Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. Bölüm | Kan Kokusu

@ladymelkw

Ormandaki Avcı'nın ikinci bölümüne hoşgeldiniz umarım beğenirsiniz bol bol yorumlarınızı bekliyorum şimdiden iyi okumalar dilerim 💫

"Kanın mıydı seni bana getiren, yoksa o sıcacık kalbin mi?"

 

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

 

 

 

Öylesine Olmayan Biri

 

Saatlerdir izlediğim gökyüzüne bakmaktan yorulmuştum. Ne kadar süredir mavi yolun sonunda çiçeklerin arasında yatıyordum bilmiyordum. Ama saatler sürdüğü kesindi. Bazen yere yatıp gökyüzünü izlemek ilaç gibi gelirdi. Yıldızlar bize ilaçtı. Acılarımızı sarardı. Bütün sorunlara çözüm gibiydi. Gökyüzü herşeye şahitti. Şuanda benim burada yattığımı görüyordu mesela. Ormanda gezen herhangi birini görüyordu. Yıldızları saydığımın farkındaydı. Küçükken yaptığım gibi yıldızlardan resimler oluşturmaya çalıştığımı da biliyordu. Ve bunu kimseye söylemeden öylece durmaya devam ediyordu. Gökyüzü bizim en büyük sırdaşımız değil miydi? Her şeyimizi bilen ama kimseye söylemeyen bir sırdaş değil miydi?

Küçükken korkunca gökyüzüne bakar konuşurdum. Babam olacak herif ile annem olacak kadının yaptıklarını anlatırdım. Ona babamın ne kadar cani bir adam olduğunu, annemin ise ona hizmet eden bir ezik olduğunu söylerdim. Gökyüzü hiçbir zaman bunları kimseye söylemedi. Çocukluk aklımla sadece gökyüzüne güvendim. Abime bile birşeyler anlatırken tereddüt ettim ama gökyüzüne içimden geçen herşeyi anlattım. İyi bir çocukluğum olmamıştı. Abim hep yanımda olsa bile özgür olmadıktan sonra yanında birinin olması hiçbir anlam katmıyordu. Gündüzleri gördüğüm saçma derslerden kurtulur geceleri gökyüzü ile baş başa kalırdım.

Yıllar geçti ve ben yine gökyüzü ile tek başıma kaldım..

Ülkeden ülkeye gidilirdi ama herkes yolun sonunda evine dönerdi.

Rüzgar hafif hafif esiyordu. Burnuma hoş olmayan çiçek kokuları gelse de şikayetçi olmadım. Her yerde çiçeklerin olmasını sevmiyor, onlardan nefret ediyordum. Aslında çoğu güzel şeyden nefret ederdim. Güzel şeyleri, yaşadığım dünya hak etmiyordu. Dünyanın hak etmediği birşeyi sevecek kadar yüzsüz değildim.

Yatmanın anlamsız olduğunu düşündüğüm için doğruldum. Tutulmuş kemiklerimi hafif esneyerek rahatlattım. Karnım açtı. Susamıştım. Kan benim tek zayıf noktamdı. Her vampir öyleydi aslında. Kana diğer vampirler gibi bende dayanamazdım. Günlerdir elf bulamıyordum. Bu aralar hiçbir vampir elf bulamıyordu. Herkes açtı ve ormanlardaydı. Bunun sebebi ise günler önce bir elfin üç vampir tarafından acı bir şekilde katledilmesiydi. Ölen elfin kalıntılarını başka bir elf bulmuştu ve o günden beri ormana elfler gelmiyordu. Vampirler açtı. Bu yüzden ormandalardı. Onlardan önce ilk ben elf bulmalıydım. Bu yüzden mavi yola gelmiştim. Mutlaka salak bir elf ülkenin dışına çıkardı. En azından mavi yoldaki çiçekleri toplamak için bile biri çıkardı. Elfler çiçekleri sevecek kadar aptaldı çünkü. Bazıları çiçekleri sebepsiz yere kutsardı bile. Ve o aptal elfleri avlamak çocuk oyuncağı oluyordu.

