@ladyrebel
|
"Bir mermi silahı terketmese bile incitebilirmiş..." Bir kez daha ölmeyi başarmıştım. Nasıl olduğunun bir önemi yok, desem yalan olurdu. Yabancı bir kadının, zaten karışık olan, aklımı karıştırmasıyla başlamıştı her şey. Elimdeki ne olduğundan bi'haber olduğum çiçeğe bakarken, kış lastikleri ucuz olan, bir araba bayır aşağı kayarak gelmişti. Ne kadar sert bir şekilde bana vurduğunu anlatmama bile gerek yoktu. Tek bildiğim şey... Ölmüştüm. Soğuk. Soğuğu hissetmeye başladığım an açtım gözlerimi. Gözlerimi açar açmaz ellerimi kaldırıp da morgun metalik çekmesine vurduğumda, sedyeyi ittiren, adam önce nefesini tutmuş sonrasında ise şuurunu kaybetmişti. Gürültüyle yere düştüğünde kaşlarımı çattım. "Bu ölüşümüz.."dedi Fısıltı utançla. "...en rezil anımızdı." Gözlerimi morgta gezdirirken sinirle elimi alnıma dayadım. "Hatırlatmana gerek var mı?" Buz kesmiş bedenimi incelerken aklıma çiçek geldi. Dönüp etrafa bakındım önce. Sanki burada olabilirmiş gibi. "Çiçeği düşürdük." "Öldük, öldük! Ne çiçeği?" dediğinde üzerimdeki beyaz örtüyü ittirip doğruldum. "Bunu gelde ona söyle. İnanır mı sence? Ölüp ölüp yeniden doğuyoruz." dedikten sonra eğilip üstüme baktım. Hiçbir şey yoktu. Hiçbir şey. Elimi enseme attıktan sonra az önceki beyaz kumaşa baktım. "Onun yüzünden oldu zaten." dedi sinirle. "Benim yüzümden." diyerek onu engelledim. Benim dikkatsizliğimdi ama dikkatimi dağıtan da oydu gerçi. Girmiş olduğum paradokstu. Beyaz örtüyü belime bağlayıp arkamı döndüm ve birkaç adım attım. Zemin parçalanıp yeniden birleştiğinde ayaklarımın altında edildi karlar. Şarapnel parçalarına ve yerdeki uzun uzun izlere bakıp derince bir nefes aldım. Kardan bir çizik vardı resmen. Manav da kapalıydı üstelik. Gözlerimi dikkatle etrafta gezdirirken kırılmış saksıyı gördüm. Sessiz adımlar ile yanına gittim ve bir iki metre ötesinde çiçeği buldum. Kök kısmını bir miktar toprak ile avuçlarken kaşlarım çatılmıştı. Onca güç sahibi iken aptal bir çiçeği bile koruyamamıştım. Bunun özgüvenimi nasıl kırdığı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Arkamı dönüp eve geldiğimde hızlıca mutfağa yöneldim. Sürahideki suyu döküp çiçeği sürahinin içerisine koydum. Birkaç beyazcığı kaybetmiştim. En azından kırılmamıştı. Birazcık yıpranmıştı sadece. Toparlardı sanırım. Baş ucunda birkaç dakika bekledikten sonra banyoya gittim. Sıcak bir duş aldım ve üzerime kalın bir şeyler giyip dışarı ışınlandım. Marketten çiçek için toprak, kendim için ise bir paket sigara alıp tekrar eve geldim. Toprak torbasını dikkatle yırtım sürahinin içine döktüğüm esnada kapının zili çaldı. Biri çılgınlar gibi kapıya vuruyor bununla da kalmıyor zili de çalıyordu. Benim kapımı kim çalabilir? Kaşlarımı çatarak kapıya yöneldim. Evimin içerisini saran gürültü iyice meraklanmama sebep olmuştu. Kapının kolunu tutup da kendime çektiğimde Ela'nın endişeli yüzü ile karşı karşıya geldim.
"Alp?" dedi kaşlarını kaldırarak. O kadar kötü gözüküyordu ki ben de kötü oldum. "Ela. İyi misin, ne oldu?" diyerek ona uzanmak istedim ama dokunma fikri korkuttu beni. "Evimin ilerisinde kaza oldu." deyip de dizlerinin üzerine düştüğünde ellerim havada kaldı. Ben de diz çöktüm yanına. "Sana bir şey olmadı değil mi?" dedim endişeyle. O kadar çok titriyordu ki endişeden ben bile titreyecek gibi hissediyordum. "Hayır..."dedikten sonra sesli bir soluk bıraktı ve sonrasında birden ağlamaya başladı. "...hayır ama çok korktum." Hıçkırığı ile şaşkınca etrafa bakındım. "Ne oldu?" Bilmiyorum. "Neden korkmuş bu kadar?" Bilmiyorum. "Kızı içeri al." Ellerimi kaldırıp da sırtını koyduğumda hafifçe doğruldu.
