin bir zararı yoktu. "O an beni döndürmeni istediğimde o kurşunun hedefi olmaya hazırdım."

"Peki neden, neden o kurşuna hazırdın?" diyen komiser oldukça ciddiydi. Şuan sorgulamak için sormuyordu, merak ettiği için soruyordu.

Ona bir cevap vermem gerekiyordu. Kesin, net bir cevap ama o cevap bende yoktu. Bir neden olmalıydı. Onun önüne geçerek hayatımı riske atacak bir neden olmalıydı. Ne demeliydim ki? O an aklıma gelen ilk şeyi söyledim.

"Ben bir doktorum, hayat kurtarmakla yükümlüyüm." Ne! Cidden mi Pera. Başka bir seçenek yok muydu?

Komisere baktığımda cevabım karşısında gözlerini kapatmış sabır dileniyordu. Kendi kurduğum cümle bana bile saçma gelirken, komisere normal gelmesini bekleyemezdim zaten.

"Farkındaysan ben de polisim Pera Dünya, insanları korumakla yükümlüyüm," derken ses tonundan bile belli olan alayla gülmemek için yanağımın içini dişledim.

"Aa, birimiz korumak, birimiz de kurtarmakla yükümlü. Ne tesadüf." Gülmemek için kendimi kastığım için sesim garip çıkmıştı. Fakat komiser yüzümdeki ifadeyi dikkate almadı.

"O zaman işini yapmış olmuyorsun. Benim işime çomak sokmuş oluyorsun." Garip bir şekilde sinirlenmişti. "Ben korumakla, sen de kurtarmakla yükümlüyüz ya, işte senin yaptığın korumak oluyor. Ne ara meslekleri değiştirdik?"

"Alakası yok-" derken sözümü hızla kesti.

"Çok alakası var."

"Sen buna niye bu kadar taktın ki. Kurtardım işte, oldu bitti," derken artık sinirlenmeye başladığımı hissediyordum. Kurtardığım için pişman değildim. Yine olsa yine yapardım ama komiserin bu tavrı acayip sinirimi bozmuştu.

"Takmam normal değil mi? Hedef bendim ama sen benim önüme geçerek kendini hedef haline getirdin. Benden önce fark etmişsin, fark ettiğin an bana söyleseydin bir şekilde hallederdim ama belli ki aptallık yapasın tutmuş."

Haklıydı, hem de dibine kadar. Ama iş işten geçmişti. Ben vurulmuştum ama iyiydim.

"Ne o komiser çok mu umurundayım?" diye işi alaya vurdum. Yoksa komiser, polisliği konuşturacak bu konuyu burnumdan getireceği benziyordu.

"Ben kimseyi umursamam, umursayacağım tek şey belimdeki silahın şarjöründeki kurşunlardır."

"Ben de zamanında sizin gibi umursadığım tek şey neşterimin kurtaracağı hayatlardı. Günün birinde kendi ellerimle bıraktığımda anladım bazı şeyleri."

İşi alaya vurayım derken, kendi topuğuma sıkmıştım. Niye konuyu buraya getirmiştim ki?

"Mesleğini neden bıraktın?" Komiserden gelen soruyla yerimde huzursuzca kıpırdandım. Kendime tonlarca küfür savurduğum sırada komiserin bakışları benim üstümdeydi. Cevap vermemi bekliyordu.

Ama benim verecek bir cevabım yoktu. Bu yüzden hiç sevmesem de kaçmayı seçtim. Tabi bu zamanlar kaçmak benim için gurur meselesiydi, bir gün o gururumu ayaklar altına alacağımı bilmiyordum.

"Dinlenmek istiyorum Komiser, oldukça yoruldum. Müsaade eder misin?"

Komiser sorusundan kaçtığımı anlamıştı. Anlamaması için çabalamamıştım zaten bilsin, bilsin ki bir daha sormasın.

"Tamam," dedikten sonra ellerini saçlarından geçirerek geriye taradı. O an dikkat ettiğimde gözlerinin altındaki morluklar fazlalaşmıştı. Acaba uyumuyor muydu? Çok yoğun olmalıydı. "Ama iyi olduğunda karakola gelip ifade vermen gerekiyor. Bu sefer düzgün cevaplarla."

"Gelirim taburcu olduktan sonra, düzgün cevaplarla birlikte," dedim kendimi tutamayarak gülümserken. Bakışları yüzümde dolaştığında o da gülümsedi.

