Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bir Meleğin İntikamı

@ladyrebel

"Sessiz olan her şeyin içerisinde senin çığlıkların yankılanır..."

Kahvelerimizi içerken kurabiyelere bakıp yüzünü astı.

"Benim berbat kurabiyelerime karşı bir isyan mı?" dediğinde kafamı iki yana salladım.

"Hayır, ben hiç yapamadığımdan."

Kaşlarını kaldırarak gözlerime baktı.

"Ben yapabiliyor muyum?" diyerek insanı zehirleyecek kurabiyelerini hatırlattı.

"En azından şeklini yapabiliyorsunuz." dediğimde önce elleriyle ağzını kapattı sonrasında gülerek geriye çekildi.

"Aslında..."dedi dudaklarını ıslatırken. "...dışarıdan çok soğuk ve mesafeli gözüküyorsunuz." Elindeki kurabiyeyi havaya kaldırıp gülümsedi. "Ayrıca kaba da duruyorsunuz. Ancak ne zaman bir şey olsa ilk özür dileyen, geri çekilen sizsiniz. Bu yüzden insanın kafası karışıyor. İyi misiniz, kaba mısınız yoksa soğuk musunuz sadece? "

"Aslında..."dediğimde elini kaldırıp beni durdu.

"Yabancısınız."

Anlamsızca yüzüne baktım.

"İnsanlara yabancısınız. Sanki toplumun dışarısında kalmış ama kopamamış bir parça gibisiniz." dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım ve kupanın kulpunu tuttum. Kupayı hafifçe çevirirken sinirlerim bozuldu. Sanırım normal biri gibi görünmüyordum. Normal biri olmadığımdan olsa gerek.

"Doğrudur." dedim geri çekilerek. Fiilen değil. Soyut olarak geri çekildim. O da fark etmiş olacak ki elini tezgaha koydu.

"Bu yüzden sanırım. Bu yüzden size karşı samimi hissediyorum."

Kafamı kaldırıp gözlerine baktığımda yüzündeki sempati gözlerimi kısmama sebep oldu. Göğsüm. Göğsüm sıkıştı.

"Güvenini kazanmışsın."

İçimdeki garip sıkıntı hızla ısınmaya başladığında elimi yumruk yaptım. Bu beni boğan garip his neydi.

"Samimi?" diyebildim gergince. Sanırım gitse iyi olacak. Bu garip hissin bana neler yaptıracağından emin değil. Sanki şu pisişik güçlerimi doğru düzgün kullanamayacak gibiyim. Belki de yanlışlıkla ışınlanırım ve bir anda gözünün önünden kaybolduğum iç-

Çalan telefonunun sesiyle aramızdaki bakışma bölününce derince bir nefes aldım. Sıcak olmasını umarsamadığım kahveyi kafama diktim.

"Alo...hmm, tamam geliyorum ben de o halde."

Yaptığı kısa görüşmenin ardından telefonu masaya bırakırken doğruldu. Dikkatle yüzüne baktım. Gidiyor muydu?

"Dokun!" dedi Fısıltı.

Kafamı iki yana salladım.

Olmaz!

"Elini sık!"

Selamlaşıyor muyuz? Ne el sıkması?

"Aptal."

Sinirle doğrulmuştum ki Ela hareketimden korktu. Geri çekilmek istediğinde, ayağındaki o koca şeyler yüzünden, geriye doğru sendelemişti. Düşeceğini fark eder etmez, gereksiz insan üstü bir hızla, üzerine koştum. Düşmeden önce bedenini sarmış ve ondan önce zemine çarpmıştım.

Ufak, sessiz bir soluk ile yerde sırt üstü uzanırken gözlerimi kapattım.

"Alp! İyi misin?"

Tam gözlerimi açacağım sıra yanağıma dokunan parmakları ile zemin bedenimin altından silindi. Fayansların arasından karanlıkla boğulmuş bir suyun içine düşmüştüm sanki. Elimi uzatsam tutabilirmişim gibi geldiğinden elimi kaldırsam da hiçbir şekilde fayda etmedi.