"Lavabo neredeydi?" dedi burnunu çekip. "Beni takip et." Gergin adımlar ile lavaboya yürürken Fısıltı'yı dinliyordum.
"Bence senin kaza yaptığını anladı. Acaba gördü mü? Gidişimizi gizlice izliyor olabilir mi?" Neden gizlice gidişimizi izlesin? "Sen neden izliyorsun?" Bir anda durunca sırtıma çarpan Ela ile arkamı döndüm. "Burası." diyerek elimi uzattım. Önce bana sonrasında kapıya bakıp içeri girince hızla içeriye koştum. Etrafı kontrol ettim ve tezgahın üzerindeki çiçeğe baktım. Çok mu kötü gözüküyordu? Çiçeğe önem vermediğimi düşür müydü? Belki de bunu fazlaca dert edebilir. Sonuç olarak bana verdiği ilk ve tek hediyeydi. Ellerimi telaşla saçlarımın arasına soktum ve büyük bir endişeyle sürahideki çiçeğe baktım. "Ne yapacağız?" "Ne oldu?" Arkamı döndüğümde Ela'nın meraklı gözleri ile göz göze geldim. Ellerimi hızla saçlarımdan çekip arkama sakladım. "Aslında..." dedim gergince. "...dün karda ayağım kaydı ve çiçeği düşürdüm. Saksısı kırıldı ve onu daha iyi bir hâle getirmeye çalıştım ama yeterince iyi oldu mu bilemiyorum." Benim kendimi açıklama çabamı görmezden gelerek tezgaha yürüdü yavaşça. Ayağındaki kedi patili bir çorap vardı ve onun üzerinde ne kadar garip durduğunu anlatmak bile istemiyordum. Üstelik ağladığı için kahve gözleri bal rengi bir hâl almıştı. Beni korkutuyordu. "Demek o izler bundan dolayıydı." diye mırıldandığında dudaklarımı birbirine bastırdım. Yalan söylemek hoşuma gitmiyor. Özellikle ona karşı. Ama bir zombi gibi defalarca kez ölsem bile dirileceğim gerçeğini söylemek kadar kötü değildi sanki. "Anlamadım." Yalanımın üstünü boyadım özenle. Açık kalan her yeri kapattım. Bana inansın diye elimden gelen her şeyi yaptım. "Dün manavın olduğu bayırda bir kaza oldu. Bir araba buzlanmış bayırda kaymış ve adamın tekine çarpmış. Birkaç metre aşağıda saksının kırım parçalarını görünce sen olduğunu sandım. Her yer kan ve kardı." dedi titreyerek. "Üstelik adamın da öldüğünü duyunca..." tekrardan dolan gözleri ile yanına birkaç adım atsam bile durdurdum kendimi. Sonrasında etrafından dolanıp sürahiyi kavradım ve ona doğru uzattım. "Benim için endişelendiğinden dolayı üzülemiyorum." dediğimde kafasını kaldırıp yüzüme baktı. Ne kast ettiğimi anlamak istiyor gibiydi. Belki de açıkça söylememi bekliyordu. "Özür dilerim ama ağlaman beni mutlu etti." Ellerimin arasındaki sürahiye ve içerisindeki çiçeğe baktım. "Değerli hissettirdin."
Her şey benim bu cümlem ile değişmişti. O, dolu dolu gözlerini kaçırmış ve kızarmış yanakları ile önüne eğilmişti. Ben ise kafamı, dünyadaki en önemli şey önümdeki çiçekmiş gibi, dik dik çiçeğe bakmıştım. "Cidden..." dedi kesik bir nefesin ardından. "...cidden dünyadaki en farklı insansın."
"İnsan olmadığımızdandır." Fısıltı'nın lafları bazen o kadar derinden etki bırakıyordu ki... Nasıl bu denli zoruma gidecek laflar ettiğini anlayamıyordum. "Teşekkür etmem gereken zaman mı?"
Gülerek kafasını salladığında ben de kafamı salladım ve mırıldandım. "Teşekkür ederim." Ellerini uzatıp sürahiyi tutmak istediğinde parmak uçları parmaklarıma değdi. Bir anda zemin ayaklarımın altından silindi sanki. Çevremdeki her şey soyut bir hal aldı. Bedenim hiçbir şeye tutunamadığından hızla aşağı düştü resmen.
"Elindekler ile ne kadar yetinebilirsin ki?" dedi geçenlerde duyduğum kadının sesi. "Daha fazlasını elde etmen gerekmez mi? Üstelik ailen seni kullanıyor bile sayılır."