Üzerine giydiği deri ceketi düzelttiğinde belindeki silahı dikkatimi çekti. Onunla ilk karşılaştığımızda görmemiştim ama şimdi net bir şekilde görüyordum. O an aklımdan 'acaba davette de silahı yanında mıydı?' diye geçirdim. Büyük ihtimalle yanındaydı. Her an her olaya hazırlıklıydılar. Davette de fark ettiğim gibi komisere söyleseydim belki de hiç kimse yaralanmadan etkisiz hale getirecekti.

"Silahıma göz koyduysan söyle bileyim, ona göre güvenceye almam gerek yoldaşımı." Komiserin alaylı sesiyle bakışlarımı silahtan çekerek ela gözlere çevirdim. O an bakışlarındaki ifade çok tanıdıktı.

"Komiser, nedense böyle bir olaya tekrar düşeceğini ve kurtulacağını düşünüyorum," dedim bir anıyı hatırlayarak. "Ama içimden bir ses de bu olayda benim olacağımı söylüyor."

Gerçekten öyle hissetmiştim. Sebepsizce.

Komiser bana bakarak kapıya doğru ilerlediğinde "İlkini tercih ederim," dedi. Onun bu sözüyle dudaklarım iki yana kıvrıldı. "Bende her zaman ikincisini Adas Komiser."

Komiser kapının kulpunu tuttuğunda son kez bana baktı. Gözleri kısılmış, elaları kendini gizlemişti. Boştaki eliyle işaret parmağını bana doğru uzattığında onu izliyordum.

"Ben sözünün eri biriyimdir Pera Dünya Saraç, unutma. Sana bol dinlenmeler ve afiyetler."

Kapıyı açtığı gibi çıktığında dedikleri kafamı karıştırmıştı. Sözünün eri olması ne alakaydı. Hem afiyet olsun demişti, akşam yemeği saati miydi?

Bakışlarım istemsizce etrafta dolaştığında onun az önce oturduğu sandalyedeki poşeti gördüğümde kaşlarım çatıldı. Sandalye uzak mesafede olmadığı için, hafif kıpırdayarak poşeti aldığımda cam sesi kulağıma doldu.

Merakla poşeti kucağıma koydum. Yatağın kenarındaki tuşa basarak yatağı doğrultarak rahat bir pozisyon aldım. Poşeti tekrar elime aldığımda heyecanlanmıştım.

Yavaşça poşeti açtığımda açığa çıkan şişe ve şeffaf kutuyla şaşkınlıkla gözlerim kocaman açıldı. Unutmamıştı, sözünü tutmuştu.

Az önce söyledikleri kulağımda çınladığında kocaman gülümsedim. Ben sözünün eri bir biriyimdir Pera Dünya Saraç, unutma. Sana bol dinlenmeler ve afiyetler...böyle söylemişti.

İçimde oluşan kıpırtı öyle fazlaydı ki, Doktor olmama rağmen neden olduğuna anlam veremedim. Belki fazla mutlu olduğum içindi. Bence onun içindi...

Cam şişeden sarı rengiyle bana göz kırpan limonatayı ve şeffaf kutudaki çilekli pankekleri yemek için hevesle öne atıldım.

Kafamdaki bin bir türlü düşünce sessizce kenara çekildiğinde, komiserin de dediği gibi afiyetle yedim.

 

 

☆★☆

Üç günlük hastanede (zorla) kalmamın sonunda bugün taburcu olmuştum. Normalde hemen çıkmak istemiştim ama babam sağ olsun, zorla beni hastanede tutmuştu.

Evime kavuşmanın huzuru içimi hoş ederken sürücü koltuğunda oturan Darcy'e yan gözle baktım.

Kriz geçirdiğim gün, komiser yanımdan gittikten birkaç saat sonra gelmişti. Hiç konuşmadan benimle birlikte bir haftayı hastanede geçirmişti. Yemek yememde, yürüyüş yapmamda bana yardım etmişti ama o süre zarfında dahi benimle konuşmamıştı. Bende onunla.

O gün Darcy'in sözlerinden etkilenerek kriz geçirmiştim ama bu benim kontrolüm altında gerçekleşmiyordu. Evet, sözleri beni oldukça etkilemişti ama kriz geçirmeyi beklemiyordum.

O konuşmak için adım atmıyordu, ben de o adım atmadıkça atmıyordum.

Darcy arabayı sitenin otoparkına çekerek park ettiğinde arabadan indim. Peşimden oda inerek arabayı kilitlediğinde yanıma gelerek asansöre doğru yürüdük.

