Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4. YANDIKÇA SÖNMEK

@l_mia1

 

'Bir varmış, bir yokmuş. Bin yanmış, bir sönmüş'

Sırtımdaki sızının beni rahatsız ettiği için yattığım yerde kıvrandım. Kapalı gözlerimin ardından sızan ışıkla kendime gelmeye çalıştım. Gözlerimi aralayarak birkaç kez kırpıştırdığımda etrafı net görmeye başladım. Olanları hatırladığım için nerede olduğumu biliyordum. Sağa sola bakındığımda odada sadece Doktor'un olduğunu gördüm.

Doktor uyandığımı fark etmemişti bu yüzden "Hey," diyerek bana dönmesini sağladım. Uzun süre uyumuş olacağım ki sesim boğuk çıkmıştı.

Uyandığımı gören Doktor, gülümseyerek yanıma geldiğinde bakışlarımı üzerinde tuttum. Adının Oktay olduğunu hatırladığım doktor baş ucunda durarak "Nasıl hissediyorsunuz Pera Hanım?" diye sordu.

Boğazımdaki kuruluk nedeniyle yüzüm buruşurken "Az çok iyiyim, sadece sırtım sızlıyor," dediğimde anlıyormuş gibi başını sallayarak "Normal, dikişleriniz zorlanmış. Pansuman yaptım ama sizin de oldukça dikkat etmeniz gerekiyor," dedi.

"Biliyorum, dikkat ediyordum aslında ama bazı mesleğini oldukça ciddiye alan insanlar yüzünden bu hale geldim maalesef," diyerek kendi kendime gözlerimi devirdiğimde Oktay Bey'den bir gülüş sesi geldi. Gülüşünün arasından "Olanları duydum, Sinem biraz asabi bir kızdır," diyerek omuz silktiğinde başımı iki yana sallayarak "Asabiyetini gerekli şahıslar üzerinde uygulasın o zaman," dedim.

Oktay Bey sessiz kaldığında kimsenin olmadığını bildiğim halde etrafa bakındığımda aradığım kişiyi bulamamıştım. Bunu fark eden Doktor "Adas komiseri arıyorsanız burada değil," dedi.

"Hayır, başka birine bakıyordum. Kimse gelmedi mi?" diye sorduğumda, tek kaşını kaldırarak "Az önceki sinirden masamı kıran adamdan mı bahsediyorsunuz?" dediğinde şaşkınlıkla ona bakmıştım.

Uzandığım yerden masasına baktığımda dediği gibi ilerideki oldukça büyük masanın paramparça olduğunu gördüm. Bunu Darcy mi yapmıştı? Yapardı, doğru.

Tekrar Oktay Bey'e baktığımda yüzünde saklamadığı bir karışıklıkla bana bakıyordu. Mahcup bir ifadeyle "Siz onun kusuruna bakmayın, beni böyle gördüğü için evhamlanmıştır," dedim.

"Evham?"

Dudaklarımı birbirine bastırarak başımı salladığımda birden odada kahkaha sesi yükseldi. Şaşkınlıkla Oktay Bey'e baktığımda kahkahasının arasından "Böyle evham hayatımda görmedim" diyerek gülmeye devam etti.

Ee, Darcy karşısında da böyle gülmüşse masayı değil de bu reviri kırıp dökmesi hak meselesiydi.

"Oktay Bey," diye seslendiğimde kahkahasının arasından bana baktı. Kapıyı işaret ederek "Umarım Darcy kapının ardında değildir. Yoksa bir daha bu revirin var olacağına dair şüphelerim var," dedim.

Oktay Bey anlamadığı için kahkahasını keserek bana baktığı saniyelerde kapı aniden sert bir şekilde açılarak içeriye "Bu şerefsiz niye bu kadar yüksek sesle gülüyor lan!" diyerek giren Darcy hızla Doktor 'un dibinde biterek sinirle solduğunda gözlerimi yumarak gülmemek için kendimi kastım.

Darcy sertçe karşısında put kesilmiş adama baktığında kafasını yana eğerek "Kız uyuyor lan, d'yavol!" dediğinde sonda ettiği laf yüzünden gözlerim kocaman açıldı.

"Darcy!"

Konuşmamla gözlerini Doktora dikmiş Darcy, hızla bana döndüğünde siyah gözlerinin alev alev olduğunu gördüm. Az önceki hırçınlığı anında kaybolduğunda "Pera!" diyerek hızla yanıma geldi ve elleriyle yanaklarımı tutarak alnıma bir öpücük kondurdu.

Geri çekildiğinde gözlerindeki korkuyu yakından görmek içimin titremesine neden oldu. Onu her defasında korkutuyordum ve Darcy bu duygudan nefret ederdi. Bunu bilmeme rağmen her defasında o korkunun ortasında bırakan da ben oluyordum. Bu oldukça sorumsuz bir davranıştı benim için. Özür dilerim Darcy...

Gözlerindeki bakışlar değişmezken yüzüme bir gülümseme kondurarak "glupyy" dedim. Söylediğime karşılık gözlerindeki ifade az da olsa dağıldığında "neuklyuzhiy" dedi. İkimiz de aynı anda güldük.

Darcy bir süre yüzünde tuttuğu gülümsemeyle bana baktı ama gözleri dolu doluyken "İyi misin?" diye sorduğunda gülümsemem soldu. Dudaklarım bükülmek için can atarken başımı salladım. "Buradan götürür müsün beni?"

Darcy, burnunu çekerek başını salladığında geri çekildi. Ben de kolumdaki seruma baktığımda bitmek üzere olduğunu gördüm. Beklemek istemediğim için kolumdaki iğneyi tek hamlede çıkardım. Bu hareketimi gören Doktor "Hey, ne yapıyorsun?" dese de onu duymamazlıktan geldim.

Bende doktordum. Yani eskiden doktordum. Şuan hasta bakmayı reddediyor olabilirdim ama ne yapacağımı gayette iyi biliyordum. Bu yüzden sırtımdaki pansuman için neyin gerekli olup olmadığını çok iyi biliyordum. Bu yüzden Doktor 'un sözlerini tamamen duymamazlıktan geldim.

Darcy üzerine giydiği siyah ceketi üzerinden çıkarttığında sadece siyah bir tişörtle kaldı. Doğrulmaya çalıştığımda bana yaklaşarak destek olduğunda başarabildim. Elinde tuttuğu ceketi üzerime giydirdiğinde bana oldukça bol gelmişti bu da onun gülmesine neden olmuştu.

Güldüğü için mutlu hissetmiştim. Benim mutluluğum sevdiklerimin gülümsemesiyle ortaya çıkıyordu. Onlar gülsün, ben daima mutlu olurdum, ne halde olursam olayım.

Yatakta oturur vaziyette kaldığımda Darcy yaklaşarak beni tek hamlede kucağına aldı. Doktor homurdanmaya devam ederken onu duymamazlıktan geldim. Darcy'in yarama dikkate aldığını, sırtımdaki kolunun hafif durması ama bacaklarımdaki elinin sert tutuşundan anladım.

Kapıya doğru ilerleyecekken hala konuşan Doktora bakarak "Yaptıklarınız için teşekkür ederim. Kolay gelsin," diye mırıldanarak gülümsedim.

Kapıya ulaştığımızda beni taşıdığı için kapıyı açamayan Darcy'e yardımcı olarak kapı kolunu kavrayarak açtım. Kapıdan çıktığımızda koridorun boş olduğunu gördüğümde içimi belli belirsiz bir his kapladı ama bu hissi fazla sorgulamadım. Sorgularsam çıkmaz bir sokağa girmekten farksız olmayacağımın bilincindeyim.

Buraya her geldiğimde yaşadığım duygu karmaşası beni öyle bir duruma getirmişti ki asla dönmem dediğim sözden dönmek üzereydim. Pes etmek bana yakışmazdı ama bir karmaşanın yaratacağı tüm hesapların sonu ben hariç herkese kesileceğinin farkındaydım.

Keşke pes edebilseydim de yandıkça yaktığımı fark etmeseydim.

Darcy koridoru aşarak merdivenleri çıktığında kulağıma bürodaki sesler doluyordu. Gözlerim de bu seslerin nedenini bulduğunda her bir yanda dizilen masanın başında bir cellat ve o masaların önünde de hırçınca cezasını bekleyen kurbanlar vardı. Her bir ses, bir yaptırımdan bahsediyordu. Her bir cümle, ya kötü ya da iyi sözcükler doğuruyordu. Bir varmışlığın bir yokmuşluğu olduğunu fısıldıyordu.

Küçükken okuduğum tüm hikayeler bu cümleyle başlardı. Hep merak ederdim bu cümlenin ne demek olduğunu ama bir türlü bulmazdım cevabını. Sonra bir gün hiç bilmediğim, hiç anlamadığım dilde olan bir ülkeye taşındığımızda 'acaba' demiştim içimden. Çünkü içinden bile Türkçe konuşan küçük kız birden bire yabancı olduğu bir sürü ses duyduğunda bu anlama geldiğini düşünmüştü. Ama yanılmıştı.

Sonra bir gün hiç ama hiç görmediğim birini karşımda bulduğumda içimden tekrar 'acaba' demiştim. Bana söylediği gerçeklerle tanıştırdığında bu sefer içimde bulmak için kıvranan ses susmuştu. Çünkü bulmuştu ne demek olduğunu. Varlığın içinde yok olduğumda fark etmiştim ne demek olduğunu en sert darbeyle.

Çok canımı yakmıştı bu farkındalık öyle ki beni görmezden gelen annem, beni bir kuklaymış gibi yöneten Rex, beni hep koruduğunu düşünen ama yanmakta olduğumu fark etmesine rağmen sessiz kalan babam, bir zamanlar beni kabul görmeyerek koruduğunu sanan Boris ve daima yanımda olarak kim olduğumu hatırlatan Darcy bile bir varmış bir yokmuş diye başlayan hikayenin başrolü yapmışlardı beni.