Beraber garip bir yolda yürüyorduk. Kafamı kaldırsam yeşil sarmaşıkların arasına sıkıştırılmış ledleri görecek gibiydim. Süslü ve oldukça şatafatlı bir yoldu. "Seni kırmak için söylemiyorum biliyorsun ama kendini ezdirmeni de istemem. Kendine güven ve ailenden kop biraz. Sen çok daha iyisine layıksın." Nefes dedikleri illet ciğerlerime geri döndüğünde korkuyla geri çekildim. Görüşüm düzelene kadar kaşlarımı çatmış ve zemine odaklanmaya çalışmıştım. "Sanırım bazı şeyler sarpa saracak..." Kendime gelmek için birkaç saniye beklemiştim ki Ela'nın varlığı geldi aklıma. Üzerimdeki bütün aptal şeyleri bırakıp kafamı kaldırdığımda sessizce beni izleyen kadını gördüm. Yerinden bile hareket etmemişti. Ne ağzını açmış ne de gözlerini kaçırmıştı. Dimdik yüzüme bakıyordu. "Ben..." dediğinde kafasını salladı. "Bir şey yok." diyerek gülümsedi ve sürahiyi gösterdi. "Bunun biraz daha toprağa ihtiyacı var." Gözlerimi yüzünde gezdirdim. Umursamamaya mı çalışıyordu? Yüzündeki ifadeden kendisini kastığı belliydi. "Senin hasta olduğunu düşünüyor." Düşünüyor. Gözlerimi yüzünde gezdirdikten sonra gözlerimi kıstım. Elimi mutfak tezgahına dayarken düşüncelerini duymak istedim ama bir anda gözlerime baktı. "Yardım edebilecek misin?" dedi sürahiyi kaldırarak. "Ben kaşıkla dibine açarken sen de biraz toprak koy." Kafamı sallayıp çekemeceden bir kaşık aldım ve ona uzattım. Bir tane de kendime aldıktan sonra yanına gittim. Sanki bu anı bekliyormuş gibiydim. O bana emir versin ve ben de yerine getireyim. "Bu kızı sevmedim." Toprağı biraz daha eşeleyip onun açtığı kısma dökerken mırıldandı. "Şarkı söyleyebiliyor musun?" "Bilmiyorum." dedim düsürtçe. "Hiç denemedim." Kafasını aşağı yukarı salladığında dağılan saçlarına kaydı bakışlarım. Ellerim kaşındı. Uzanıp tutmak ve geriye atmak istedim. Belki birazcık da bilmek. Saçları yumuşak mıydı? "İyi misin?" dediğinde gözlerimi kaçırdım. Sonunda sormuştu. Dayanamamıştı. Ben de olsam merak ederdim. Sonuçta gözünün önünde garip garip şeyler yapıyordum. Ağzımı açmış ve onu oyalacak bir şeyler düşünmüşken devam etti. "Üzülme, çabucak iyileşeceksin. Bu abi sana güzel bakacaktır. Eğer bakamazsa çiçeklerini soldur işte o zaman gelip seni geri alacağım." dediğinde ağzım açık kalakaldım. Çiçeğe mi sormuştu yani? "Geri alamazsın!" dedim sinirle. Aniden bağırdığım için sıçrayarak geri çekilince göz göze geldik. Kaşlarımın çatık haline, öfkeli gözlerime bakıp o da kaşlarını çattı. "Tabii ki alırım. Ona güzel bakmayan birine verip ölmesini izleyemem." Gözlerimi önce çiçeğe sonrasında ona çevirdim ve şaşkınca söylendim. "Benim için ölebilir çünkü ben onun için öldüm bile!" dediğimde dudaklarını birbirine bastırıp kaşlarını havaya kaldırdı. Bana attığı anlamsız bakış ile gözlerimi çiçeğe diktim ve yediğim gafı düşündüm. "Bunca zaman kıvırdığımız şeyi nasıl böyle söyleyebildin?" "Ne?"