Asansöre bastığımızda bizden başka kimse kullanmadığı için kapılar açıldığında içeriye girdim. Benimle birlikte Darcy girerek ineceğimiz kata basarak geri çıktığında bakışlarım ona döndü.

Siyah gözleri keskin bir şekilde gözlerime bakarken bir hafta sonra ilk defa benimle konuştu. "Ya vospol'zuyus' lestnitsey" (Merdivenleri kullanacağım.)

Kapı kapandığında içime derin bir nefes çektim. Darcyle birbirimize çok benziyorduk. İkimiz de cesur, bir o kadar korkak, sert ama kırılgan, sinirli ve inatçıydık. Bu yüzden en savunmasız gözüken anlarımızı birbirimizden saklardık. Cesur gözüktüğümüz ama korktuğumuz, sert ama kırılacağımız, sinirli ve inatlaşacağımız zamanlarda kendimizi dizginlemek adına uzaklaşır, zıt yerleri kullanırdık.

Ben asansöre binerken o merdivenleri kullanacaktı. Kendini dizginleyecekti. Acaba hangi duygusu içindi?

İneceğim kata geldiğimde kapının hemen önünde durmuş bana bakarken gördüğümde yanına doğru ilerledim. Çantam yanımda olmadığı için Darcy'in kartı çıkarmasını bekledim.

"Hoş geldiniz Bay Darcy ve Bayan Pera, buyurun." Wendy'in sesiyle kapı açıldığında hiç beklemeden içeri girdim. Peşinden Darcy'in gelmesini bekledim ama adım sesi işitmediğimde sinirle arkamı döndüm.

Darcy kapının önünde öylece durduğunu gördüğümde gözlerimi devirdim. "Gir şu içeriye Darcy Matt." Olduğu yerde durmaya devam etti. "Kime diyorum ben, gir şu eve."

Siyah gözleri direkt olarak gözlerimdeyken dediğimi yaparak içeriye girdi. Öyle yavaş hareket etmişti ki, bu hareketi daha çok sinirimi bozmuştu.

"Wendy kapıları kilitle ve ben diyene kadar da açma." Sözlerimle anında kapının kilit sesi evde yankılandığında Darcy olduğu yerde öylece bekliyordu.

Ona öylesine sinirlenmiştim ki kısıkça "idiot" diye mırıldandım. Ama Darcy duymuş olacak ki kaşlarını çalarak "eto ty" dediğinde ona doğru adımladım.

Tam önünde durduğumda sertçe "Sen bana salak mı diyorsun Darcy," dedim. Darcy hiç istifini bozmadan ifadesizce "Bunu bana söyleyen sensin, ben sadece gerçekten kim olduğunu söyledim Pera."

"Yani ben salak mı oluyorum Darcy?"

"Doğru anlamışsın Pera," dediğinde kaşlarım çatıldı. Bu tavrı beni acımasız olmaya itiyordu. Ağzımdan çıkan cümleleri duymamaya itiyordu.

"Haddini aşma Darcy Matt! Türkiye'ye geldik diye kim olduğunu unutmuşsun anlaşılan! Hatırlatmaktan hiç çekinmem!"

Öfkeyle bağırdığımda sadece bana baktı. Siyah gözleri, kara delik misali boşken hiç bir duygu yoktu. Çatılan kaşları düzelmiş, yüzü ifadesizliğe bürünmüştü.

"Ne emrederseniz Bayan Pera," demişti sert bir o kadar da duygusuz çıkan ses tonuyla.

Olduğum yerde kaldım ama o bakışlarını benden çekmiş arkamda kalan duvara dikmişti. Tıpkı Rusya'daki Pera Dünya Saraç'ın adamı olmuştu.

Az önceki sinirim bir anda söndüğünde kalbimi saran buz kırağı yavaşça bedenime batarak kendini belli etti. Gözlerim dolduğunda dudaklarım bükülmüştü.

"Yanımdaydın, o zamanlar tam da yanımdaydın. Ben annemi yaşarken görmedim ve şimdi öldü. Hiç bir zaman göremeyeceğim." İçimde öyle biriken cümleler vardı ki, dökmezsem rahatlayamazdım. "Annem benim ne sevdiğimi bilmiyor, benim saç rengimi, göz rengimi bilmiyor. Bende onun kokusunu bilmiyordum. Ta ki Boris söyleyene kadar. Kavun kokuyormuş, benim gibi ama biliyor musun, ben kavun hiç sevmem."

