@ladyofmysteries
|
Sessiz çığlıklarımı duyan satırlara;
-" Tanrı bir insan olsaydı kendini lanetlerdi. " Küçük kız kitabın son satırındaki sözle gözlerini kocaman açmış bir şekilde bir kaç saniye bekledi . Küçük yüreği teklemişti . Bu söz bedeninin derinliklerinde bir şeylerin patlamasına neden olmuş, bu patlama ise saç diplerinden gözlerine bir sıcaklığın yayılmasına neden olmuştu. Oturduğu küçük süslü sandalyeden zıplayıp yere indi. Kafasından düşmüş kırmızı pelerinin şapkasını tekrar kafasına takip , buyulendigi kitabı göğsüne bastırdı. Hemen ablasının yanına gidip kitabındaki bu sözün anlamını ona sormalıydı. O bilirdi , ablası her zaman her şeyi bilirdi . Siyah kanatlı bir melekti o , beyaz kanatlı olamayacak kadar sinirli ve her saniye asık suratlı olabilirdi . Lakin cesur ve güçlüydü. Onun için Krallığın dışındaki babasının yasaklamasına rağmen Ölüler Şehri ' ndeki kitapçıdan ona bu güzel kitapları getiren tek kişiydi. Kısacası onun için muhteşem biriydi. Tombul kısa bacaklarıyla bir yavru tazı gibi ablasının odasına koşarken koridorda çarptığı insanlardan özür dilemeyide ihmal etmiyordu. Annesi onun yavru tazı gibi ortalıkta koşturduğunu görseydi iki elini ince beline koyar onu azarlardı.
-" Mileena Ahnam , bu yaptığın hiç bir Prensese yakışıyor mu ? Yüce Noah bizi bağışlasın !" derdi. Annesinin ses tonu ne kadar sakin ise bakışları tam tersine çok sert olurdu. Küçük Mileena bazı geceler kabus gördüğünde annesinin değil ablasının yanına giderdi. Kraliçe Anaid'e göre bu tür şeylerden korkmak için fazlasıyla büyüktü. Tanrı aşkına daha 9 yaşındaydı . Mileena , annesi ve ablasının kavgalarına bir çok kez şahit olmuştu. Kraliçe Anaid baskıcı karakteriyle Mileena'nın ablası Omorfia 'yı bastırmaya çalışıyordu. Lakin 17 yaşında damarlarında fokurdayan kanıyla yerinde duramayan Omorfia Kraliçe Anaid 'in yasaklamasına rağmen Yedi Ejder Dağından çiçekler getirip bahçeye dikiyordu. Omorfia duymasa da arkasından ona ' bir prensesten daha çok bir bahçıvan gibi davranıyor' lafı sıklıkla telaffuz edilip kendi aralarında alaya alınıyordu.
Nefes nefese ablasının odasına giren Mileena soluklanmak için bir kaç saniye boyunca elleri dizlerinde bir şekilde bekledi . Burnuna gelen Dağ Menekşesi, Ejdertırnağı Otu ve adını tanimlayamadigi bitkilerin kokusu genzini yakıp ciğerlerine ferahlık yaratmıştı. Bu odayı seviyordu. Kocaman odada yatak ve gardırop hariç her yerde saksılar , sarmaşıklar ve geniz yakan kokular mevcuttu . Ablası bir keresinde ona Şifacı olmak istediğini söylemişti. Ama ikiside biliyordu anneleri ve babaları buna izin vermeyecekti. Tahtın varisi ablasıydı. Şimdiden savaş eğitimleri alıyordu . Bazen de savaşa komutan olarak gönderildiği bile vardı. Bunda Tanrı seviyesi büyü gücüne sahip olmasıda vardı tabi. 4 kıtadaki Krallıkların Cennet Vadisine savaş açmamalarının tek nedeni Omorfia Ahnam'dı. Mileena etrafına bakındı , ablası odasında değildi. Onun yatağına uzanıp kitabı yastığın yanına düzgünce bıraktı. Kesin yine çiçek toplamaya gitti , diye düşündü, gelirken de Madam Sana'dan ona güzel kitaplar getirecekti . Gülümsedi. Uykuya dalmadan önce ağzından çıkan sözler şunlar oldu ; -" Abla , çabuk gel." ....