Ben hiç istemeden kendi hikayemi yazmaya başlamıştım. Sadece anlamını bilmediğim cümlenin anlamını öğrenmek istemiştim. O anlam olmak istememiştim.

Boğukça kulağıma dolan yakarışlar, sinirle söylenen küfürler, çaresizce mırıldanışlar hepsi başka bir hikayenin varlığıydı. Benim hikayemin varlığı ise karşıda durmuş ela gözlerinin ne kadar can yaktığını bilmeden gözlerime diktiğinde devam etmişti. Bir hisse kapılmıştım; bu his benim hikayemin başlığından bile beni ne kadar yakacağını binlerce parçacıkla etrafa dağılarak duyursa bile bir kere yakalandın mı vazgeçmek öyle kolay olmadığını da söylüyordu.

Ben yanmak üzereydim. Cayır cayır alevler arasında kalmak üzereydim. Hiç bir insan yanmak ister miydi? Ben de istemiyordum. Ama pes de edemiyordum. Evet, o çıkmaz sokağa girmek istememe rağmen ela gözlere bakarken girdiğimi hissediyordum.

Yapma, yakma komiser. Ne beni ne de kendini cayır cayır atma o ateşe... Ben zaten bin kere yandım, bir kere daha yanmaya hele ki seninle yanmayı kaldıramam. Bunu bana yapma.

Gözlerimle bile belli olan bir duygu içimi bu denli karıştırmasının tek nedeni onun yok olmasıydı. Nefretim o duygunun var olmasıyla bertaraf edilmişti. Ne olmuştu bana bilmiyorum. Nasıl bu düşüncelerin esiri olmuştum sadece bunu biliyordum.

Revirde doktor 'un yaptığı sakinleştirici iğnenin etkisiyle uykuya daldığım sırada sadece karanlıkta kalmaktı isteğim öyle de olmuştu. Sessiz bir kuyunun dibindeyken istemediğim tek şey duymak ve görmekti. Biraz da olsa gerçeklikten kopmak istemiştim çünkü yorulmuştum. Daha hiçbir şey yapmadan yorulduğumu hissediyordum. Bu kadar güçsüz değildim. Bu kadar aciz değildim.

Fakat her gücün ve her acizliğin bir sebebi olmalıydı. Benim sebebim, kalmak istediğim sessiz karanlık kuyuda kulağıma dolan cümlelerdi.

"Farkında olmadan birine zarar vermek öyle kötü ki verdiğim zararın gözümün önünde olması ondan daha kötü," diyen bir ses vardı sessizliğimin arasına sızan. Ben bu sesin kime ait olduğunu çok net biliyordum. Bu bilinç bile benim için çok farklıydı. Ben değer verdiğim kimse harici birinin sesini tanımazdım.

"Benim yüzümden vuruldun ve yine benim yüzümden burada öylece yatıyorsun. Ben daha ne kadar birilerinin kötü anısı olarak var olmak zorundaydım!" Ses tonundan bile kendini belli eden öfkeyle harmanlanmış sitem açıkça ortadaydı. "Üzerimdeki yük öylesine ağır ki artık omuzlarım bile çöktüğünün farkında değil. Ben farkındayım."

"Kendi dünyamda saklanıyorum ama o dünyada saklanmak istediğimi söylememiştim. Neden saklanmak zorundaydım ki ben. Yalnızca içimi yiyip bitiren intikamın bitmesini istiyorum ama olmuyor. Bu intikam uğruna daha kaç kişiyi harcayacağımı bilmiyorum." Demek ki bu dünyada herkesin içinde bir intikam ateşi vardı. Bunu bilmek yalnız olmadığımı hissetmek içimi rahatlatırdı belki ama olmadı. Onun da benim gibi içinde bir savaşın var olduğunu bilmek beni hiç rahatlatmadı.

"Yapma Pera," diye devam etti cümlesine. Neye yapma dedi bilmiyorum ama bu cümle öyle ağırlıklıydı ki taşımaya bin dev girişse başaramazdı. "Ben birini bu uğurda kaybettim seni de kaybetmek istemiyorum. Al sök kalbimi ama onu yakma," demişti acı çeken bir tonda ama bu acıyı kendi için değil de benim için çekiyordu.

"Biz bilmesek de herkesin bir yargısı var Pera. Sadece o yargının sonucuna bakmak doğru mudur? Öyle mi yapmalıyız Pera?" sessiz kaldığında benden cevap beklediğini fark ettim ama cevap veremedim. Vermek istediğimi bilmezken içinde bulunduğum kuyuda sessizliğin sadece benim dudaklarıma vurulan mühürden ibaret olduğunu yeni yeni kavramıştım.

Komiser de sessizliğimi neye yordu bilmiyorum ama yanağımda hissettiğim sıcak dokunuşla istemeden titrediğimde kısık gülüş doldu kulağıma. Uyanık olmadığımı, onu duymadığımı düşünüyordu. Sadece onun parmaklarının dokunuşunu verdiğim tepkiye gülüyordu, görmesem de öyle fısıldadı hızla çarpmaktan usanmayan kalbim.

"Yaptığım her çelişkide daima kaybediyorum. Kaybettikçe kendime kızıyorum." Bu cümleyi öyle bir söylemişti ki kaybetmenin öfkesini iliklerime kadar hissettim ama komiser cümlelerine devam ettiğinde az önceki öfkeli ses saniyesinde yok olurken bir çocuğu andıran çaresiz bir ses tonuyla "Ama kazanmak da istemiyorum" dedi.

Bu konuşmanın sonunu merak ediyordum ama sonunda sağ çıkamayacağımı görmezden geldim.

"Kafam öyle karışık ki bu karışıklığın verdiği zararı bir kez daha görmek çok can yakıyor Pera. Ben artık görmek istemiyorum. Sadece her şey bitsin istiyorum." Sözleri insana öyle dokunuyordu ki sanki bu cümleler benim söylemek istediğim ama bir türlü çıkaramadığım cümlelerdi. Öyle yakıcı, yıkıcıydı ki baş döndüren cinstendi.

"Adımı her bir ağızdan duyduğumda içimdeki intikam sönmek üzereyken yeniden alev alıyor. Çünkü bana gerçeği hatırlatıyor. Acılı günlerimi, yediğim helvanın tadını, aylarca aç kaldığımı, uykusuz kabus dolu gecelerimi hatırlatıyor. Vazgeçemiyorum, bunları hatırladıkça durduğum yerden devam etmem gerektiğini hissediyorum."

Onu bu duruma zincirlemiş bir şeyler vardı. Bu çektiği acıların bir sebebi vardı. Adını bile duyduğunda bunları hatırlatan bir şeyler vardı. Ela gözlerde kırık bir çocuğun puslu bakışları vardı.

"Özür dilerim Pera, bu yaşadıkların için özür dilerim. Onun gibi-" İşte bu cümlenin sonunu getiremeden bir kapı sesiyle susmuştu. İçeriye biri girdiğinde ben onun sesini duymadım. Neden duymadığımı bende bilmiyordum ama tekrar sessiz karanlık kuyunun dibine çekildiğini hissettiğim anda kısık da olsa onun son cümlelerini duydum.

"İnsan uyuyunca masum görünürmüş, ben uyumayalı çok uzun zaman oldu."

Bu sözlerdi beni kendime getiren. Bir zamanlar içime fısıldanan, her hücremi buna bağlı kılan intikam artık öyle karmaşık geliyordu ki bunu ilk defa net bir şekilde sorguluyordum. Çünkü komiserin sözleri içimi öyle doldurmuştu ki, ondan başka bir şey düşünemez olmuştum.

Darcy'in adımları büroda dosdoğru ilerlerken benim gözlerim ela gözlerden ayrılmıyordu. Ne yapacağımı bilmez halde ona bakmaya devam ettiğim sırada yaslandığı duvardan beni izlemesi adını anmak istemediğim hissin büyümesine neden oluyordu.

"Darcy," diye beni taşıyan adama seslendiğimde ilerleyen adımları durmuştu. Kafam göğsüne yaslı olduğu için başını eğerek bana baktığında ben sadece karşımdaki gözlere bakıyordum. "Komisere bir şey söyleyeceğim."

Darcy sinirle içine bir nefes çektiğinde itiraz edeceğini anladım. Buna izin vermeyerek bacaklarımı tutan elden sıyrılarak ayaklarımı boşluğa uzattığımda, Darcy hızla eğilerek ayaklarımın yere basmasını sağladı.

"Pera, yeter artık gidelim. Yoksa bu sakinliğimi koruyacağımdan emin değilim," diyen Darcy'in sesindeki dizginlemeye çalıştığı öfkeyi hissettim. Gözlerim ela gözlerden ayrılmazken "Bana iki dakika ver," dedim ve baştan beri beni yanına çağıran gözlere adım adım ilerledim.

Sırtımın ağrısını ne duyuyor ne de hissediyordum. Kulaklarım, gözlerim, bedenim tek bir noktaya odaklanmıştı. Sadece ona.

Yanına vardığımda yaslandığı yerden doğrularak bir adım da o attığında tamamen karşı karşıya durduk. Onun gözleri yüzümü turlarken ben sadece gözlerine bakıyordum. Sessizlik ilk defa öyle güzel gelmişti ki, bunun sebebini sadece kafa karıştıran o his biliyordu.

Komiser kollarını önünde bağlamış dururken ilk defa gözlerim gözlerinden ayrılarak üstünde dolaştığında beyaz gömleği yerine siyah bir tişört giydiğini gördüm.

Tekrar gözlerine baktığımda onun da bakışları gözlerimi takip etmiş olacak ki aynı anda kafamızı kaldırarak birbirimize baktık. Ela gözler ne kısıktı ne de puslu. Sadece kendiydi.