"Hayat."

Etrafta gezinip duran insanların arasından geçip giden bedenim her şeyi gereğinden fazla bir hızla görüyordu.

"Fazla ilginç değil mi?" dedi bir kadın. "Beni sana, seni bana getirdi." Gülüş sesi zihnimde, bir çığlık gibi, defalarca sektiğinde gözlerimi kapattım. "Bu arada en sevdiğim renk ne biliyor musun?" dedikten sonra tekrardan güldü. "Gözlerimin rengi."

Bir fısıltı. Kulağımın etrafında dönüp durdu.

"Seninkilerle aynı olduğu için."

Tam boğulduğumu düşündüğüm anda hızla doğrulduğumda Ela ile göz göze geldik. Nefes nefese ellerimi göğsüme koydum. Ölüm, ölüm... Kaç kere öldüm, neden hala alışamadım bu duruma?

"İyi misin!?" diyerek gözlerime bakmaya çalışan kadın ile kendime gelmeye çalıştım.

"Ben..."dedim gözlerimi kaçırarak. Titreyen ellerimi soğuk zemine dayayıp doğrulmaya çalıştım. "...ben özür dilerim. Sanırım." zar zor ayağa kalktığımda o da benimle birlikte ayağa kalkmıştı. Elimi gergince boğazıma attım. Boğulma hissinin verdiği gerginlik hala silinmemişti. Acımasını umursamadan tenimi yırtıp dudaklarımı araladım ve derin bir nefes çektim. Sanki daha çok canım yandı. "Sanırım gitseniz iyi olacak." dedim. Gözlerine bakamadığımdan kafamı eğdim. Şu an beni böyle gördüğü için bile son derece rahatsız, son dere kötüydüm.

"İyi olduğuna emin misin?" dedi bir kez daha. Sonrasında benden birkaç adım uzaklaştı. "Yalnız kalmak istiyorsunuz sanırım ama ben bu endişe ile nasıl gideceğimi bilemiyorum." dediğimde kafamı kaldırıp gözlerine baktım.

Kahverengi gözler.

Nefret ediyorum.

"İyiyim. Artık gitmelisiniz." dedim net bir şekilde. Uzun bir süre gözlerime baktıktan sonra hafifçe kafasını salladı.

"Peki." Hızlıca arkasını dönüp koltuğun üstünden montunu, tezgahtan telefonunu aldı. Yanımdan geçip giderken hiçbir şey söylememiş, terlikleri bir kenarda, arkasında garip bir kokuyla çıkmıştı. Çiçek gibi kokuyor, diye düşünmekten alamamıştım kendimi.

Kapının çıkardığı o gürültülü ses ile kendimi yere attım. Zar zor ayakta tuttuğum bedenim yerle yeksan olmuştu sanki.

"Oldu mu?" dedim sinirle. "Ufacık bir temasla bile ölecek gibi oluyorum!" diye bağırdım.

"Bir tek sana olmuyor o olan."

Saçlarımı iki elimle kavramış, çekiştirerek geriye atmıştım. Kendimi geriye attım ve biraz süründüm. Sırtım koltuğa dayandığında kabanımın uçlarından tutup çektim. Yere düşünce ceplerini karıştırdım yavaşça. Sigara paketini çıkarırken mırıldandım.

"Bir kadın bana en sevdiği rengin kahverengi olduğundan bahsediyordu. " dedim düşünceli bir şekilde. "Çünkü ikimizin gözleri de kahverengiymiş."

Sigarayı çıkarıp dudaklarıma koyarken Fısıltı araya girdi.

"Belki de Ela'dır. Nasıl olsa ona dokununca geçmişi görebiliyorsun ve onun da gözleri kahve. Herkesin gözlerinden rahatsız olduğunu söylerken onunkinden hiç rahatsız olduğunu belirtmedin."