Anlattıkça gözlerimden yaşlar akıyordu. Ellerim titrerken bakışlarımı hala bana çevirmeyen Darcyden ayırarak titreyen ellerime çevirdim.

"Bir de babam var. Bir tane sayılmaz ama neyse sen biliyorsun neyden bahsettiğimi," dediğimde gülmüştüm ama bu can yakan türdendi. "Babam hayattaydı ama bana hiç baba olmadı. Beni sandalyeye bağlar ve kurtulmamı beklerdi. Aslında yapmak istemezdim ama bir cümlesine bakıyordu o sandalyeye oturmam. En acısı o zamanlar neydi biliyor musun? Beni hep annemle kandırırdı." Bakışlarım ellerimdeyken Darcy'in ellerini yumruk yaptığını gördüm. O da bu anlarımı biliyordu, en yakın şahitlerden bir diğeriydi.

"Boris canım, mutluluğum, huzurum, intikamım... Bu yola adanmışlığım. Yanan mumum, sönen umudum." Darcy, Boris'in adını duyduğu gibi gözlerini üzerime çevirdiğini hissettim. Onun adı bir heyecan ama hüzün kokanından.

"Kanlar içindeki bedenini gördüğümüz zaman ikimiz için her şey intikam olmadı mı? İçimizde yanan ateş aynı değil miydi? Peki o zaman nasıl olur tüm bu yaşadığım boktan şeyler senin sorunun oluyor." Kafamı kaldırarak Darcy'in gözlerine baktım. Az önce oradaki kara delik birer yanan alev topuna dönmüşken başımı iki yana salladım.

"Bana lütfen bir daha karışma, yapma deme Darcy," içimi saran acıyla çaresizce yüzüm buruştuğunda gözümden yaşlar akmaya devam ediyordu. "Benim sorunum veya senin sorunun değil. Bu ikimizin sorunu. Lütfen bir daha yaşadıklarımı unutmuş gibi davranma. "

Artık kendimi tutamayarak başımı eğdiğimde, hıçkırıklarım etrafta yankılandı. Canımın acısı az önce anlattığım yaşanmışlıklarla harmanlandığında dindirecek bir şeyler aradım.

Tam o anda bir el omuzlarımdan tutarak beni sertçe kendine çektiğinde ellerim direkt Darcy'in beline sardım. Kafam göğsüne yaslanırken gözyaşlarım tişörtünü ıslatıyordu. Darcy'in bir eliyle saçlarımı okşarken, diğer eliyle sırtımı sıvazlıyordu.

"Özür dilerim, özür dilerim bin kere özür dilerim," diyerek fısıldadığında daha sıkı sarıldım. Ağlayışlarım göğsünde yatışırken o devamlı benden özür diledi.

Birbirimize benzer bir diğer özelliğimiz de asla birbirimize dayanamazdık. Asla küsemez, kırdığımızda çekinmeden sadece birbirimizden özür dilerdik.

Bu yüzden Boris 'ten sonra daima Darcy gelirdi. Ne olursa olsun Boris neyse Darcy de benim için oydu.

Koparamadığınız bir ip canınızı acıtır değil mi? İşte biz o koparamayacağınız iptik. Koparmaya çalıştığınızda bizim değil, sizin canınız yanardı.

... 

Aradan geçen birkaç saat sonunda sıkıntıdan patlayacak dereceye gelmişken zar zor ikna ettiğim Darcyle birlikte karakola gelmiştik. Hastane odasındayken, sorgu için gelmemi söylemişti ve bende hiç zaman kaybetmek istememiştim.

Darcy arabayı karakolun önünde park ettiğinde ona arabada beklemesini söyleyerek indim. Yürürken yaralarım sızlayarak kendini belli ediyordu ama katlanılmayacak kadar değildi.

Karakoldan içeri girdiğimde kontrol amaçlı üzerim arandığı sırada bakışlarım etrafta gezdi. En son buraya geldiğimde gördüğüm kadın yoktu. Aklımın bir köşesine bu konuyu Darcy'e anlatarak o kadının kim olduğunu öğrenmesini istemeyi not ettim.

Bu süreçte hiçbir sorun istemiyordum.

Arama işi bittiğinde büroların bulunduğu yere gelirken etrafa bakınıyordum. Komiserden adını öğrendiğim iki kişi vardı. Bu yüzden onları bulmak daha cazip gelmişti.