"Kanlı gömlekle büroda dolaşmak hoşuma gitti. Herkes gözündeki korkuyla bakıyordu. Havalıydım baya, kaçırdın." Dudağının kenarındaki kıvrımla mırıldandığında söyledikleriyle kendimi tutamayarak güldüm.

"Kesin komiser, kesin" diye karşılık verdiğimde tek kaşını kaldırarak "İnanmıyor musun?" diye sordu. Yüzümdeki gülümsemeyle omuz silktiğimde baş parmağıyla beni işaret ederek "Beni kıskanıyorsun" dediğinde yüzümü buruşturdum.

"Küstahlığını mı? Hiç sanmıyorum"

"Hadi ama sende biliyorsun"

"Evet, küstah biri olduğunu biliyorum komiser," diyerek konuyu çarpıttığımda kalakaldı. Aslında havalı olduğundan bahsediyordu ama onu bozmak keyfime yerine getirdiği için böyle söylemiştim. İşe de yaramıştı. Komiser boş gözlerle bana bakıyordu.

Bir kez daha güldüğümde komiser kendine gelerek "Her seferinde beni bozmak hoşuna gidiyor değil mi?" diye sorduğunda hevesle başımı salladım. Bu hareketinle onun boş bakan gözleri aydınlandı, dudaklarındaki kıvrım büyüdü ve kocaman gülümsedi.

Onun bana gülümseyerek baktığı sırada gözlerimiz kesişti. Ela gözlerinde mavi gözlerimin yansımasını açıkça gördüm. Bu iki renk birbirine ne kadar zıtsa bir o kadar uyumlu gözükmesi kalbe zarardı.

Fakat her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi bu anında son bulması yakından gelen bir "Pera Hanım," sesiyle son buldu. Ben ela gözlerden ayrılamazken o ela gözlerdeki mavilik kaybolmuş yerini Sinem'in yüzü almıştı.

Bu görüntü soluğumu keserken, yüzümün acıyla kasılmasına neden oldu. Neden o gözlerde daima kendi yansımamın olmasını istediğimi sadece o his biliyordu.

Kendimi toparlayarak arkama döndüğümde Sinem'in dik bir duruşla komisere baktığını gördüm. Aklımı karıştıran bir dürtüyle sesimin nasıl çıktığını umursamadan "Bana seslendiyseniz bana bakacaksınız. Başka yere değil" dedim. Normalde düşünmeden konuşmazdım ama bu sefer öyle olmamıştı. Dilime varan sözleri hiç törpüleme gereği duymadan çıkarmıştım. Asla sözlerinden pişman olan biri değildim, olmazdım da.

Sinem'in bakışları bana döndüğünde düz bir ifadeyle baktım. Kanıma karışan öfke halihazırda beklerken ilk defa kendim isteğimle birinden nefret ediyordum. O şanslı kişide tam gözlerimin içine bakan kızdı.

Yüzündeki ifade normal olsa da göz kenarlarındaki kırışıklık bana alay ederek baktığını gösteriyordu. Bu oldukça sinir bozucu olsa da az önce bana karşı yaptığı davranışı ona yedirmeden buradan ayrılırsam bana da Pera demesinler.

"Seni dinliyorum," diyerek üstün körü konuşmasını beklerken kısa bir an komisere baktıktan sonra bana döndü. "Bugün olanlar adına sizden özür dilerim."

"Özrünüzü kabul etmiyorum."

Sözlerimle birlikte bana şaşkınca baktığında aynı ifadenin arkamda duran komiserin üzerinde de olduğuna emindim. Umursamadan doğruca karşımdaki kıza baktım.

"Mesleğiniz gereği her şeyi açıkça ifade ediyorsunuz. Bu ister sözel olsun, ister de fiziksel ama unuttuğunuz bir şey var. Kimseye bilip bilmeden böyle davranamazsınız." Sesimden bile taşan öfke doğruca sahibine ulaştığında sözlerimi sindirmeye çalışıyordu. Daha sindirecek çok şeyi olduğu için hızla yan dönerek komisere yan gözle kısa bir an baktım. Tekrar Sineme dönerek "Bu yaptığınızı savunacak bir cümleniz var mı? Tek bir cümle," diye mırıldandım.

Fakat bir ses gelmediğinde sırıttım. "Bende öyle düşünmüştüm." Komisere doğru dönerek parmağımla Sinem'i göstererek "Buraya ifade vermek için geldiğimde sizde şahitsiniz ki hiç bir sebep yokken bana şiddet uygulamasıyla dikişlerimin açılmasına neden olan memurunuzdan şikayetçiyim," diyerek asıl darbeyi vurdum.

Adas komiser kısılan gözleri sözlerimle bir anda gevşerken şaşkınlıkla bana baktı. Aynı şaşkınlık Sinemde de yer edindiğinde uzaktan gelen Serhat abinin "Ne?!" sesinin yanında Darcy'in "Aferin," sesi yankılandı.

Hiç bir nefretin dosdoğru nedeni olmak istemezdim ama bu karakola geldiğim zamanda ilk defa karşılaşmamıza rağmen apaçıkça gözleriyle bana nefret kusan kızın tek isteği benimde ondan nefret etmem değilse neydi ki.

Nefretin çok güçlü bir duygu olduğunu en iyi ben bilirdim. Lakin o nefret hak edene beslenirdi. Sinemin benimle ne gibi derdi olurdu da, bu denli nefretle bakardı?

Şaşkınlıkla geçen birkaç dakikanın ardından ilk Sinem konuştu. Kısık çıkan sesiyle "Ne dedin?" diye mırıldandı. Bakışlarım yüzünde tur attığında renginin attığını fark ettim. Gözleri korkuyla açıldığında "Senden şikayetçi oldum," dedim tek seferde.

Sinem öyle bir gözlerime baktı ki, yutkunma ihtiyacı hissettim. Dolu dolu olan gözleriyle bir bana bir komisere baktığında onunda yutkunduğunu gördüm. Tekrar gözlerinin içine baktığımda orada gördüğüm pişmanlıkla dik durmaya devam ettim.

Komiser birkaç adım atarak yanımda durduğunda bana dönerek sırtını Sineme döndü. İşte o an kızın gözlerinde başka bir duygu daha belirdi. Hüznün hareleri Adas'ın sırtında dolaştığında kafamda dönüp duran düşünce kırıntısı bununla birlikte çoğaldığında o bakıştaki yatan anlam kalbimin çatlamasına neden oldu.

Nefesim kesilirken gözlerimi Sinemin gözlerinden kaçırdığımda ela gözlerde saklandım. Aramızdaki kısa mesafe gözümde o kadar çoktu ki, bir adım atmak isteyip de atamadım. Çünkü gözleri suçlayıcı bakıyordu.

"Ne yapıyorsun Pera? Ne demek şikayetçi olacağım, saçmalama," diyerek yükseldiğinde revirde uyandığım andan beri aklımda dönüp duran adımı atmaya karar verdim. Her ne kadar gözlerinde yok olacağımı bilmeme rağmen yapacaktım bunu.

"Ne dediysem o komiser, bana onu mu savunacaksın?" dediğimde başını iki yana sallayarak "Özür diledi kız senden, şikayetçi olman gerekmiyor," dedi.

Yapma komiser, sen karşımda onu savunurken zihnim hiçte güzel şeyler fısıldamıyor. Yapma bunu.

"İşini yapsana Adas Alacakan. Şikayetimi resmiyete geçirsene. Yine ifade mi vermem gerekiyor." Konuştukça ciğerime batan iğneleri yok sayarak başımı yana eğerek "Ama ifade vermeye geldiğimde de şiddet görüyorum," dedim.

Komiser anlamsızca yüzüme baktığında az önce konuştuğu kızla şu anki kız aynı kişi mi diye düşündüğüne emindim. Bunu kendime yapan bendim. Pera Dünyaydım ben. Anlamı her ne kadar farklı olsa da benim için yakan, yıkan demekti.

"Bak Pera," diye söze başladığında kaşlarımı kaldırarak gözlerinin içine baktım. "Sinem'in yaptığı yanlıştı, kabul. Bunu hepimiz biliyoruz ama şikayetçi olmak çok farklı. Siciline işler, bu onu mesleğinden bile alıkoyabilir."

Komiser'in sözlerindeki anlamı çok net bir şekilde biliyordum. Şikayetçi olursa karakoldaki kameralar o bölgeyi de çektiği için açıkça ne olduğu görülüyordu. Vereceği ifade de hiç bir suçu olmadığı ve konuştukları konuyu anlattığında asıl suçlunun Sinem olduğu ortaya çıkacaktı. Sinem de inkar edemeyeceği için dosya savcılığa verildiğinde mesleğinden men edilebilirdi.

Bunun büyük bir yük olduğunu biliyordum. Kendi mesleğimden uzaklaşmış biri olarak başkasını bu duruma sokmak istemezdim ama bunu yapmasam da Adasla birlikte cayır cayır yanacaktık.

"Ne dediğimi duydun Komiser. Ekibinizdeki Sinem denen kızdan şikayetçiyim."

Adas gözlerime öyle bir baktı ki, asıl suçu ben işlemiş gibi hissettim. Yaptığım bir çok kişiyi yakmak yerine tek bir kişiyi yakmaktı ama az önce nefret ediyorum dediğim cümle hafızamdan silinmişti. Özür dilerim Sinem...

"Tamam," kısıktı sesi ama öfke doluydu. Gözlerimin içine baktı öfkeyle, asıl hedef bendim. Olması gerektiği gibi baktı, yapmam gerektiği gibi yaptım.

"Şikayetimi nedenini biliyorsunuz. Yetmezse kameralardan destek alabilirsin Komiser Adas Alacakan. Başka bir şey yoksa müsaadenle dinlenmem gerek." Dinlenebileceğimi hiç sanmıyordum. Bu yük oldukça ağırdı.

Bak Adas, seninle eşit ağırlıkta yükler taşıyoruz.