Ayağa kalktım ve yürümeye başladım. Belimdeki kılıcım, sırtımdaki oklarla birlikte ses çıkarırken kuşların cıvıl cıvıl öttüğü mavi yolda yürüdüm. Kulağıma birine ait olduğuna inandığım sesler gelince ise durakladım. Uzaklarda bir yerlerde biri vardı. Melodiye de benzer bir sesti. Kadın sesi gibiydi. Kaşlarımı çatıp sesi dinlemeye devam edecektim ki burnuma gelen muhteşem bir koku ile adeta kendimden geçtim. Bu kan kokusuydu ama hayatımda kokladığım en güzel kan kokusu olabilirdi. Bir elfe ait gibiydi. Elflerin kanlarının kokusu hep aynıydı ama bu elfin kan kokusu bambaşkaydı. Bir Altın Elf olmalıydı. Heyecanla ağaçların arasına girdim ve koşmaya başladım. İçimdeki açlık koşmamı daha çok hızlandırıyordu. Altın Elflerin kanı çok değerliydi. Onun kanı sayesinde aylarca tok kalabilirdim.

İki saatten fazla sürede bitirilen yolu koşarak dakikalar içinde bitirdim. Mavi yolun sonuna geldikçe daha fazla acıkıyordum. Bunun sebebi ise gittikçe artan o güzel kokuydu. Tarif edilemez bir kokuydu. Bana, kendimi cennette hissettiriyordu. Burnuma kan kokusuyla birlikte bir koku daha geldi. Tam ne olduğunu çözememiştim. Hoştu. Çiçek kokusuna benzerdi ancak çiçek kokusu da değildi. Çiçekler bu kokuyu duysa kıskançlıktan solup giderdi.

Heyecanlı adımlarım ile yürürken adım sesleri duydum. Ağaçların arkasına saklanıp sesin kaynağına baktım ve hayatımın şokunu yaşadım. Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken gördüğüm şahesere bakmaya devam ettim.

Aman Tanrım...

Elf ülkesinin sınırının dibinde dizlerini karnına çekmiş, yırtılmış kollarına bakan yüzü çizik içinde kalmış beyaz saçlı, yeşil gözlü zayıf bir cüsseye sahip yirmi beş yıllık hayatımda gördüğüm en güzel kızı gördüm. Güneşin altında bulunan değerli bir element gibi parlıyordu. Yeşil gözleri saraflardaki zümrütlerden daha güzeldi. Ne açık bir renkti ne koyu bir renkti. Bembeyaz teni sanki her an kırılacak bir inciyi andırıyordu. İpeksi saçları yumuşacık gözüküyordu. Yaşı küçük olmalıydı. Yüzü küçük duruyordu. Omuzlarının biraz altında biten saçlarına bir anlık dokunmak istedim. Aralarında küçük yapraklar vardı. Yine de pamuk gibi gözüküyordu. Teni karanlıkta beyaz bir ışık gibi parlıyordu. Sanki saatlerdir bir inci arıyordum ve o inciyi bulmuş gibiydim. İnciye benziyordu. İnciler hassas ve güzel görünürlerdi.

Kanının kokusu buram buram burnuma gelirken söylenerek ayağa kalktı. Sesi kulaklarıma gelince ise kendimi rüyada gibi hissettim. Sinirle söylenmesi bile bir melodi gibiydi. Lanet olası bu yaratığı nasıl öldürecektim?

Çok masumdu. Onu tanımıyordum. Belki de kötü biriydi ama neden bu kadar saf ve masum gözüküyordu. Kalbimi hızlandırması benim için tehlikeydi. Bedenim uyarı veriyordu. Nasıl kıyabilirdim ki bu şeye? Normalde kanını istediğim elflere asla acımazdım ama bu kız farklıydı. Küçük bir kız çocuğu gibi duruyordu. Öldürdükten sonra derin pişmanlık yaşayacak gibi hissediyordum ve bu hiç iyi birşey değildi. Acaba görmezden gelip gitse miydim?

Eğer gidersem başka bir vampir bu yüce varlığı öldürecekti. Yani her türlü ölecek olan bu kızın kanı artık sadece bana aitti. Bana ait olan birşeyi ise kimseyle paylaşacak değildim. Sadece kanı bana aitti. Kanını sadece ben alabilirdim. Kanı dışında hiçbir şeyi beni ilgilendirmiyordu. İlgilendirmemeliydi de. Yeşil gözleri aklımı kurcalarken kanı dışında başka hiçbir şeyi beni ilgilendirmemeliydi. O benim için birer kurban, ben ise onun için bir avcıydım.