♤♤♤♤♤♤♤♤
Omorfia, Nur çiçeğinin son dalını alıp doğruluğunda belinde hissettiği sızıyla yüzünü buruşturdu. Son 1 saattir bu şekilde çiçeğin açmasını bekliyordu. Gün içinde havanın en parlak olduğu öğle vakti sadece 1 dakikalığına açılan çiçeği bulmak epey zordu. Bu kadar zorluğa değmişti. Bu çiçek için birbirini öldürecek insanlar tanıyordu. Bu çiçek ham güneşi ışığını alırken koparılırsa sonsuza dek canlı kalırdı. Yüze sürülürse genç ve güzel yapan Nur Çiçeğinin en büyük özelliği nasıl ve hangi bitkilerle karıştırılıcağı bilinirse ömrü uzatmasıydı. Nur Çiçeği bulunması imkansız çiçekler arasındaydı. Omorfia'nın kitabında imkansız diye bir şey yoktu insanı yoran şeyler vardı. Bu yoranlar arasındaydı. Çiçeği narince çantasının iç cebine koyup pelerinin şapkasını kafasına taktı. Yüzünü gizlemek için aldığı peceyi bağlayıp sadece acı kahve gözlerinin gözükecegi şekilde kendini gizledi . Birinin onu tanıması sonucunda olacak felaketin gayet iyi farkındaydı. Şimdi gidip Madam Sana'dan kardeşinin okuduğu kitapları almak için Kuzeye yani Ölüler Şehrine gitmeliydi. Terk edilmiş bir şehirdi. Kimse orada yaşamazdi. Orada yetişen ekinler bile zehirliydi. Madam Sana niye orada bir kitapçı dükkanı açmıştı hiç bir fikri yoktu . Her seferinde sorduğunda ' Kralımin verdiği görevi yerine getirmek benim boyun borcum ' derdi. Kaçık kadın diye düşündü. 60 yaşına gelmiş ölüm meleğiyle dans eden bir kaçık. Yaşlıları asla anlamıyordu. Huysuz yaratıklar. Babaanneside öyleydi. Kendini 20 yaşında sanan Babaannesini 2 yıl önce Kan böceği ısırığından kaybeden Omorfia o yıldan beri tüm şifalı bitkileri toplamaya başlamıştı.
Ölüler Şehrinin önüne gelen Omorfia gölgesiz şehir diye adlandırdığı yere gelmekten hep nefret ederdi . Güneş ışınları buraya düşmezdi bile . Burada nefret ve üzüntüyü hissedebiliyordu. Ne cennette ne cehenneme kabul edilmemiş ruhların acı çığlıklarını duyabiliyordu. Helak olmuş bir şehir. Bu şehrin ibretlik hikayesini duymayan yoktu. Ölüler Şehrinde tek bir kural vardı. Asla kafanı yerden kaldırma ve yüksek sesle nefes alma . Omorfia bu kuralı sırtından kalçasına doğru inen çizikle acı bir şekilde öğrenmişti. Hızlı ve temkinli bir şekilde harabe şehrin içinde yürüyen Omorfia , Madam Sana'nın kapısının önüne geldiğinde derin bir nefes alıp şapkasından firar etmiş gümüş renkli saçlarını kulağının arkasına tıkıştırdı. Bir an için acı ve öfke içindeki ruhların kartal pençelerini yine vücudunda hissedeceği sanmıştı . Neyse ki kötü senaryolar gerçekleşmeden varabilmişti. Ama bir sorun vardı kapı ardına kadar açıktı. Madam Sana kapıyı hiç açık bırakmazdı hatta Omorfia'yı bile içeri alırken ikna olana kadar sorular sorar öyle ikna olurdu. Temkinli bir şekilde içeri girdi . Kitap ve mürekkep kokan odada hiç bir sorun yok gibiydi . -" Madam!?" diye seslendi cevap alamadı. " Madsm Sana burada mısınız ? Benim Omorfia!" Yine cevap alamadı . Depoya doğru ilerlemeye başladı. Sanki her an kötü bir şey olacakmış gibi basık ve huzursuz hissediyordu. Tam da tahmin ettiği gibi Madam Sana , depoda salanan sandalyede duvara dalmış bir şekilde bir ileri bir geri gidip ürkütücü ortamı daha da tuhaflaştırıyordu. Odayı aydınlatan küçük bir gaz lambasıydı. Omorfia elini Madam Sana'nın omzuna koyduğunda Madam irkilerek ona döndü. Gözlerinde bir cok duygu geçmişti. En belirgin olanı korku ve telaştı. -" Senin burada ne işin var !" yaşlı bir insandan beklenmeyecek bir hızla ayağa kalkmış Omorfia'yı itmişti . -" Ne oluyor! " diye bağırdı Omorfia. Korkmuştu. Öyle ki elleri titremeye başlamıştı . -" Buraya hiç gelmemeliydin. Cennet Vadisinden hiç çıkmamalıydın . Ne yaptın sen , yıkımı getirdin . Tarih tekerrür ediyor. " diyip sertçe dizlerinin üstüne çöktü . Tek görevi korumaktı. Onu da başaramamıştı. Düşünceleriyle delirecek gibi olan Madam Sana acı çığlığıyla saçlarını yolmaya başladı. Omorfia için zaman durmuştu. Saç diplerinden uyarı alıyordu. Düşünceleri saç diplerine kadar canını yakıyordu.
Gökyüzü olacakları biliyormuş gibi kara bulutlarını giymiş ,onun için ağlıyordu. Nur Çiçeği
TO BE CONTİNUED...
|
0% |