Komiser başını iki yana salladığında gözlerime bakmıyordu. Bakışlarını arkamdaki duvara dikmiş sertçe bakıyordu. Bana baksın istedim, son kez kötü de olsa bana baksın istedim ama yapmadı. Yanından sıyrılıp geçene kadar bakmadı. Sineme döndüğümde yanağına düşmüş yaşları gördüğümde başımı hızla çevirdim.

Yavaşça Darcy'in yanına ilerlediğimde yüzündeki sırıtışla beni bekliyordu. Gözlerini yüzümde gezdirdiğinde nasıldım bilmiyorum ama sırıtışı silindi. Uzanıp beline sarıldığımda kolunu omzunun aşağısından diğer koluma dokundu. "Lütfen, çabuk gidelim."

Darcy bir şey demeden ilerlemeye başladığında az önce Adas'ın yanına gittiğimde kaybolan acılar bir bir gün yüzüne çıktığında kendimi sıkmaktan başka bir şey yapmadım. Çıkışa ilerlerken sırtımdaki bakışları hissediyordum ama bu bakışlar öyle yoğundu ki, sırtımdaki yaraların yanına yeni yaralar ekleniyordu.

Birinin mesleğini elinden alınabileceği bilincinde şikayetçi olmuştum. Günlerce, aylarca, yıllarca kendi mesleğimi istemeyerek bırakmanın acısını içimde yaşarken, bir başkasının da bu acısına neden olmuştum.

Ben kötü biri oluyorum Boris, istemiyorum ama oluyorum. Kurtulmak istiyorum Boris, yaşamak, yanmak istemiyorum. Sevmek, sevilmek istiyorum. Düşman, nefret edilen olmak istemiyorum. Ben galiba yok olmak istiyormuşum Boris... Bunlar yok olmakla eşit benim için.

Arabaya bindiğimizde içimde tuttuğum duygular gün yüzüne çıktığında oturduğum koltukta ağlamaya başladım. Darcy arabayı çakıştıracakken benim ağladığımı gördüğünde kalakalmıştı.

Boğazımdan yukarı yükselen hıçkırıkları durduramadım. Arttıkça arttı, içime sığmaz oldu. Tüm hevesim kursağımda kaldı. Bunu ben yaptım. Yapmak zorundaydım. Ama istemiyordum ki, Sinem'in ahını almak istemiyordum.

Ben böyle biri olmak istemiyordum. Neden normal bir hayatım yoktu ki benim. Neden bir insanmışım gibi görülmüyordum. Neden her gün çaresizce gözlerimi aralamak zorundaydım. Neden birinden zorla nefret etmem gerekiyordu. Neden insanlara yalan söylemek zorunda kalıyordum. Neden böyle yaşıyordum.

Ağlamamın şiddeti arttığında gözlerim kapandığında kafamı geriye yaslayarak başımı iki yana salladım. Yaşlarla ıslanan yüzüme dağılan saçlarımla başımı iki yana sallamaya devam ettim. Arabada sadece benim hıçkırıklarım duyulduğunda artık bazı şeylerin tak etmesinin sonucuydu bu görüntü.

Gözlerimi aralayarak önümdeki karakola baktım. Kalbim sızlarken Sinem'in gözlerindeki çaresizlik, Adas'ın gözlerindeki öfkeyi hatırladıkça daha çok ağlayasım geliyordu.

Sinemi gördüğümde düşündüklerimle şuanda düşündüklerim çelişiyordu. O an hangi duyguyla ondan nefret ettiğim kavramına vardıysam şuanda da başka bir duyguyla onun için acı çekiyordum. Çıkmazdaydım, ne bir tel örgü ne de bir kapı vardı. Kalakalmıştım öylece ve sadece arkamda kalan yol vardı.

Hıçkırıklarım kesilmezken kafamı yana çevirerek Darcy'e baktım. Kara gözleri öyle karamıştı ki, gözlerinin beyazında sadece iki siyah nokta varmış gibiydi. Öylece bana bakıyordu. Korkutucuydu ama bakışları değil, benim düştüğüm durumun korkutuculuğunu gözlerinde taşımasıydı korkutucu olan.

"Seni bu işe sokan o Rex'i ömrüm boyunca ıstırapla cezalandırmazsam bana da Darcy demesinler! O şerefsizi doğduğuna pişman etmezsem, ölüm bile huzur bulmasın! Gözlerinden akan her bir damla sayısıyla onu derin sularda boğmazsam, doğduğum topraklar bana haram olsun! Senin huzursuz olduğun her gün onun bir kemiğini kırmazsam senin yüzünü bir daha hiç görmeyeyim!"

Darcy içine sığdıramadığı öfkeyle Rusça saydırdığında gözlerimdeki yaşlarla ona bakmaya devam ettim. Ne benim ağlamalarım durdu ne de Darcy'in öfkesi dindi.

"Ben artık duramıyorum, ben artık senin şu bakışlarına dayanamıyorum Pera. Yeter diyorum kendime, yeter Darcy git o adamı doğduğuna pişman et diyorum ama sonra duruyorum. Çünkü sikeyim ki, dönüp dolaşıp olan yine sana olacak! Bilmiyorum mu sanıyorsun peşimizdeki adamları. Sen görüyorsun bana söylemiyorsun diye ben bilmiyor muyum, görmüyor muyum?! Kahretsin, her şeye herkese lanet olsun!"

Ağlamalarım kesildiğinde Darcy de nefes nefese önüne bakıyordu. İkimizde daha başlamadan öyle bitap düşmüştük ki, bunun nedeninin ikimizden başka kimse anlayamazdı.

Demiştim ya bir varmış, bir yokmuş. Biz ikimiz varken de yok olmuş çocuklardık.

"Pera," az önceki öfkeye rağmen benimle sakince konuşuyordu. "Ne yapmak istiyorsan onu yap. Bu işi bitirmek istiyorsan, bitir. Devam etmek istiyorsan, et. Başka bir yol izlemek istiyorsan, izle. Ama bana tek bir şeyin garantisini ver." Bu cümlenin sonunu biliyordum. Yıllar önce Boris' e söylediği sözü, şimdi de benim için söyleyecekti.

"Eğer bittiğinde gitmek istersen, lütfen beni almadan gitme olur mu?"

Cevap veremedim birkaç saniye. Çünkü bu sözü Boris gibi tutamamaktan korktum. Bende tutamazsam kimsesizlikle kendini yaratan Darcy, tekrar aynı hücrede tıkılıp kalırdı. Onu bir daha oraya tıkmaya niyetim yoktu. Ya beraber, ya beraber.

"Yanımda sen olmadan asla gitmem Darcy Matt."

Darcy uzun zaman sonra içten bir şekilde güldüğünde o gülüşün altında bir tereddüttün yattığını görebiliyordum. Biliyordu sözümü tutmam için elimden geleni yapacağımı ama Boris gibi elimde olmadan tutamayacağım için tereddütteydi. Ama ben ne olursa olsun bu söz için daima onun yanında olacaktım. Kana kan, yanışa yanış...

Bakışlarım Darcyden alarak tekrar karakola çevirdiğimde yüreğime tekrar hüzün konarken başka bir ağlamanın geleceğini biliyordum. Ama ne yapacağımı da bilmiyordum. Kararsızdım, bitiktim, muhtaçtım.

"Yap Pera, ben arkandayım." Bu sözlerden sonra durmam mümkün değildi. Hızla bindiğim arabadan inerken kapıyı kapatarak karakola doğru ilerledim. Yanaklarımdaki ıslaklığı tek elimle silerek ilerlerken Darcyden aldığım cesaretle karakola girdim, kontrolden geçtim, büro katına gidene kadar adımlarımı kesmeden ilerledim.

Etrafa baktığımda aradığım yüzü görmedim. Bu yüzden başka tanıdık bir yüze bakındığımda Serhat abinin bir masada oturduğunu görmemle ona doğru ilerledim. Yanına vardığımda önünde biriyle konuştuğunu fark ettiğimde bir şikayetin ortasında olduğumu geçte olsa anladım.

Serhat abi önündeki genç çocuğa sert bir ifadeyle bakacağı sırada hemen ayakta dikilen beni gördüğünde kaşlarını kaldırarak "Pera?" dedi. Oyalanmak istemediğim için sadece "Adas'ın odası nerede?" diye sordum.

Serhat abi şaşkınlıkla bana baktığında ne söylediğimin farkında bile değildim sadece cevaba odaklanmıştım. Birkaç saniye duraksamanın ardından Serhat abi "3. kat," dediği gibi devamını dinlemeden merdivenlerin olduğu kısma ilerledim.

Merdivenlere yaklaştığımda Sinemle kavga etmemin nedenini hatırlayınca kendi kendime göz devirdim. Merdivenlerden yavaş yavaş çıkmaya başladığımda nefesim kesiliyordu ama umursamadım.

İlk kat bittiğinde soluklanmayarak ikinci kata çıktım. İkinci katta soluklanma gereksinimi duyduğumdan birkaç saniye durduktan sonra üçüncü kata çıktım. Sırtım ağrıyordu ama içimdeki heyecanın verdiği adrenalinle onu göz ardı ettim.

Vardığım katta sağa sola bakındığımda ileride gördüğüm tanıdık simayla ona doğru ilerledim. Gözlerindeki üzüntü etrafında toplanan insanlarda dolaştığında bunun nedeni olduğumu bilmek çok kötüydü.

Daha yanına yaklaşmadan beni fark ettiğinde şaşkınlıkla baktı. Ben yüzümdeki sırıtışla yanına vardığımda etrafındaki toplulukta beni fark ederek geri çekildi. Aralarından biri "Buyurun hanımefendi, sorun nedir?" diye sorduğunda ona bakmadan gözlerimi Sinemden ayırmadım.

Sinem yüzüme öylece baktığında "Adas nerede?" diye sordum. Yine ne dediğimi duymuyor sadece alacağım cevaba odaklanmıştım. Sinem boş boş yüzüme baktığı sırada başka bir ses "Oha bu kim, çok güzel," diyen çocuksu bir ses duydum ama istediğim şey bu değildi. O yüzden dikkatle Sineme bakmaya devam ettim.