Yürümeye başlayınca onu daha iyi izlemek için ağaca çıktım. Yanımdaki eşyalarımın sesi birazda olsa çıkmıştı ve o bunu farketti. Kaşlarını çatarak etrafa baktı. Yeşil gözleri her yeri dikkatle tarıyordu. Gözleri benim olduğum yere de değdi ama çok kısa süreliğine. Bir an için gözlerini ayrıntılı görmüştüm. Yemyeşildi. Hayatımda gördüğüm en güzel yeşil olabilirdi. Gözlerinin başka bir yöne dönmesini istemedim. Sonsuza dek gözlerinin bana bakmasını istedim bir an. Gözlerimiz sonsuza kadar kesişsin istedim. Onun yeşilleri benim siyahlarımdan hiç ayrılmasın istedim. Ölene dek yeşil gözlerinde yaşamak istedim.

Gözleri fazla güzeldi.

Bu düşünce ile sinirle kafamı iki yana salladım. Kendime gelmeliydim. Vampirlerin tehlikesinin hakim olduğu ülke dışına çıkan aptal bir kızdan etkilenmemeliydim. Gerçekten aptaldı. Altın Elfti. Kokusu herşeyi açıklıyordu. Kanı bu kadar güzel olmasına rağmen neden çıkmıştı ki? Başka bir vampir olsa onu çoktan öldürmüştü. Korkuyordu. Vücudu korkudan titriyordu ancak o tereddüt bile etmeden yürümeye devam ediyordu. Onun nasıl biri olduğunu incelemeden öldürmeliydim. Bu zamana kadar öldürdüğüm diğer elflerden bir farkı olmamalıydı. Lanet olsun ki hayatımda hiçbir kadını bu kadar incelememiştim.

O yürüdü ve ben arkasındaki ağaçlara atlayarak onu takip ettim. Benden çıkan sesleri ise rüzgardan dolayı yaprakların çıkardığı sesler sanmıştı büyük ihtimalle. Narin gözüken elini çantasına götürüp ince parmakları ile çantasını karıştırıp kağıt parçasını aldı. Kaşlarını çatıp kağıda baktı. Kağıdı incelediği sırada dolgun gözüken dudaklarını hafifçe ısırdı. Kaskatı kesilip bakışlarımı pembeleşmiş dudaklarına çevirdim.

Sinirle ellerimi yumruk yaptım.

Kızın dudakları bile çok güzeldi. O bir Elfti ve kendime gelmem gerekiyordu. Sadece kanı beni ilgilendirmeliydi. Üstüne atlayıp kanını almamak için kendimi zor tutuyordum. Ona olan vicdanım daha ağır basıyordu. Lanet olsun! Sadece kanını düşünmem gerekiyordu. Bu zamana kadar hiçbir şey beni bu kadar zorlamamıştı. Bu kız neden bu kadar zorluyordu beni?

Sanki beni çıldırtmak istermiş gibi başını kaldırıp masum bakışları ile etrafı taradı. Kalbim tüm hırçınlığını sunarak çırpınırken içimden kendime küfürler yağdırıyordum.

Pekâlâ bir şekilde bu kızı kaleme bir şekilde götürüp öldürmem gerekiyordu.

Ama bir sorun vardı.

Bu kızı nasıl öldürecektim? Acı mı çektirecektim o güzel bedenine? Yeşilin en güzel tonuna sahip gözleri son kez benim yüzümü mü görüp nefesini verecekti? Pamuk gibi olan, zorla dokundurmaya çağıran saçları kana mı bulunacaktı? Ya bembeyaz teni? O da mı solacaktı? Zayıf bedeni ebedi bir uykuya mı dalacaktı? Bu zamana kadar çok nefesi kesmiştim. Bu zamana kadar çok kan durdurmuştum ancak hiçbiri bu kızla eşdeğer değildi. Konu güzel olması değildi. Bambaşka bir konuydu. Bunu bende çözememiştim ve çözmek istemiyordum. Bu kız ölecek miydi peki?

Evet o ölecekti ve onu ben öldürecektim. Bu benim doğamda vardı. Bir elf beni bu kadar etkileyemezdi. Kendime gelmeliydim. O bir elfti ben ise vampir. Onun kanı benimdi artık. Planım basitti. Onu kaleme götürecektim ve uzun süredir var olan açlığımı giderecektim. Başka hiçbir şey olmayacaktı. Kaleme götürene dek onu koruyacaktım. Benim olan herşeyi korurdum ve onun kanı benimken diğer vampirlerin şansı yoktu. Benim olanı kimseyle paylaşma gibi bir niyetim de yoktu.