Dudaklarımı yaladıktan sonra gözlerimi kapattım ve işaret parmağımla kaşımı kaşıdım biraz. "Yani dün ayağım kaydı ve düştüm. Sonuç olarak o da zarar gördü ama ben daha çok incindim." diyerek durumu daha da batırdığımda kafasını aşağı yukarı salladı. "Tabii..." dedi düşünceli düşünceli. "...senin de çiçeklerin dökülmüş gibi." İltifat mı etmişti? Nasıl karşılık verilmeliydi buna? "Bir şeyler yemek ister misin?" dedim bir anda sakinleşerek. Aniden değişen tavırlarıma ayak uydurmakta zorlandığı belliydi ama hiç geri adım atmadı. "Hayır, bence gitsem iyi olacak. Hava iyice karardı." Arkasını döndüğünde dudaklarımı yalayıp etrafa bakındım. Kalmasını söylemek fazla olurdu. Gitmesini de söylemek gelmiyordu içimden. İki arada bir derede gidip gelen ben onun ufak bir bakışına tav oldu. "Böyle gitmen içime sinmez." dediğimde gülümseyerek gözlerime baktı. "Yüzüne ters karakterin aklımı karıştırıyor." dedikten sonra kafasını iki yana salladı. Eliyle kendi yüzünü gösterirken garip bir şekilde kafasını yan çevirmiş ve bana yandan bir bakış atmıştı. "Konuşurken gözlerini dikkate almalıyım yoksa sözlerini mi?" Ettiği bu laf beni nedensizce rahatsız etti. Kafamı iki yana sallarken üzerine birkaç adım attım. "Sözlerimi." dedim açık bir şekilde. "Sen sözlerimi dikkate al. Bedenim benden bağımsız çalışabiliyor ama konuşurken defalarca kez düşünüp konuşuyorum." dediğimde gözlerimin içine baktı bir müddet. Bu durumdan rahatsızlık duyan tarafım ile gözlerimi kaçırdığımda Fısıltı araya girdi. "Ben ne hatırladım biliyor musun?" Gözlerimi tekrardan Ela'nın gülümseyen yüzüne çevirirken Fısıltı devam etti. "Beni bir kadının öldürdüğünü hatırladım..."
Kaşlarımı çatmamak için dişlerimi birbirine bastırırken Ela kocaman gülümsemesi ile birkaç adım geri gitti. "Bugünlerde ne kadar da kibar insan var hayatımda..." Ufak düşüncesi beynimin içinde turlarken gözlerimi yüzünden çekemedim. "O zaman cumartesi günü görüşürüz!" Geri geri attığı adımlarına, her adımında savrulan saçlarına, parlak kahve gözlerine bakarken öylece durdum. Beni bir kadın öldürdü... Her şey mümkündü tabii ama o değil gibiydi. Ela'nın da dediği gibi. Toplumun dışında toplumdan bir parça. Dünyadaki bütün pisliğin yanında sanki hiç kirletilmemiş bir insan gibiydi. Yüzündeki gülümsemenin bir ismi olsa berrak derdim mesela. Temiz, duru, saf ve şeffaf. İçerisinde ne varsa gösteren. "Bu yüzden en çok suyla zehirlenin insan." En çok suya aldanır insan. Peki, neden şimdi? Onca zaman, onca imkan ve onca durum varken neden tam da şimdi bana bunu söyleme gereği duymuştu? Uzun zamandır hissetmediğim o duygu tam da kapımı çalmışken neden aklıma böyle bir hinliğin tohumunu ekmişti. "Tabii, dokuz gibi seni alacağım." Üzerine attığım birkaç adımın hemen sonrasında evin kapısından çıkmış ve merdivenleri inmeden önce el sallamıştı. Arkasından uzun bir süre baktım. "Neden bunu şimdi söyledin?" dediğimde Fısıltı bir süre cevap vermedi. Kapıyı sertçe kapatıp içeri girdim. Doğru. Sonuç olarak ben geçmişim ile ilgili her ne gördüysem ona söylüyordum ama onun bana söyleme gibi bir girişimi hiç olmamıştı. Bu ikilinin enayisi miydim ben? Salonun ortasına doğru yürürken, tezgahın üzerinde duran, sürahi dikkatimi çekti. Elini değdirdiği her şey güzel mi oluyordu yoksa bana mı öyle geliyordu? Yoksa çiçek sahibini tanıdığından mı daha mutluydu? "Ben bir kadın yüzünden ölmüşsem eğer..."diyen Fısıltı ile sürahiyi ellerimin arasına aldım. "...diğeri sen olma." Yüzümdeki aptal ifade ile beyaz küçük çiçeklere baktım. "O kız karıncayı bile incitemez."
Saçlarımı geriye atarken Fısıltı her zamanki konuşmalarından birine giriş yaptı. "Sence de çok uçuk değil mi? Ölmek istemeyen herkes ikinci bir şans dileseve hepsi böyle dönse? Bence bizim bir farklılığımız olmalı." Büyük bir ciddiyetle söz etmesi yeni aldığım sigara paketimi elime almama sebep oldu. "Belki de biz büyük bir haksızlığa uğradık. Bize ikinci bir şans verilmesinin belki de çok daha derin bir sebebi vardı..." İşte o an fark etmediğim bir şey oldu. Ben yavaş yavaş kendimi kaybettim. Bilinç dedikleri şey bende yok gibiydi. Benim bilincim Fısıltı'ydı sanki. Fark ettirmeden, hissettirmeden hiç de canımı sıkmadan beni ele geçirmeye başlamıştı.
|
0% |