Sonunda adının Serhat olduğunu öğrendiğim adamı gördüğümde ona doğru ilerlemeye başladım. Yanındakilerle bir şey konuştuğu sırada yanına yaklaşan beni fark ettiğinde kaşlarını çattı. Anlaşılan benim onu tanıdığım gibi o beni tanımamıştı. Olsundu.

Yanlarında durduğumda sadece karşımdaki adama baktım. Sorgular bakışları altında "Buyurun, sorun nedir?" diye sorduğunda yüzüme kondurduğum gülümsemeyle "Adas Komiser nerede biliyor musunuz?" dedim.

Serhat denen adamın çatık kaşları daha fazla çatıldığında yanındakileri es geçerek bana yaklaştığında gülümsememi bozmadan ona bakmaya devam ettim.

"Neden sordunuz Adas Komiser'i"

"Hastaneden çıktıktan sonra sorgu için gelmemi söylemişti," dediğimde çatık kaşları havaya kalktı. "Siz kimsiniz?"

"Pera Dünya Saraç," dediğim gibi yüz ifadesi düzelerek yerini bir gülümseme aldığında tanıdığını anladım.

"Sen şu, topukla kafa yaran kızsın," diyerek güldüğünde başımı salladım. "Artık topukla kafa yarmıyorum, hayat kurtarıyorum."

"Şu Adas Komiserin önüne geçen de sendin değil mi?" diye sorduğunda başımı salladım. Demek ki buradakiler de biliyordu bunu.

"Adas komiser burada değil, onun yerine ekibinden biri sorguna girsin," dediğinde şansıma küfürler savurdum. Adamın olmadığı güne nasıl denk getirebilmiştim ben ya.

Mecburen başımı sallayarak onayladığımda arkamdan bir yere seslenerek "Adas komiserin ekibinden birini çağırsana koçum," dediğinde öylece beklemeye başladım.

Ekipten birinin gelmesini beklerken aklıma takılan soruyu sormadan kendimi alamadım.

"Şey," diye karşımdaki adama seslendim. Ona nasıl sesleneceğim bilmiyordum bu yüzden duraksamıştım. Karşımdaki adam benden büyüktü adıyla seslenemezdim, memur bey de demek istemediğim için kararsız bir şekilde ona baktığımda, bunu anlayan adam yüzünden silmediği gülümsemesiyle "Serhat abi diyebilirsin," dediğinde başımı salladım.

"Serhat abi, Adas Komiser bugün neden yok."

Sorumla Serhat abi imalı bir sırıtışla "Niye sordun? Yoksa sorguya onun mu girmesini istiyorsun," dediğinde hızla başımı iki yana salladım. "Hayır, hayır sadece merak ettim."

Serhat abi hınzır bir ifadeyle "Anladım ben," dediğinde "Neyi anladın," diye sordum. Bana biraz daha yaklaşarak kimsenin duymasını istemiyormuş gibi sessizce "Sen Adas komiserin mahkumlarından biri olmaya başlamışsın," dediğinde şaşkınlıkla bakakaldım.

İyice açtığım gözlerim, aralık duran dudaklarımla neye uğradığımı şaşırmış bir şekilde Serhat abiye baktığımda, yüzümün aldığı şekil komiğine gitmiş olacak ki kocaman bir kahkaha attığında kendime geldim.

"Serhat abi!"

Attığı kahkaha yüzünden birkaç kafa bizim olduğumuz tarafa döndüğünde yüzümün kızardığına emindim. Bir an nerede olduğumu unutarak Serhat abinin koluna vurarak "Alacağın olsun Serhat abi" dediğimde hiç bir şey dememişim gibi gülmeye devam etti.

"Ne yani, buraya Adas komiserimi sormaya gelen kadınlar genelde ona mahkum olmuş kadınlardır," dediğinde yüzümü buruşturdum. "Kusura bakma da Adas komisere mahkum olmuş kadınların gözlerini bir doktora göstermelerini tavsiye ediyorum."

"Kız öyle deme, öyle kadınlar geliyor ki mankeninden tut, oyuncusuna," diyerek başını salladığında omuz silktim. Beni ilgilendirmeyen bir konuydu.

"Komiserinizle ilgilenmiyorum," dedim net bir şekilde. Öyleydi de beni zerre ilgilendirmiyordu. "Sadece hastanede bana yardımcı olduğu için teşekkür etmek için sormuştum ama sen konuyu başka tarafa çektin."