Bakışlarım zippoma takılı kaldı. Doğru. Hiç onun gözlerinden rahatsızlık duyduğumu hissetmedim.

"Belki de onun için hayatını feda ettin ve bu fedakârlık için ikinci bir şans kazandın?"

Sigarayı yakıp dudaklarıma koyarken kafamı iki yana salladım. Az önce her şeyi berbat ettim.

Günler haftaları kovaladı. Her sabah itina ile pastaneye gelsem de Ela hiçbirinde o kaldırımdan yol almadı. Aptal polis her sabah bana aynı soruyu sordu, her zamanki o memur ise direği yamultan adama sövüp sövüştürdü, pastanedeki kadın yine bir sürü kartvizit verdi. Her şey eskiye döndü ama o dönmedi.

Mutfağın önünden geçerken pastane poşetini, tezgahın üzerinde duran onlarca, poşetin yanına koydum. O gün ona öyle davranmakla yanlışlık mı yapmıştım? Ama diğer türlüsü daha tehlikeli değil miydi? Şu yeryüzü üzerinde beni tanıyabilen tek kişiydi. Onu da bu şekilde hiç edemezdim.

Bir sigara daha yaktıktan sonra kendimi dışarı attım. Havanın kapkara olduğu bir saatte sokakta yürürken kendimi dönüp dolaşıp evinin önünde bulmuştum. Kapıyı çalsam ve özür dilesem?

 

Elimi yumruk yapıp havaya kaldırdığım sırada Fısıltı araya girdi.

"Boş elle mi?"

Gözlerimi kaçırdım. Havada kalan elim sessizce inerken etrafa bakındım. Ne alabilirim ki?

Oradan hızla ayrılıp yine pastaneye gittim. Bu sefer bir pasta almış ve yeniden evlerinin önüne ışınlanmıştım.

 

"Güçleri kullandığımız şeylere bak."

Gözlerimi birkaç saniye kapadıktan sonra tüm cesaretimi toplamış ve kapıyı çalmıştım. Aradan geçen belli bir süre zarfında içeriden ses gelmemişti.

"Evine mi dönmüş?"

Saçlarımın diplerini sessizce kaşırken alt dudağımı ısırdım.

"Gir içeri bak."

İzinsiz kızların evine giremem. Saçmalama.

"İnsan mısın ki sen? Ahlâk kuralları seni de kapsıyor mu?"

Suratıma atılan cevap ile ağzımı açamadım. Öylece yere baktım. Öylece. Benim bu şaşkın anımda açılan kapı ile Ela'nın arkadaşıyla karşı karşıya kaldım. Gözlerini şaşkınca üzerimde gezdirdi.

"Siz kimsiniz?"

"Ela yok mu?"

Kaşlarını çatıp beni baştan aşağı süzdü.

"Evine döndü."

Dudaklarımı birbirine bastırırken hafifçe başımı salladım.

 

"Adres buraya verilmiş yapacak bir şey yok."

Elimdeki pastayı eline tutuşturduğumda birkaç adım geri gitmişti.

"Afiyet olsun."

Sessizce arkamı dönmüş, düşünceli bir halde, yol boyu yürürken Fısıltı araya girdi.

"Adresini biliyoruz. "

Gözlerim zeminde gezinirken dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Bizden gitmiş birini kovalamak mantıklı mı?"

"Ya bizim için gönderilmiş biriyse?" dediğinde ellerimi ceplerime soktum.

"Sen ne gördün?" dedim. Evimin önüne çoktan gelmiştik.

"Belirsiz şeyler. Anlayamadım." demiş ve kestirip atmıştı. "Ben de senin kadar açık ve net görmek istiyorum."

Ellerimi saçlarıma daldırıp iki yana dağıttıktan sonra derince bir nefes aldım. Merdivenlere yöneldiğim sıra duyduğum şey ile adımım duraksadı. Dönüp geriye baktığımda bir şey göremedim ama tedirgin eden bir ses gibime gelmişti.