Fakat Sinem cevap vermeden başka bir ses "Komiserimin neyi oluyor bu kız? Baksana tanıyor gibi, " dediğinde kaşlarım çatıldı. Sinem'in şaşkınlığı hala üzerinde olduğundan cevap vermeyeceğini anladığımda hemen sağıma döndüğümde bir kızla karşılaştım. Kahverengi saçları ve aynı renk gözleriyle küçük bir surata sahip kıza bakarken sorumu yineledim. "Adas nerede?"

Kız ufak bir tebessümle cevap vermek için dudaklarını araladığında şaşkınlığını atlatan Sinem kolumu tuttuğunda ona döndüm. Gözlerindeki ifade kızgınlıktı ama üzüntü onu öyle çok kapatmıştı ki belli bile olmuyordu dikkatli bakılmadıkça.

"Ne yapacaksın Adas Komiseri Pera, yaptın yapacağını gitsene," dese de duymamazlıktan gelerek bana cevap verecek kıza dönerek "Beni Adas komiserin odasına götürür müsün?" diye mırıldandım. Kız bir bana bir Sineme baktığı sırada tekrar cevap verecekken istediğim sese kavuştum.

"Ne oluyor burada?" diye soran Komiserin sesiyle olduğu tarafa döndüğümde bir kapının önünde durmuş bu tarafa bakıyordu. Önümdeki adamların arasından onu görebiliyorsun ama o beni göremiyordu.

"Komiserim, burada sizi soran biri var?" diyen çocuğa baktığımda sarı saçlarıyla eş olan parlak sarı gözleriyle yandan bana baktı. Samimiyetle gülümsediğimde "Çok güzel gülüyor oğlum," diyen çocuksu sese döndüm.

Yeşil gözleriyle bana bakan çocuk ona döndüğüm gibi gözlerini kocaman açarak "Gözlere bak, masmavi," dediğinde kendimi tutamayarak gülümsedim. Bu hareketimden bir şey çıkarmış olacak ki yanıma gelerek elini uzattı. Yeşil gözleri parlarken "Ben Uras Koçak, sizin gibi güzel bir hanımefendiyle tanıştığıma oldukça memnunum" diye kocaman gülümseyerek mırıldandı. Özür dilerim Uras...

Uzattığı elini tutarak sıktım "Memnun oldum Uras, Bende Pera Dünya Saraç," diyerek gülümsememi büyüttüm. Uras sanki elini sıkan elimde büyülü bir şey varmış gibi hayranlıkla baktığında az önce konuşmasına fırsat verilmeyen kıza dönerek "Bak Ece, ellerimiz nasıl uyumlu," dediğinde kız gözlerini devirdi.

"Lan ne diyorsun kim o, kiminle elin uyumlu?" diye bağıran Adasla ona döndüğümde birbirimizi görmeyi engelleyen adam çekilerek "Bu hanımefendi sizi soruyordu," dediği an ela gözlerle karşılaştım.

Beni burada görmek onu şaşırtmış olacak ki kısıkça "Pera?" diye mırıldandı. Bunu kısıkça söylemişti ama herkes duymuştu. Elini hala tutan Uras bana yaklaşarak "Komiserim umarım ne sevgiliniz, ne nişanlınız ne de kocanız değildir," dediğinde bu sözleriyle kendimi tutamayarak güldüm.

Gülüşüm Urası başka bir bozguna uğratırken "Oha bana güldü, bak Ece bana güldü," diyerek aynı kıza tekrar döndü. Bu sırada Komiserin bakışları ellerimize takılmış olacak ki kısık gözleri aralanarak, "Lan!" diye bağırdığında ben dahil herkes irkildi. "Bırak kızın elini Uras!"

Uras hızla elini çektiğinde boşalan elim öylece havada kaldı. Gözlerim Urasın üstündeyken yeşil gözleriyle bana üzgünce baktı. "Valla komiserim dedi yoksa bırakmazdım. Valla bak."

"O elin bir daha silah tutmasını istiyorsan kes sesini." Uras gözlerini benden alarak Komisere çevirdiğinde "Anlaşıldı komiserim," diyerek sessizliğe büründü.

Bu sessizlikten yararlanarak Komisere doğru ilerlediğimde beni fark ederek gözlerini üzerime dikti. Yanına varana kadar beni dikkatle inceledi. Az önce yüzümdeki gülümseme solduğunda bir an kalakaldım. Komiserin yüzüne baktığımda gözlerinin üzerimde olması utanma duygusunun varlığını bana hatırlattı.

Daha fazla buna maruz kalmak istemediğim için "Biraz konuşabilir miyiz Adas?" diye sordum. Bu sefer ne dediğimi kendimde duymuştum ve komiser de oldukça net bir şekilde duymuştu. Gözlerim irileşmek için can atarken yüz ifademi sabit tutmaya zorladım. Komiserin yüzü de garip bir hal aldığında boğazını temizleyerek başını salladı.

Önünde durduğu aralık kapıyı daha da açarak geri çekildiğinde arkama bir bakış attığım sırada Sineme takılan gözlerim yüzündeki üzgün ifadeye karşılık samimiyetle gülümsedim. O bu gülümsemenin ne anlama geldiğini anlayana kadar buradan çıkardım zaten.

İçeriye girdiğimde arkamdan girerek kapıyı kapatan komisere bakmadan gözlerimi etrafta gezdirdim. Bedenimi saran heyecana anlam veremedim. Birkaç dakika önce hıçkırarak ağlamamış gibi şuan farklı bir duyguya nasıl geçiş yaptığımı sorgulamam gerekiyordu. Ama ana odaklanmak bundan daha cazip geliyordu.

Komiserin arkamda duran bedenini görmezden gelerek masada duran çerçeveye takıldı bakışlarım. Bir çift vardı; yan yana durmuş birbirilerine bakarken bakışlarının anlamı çerçeveden bile belli olan bir çift. Kadının simsiyah saçları omuzlarından aşağıya dökülmüş, bembeyaz teninde adeta bir şölen oluşturuyordu. Yeşil gözleri karşısındaki adamdaydı ama öyle aşk doluydu ki, bir fotoğraf karesine bile sığmayacak derecedeydi. Adamın kumral saçları ve karşısındaki büyüleyici bir şeye bakarmış gibi parlayan ela gözleri içimi tanıdıklık hissiyle doldurdu. Yan yana durmalarına rağmen ortada birleşen elleri gördüğümde sonsuz bir düğümle kalplerinin bağlılığını da netçe gördüm.

Gözlerim adamın üzerindeyken arkamda kıpırdanan bedene ne kadar çok benzediği bir yana, kalbimi sızlatan bir tanıdıklığın ortaya çıkmasını sağladı. Öyle güçlü bir sızıydı ki, ne kadar düşünsem de bu sızının nedenini çözemedim.

"Ada ve Asrın Alacakan." Komiserin nereye baktığımı görerek bana kim olduklarını söylediğinde buna gerek olmadığını, onları çok iyi tanıdığımı sessizlikle gizledim.

Rex'in, Komiser Adas Alacakan için verdiği dosyanın içinde tüm bilgileri bir yana anne ve babasının neden öldükleri bile yazılıydı. İkisi de polisti ve çıktıkları bir operasyonda Adas daha 8 yaşındayken şehit düşmüşlerdi. Operasyon adı gizliydi ama Rex'in söylediğine göre bir uyuşturucu çetesinin eline düştükleriydi.

İşte bu kısım benim öyle dikkatimi çekmişti ki, Darcy'e bile söylemediğim detayla kendi kafamda kurduğum planı uygulamıştım. Adas komiserin anne ve babası bir uyuşturucu çetesi yüzünden ölmemişlerdi. Çünkü araştırdığım kadarıyla böyle bir çete hiç var olmamıştı.

Rex bir işler çeviriyordu ve beni zorunlu kıldığı bu planda başrol olan komisere bir zarar gelmemesi için onu korumamızı istiyordu. Onun zaafını bulduktan sonra benim için yaktığı mum sönecekti ve artık özgür olacaktım ama içimden bir ses yanlış yaptığımı daima fısıldıyordu.

Asrın Alacakan ve Ada Alacakan Rex'in de bildiği farklı bir sebepten ölmüştü. Bu kanıya daha 10 yaşındayken varmıştım. Bir gece odasında yaptığı telefon konuşmasında her kiminle konuşuyorsa bu konuyu açmıştı. O zamanlar küçük olduğum için ne dediklerini anlamamıştım ama 18 yaşıma bastığımda önüme atılan Adas Alacakan dosyasıyla bazı anılar zihnimin derinliklerinden sıyrılmıştı.

"Annen çok güzelmiş." Kendi düşüncelerimden sıyrılarak gözlerimi alamadığım çerçeveye bakakaldım. Hatıraların verdiği sıkıntıyla derin bir nefes aldığım sırada omzumda hissettiğim elle alacağım nefesin teklemesine neden oldu.

"Neden geldin Pera?"

Kendini sakinleştirmek adına gözlerimi çerçeveden alarak karşı duvara çevirdiğimde karşılaştığım ela gözlerle kaçan kovalanır misali yakalandım. Tam arkamda durmasına rağmen boyu benden uzun olduğu için kafam çenesine geliyordu.

Ela gözler aynadan bana bakarken bende aynı şekilde ona baktım. Bir süre öyle durduk, ne o ağzını açtı sorusunu yineledi ne de ben birkaç dakika önce sorduğu sorusuna yanıt verebildim. Kısık ela gözlere bakarken tek düşündüğüm bu plandan nasıl sağ çıkabileceğimizdi.

Evet, artık tek kişi olarak değil çoğul olarak konuşuyordum. Hem kendi adıma, hem Darcy, hem babam, hem de Adas için düşünüyordum. Biliyordum, biz sadece uyurken değil, uyanıkken bile masum gözüken insanlardık.