Onu kolayca yakalardım. Elflere göre biz vampirler daha güçlüydük. Koku almaktan koşmaya kadar onlardan daha üstündük ve bunu bütün dünya bilirdi. Onlar da bilirdi. Onu yakalayacaktım. Sadece doğru anda yakalamalıydım. Çığlık atarsa sesi duyulurdu ve elfler onu kurtarmaya gelirdi. Yada başka vampirler onun sesine gelirdi. İşim zorlaşırdı. Böyle birşeyin gerçekleşmesini istemiyordum. Şuan elflerle uğraşmak gibi bir niyetim yoktu. Diğer vampirlerden de korumalıydım. Ormanda benden başka avcılarda vardı ve masum şey onlara yem olamazdı.

Ormandaki Avcı tek değildi. Hiçbir zaman tek olmayacaktı.

Onu izlemeye devam ettim. Durmadan yürüyordu. Ne işi vardı buralarda? Kanının bu kadar güzel koktuğunu bilmiyor muydu? Her an vampirler üzerine atlar diye korkmuyor muydu? Yoksa salağın teki miydi?

Bütün bu sorular başımı meşgul ederken o huzurla yürümeye devam etti. Boyu normal bir kıza göre uzundu. Çok zayıftı. Yanakları tombul olsa da vücudu neden bu kadar zayıftı? Niye bu kadar zayıftı ki? Bu kıza hiç yiyecek vermiyorlardı sanki. Altın Elfti. Saray onu nasıl serbest bırakmıştı ki? Altın Elfler krallık tarafından koruma altına alınırdı. Yoksa onu almamışlar mıydı? Yada krallıktan gizleniyor muydu?

Neden bu kadar sorguluyordum ki? O sadece benim için birer bedenden ibaretti. Bana kendisi değilde kanı lazımdı. Bu salak saçma sorularla aklımı bulandırmamalıydım. Kanının kokusu ciğerlerimde huzurla dolanırken onu sorgulamam doğru değildi. Saatler sonra ölüden başka birşey olmayacak bir bedeni sorgulamamam gerekiyordu.

Uzun bir süre mavi yolda yürürken elindeki haritaya baktı. Ona biraz da önden bakmak istediğim için bir ağaçtan diğerine atladım. Bunu iki kez tekrarladım ve yüzünü rahatça gördüm. Küçük küçük oluşan çizikler biraz kanayıp kurumuştu. Beyaz elbisenin içinde melek gibi gözüküyordu. Zaten masum görünen bir kız neden beyaz elbise giyiyordu ki? Kirazı andıran dudakları vardı. Bir anlık saçma bir istekle o dudaklarda eriyip bitmek istedim. Ömrümü orada tüketmek istedim. Sinirle nefes verip yüzünü incelemeye devam ettim. İnce, küçük bir burnu vardı. Gözleri yüzüne göre biraz büyüktü ve bu sayede yeşillerini daha çok görüyordum. Kaşları ise kalemle çizilmiş gibi incecikti. Saçları kirlenmişti. Toz, toprak olmuştu. Yine de güzeldi. Dokunmak istemiştim saçlarına. Sadece birkaç saniyelik de olsa parmaklarımın saçlarında gezinmesini istedim. Küçüklüğüme döndüm. Hayaller kurduğum günlerde buldum kendimi.

Aklına birşey gelmiş olacak ki gülümsedi. Sanki yıllardır açması beklenen bir çiçek açtı.

Öyle içten gülümsedi ki içimin ısındığını hissettim. Çok değişik bir histi. Sanki çok üşümüştüm ve şöminenin yanına gidip ısınmış gibi hissettim. Yada yıllardır karanlıkta esir kalmıştım ve bir anda güneşle karşılaşmıştım. Gülümsemesi bana bütün güzel anılarımı hatırlatacak kadar güzeldi. Gülümsemesi bana bütün kötü anılarımı unutturacak kadar güzeldi.

Gülümseyince gözünün yanında oluşan küçük çizgi bana göz kırptı.

Bu meleğin işini bitirdikten sonra kendimi tokatlayacaktım. Kesinlikle tokatlayacaktım. Beni etkilememeliydi. Yanlıştı. İçimde onun kanını içmek için can atan bir adam varken ondan etkilenmemem gerekiyordu. Salver Honaker bir anda çocukluğundaki Salver gibi masum olmuştu. Bu masumluğu aptal bir elf vermişti.