Usul usul evime gitmiş, balkonuma çıkmış ve yağan karı gece boyu izlemiştim.

Sanırım yanlış yaptık.

"Kovulduğunu düşündü."

Ellerimi karnımın üzerinde birleştirirken sessizce gökyüzüne baktım. Kar taneleri kadar özel ama binlercesinin varlığıyla sıradanlaştırılmış gibiydi insan. Hepsi kendi içinde apayrı olsalar bile hepsinin farklı oluşu sıradan. Belki ikisi tıpatıp aynı olsalar ilgi çekerlermiş gibi. Anlamsız.

Hiç kimse bir başkasına tapatıp benzemediği halde kendini özel hissetmiyordu. Farklı oluşlarının kusurlu olduğunu düşünmek.

"Haksız da sayılmaz."

Fısıltı'nın verdiği rahatsızlık.

"Önünde kendimi zor tutuyorum." dedim bıkkınca. "Hiç kimsenin önünde kendimi tutmayıp da onun önünde kendimi tutmak zor oluyor." diyerek sağ bacağımı sol bacağımın üzerine attım. "Sanki bu zamana kadar içimde saklı tutmam gereken her şeyden kaçmam gerekiyor gibi."

Öylece uzaklara dalıp gitmiş, kendi zihnimin içerisinde, o derin kuyuda kaybolmuş gibiyken Fısıltı sözlerimin sonunu getirdi.

"Kendinden kaçman gerekiyor gibi..."

.

.

.

Arabanın önünde durmuş, sigaramı kuru bir keyif ile içerken çocukların okula gidişini izliyordum. Mantıklı mıydı? Ömrümün yarısını cinayet ile geçirmiş diğer yarısından ise bi' haber yaşıyordum. Onca şeyin üstüne bir de çoluk çocuğu izlemek.

Kendilerinden büyük sırt çantalarını zar zor taşımaları bir yana düşmemek için verdikleri çaba bir yana. Burunlarının ucu kızarmış, kimi montunun içinde kaybolmuş ve kimi de atkıyla intihar etmeye çalışıyordu resmen.

Şuraya bak. Biz de bir zamanlar böyle bir şeydik.

"Kendi adına konuş. Ben veletken bile ağır abi olmalıyım."

Fısıltı'nın lafı tek kaşımı havaya kaldırmama sebep oldu.

Ciddi misin?

Dikiz aynasından kendime bakacağım sıra bir anda camıma tıklatılmasıyla yerimden sıçradım. Cama baksam da hiçbir şey göremediğimden kaşlarım çatıldı. Oturduğum şoför koltuğunda doğrulurken kabanımın kollarını yukarı çekmiştim ki sümüklü bir şey belirdi karşımda. Geçenlerde gökyüzüne uçurduğum velet bana aşağıdan aşağıdan bakıyordu. Kaşlarım daha çatılırken yüzüm buruştu. Beni hatırlıyor mu bu?

 

"Açma."

Fısıltı ile elim kapı kilidinde kaldı. Kapıyı itina ile kilitlediğimde çocuk eldivenli eliyle tekrar camına vurdu.

"Abi!"

 

Avazı çıktığı kadar bağırınca telaşlanarak etrafa bakındım. Ela falan yakındaysa mahvolurum. Panik içerisinde kilidi yukarı çekerken Fısıltı öfkeyle bağırdı.

"Açma!"

Kapı açılınca dışarıdaki soğuk bir anca arabanın içine dolmuştu. Küçük çocuk sümüklü burnunu çekip bana baktı.

"Ne oldu?" dedim ters bir tavır ile.

"Buraya park edemezsin!" dedi kaşlarını çatarak.

Ben de kaşlarımı çattım.

"Ne demek o?" dediğimde ellerini beline koydu.

"Orası öğrenciler için. Bak benim araba arkada bekliyor senin yüzüne!"