"Tamam, tamam bugün Adas Komiserimin bir işi olduğu için çıktı ne zaman geleceğini bilmiyorum." Yaptığı açıklamayla başımı olumlu anlamda sallayarak teşekkür ettim.

Birkaç dakika sonra yanımıza gelen bir kızla Serhat abi az önce kahkaha atmamış gibi ciddiyete büründüğünde bakışlarımı yanımızdaki kıza çevirdim.

"Sinem, Pera Hanım geçen Adas komiserin katıldığı davette vurulan kişi." Serhat abi yaptığı açıklamayla bana bakan kıza dikkat kesildiğimde onunla burada karşılattığımızı hatırladım. Boris'in dosyasını bana açıklayan komiserin yanındaki kızdı.

"Adas komiser ifadesi için gelmesini istemiş ama burada olmadığı için sorgusuna sen gir," dediğinde kız kafasını sallayarak onayladı. Serhat abi bana baktığını hissettiğimde ona döndüğümde imalı bir şekilde göz kırptı. "Ama önce Adas komisere haber ver, belki kendisi girmek ister sorguya."

Serhat abinin sözleriyle dudaklarımı dişleyerek gülümsememi tutmaya çalıştım. Yaptığı imalar ve hareketleri öylesine komikti ki, bunu Sinem denen kıza söylerken az önce bana göz kırpmamış gibi ciddiydi.

Sinem duyduklarının ardından bana baktığında gülümsedim. Ne kadar masum bir kız olmuştum bugün. Her boka gülümseyerek.

Serhat abi görüşürüz diyerek yanımızdan ayrıldığında ne yapacağımı bilmeyerek öylece yanımdaki kıza baktım. Onun bakışları bana döndüğünde sert bir ifadeye "Beni takip edin," diyerek ilerlemeye başladığında arkası dönük olduğu için gözlerimi devirdim.

İlk gördüğüm zaman bile gıcık bir tip olduğunu anlamıştım. Çekilecek tip değildi. Umuyordum ki biran önce biterdi.

Merdivenlere geldiğimizde ben duraksadım ama o bir kaç adım atmış ilerlediğini gördüğümde istemesem de seslenmek zorunda kaldım.

"Pardon bir dakika bakar mısın?" dediğimde kız beni duymuş olacak ki olduğu yerde durarak bana döndü. Tek kaşını kaldırarak "Ne oldu?" dedi.

"Asansör var mı?" diye sordum. Pekala bunu sormak hiç istemezdim ama yaralarım canımı şuan bile acıtırken merdivenleri çıktığımda daha kötü olacağını biliyordum.

Sorduğum soruyla suratıma öyle bir bakış attı ki ondan gıcık kapmamın bir diğer nedeni bu olmuştu.

"Ne saçmalıyorsun, burası otel mi?" diyerek kaşlarını çattığında sinirlenmeye başladığımı hissediyordum. "Ne alaka, sadece asansörü sordum," dediğimde çıktığı merdivenlerden hızla inerek yanıma geldiğinde dibime kadar girerek "Bak kızım sinirlerimi bozma, çık şu merdivenleri. Seninle uğraşamam," dedi ve benim sinirimi bozmayı başardı.

"Ne diyorsun sen, insan olsana sen bir," diyerek aynı onun gibi sertçe konuştuğumda üzerime gelerek "Sen kim oluyorsun da benimle böyle konuşabiliyorsun!" diye bağırdığında altta kalmadım. Tıpkı onun gibi bağırarak "Asıl sen kim olduğunu sanıyorsun. Burası senin bana ahkam keseceğim bir yer değil. İşini yap!" dedim.

Fazla yükselmiştim ama kimsenin benimle böyle konuşmaya hakkı yoktu. İnsan gibi yok deseydi bir şekilde çıkmaya çalışacaktım. Ama anlaşılan karşımdaki kız ya kafası bozuk biriydi ya da bir derdi vardı.

"Sen çok oldun!" dediği gibi tek eliyle, kolumu kavradığı gibi beni ters çevirerek sırtıma yasladığında ani hareketiyle sırtımdaki yaralar canımı yakarken kendime engel olamayarak bağırdım.

Sırtımdaki iki kurşun yarası dehşet bir şekilde canımı yakarken, beni tutan kızın elinden kurtulmak istedim. Bunu çok kolay bir şekilde yapabilirdim ama yapacağım herhangi bir hareket hem yanlış anlaşılacak hem de şüphe çekecekti.