Ağaçtan ağaca atlarken ses çıkarmış olmalıydım ki haritaya bakarken bir anda benim olduğum taraflara döndü. Gözleri benim olduğum yerlerde dolaşırken sessizce onu izledim. Beni farkederse direkt onu yakalayacaktım. İnce bir ipin üstünde yürüyordu. İpin altı ise derin bir çukurdu ve en ufak hatada o çukura düşecekti. O çukurda onu bekleyen bir ben vardım. Çukurdan kurtuluş diye birşey yoktu.

Yada onu aptal bir vampir kurtaracaktı.

Etrafa baktığı esnada kuvvetli bir rüzgar esti ve elindeki kağıdı uçurdu. O bunu birkaç saniye sonra farkedince dudaklarını araladı.

"Gel buraya lanet şey!" Tanrım, sesi ne kadar da güzeldi. Hiç susmamasını diledim ama onun sesini ben kesecektim. Yine de hep konuşsun, o güzel sesini duyayım istedim. Haritanın arkasından koşarken harita havaya uçtu. Benim olduğum ağacın dibine kadar geldi ve yaprakların arasında takılıp kaldı. Kız bunu farketmedi. Sinirle homurdandı.

Yapraklara takılan haritaya uzandım. Haritayı sıkıca elime alıp buruşmuş yerlerini düzelttim. Karşımda olduğumuz coğrafyanın haritası vardı. Mavi kalemle çizilmiş kısım şuan olduğumuz yerdi. Bu haritaya onun narin parmakları değmişti. Bu düşünce beni sebepsiz yere heyecanlandırdı. Neden bu kız benim gibi kötü bir adamı sebepsiz yere mutlu etmişti? Yaptığı her hareketi neden hoşuma gidiyordu?

Uzun bir süre daha yürüdü. Ben ise onun arkasından gittim. Sesim çıktı epey ama o bunları farketmedi. Çünkü aptal ama güzeldi.

Artık bacakları titremeye başlayınca olduğu yerde durakladı. Bir süre etrafa bakındı. Benim iki ağaç ilerimdeki ağacın dibine gitti. Ve o an anladım. Her yer çiçeklerle doluydu ve sadece o ağacın diplerinde çiçek yoktu. Sırf çiçeklerin ezilmemesi için yer aramıştı. O gerçekten bir melekti.

Dizlerini hafiften kendine çekip çantasını dizlerine koydu. Çantayı yavaşça açıp içinden biraz ekmek çıkardı. Güneş yeni yeni doğuyordu. Ağaçların arasından sızan ışık yüzüne vuruyordu. Bembeyaz yüzü aydınlanmıştı.

Ekmeği dudaklarına götürmüştü ki yanına konan kuşlar ile durakladı. Bir süre onlara baktı ve gülümsedi. "Tabi kokusunu aldınız." dedi gülerek. Sesi kulaklarıma melodi gibi ulaşınca gözlerimi kapattım. Dudaklarım keyifle yana kıvrılırken gözlerimi açıp onu izlemeye devam ettim.

Elindeki bütün ekmeği küçük küçük parçalara ayırdı. Ekmek parçalarını avucuna biriktirip kuşların biraz ötesine ekmek parçalarını bıraktı. Kuşların kaçmaması için onlardan biraz öteye ekmek atacak kadar merhametli, düşünceli bir kızı öldürecek miydim ben? Hiçbir suçu olmamasına rağmen onun nefesini acımadan kesecek miydim? Ben mi bu kadar acımasızdım yoksa o mu fazla masumdu? Hangimiz bu dünyaya fazlalıktı? O mu ben mi?

Ekmek parçalarının hepsini kuşlara verdiği için yemeği kalmamıştı. Suyunu çıkardı ve kana kana içti. Öyle bir içti ki sanki uzun süredir susuz bırakmışlardı. Onu hayranlıkla izledim. Lanet olası güzel şey neden beni kendine hayran bırakıyordu?

Acaba onun peşini bırakıp kendime başka bir av mı arasaydım? Hiç görmemiş gibi yapıp kendi haline mi bıraksaydım? Böyle yaparsam da başka vampirler bu kızı anında parçalardı. Tanrım! Ne yapacaktım ben şimdi?