Artık komiserin yüzüne baktığımda Boris'in kanlı bedeni gözlerimin önüne gelmiyordu. Sebebini bilmiyordum ama bildiğim tek bir şey vardı o da yıllar önce Türkiye'ye gelen Boris'in ölmeden önce bana attığı mesajda barındıran anlamlardı.

Sadece içindeki hisse güven olur mu? Ne bir söze, ne bir göze inan. Sadece kendi gözlerinin içine bak ve ona güven.

Yansımada beliren mavi gözlerime dikkat kesildiğimde oralarda daima gördüğüm beden bu sefer gerçeklikle karşımdaydı. Her aynaya baktığımda neden gözlerimde bu adamı gördüğümü daima sorgulamıştım ama bir sonuca hiçbir zaman varamamıştım.

Söylesene Boris, şuan gözlerime güvenmeli miyim?

Fazla uzun süren sessizliğe bir son vermek adına bakışlarımı aynadan çekerek arkama döndüğümde bu kadar yakınlığı hesaplayamadığım için Komiserle aramda bir karışlık mesafenin olduğunu bilmiyordum. Geri çekilmek öte dursun daha yaklaşmak isteyen bir dürtü belirdi aniden. Bu dürtü öyle kuvvetliydi ki, komiserin nefesi saç diplerime karıştığında daha da büyüdü.

Ne yapıyordum ben? Neden bas bas geri çekilmemi söyleyen zihnime ayak uyduramıyordum? Neden ela gözlerin içinde kendimi gördüğümde kuş misali çırpınan kalbime söz geçiremiyorum? Bana ne yapıyorsun komiser, beni neden susarak hipnoz ediyorsun komiser.

"Pera," diye mırıldanan kısık sesi işittiğimde gözlerimi kırpıştırmak zorunda kaldım. Öyle uysal bir tonda söylemişti ki, mayışmış gibi hissediyordum. Bu resmen delilikti ama akıllı olduğumu hiçbir zaman iddia etmedim.

"Adas," Onun gibi kısık sesle mırıldandığımda yutkunduğunu gördüm. İçime çektiğim her nefes ciğerlerime karanfil tohumları ederken, fark ettirmeden derin bir nefes çektim. Sanki ölümün ucunda bir daha nefes alamayacak gibi bir derinlikte.

"Yanlış, çok yanlış" diye devam ettim cümleme. Neye, kime dediğimin bile farkında değildim ama yanlıştı işte. Bir şeyler yanlıştı ama doğruluk payı da varmış gibiydi.

"Farklı ama güzel," diye karşılık verdi. Bu sözünün ne anlama geldiğini bilmiyordum ama sanki o da bilmiyormuş gibi karmakarışık baktı gözlerime.

Sanki zihnimizden sızmak için zaman kollayan cümleler bizden sorgusuz dudaklarımızdan dökülüyordu. Gerçekçiydi ama anlamı da oldukça ağır gibiydi. Çünkü aldığımız her soluk birbirimize çarptıkça sendeliyorduk. Onun nefesi umutsuzca, benim nefesim çaresizce çıkıyordu.

Aramızdaki mesafeyi ikimizinde aşmaya ne yüreği ne de cesareti vardı. Bu yüzden kendime gelmem gerektiğini fark ettiğimde o da fark etmiş olacak ki aynı anda bir adım gerileyerek bakışlarımızı birbirimizden çektik. Zor olan her oyunun mutlak bir ödülü vardı. Biz ödüle kavuşmak yerine cezasını çekeceğimizin bilincindeydik.

Bakışlarımı komisere çevirmeden ayaklarıma diktim. Önüme düşen saçlarımı geriye attığım sırada buraya neden geldiğim aklımdan silindiği için onu bulmaya çalıştım. Aradan geçen birkaç saniye sonra bulduğumda hiç ona bakmadan "Az önce Sinemden şikayetçi olmuştum ya," diye mırıldandım sessizliğin ardından.

Komiser'in bakışlarını üzerimde hissettiğim zaman ellerimi altımdaki kota sürterek gerginliğini atmaya çalıştım. Bu sırada yan gözle komiserin başını salladığını gördüğümde devam ettim. "Şikayetçi olmaktan vazgeçtim."

Komiser sözlerimle birlikte "Ne?" diye şaşkınlıkla konuştuğunda omuz silerek "Vazgeçtim, şikayeti olmayacağım Sinemden," dedim. Çünkü vicdanım, planıma galip gelmişti. Bunca yıl elimde olmadan mesleğimden uzak kalmışken başkasının âhını alamazdım.

"Ne saçmalıyorsun Pera?" Sert çıkan sesi beni bozguna uğrattığında kaçırıp durduğum gözlerimi komisere çevirdim. Çatık kaşlarıyla bana bakıyordu. Yaptığım tutarsızlığa karşı böyle sinirlendiğini biliyordum. Yapılan yanlıştan dönmek için belli bir süre yoktu. Ne zaman tam anlamıyla yanlış olduğunu hissedersen o zaman vazgeçersin. Benim yaptığımda buydu.

"Dediğim gibi Komiser, Sinemden şikayetçi değilim."

Bakışlarındaki sertlik hızla büyüdüğünde az önce açılan mesafeyi tek adımda kapattığında yaptığı atakla bedenimi dikleştirdim. Ama komiser sanki attığı adım yetmemiş gibi bir adım attığında daha fazla yaklaşmasın istedim. Daha fazla ela gözlerine bakmamayı, karanfil kokusunu solumak, nefesini hissetmek istemiyordum. Ya da kaçmaya çalıştığım hissin aniden ortaya çıkmasını istemiyordum. İstemiyordum işte...

"Aklın başında mı senin Pera Dünya Saraç, bir dediğin bir dediğini tutmuyor. Az önce aşağıda yaptığın şey neydi de şimdi geçmiş karşıma vazgeçtim diyorsun. Çocuk oyuncağı mı bu!?" diyerek sinirle soluduğunda başka bir noktaya takıldığım için ne dediğini biraz geç algıladım. Sözlerini içimden tekrar kendime fısıldadığımda benim de kaşlarım inceden çatıldı.

"Benimle konuşurken ses tonuna dikkat et Adas komiser, ne karşında ekibinden biri duruyor ne de bir suçlu. O küstah ve saygısız tavrını başkalarına sakla."

"Karşımda ne duruyor biliyor musun?" diye sorduğunda konunun ne olduğunu dahi kavrayamıyordum. Nereden nereye gelmiştik ve neye varacaktık merak ediyordum.

"Bilmek istemezdim ama gözlerinizdeki bakışa bakılırsa... Evet, devam edin. Karşınızda ne duruyor?" dedim bakışındaki anlamı kendime saklayarak. Komiser söylediklerimi kısılan ve daha derin çatılan kaşlarıyla dinledikten sonra çenesini sıkarak minik bir adım daha attı.

"Karşımda duygusuz, ne olur kime olur diye düşünmeyen, başkalarını aşağılayan ve bundan zevk alan bir kız çocuğu duruyor... Kavradın mı?"

Sustum. Boğazımı yakıp yıkan kelimeleri zorla yutkunarak susturdum. Alev almış midemden yükselen ağrıyı, kalbimdeki sızıyı susturdum. Acı tam oradaydı ama oldukça sessiz, fısıltısı bile duyulmayacak kadar sessiz.

Ela gözler az önceki cümlelerin sarf ettiği ateşi körüklemek isteyen birer kibrit misali üzerime atılmak için beklerken, gülümsedim. Yana yana gülümsedim.

Komiserin gözleri gülümsememe takıldığında dudaklarımı sıkı sıkıya bastırarak gülümsedim. Arabadaki hıçkırıklarımın hiç usanmadan tekrar ortaya çıkacağını bildiğimden sadece gülümsememe sığındım.

Başımı onaylayarak salladım bir süre fakat bu cümleyi kalbim onaylamadı. Hatta öyle bir yarıldı ki, içini açmadan bile o koca yarığı görebilirsiniz. Tabi gönül gözüne sahipseniz. Belli ki komiser buna sahip değildi. Aynı bakışları yüzümdeydi.

"Haklısınız komiser, oldukça haklısınız." Sadece bunu söyleyebildim. Onlarca kelime geçiyordu ama sadece bunlar kırıklığımı gizler diye düşündüm. Hedefim bu değil miydi? Rex'in dediği gibi ona yakın olmak yerine uzak durarak planı başaramadığımı söylemek için bu cümleleri duymam gerekiyordu zaten.

Peki neden bu kadar sızlıyordu?

Komiserin dudakları aralandı ama tekrar kapandı. Suskunluk en büyük pişmanlığın göstergesidir değil mi? Komiser pişman olduğu için mi konuşmuyordu. Kendini kandırma Pera, kandırma.

"Başka bir analiziniz yoksa müsaadenizle," diyerek birkaç saniye bekledim. Başka bir şey demeyeceğini anladığımda başımı sallayarak gözlerimi sonunda elalarından alabildim. Yanından geçtiğim sırada fark ettirmeden derin bir nefes çektim içime ama faydasızdı. Dikilen karanfil tohumları, gözyaşlarıyla büyümezdi.

Kapıya ilerlerken durmadım. Onun kısık çıkan sesiyle "Pera," dediğini de duydum ama yolumdan şaşmadım. Komiseri arkamda bırakarak araladığım kapıdan çıktığımda sessiz ortamdan, gürültülü bir yere geçtiğim için hafifçe irkildim. Başımı kaldırarak etrafa baktığımda herkesin farklı masalarda ama birbirleriyle iletişim halinde olduklarını gördüm. Sanırsam bir olay vardı.

Onları meşgul etmek istemediğim için sessizce ilerlerken yanımdan geçen Eceye bile bakmadım. Ece benim az önce çıktığım odaya doğru ilerleyerek kapıyı tıklattığını duydum. İçeriden bir ses gelmediği halde açarak içeri girdiğini açılan kapı sesinden anladım. Hala kimse varlığımın farkında değildi.