Kendimi kurtarmak için aynı onun gibi saldırmam gerekiyordu ama bir polise karşı saldıramazdım.

Sinem denen polis kolumu daha sert çektiğinde acı katlandığı için tekrar bağırdım. Kolum değil de sırtım felaket acıyordu.

"Bırak beni," diyerek acıyla inlediğimde beni dinlemedi. Daha yüksek bir sesle bağırarak "Bıraksana beni!" dedim.

"Kes sesini, sen kim oluyorsun da benimle böyle konuşuyorsun!" diyerek, debelendiğim için kolumu biraz daha çekti.

Arkamdaki kız hiçbir şekilde kolumu bırakmadığında inatla ve acıyla bırakmasını söylüyordum.

Merdivenlerin olduğu kısımda, büronun olduğu kısım gözükmediği için kimse bizi görmüyordu bu yüzden kimse de yardım edemezdi. Zaten yardım edeceklerini de sanmıyordum. O da bir polisti sonuçta.

Tam ümidimi kesmişken "Sinem!" diye bağıran sesi duyduğumda acıdan yaş birikmiş gözlerimle gelen kişiye baktım.

Adas Komiserdi. O gelmişti.

Gözlerim gözlerine değdiğinde acımın gözlerimden bile okunduğuna emindim. O da bunu görmüş olacak ki az öncekinden daha yüksek bir sesle "Sinem, bırak kızı!" diye bağırdı. Onun sesi yankılandığında birkaç kişinin etrafımıza toplandığını göz ucuyla gördüm.

Aralarında Serhat abi de vardı. İlk Adas komisere baktı daha sonra neden bağırdığını anlamak için olduğum tarafa baktığında gözleri kocaman açıldı.

"Sinem bıraksana kızı," diyen Serhat abinin sesini duydum. O da böyle bir sahne beklemiyor olacak ki sesinde şaşkınlık emareleri vardı.

Gözlerim Adas ve Serhat abinin üstündeyken arkamdaki kız beni daha çok kendine çektiğinde istemsizce gözlerimi kapatarak bağırdım.

O sırada bağırmamla Serhat abinin "Kız yaralı bırak kızı," dediğini duydum. Fakat acıdan tüm vücudum sızlıyordu. Ne bok vardı da daha iyileşmeden buraya gelmiştim ki. Yüksek ihtimal dikişlerim açılmıştı. Babam bunu duyunca feleğimi şaşırtacaktı kesin.

"SİNEM!" Adas komiser resmen kükreyerek yanımıza geldiğinde beni tutan kızın kolunu tuttuğu gibi geriye savurduğunda kolum serbest kaldı. Fakat az önce bedenimi tutanın o kız olduğunu bilmediğim için çekildiği gibi titreyerek dizlerimin üstüne düştüm.

Düşmenin etkisiyle dizlerimden ziyade sırtım acırken iki elimi de bacağıma koyarak sıktım. Tırnaklarım etimi batarken sessizce acının geçmesini bekledim. Kolay kolay geçmeyeceğinin bilincindeydim ama umut fakirin ekmeğidir kafasındaydım.

"Pera, iyi misin kızım?" diyerek yanıma gelen Serhat abiyle acıdan cevap bile veremedim. Onun yerine başımı iki yana salladım.

"Komiser'im yeni hastaneden çıkmıştı acaba dikişleri zarar görmüş müdür?" Endişeli çıkan sesiyle konuşan Serhat abiyle yüzümde minik bir tebessüm oluştu. Daha birkaç dakika önce tam anlamıyla tanışmıştık ama o benim için endişelenmişti.

Özür dilerim Serhat abi sana bunu yapmak istemezdim. Sen, beni düşünen sayılı kişilerden biriydin.

Omzumda hissettiğim başka bir elle kafamı kaldırıp bakmak istemiştim ama boynumu bile oynatmam canımı acıtıyordu. Bu yüzden yapmaktan vazgeçtim. Saniyeler sonra da sesini duymuştum.

"Pera Dünya iyi misin?" diyen ses komisere aitti. İyi miydim? Hayır. Kafamı iki yana salladım.

"Kalkabilecek misin?" diye sorduğunda düşündüm. Kalkabileceğimi sanıyordum ama denemem gerekiyordu. Burada öylece oturarak acının geçmesini bekleyemezdim.

Ellerimi bacaklarımın üstünden çekerek yere koydum. Destek alarak kendimi kaldırmaya çalıştığım sırada belime saplanan acıyla inleyerek kendimi yere bıraktım. Siktir, dikişlerim cidden açılmıştı.