Biraz dinlendi ve ben onu hiç sıkılmadan izledim. Normalde birşeye fazla bakınca sıkılırdım ama bu sefer hiç sıkılmadım. Yanındaki kuşlar onlar için attığı ekmekleri yerken o da onları izledi. Acaba yanındaki ağaçlardan birinin tepesinde bir vampirin onu hayranlık, açlık ve merakla izlediğini bilse ne yapardı? Eminim korkup geri ülkesine kaçardı. Yada kalpten giderdi.

"Niye kendini tehlikeye atıyorsun küçük kız?" diye fısıldadım. Sesim acizce çıkmıştı. Bir yanım şuan onu öldürüp kanını almak isterken diğer yanım onu güvende olacağı yere götürmek ve sonsuza kadar korumak istiyordu. Ben bir vampirdim. Vampirler elfleri korumak yerine öldürürlerdi. Ben bir vampirdim ve vampirlerle düşman olan bir elfi koruyamazdım. Benim doğam onu öldürmek üzere kurulmuştu.

Üzgünüm.

Ayağa kalktı. Üzerini düzeltip çantasını omzuna astı. Saçları rüzgarla birlikte benim olduğum tarafa savrulunca daha önce burnuma gelen ve iğrendiğim o çiçek kokularından geldi. Ama bu sefer iğrenmedim. İlk defa çiçek kokusundan iğrenmedim. Çiçek gibi de değildi. Değişikti ama güzeldi. Aksine daha çok koklamak istedim. Doyulmaz bir kokuydu. Tanrım neden böyle düşünüyorum?

Mavi çiçeklerin arasında yürürken güneş ışığı yollarını aydınlatıyordu. Çiçeklere basmamak için dikkatle yürüyen bir kızı mı öldürecektim ben? Bu kadar vicdansız mıydım?

Vicdan? Yıllar önce bırakmadık mı bu kelimeyi? Unutmadık mı?

Doğru. Yıllar önce karanlık odada önümdeki cesetlere bakarak vermiştim kendime bu sözü. Çocukluğumun katillerinin bana 'oğlum' demesini izlerken unutmuştum ben bu kelimeyi. Tırnaklarımdan kanlar akarken, açlıktan nefesim kokarken, çığlıklarım duyulmasına rağmen duyulmazken vicdan kelimesini unutmuştum ben.

Meşhur yol ayrımına gelmişti.

Sinirle kıza baktım.Onun şuan burada olması fazla sinir bozucuydu. Nereyi seçecekti? Bu da soru muydu? Tabiki de cadıların olduğu yola gidecekti. Hangi aptal vampirlerin fink attığı bir ormana girerdi ki? Vampirlerin olduğu bir ormana girecek kadar aklını kaçırmış olamazdı değil mi? Oraya ancak delirmiş bir elf giderdi.

Yoksa delirmiş bir kız olabilir miydi?

 

💫 

 

Veronica'dan

Çınar ağacındaki devasa dallar rüzgarın etkisiyle sallanırken iki farklı yola bakıyordum. Biri cadıların yaşadığı ormana giderken diğeri vampirlerin hüküm sürdüğü ormana gidiyordu. Hangisini seçecektim? Çınar ağacının olduğu yer mi? Yoksa çınar ağacının olmadığı yer mi?

Parmaklarımı şakaklarıma yaslayıp düşündüm. Ne tarafa gitmem gerekiyordu? Büyükannemin söyledikleri zihnimde yankılandı.

Mavi yol güvenilir.

Mavi çiçekleri takip et.

Bir çınar ağacı olacak.

Yoluna devam etmelisin.

Ne kadar güvenli gözükse de karşına herşey çıkabilir.

Bütün bu cümleler aklımda yankılanırken nereye gideceğimi çözemedim. Lanet olsun şimdi nereye gidecektim. Tanrım lütfen bana yardım et!

Pekala mantıklı düşünmem gerekiyordu. Çınar ağacının olmadığı yer biraz korkunç gözüküyordu. Daha doğrusu iki yer de çok korkunç gözüküyordu ama çınar ağacının olmadığı yer biraz daha korkunçtu. Gözlerimi kapatıp hislerime güvendim. Lanet olası hislerim çınar ağacının olduğu yeri söylüyordu. Derin nefes alıp gözlerimi açtım. Çınar ağacının olduğu yere gitmek üzere adım atmıştım ki durakladım. Eve geri dönmeliydim! Hemen şimdi eve geri dönmeliydim. Yanlıştı. Ölecektim belki de. Gittiğim yer vampirlerin olduğu orman çıkabilirdi. Ama cadıların olduğu yer de çıkabilirdi. Eğer geri dönersem hayal kırıklığına uğrayacaktım. Yoluma devam edersem çiçeğime kavuşma ihtimalim de vardı. Minik Veronica'nın hayalleri vardı.