"Komiser'im bir ihbar var. Beşiktaş civarında kimliği belirlenemeyen bir şahıs tarafından aldığımız ihbar göre aradığımız eşkale benzeyen birini görmüşler. Bu İris Günay olabilir."

Ece'nin sesini uzaklaşmama rağmen duyarken olduğum yere adeta çivilendim. Gözlerim zihnimde yankılanan isimi algıladığında gözlerim irice açıldı. Bedenimi saran endişe adım adım kanıma karıştığında Komiser'in bir şeyler dediğini duydum. "Zaman kaybetmeden çıkalım."

Olduğum yerde durduğum sürece dikkat çekeceğimin farkında olduğum için öylece ortada duran bedenimi harekete geçirerek aşağıya inmek için merdivenlere ilerledim. Hızlı olmam gerektiğini biliyordum ama sırtım buna izin vermiyordu.

Merdivenleri yavaşça inmeye çalıştığımda daha yeni ikinci kata gelmişken arkamdan yükselen sesleri duyduğumdan omzumun üstünden geriye doğru baktım. Komiser ve ekibi benim yavaş adımlarıma kıyasla hızlıca merdivenlerden indiğini gördüm. Komiser eğik tuttuğu başıyla yanındakilere bir şeyler söylerken tam kaldıracağı zaman önüme döndüm. Ona baktığımı bilmesine hiç gerek yoktu.

İki ayağım aynı basamakta durmadığı sürece hızım oldukça düşüktü. Çıkmak kolaydı ama inmek onun kadar kolay değildi.

Arkamdaki sesler daha yaklaştığında sadece adım sesleri duyuluyordu. Bir basamak daha indiğim sırada Uras'ın "Neden merdivenlerden öyle iniyor?" diye sorduğunu duydum. Yine de duymamazlıktan geldim. Sadece aşağıya varmaya odaklanmak istiyordum. Ama başka bir ses "Sırtında yarası var o yüzden," dediğinde bu ses az önce şikayetini geri çektiğim Sineme aitti.

Onun bu cümlesi beni istemsizce güldürmüştü. Merdivenleri çıkmakta zorlandığım için asansörü sorduğum ve dikişlerim açılmasına neden olan kız, şuan da düştüğüm durumu açıklıyordu. Hayat gerçekten daha nelere yol açacaktı oldukça merak ediyorum.

Onların daha yaklaşan sesleriyle tam arkamda olduklarını anladığımda kendimi zorlayarak merdivenleri tek tek inmeye çalıştım. Komiserle bir daha göz göze gelmek istemiyordum. Ama benim bir isteğim ne zaman tutmuştu ki bu sefer tutsun değil mi!?

Hemen sol tarafımda gördüğüm yüz Uras'a aitti. İstemsizce durduğumda benden olan kolunu bana uzatarak "Yardımcı olabilirim isterseniz?" diye sordu oldukça ciddi bir ifadeyle. Yukarıdaki çocuksu ses tonundan bir kırıntı yoktu. Gerçekten yardım etmek istediğini yeşil gözlerine baktığımda anladım.

Asla kendini acındıran biri değildim ve nedensizce arkamda durarak beni bekleyen ve yanımda bana bakan gözlerdeki acıma duygusunu hissedebiliyordum. Buna izin ne verirdim ne de verdirirdim.

Yüzüme takındığım tebessümle Uras'a ve ela gözleri es geçerek arkamdakilere bir bakış attım. Tekrar Uras'a bakarak "Teşekkür ederim ama gerek yok," diyerek önüme dönerek az önceki yavaş adımlarıma zıt olarak hızlandım.

Sırtımın acısı kendini belli etmeye başladığında dişlerimi sıktım. İçimden az kaldı diye telkinlerde bulunsam da bir acı sözlerle dinmediği için acım da dinmedi. Arkamdan adım sesleri gelmezken ben sadece inmeye odaklandım.

Ama olaylar istediğim gibi gelişmedi. Aniden bacaklarım ve omuzlarımda hissettiğim ellerle havaya kaldırıldığımda gözlerim kocaman açıldı. Ne olduğunu anlamazken kaçındığım ela gözlere en yakından baktığımda bazı şeyleri anladım.

"İzin verdiğini varsayıyorum," dediğinde küçük dilimi yutmuş gibi şaşkınca baktım. Neden kaçıp durduğum elalar dönüp dolaşıp yoluma çıkmak zorundaydı ki. Tamam çıkıyordu da bu kadar göz önünde olması, el insaf yani...

Kendimi toparlamama fırsat vermeden ilerlemeye başladığında botlarının gıcırtısı doldu kulaklarıma. Bakışlarım ela gözlere yine bozuk plak gibi takılı kaldığında bu kadar yakından bakmanın etkisiyle elaların arasında gizlenmiş ormanın içindeki güneşi de fark ettim. Ve şu kanıya vardım; Varsa yoksa zarardı bu komiser bozuntusu.

Arka planda fısıldamaların arasında hepsi birer tahminde bulunuyordu. "Komiserim bu güzel hanımefendiyi nereden tanıyor Ece?" diyen Uras'a ters bir cevapla "Ben nereden bileyim," diyen Ece. Onlara katılıp adını bilmediğim adam "Bence başka bir şey var aralarında. Baksana Komiserim kızın gözlerine bile bakamıyor," dediğinde fark ettim bu detayı. Bana bakmıyordu.

Ben ona odaklanırken onun kafasını bir saliselik de olsa bana çevirmemesi beni sevindirmeliydi değil mi? Neden sevilmenin yanından bile geçmiyordu bu çaresiz duygularım.

"Gerek olmadığını söyledim. Duymadın galiba?"

Ciddi bir şekilde suratına baktığımda cevap vermemesinin siniriyle boynunda duran ellerimi ensesindeki saçlarına çıkararak çektim. Ani hareketim onda sadece kaşlarının çatılmasına neden olurken arkadaki konuşmaların çoğalması, bu hareketimi gördüklerini ispatlar nitelikteydi.

Bana cevap vermek zorundaydı? Odadaki sözlerini daha sindirememişken bu cevapsız tavrı beni deli etmeye yetiyordu.

"Sana diyorum değil mi? Cevap ver yoksa her bir tel saçını koparırım. Üşenmem!" Yapardım biliyorum. Ama o sanki yapamayacağımı düşünüyor olacak ki sessizliğine devam ettiğinde elimi daha yukarı kaydırarak saçlarına asıldım.

Komiser bu hamlemle durarak gözlerini bana çevirdiğinde donup kalmış gibi ellerim saçlarının arasındayken gözlerimiz buluştu. Bana bakması bir yana puslu gözleri tekrar ortaya çıktığı için saçlarındaki ellerim usulca gevşedi.

"Koç burcu musun?" sorusuyla kaşlarım havalandığında az önceki hırçınlığım dingin dalgalara evrildiğinde uysal bir şekilde başımı olumlu anlamda salladım.

Komiser benimle aynı şekilde başını sallayarak "Belli," diyerek yürümeye başladığında olayın gerçekliğini sorguladım. Ama bu işin ustası ela gözlü adam olduğundan ona "Nereden çıktı bu?" diye sorarak cevabını bekledim.

"Çünkü hırçınlığın ve sinirin bir koç kadını izlenimi bırakıyor," diye mırıldandı. Sonra gözlerini hafif kısarak bir şeyler düşünüyormuş gibi ses çıkartarak yandan bana baktı. "He, bir de konuşkanlığın."

"Sende tıpkı ikizlersin. Bir öyle bir böyle."

"Yok ya, ben Aslan burcuyum."

"Bende öyle demiştim zaten," diye kendi kendimi batırdığımda komiser güldü. Gözlerim bu fırsatla gülüşüne kaydığında bunu kimlerin fark ettiğini umursamadım. Bakmak istiyordum ve bakıyordum. Gerisi hallolurdu.

"Bu seferlik yine izin veriyorum beni taşımana zaten bir daha karşılaşmayacağız, en azından seni biraz kullanayım." Açık sözlülüğümün üstüne hiçbir şeyi tanımazdım.

Ona baktığım için gülüşü solarak kaşları çatıldığında "Neden bu kadar emin konuşuyorsun?" dedi.

Ses tonuma dikkat ederek "Çünkü yine içimden bir ses bunu söylüyor," diye mırıldandım. İçimden bir ses öyle bir şey söylemiyordu. Sadece komiserin tepkisini merak ettiğim için söylemiştim.

Merakla tepkisini izlediğimde çatılan kaşları yavaşça gevşedi, yutkunduğunda aralık dudakları açılıp kapandı. Onu dikkatle izlediğimiz farkındaydı bu yüzden ela gözlerini benden kaçırıyordu.

Bu haline içten içe gülüyordum ama gülerken bile bana odada sarf ettiği sözler aklıma geldikçe bunu yapamıyordum. Kırılmıştım, yıllarca bu sözlerle büyümüş biri olarak bu sözleri ondan duymak beni kırmıştı. Üniversite yıllarımda etrafımda bir sürü koruma olmasına rağmen zorbalıktan korunamamıştım.

Dışlanmıştım, beni kendilerinden üstün gördükleri için. Sözel şiddete uğramıştım, onlarla arkadaş olmadığım için. Bir sürü küfür, hakaret, şiddet görmüştüm ama hiçbiri bu kadar canımı yakmamıştı.

Komisere baktığım zaman her türlü duyguyu hissediyordum. Hüznü, mutluluğu, öfkeyi, nefreti hepsini iliklerime kadar hissediyorum. Benimle konuştuğu zaman sözlerindeki gerçeklik payını anlamadığım için öfkeleniyordum. Onunla karşı karşıya geldiğimde Rex'in sözleri bana nefreti hatırlatıyordu. Ela gözlerine baktığımda orada gördüğüm puslu ifade hüznü, bana gülümseyişi mutluluğu hissettiriyordu.