Omzumdaki el saçlarımı geri çekerek yüzümü açığa çıkardığında acıdan ağlayacak raddeye geldiğim için kafamı daha çok eğdim. Etrafta insanlar vardı ve ben böyle gözükmek istemiyordum.

Serhat abiden "tamam komiserim," sesini duyduğumda ne olduğunu anlamadım. Önümden çekilen Serhat abi yerine bir çift postal aldığında ve yüz yüze gelecek şekilde diz çöktüğünde kafamı kaldırarak gözlerine baktım.

Ela gözleri dikkatle yüzümü incelediğinde yanağımdaki ıslaklık beni ele veriyordu. Saklamam gerekmiyordu, canım acıyorsa acıyordu.

"Canım acıyor," dediğimde dudağım büküldü. Ela gözleriyle ağladığım için kızaran mavi gözlerime, bükülen dudağıma ve gözümden akan yaşa baktığında gözlerini kapatarak bir şeyler mırıldandı.

Tekrar gözlerini açtığında bakışlarını benden çekerek kenarda durmuş olan Sineme baktı. Başını iki yana salladıktan sonra bana döndü.

Bir dizini yere koyarak bana biraz daha yaklaştı. "Yaraların ne durumdaydı?" diye endişeyle sordu.

"Dikişlerim açıldı."

Komiser içine derin bir nefes çektiğinde ona bakmaya devam ettim. Bana biraz daha yaklaşarak "Seni revire götüreceğim, doktor bir baksın," dediğinde başımı salladım.

"Seni kaldırmam lazım, izin veriyor musun?" diye sessizce sorduğunda kalkamayacağım için başımı salladım.

Adas komiser dibime gelerek bir kolunu sırtımdan geçireceği sırada onu durdurdum. Neden durdurduğumu anlamadığı için bana baktığı sırada üstündeki beyaz gömleği işaret ederek "Sırtımda kan var, üstün kirlenecek" dedim.

Söylediğim sanki çok boş bir şeymiş gibi duymamazlıktan gelerek bir kolunu sırtımın yara olmayan kısmından, diğerini de bacaklarımdan geçirdikten sonra ayağa kalkarak beni kucağına aldı.

Kimseye bakmadan yürüdüğü sırada arkada kalan ve sinirle bize bakan kıza hitaben "Sinem, odama geç ve ben gelene kadar iyi bir açıklama düşün," dedi. Sonra kimsenin duyamayacağım şekilde de "olacağını da sanmıyorum" diyerek ilerlemeye devam etti.

Komiser yürürken boynuna doladığım kollarımdan birini indirerek tırnaklarımı bacağıma geçirdim. Canım acıyordu.

Bu hareketimi fark etmiş olan komiser, ileriye doğru bakarken "Bu üç oldu," diye mırıldandı. Ne dediğini anlayamazken "Kendini taşıtmaya alıştığını düşüneceğim" dedi.

Sözleriyle sessiz kaldım. İçimden konuşmak gelmemişti. O da sessiz kaldığımı gördüğünde bakışlarını bana çevirmişti. Kapattığım gözlerimi hiç açmadan öylece kaldım.

İçimde adlandıramadığım bir his vardı. Bu his her seferinde Adas Alacakan denen adamın yanında beliriyordu.

Nefret miydi? Bilmiyorum

Sinir miydi? Belki

İntikam mıydı...

Çok karışıktı. Öyle karışıktı ki, ona karşı susmayı istemiyordum ama dilimin düğümlenmesine neden oluyordu.

Bu his neydi? Beni kokusuyla mayıştırarak ortaya çıkan bu his neyin nesiydi? Beni ona yaklaştıran, onun önüne geçmeme neden olan, onu görmek isteyen bu his neydi?

Revire gidene kadar tek bir kelime etmedim. Komiser beni yatağa yatırdığında, doktor kontrol etmeye geldiğinde de sessizliğimi sürdürdüm. Dakikalar sonra Doktor 'un yaptığı iğneyle kendimden geçmeden önce konuştum.

"Komiser, Darcy'e haber verir misin?"

🕯

Bölüm sonu...

Nasıl buldunuz bölümü?

Yeni bölümlerden haberdar olmak için beni takip edebilirsinizzz

Bir sonraki bölümde görüşene dek hoş kalın, hoşça kalın🧷

Loading...
0%