Derin nefes aldım ve çınar ağacının olduğu yola adımımı attım. Belki hayatımın dönüm noktasındaydım. Belki de son saatlerimi geçiriyordum. Yada çiçeğime kavuşmadan önceki saatlerimi yaşıyordum. O an geleceği görmeyi istedim. Geleceği görüp seçimlerimi geleceğe göre yapmayı istedim. Bir çınar ağacının hayatımı değiştireceğini nereden bilebilirdim ki?

Etraf sessizdi. Sadece rüzgarın sesi ve bastığım yerdeki yaprakların ezilme sesleri geliyordu. Kuşlar bile ötmüyordu. Böcekler ses çıkarmıyordu. Yanlış yolu mu seçmiştim acaba?

Başımı iki yana sallayıp yürümeye devam ettim. Korkuyordum. Korkuyordum ama çiçeğimi almak için can da atıyordum. Her an bir yerden vampir çıkabilirdi. Her an cadılar etrafımı kuşatabilirdi.

Dakikalarca diken üstünde yürüdüm. Sessiz sedasız yürüdüm. Ağaçların sık sık dizildiği yere gelmiştim. Ağaçlar çok büyüktü. Sık yapraklı oldukları için güneş ışığı az geliyordu. Korkudan çantamın iplerini sıkıca tuttum. Daha fazla korkmamak için çiçeği düşündüm.

Sakın olmaya çalışarak yürüdüğüm esnada etrafımda duyduğum birden fazla adım sesi ile nefesimin kesildiğini hissettim. Elimi kalbime götürüp sakinleştirmeye çalışırken etrafa bakındım. Görünürde kimse yoktu.

Daha dikkatle bakınca ise çok uzaklardan birden fazla dizilmiş ve benim olduğum bölgeye bakan silüetleri gördüm. Hafif geri adım attım. Beni görmüş olmalılar ki benim olduğum yere doğru koşmaya başladılar. Arkamı dönüp hiç şansımın olmadığını bilerek koşacaktım ki herşey bir anda oldu.

Biri beni kolumdan tutup çekerken burnuma daha önce hiç koklamadığım hoş bir koku geldi. Çığlık atmak için dudaklarımı aralamıştım ki kolumu tutan kişi iri, kemikli elini dudaklarımın üzerine örtüp beni susturdu. Dudaklarıma değen teni beni adeta yakıp geçerken gözlerim korkuyla açıldı. Bileklerimi tek eliyle kavrayıp beni ağaca ittirdi.

Sırtım ağaca yaslandı. Kalp atışlarım hızlanırken karşımdaki adama baktım. İlk gördüğüm şey simsiyah, geceyi anımsatan kapkara gözleri oldu. Kalın kaşları kalemle çizilmiş kadar güzeldi. Hafif kemerli, ince burnu, dolgun hafif beyaz dudakları gözüme çarparken benden epey yapılı, uzun olan bedeni beni ürküttü. Çenesi erkek olduğunu apaçık belli ederken adem elması yukarı kalkıp aşağı indi. Gözbebeği anlamsızca büyüdü. Fazla yakındık. Göğsü göğsüme değiyordu. Kalbi sağ tarafıma baskı yaparken sertçe yutkundum. Kokusu olduğu gibi burnuma geliyordu. Bir eliyle bileklerimi sıkıca kavrayıp ağacın gövdesine yaslamıştı , diğer eliyle dudaklarımı kapatmıştı. Dudaklarım yanıyordu. Elini koyduğu kolum alev alevdi. Düzensiz nefes alışlarını duyuyordum. Uzun siyah saçları yüzünde gölge oluşmasını sağlarken koyu gözlerini hafiften kısmış bana bakıyordu. Dudaklarını ıslatıp araladı. Ve ben ilk defa bir erkeğin sesini bu kadar yakından duydum.

"Sesini çıkarma ve bana güven."

 

<><><><><><><><><><><><><><><><

 

Bölümler düzenlenmiştir.

 

Sizi seviyorum, iyiki varsınız iyi okumalar dilerim.

 

Sonsuza dek Ormandaki Avcı!

 

Loading...
0%