Bu kadar duyguyu tek bir anda hissettiren birine kırgın olmam oldukça normal değil miydi?

Düşüncelerimin öyle içine çekilmiştim ki komiserin sözlerini de, durduğumuzu da anlamamıştım. Boş boş komisere baktığımda duymadığımı düşünmüş olacak ki sözlerini tekrar etti.

"Yemek sözü vardı?"

Unuttuğum detayla öylece kaldığımda bakışlarım komiserin bana bakan gözlerindeydi. "Unutmadın mı?"

Kaşlarını kaldırıp indirerek "Unutmam," dedi.

"Peki, bunu istemezsem," dedim ve tekrar ona odaklandım.

"Teklifi eden sendin. İstemezsen de senin kararın."

Elaları yüzümde gezindiğinde ne yapacağımı düşünüyordum. Balo gecesi bu teklifi yaptığımda aklımda başka planlar vardı ama şuan o planı tamamen silmiştim. Bu yüzden vazgeçtiğimi söylemem daha iyiydi.

Bakışlarımı yüzünden çekerek "Teşekkür ederim yardımın için," diyerek beni indirmesi için bekledim. O da beni fazla bekletmeyerek eğildi ve ayaklarımın yerle buluşmasını sağladı. Tamamen ayakta durduğumda elleri bedenimden uzaklaştı. Karşı karşıya kaldığımızda biraz ilerimizde bizi izleyen ekibini görebiliyordum.

Şuan gitmem gerekiyordu ama az önceki soruya daha cevap vermemiştim. Bu yüzden, yüzüme mahcup bir gülümseme kondurdum.

"Kusura bakma, yarına yurtdışına bir uçuşum var. Ne zaman dönerim bilmiyorum."

Aslında uçuşum yoktu. Ama gerçekten buradan çıktıktan sonra Darcy 'den yarın bilet almasını isteyecektim. Gidip Rex'le konuşmam gerekiyordu. Bu işe bir son vermek istediğimi söyleyecektim.

Komiser sözlerimin üzerine başını yere eğerek birkaç saniye bir şey düşündü ama neyi düşündüğünü anlamadım. Başını tekrar kaldırdığında gözlerimin en içine bakarak "Tamam," dedi.

Bu kadardı. Bir tamamla her şey bitmişti. Artık gitmem gerekiyordu. Fakat ela gözlere bakınca olduğum yerde durdukça durasım geliyordu. Hiç gitmemek, daima burada kalmak istiyordum. Ama buraya ait bile değildim. Ben hiç bir yere ait değildim.

"Kendine iyi bak Adas Komiser," dedim yüzümde silinmek için can atan gülümsemeyle.

"Sende kendine iyi bak Pera Dünya," dedi ela gözleri puslanırken.

Geri geri ilerlerken bakışlarımı ondan bir süre çekmedim. Neden çekmedim bilmiyorum ama bir şeyler bekliyordum. Ne beklediğimi kendime bile söyleyemezken ondan bunu duymak bir mucizeyle eşdeğerdi.

Daha fazla geriye adımlayamazken gözlerimi arkadaki ekibe göz gezdirdiğimde bakışlarıma takılan ve buraya geldiğim zaman üzerimi ararken beni uyaran kadına birkaç saniye daha uzun baktım. Tekrar komisere bakarak dudaklarımı birbirine bastırdım ve arkama dönerek karakol çıkışına ilerledim.

Boğazımdaki yumru canımı yakarken karakoldan uzaklaştığımda beklentim esen rüzgarla birlikte bir mum gibi söndü. Eğer Rex'e bu işten vazgeçtiğimi söylersem, o da bunu kabul ederse Komiser diye biri artık olmayacaktı. Bir yanım bunu isterken diğer yanım istemiyordu.

Arabaya doğru ilerleyerek bindiğimde içeride beni bekleyen Darcy'e kısa bir bakış attım. Merakla beni izleyen Darcy yüzümdeki ifadeden bir şey olduğunu anlamış olacak ki, "Ne oldu Pera?" diye sordu.

Uzatmak istemediğim için yavaşça geriye yaslanarak "Yarına Rusya için iki bilet alır mısın?" diye sordum. Bu sorum onu şaşırtırken bunu kabul etmeyeceğini düşünürken o tam tersine hiç itiraz etmeden "Tamam," dedi.

Yan gözle ona baktığımda bana bakmıyordu. Önüne dönerek arabayı çalıştırdığında onun da artık yorulduğunu anlamıştım. Buraya geleli birkaç yıl olsa da, Komiserle tanışalı birkaç gün olsa da ikimizde oldukça yorulmuştuk.

Darcy arabayı park ettiği yerden çıkardığında bakışlarım karakolun önüne takıldı. Komiser ve ekibi dışarıya çıkmış arabalara doğru ilerliyordu. Aklıma gelen detayla "Birkaç adamı Beşiktaş taraflarına yönlendir. İris burada ve polisler şuan onu arıyor," diye mırıldandım. Darcy'e bakmasam bile şaşırdığını anlamıştım.

Bana cevap vermeyerek telefonunu aldığında bakışlarımı hedefine daha çok odakladım. Komiser bir arabaya doğru ilerlerken önüne bakıyordu. Darcy'le onların önünden geçeceğimiz sırada komiserin bakışları bizim olduğumuz arabaya takıldı.

Camlar filmli olduğu için bizi göremiyordu ama gözleri tam olarak gözlerimdeyken bu konuda emin olamadım. Ela gözleri sanki arabada kimin olduğunu biliyormuş gibiydi.

Bu belki birbirimize son bakışımızdı.

Bir karar verdim ve bu kararın doğuracağı sonuçlardan belli etmesem de korkuyordum.

Yanan mum sağdan sola savruluyordu. O da sönmek istiyordu ama söndükten sonra bir çöp olacağının farkındaydı. Bu yüzden direniyordu.

Bu direnç ne kadar sürecek bilmiyorum ama uzun sürmeyeceğini emindim.

☆★☆

Elinde tuttuğu bilgisayardaki görüntüleri izlerken, bardağındaki sıvıyı büyük bir hazla yudumluyordu. Önündeki ekranda izlediği sahne oldukça komikmiş gibi koca salona bir kahkaha saldığında ayakta durmuş başları önündeki korumalar merak etmek yerine korkuyla titrediler.

"Oldukça etkileyici... Ne cevherler varmış benim dünyalar güzelimde."

Sahne ilerledikçe ortaya çıkan görüntüyü büyük dikkatle izledi. Ekrandaki görüntü balo gecesine aitti. Pera'nın, Adas'ın önüne geçerek kurşunların hedefi olduğu sahneyi izliyordu.

Rex, bardağından bir yudum alacağı sırada birden kaşları çatıldı. Elindeki bardağı hızla kenardaki masaya bırakarak ekrana odaklandığında görüntüyü geriye sardı.

Pera Adas'ın önüne geçerek vuruldu. Yere düştü ve Adas onu tuttu. İkili bir şey konuştular. Bir süre sonra Pera kendinden geçtiğinde Rex daha çok ekrana yaklaştı.

Fark ettiği ayrıntıyla gözleri kocaman açılırken dudaklarının kenarı kıvrıldı. Ve ardından salonda eskisinden daha gür bir kahkaha sesi yankılandığında ellerini yumruk yaparak havaya kaldırdı.

"İşte bu!" diye tüm sesiyle haykırdı.

Olayı anlamayan korumlar, bu duruma sevinmek yerine korkuyla sindiler. Hiçbiri bir saniye sonra hayatta olup olmayacaklarını bilmeden yaşıyorlardı. Rex'in mutlu hali bile onlara derin bir nefes aldırmıyordu. Çünkü biliyorlardı, canı ne isterse o olur.

Rex sevinç içinde bilgisayarını kenara koyarak bardağını masadan aldı ve ayağa kalktı. Üzerindeki beyaz gömlek ve siyah kumaş pantolonla bir patron gibiydi. Ama oldukça ürkütücü bir patron...

Adımlarını koca salondaki cama doğru attığında önündeki manzaraya keyifle baktı. Kendine ait, Rusya'nın en gösterişli rezidansında bulduğu detayla keyiflendikçe keyiflendi.

"Demek öyle Adas Alacakan... Kanına karışmaya başlamış benim dünya güzelim."

Sözlerinin anlamı öyle açıktı ki, hala bilgisayar ekranında oynayan sahne bunun kanıtıydı.

Adas'ın Pera bayıldığında sıkıca sarılarak alnından öpmesi, bir yıkımdı.

Adas'ın Pera'yı öptükten sonra gözündeki yaşı silmesi, bir yakımdı.

Rex'in de en sevdiği şeydi; Yıkmak ve Yakmak.

"Efendim, Pera Hanım ve Darcy Matt yarın buraya geliyorlar."

Rex duyduklarıyla daha da sevinirken, bu heyecan ona fazla gelmiş olacak ki elindeki bardağı tuttuğu gibi arkasına dönerek az önce ona haber veren adamın tam kafasında patlattığında gür bir sesle "Eğlence başlasın!" dedi.

Rex, Pera'yı bekliyordu. Dünyalar güzelinin onu özlediğini veya planının nasıl güzel ilerlediğini anlatacağını sanıyordu ama yanılıyordu.

Bunu görecekti ve şuan ki kadar heyecanlı olmayacağı yaklaşan kan kokusundan belli oluyordu.

🕯

Bölüm sonu...

Bu bölümde en sevdiğiniz sahne hangisiydi?

Rex'ten kısa kesit okuduk bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu arada Rex Türkçe biliyor ama genelde Rusça konuşuyor bu yüzden bazı kelimeler hariç Türkçe yazacağım.

Yeni bölümlerden haberdar olmak için beni takip edebilirsinizzz

Bir sonraki bölümde görüşene dek hoş kalın, hoşça kalın🧷

Loading...
0%