 

Anlamsızca yüzüne baktıktan sonra derince bir nefes alıp arabadan indim ve arkaya baktım. Mavi sert bir plastiğin altına geçirilmiş poşet ve içine konulmuş yastık. Kaşlarım daha da çatıldıktan sonra dönüp velede baktım.

"O şey bir araba mı?"

Sinirle güldü.

"O şey karda seninkinden daha hızlı gidiyor." diyerek arabama baktı ve burnunu çekti. "Ayrıca kızlar benimkine daha çok ilgi duyuyor." dediğinde ne diyeceğimi bilemeyerek arabama baktım ve bir iki adım geri çekildim.

"Arabam güzel değil mi?"

Gözlerimi kısarak arabama bakarken bücür yanıma gelmiş ve kollarını göğsünde kavuşturarak arabama bakmaya başlamıştı.

"Araban iyi aslında ama kızlar motordan ne anlar ki?" dedi omuzlarını silkerek. "Bence, bence dışı daha süslü bir şey alman lazım. Bence benimki o yüzden daha iyi." diyerek bana döndü ve kafasını geriye atıp yüzüme baktı. "Yani bence öyle."

 

"Bir daha 'bence' dersen, arabanın minderi yerine, seni koyar kaya kaya mahalle turu yaparım çocuk."

Kaşlarını çatarak yüzüme baktığı esnada ellerimi kabanımın cebine soktum ve ciddi bir tavırla yüzüne baktım.

"Arabanı çek git o zaman."

 

"Çocukları sevmiyorum."

Ellerimi sinirle cebimden çıkarıp arabama yürürken Fısıltı tekrar konuştu.

"Özellikle bu çocuğu hiç sevmiyorum!"

Arabanın kapısı açıp içeri binerken dönüp arkama baktım ve dikkatle gözlerinin içine baktım.

"Umarım günah işlemezsin çocuk. Yoksa ben varken sana yatacak yer yok."

Öfkeyle arabanın kapısını kapatıp kontağı çevirmiştim ki Fısıltı güldü.

"Az önce küçük bir çocuğu tehdit ettin."

Umursamamaya çalışıp yanından geçtim ve gaza yüklendim. Aptal bir çocuk yüzüne sinirlerimin gerilmesine gerek yoktu.

Arabanın direksiyonunu sıkıca kavramış, asık bir surat ile virajı dönerken, onu gördüm. Elindeki çantasını sıkı sıkı tutmuş, dikkatle yanındaki kadına bakıyordu. Kızarmış burnu umurunda değilmişçesine gülümsüyor ve gözlerini karşısındaki kadının gözlerinden ayırmamaya çalışıyordu. Araba ister istemez yavaşlayınca daha da dikkatli baktım. Üzülmüş ya da kırılmış gibi değildi. Sinirli de durmuyordu. Kendimi mi abartmıştım ben? Şimdi o gülerek yanımdan geçip giderken benim ne kadar çok kafamda kurduğum...

"Bizim için o tek." dedi Fısıltı. "Sen herkesi hatırlayabilirsin ama bizi sadece o hatırlar." Fısıltısının yarattığı rahatsızlık ile elimi vitese attım.

"Yani ona muhtaç olan biziz."

Gözlerimi direksiyona çevirdikten sonra vites atıp biraz daha gaza abandım. Gidip...gidip işimi yapsam daha iyi olacaktı.

"Ona bakarsan bu durum bizim işimize gelmez mi?" diyen Fısıltı ile ışıkların kırmızıya dönmesi ile arabayı durdurup dikiz aynasına baktım. "Sonuçta bize sinirli değil. Bize sinirli olması bizim için daha kötü bir durum."

Gözlerimi trafik lambasına çevirdikten sonra dirseğimi araba kapısına dayadım.

"Ona gitmem gerektiğini mi söylüyorsun?"

 

Kendi gözlerimde gördüğüm yabancı bana göz kırptı.

"Tek şansımızın o olduğunu biliyoruz..."

 

 

Loading...
0%