@ladyrebel
|
"Ziyan olacak hiç hayalim yoktu sırf ziyan etmek için hayaller verdiler..." Kar bir süredir yağmıyordu. Yerde her ne kadar birikmiş olsa da uzun bir süredir yağdığını görmemiştim. Ama soğuk. Soğuk oldukça canlıydı. Ellerimi ne zaman kabanımın cebinden çıkarsam sanki yanıyordu. Soğuk ile yanıyordu. Kendi kendime dönüp durduğum binanın içerisinde " şu anda sigara içmeli miyim?" diye düşünüyorum. Belki de çokça içmeli ve bir kez de sigaradan dolayı ölmeliydim. Kaç kere öldüğümü sayamamıştım ama hiç sebebi sigara olmamıştı. Ağlayarak yanımdan geçip giden bir kız çocuğu düşüncelerimi dağıttığında ellerimi kumaş pantolonumun cebine soktum. Onca zaman kaçan insanları kovalamıştım ve ilk defa bu kadar hızlı kaçanını görüyordum. Hayır, kovalayan da ben değildim. Kim benden daha korkunç olabilir?
"Kızı takip edin. Hem tefeciden para alıp hem de ondan kaçamaz." Kaşlarımı kaldırıp sokağın sonunu görmeye çalıştığım sıra, önümden geçen adamın tekine, çelme taktım. Gürültüyle karlı zemine düştüğünde diğeri dönüp bana baktı. "Ne yapıyorsun lan sen?" Gözlerimi etrafta gezdirirken bir iki adım geri çekildim. "Ayakkabılarıma bakıyordum. Yeni aldım." dediğimde ellerini beline koyarak karşıma geçti. Sanki bugün ellerimi kullanmak istiyordum. Fiziksel bir dövüş.
"Ayakkabılarını yakından görmek ister misin?" Yüzüme savurduğu yumruktan eğilip kurtulduktan sonra, elimi cebinden çıkardım, suratına sert bir yumruk attım. Yumruk atmayalı uzun zaman olmuştu sanki. Koca cüsseli adam geriye savrulduğunda durmayıp bir de sol kroşe attım suratına. Patlayan dudağının hemen ardından karnına tekme attığımda sırtı arkasındaki direğe çarptı. Yere düşen çoktan kalkmış ve kollarını arkamdan boynuma dolamıştı. Boğulmamak için kollarını tuttuktan hemen sonra kendimi sırt üstü yere attım. Onun sırtı zemine benim sırtım ise onun kaburgalarına vurunca acı içinde bağırdı. Sinirli bir şekilde doğrulmuş ve üstüme çeki düzen verme çabasına girmiştim. "Öldürelim." dedi Fısıltı. "Hiçbir faydaları yok nasıl olsa. " Birkaç adım attığımda yeniden fısıldadı. "Öldürelim." Arkamı döndüm ve yerde kıvranan ikisine baktıktan sonra ellerimi çırpıp yumrukladığıma yöneldim. Haklıydı, hiçbir faydaları yoktu. Öldürmeliydik. İşimiz buydu bizim. Adamın yakasından tutmuşken sağ omzuma saplanan kurşun ile öne savruldu bedenim. Yakıp geçen kurşunun acısı gözlerimi kapatmama sebep oldu. "Sen de kimsin?" dedi arkamdaki adam. Elindeki silahına bu kadar güvenmeseydi... Omzumdan dirseğime kadar gelen kal beyaz zemine damlarken usulca doğruldum. Soğuğun aksine ılık ılık tenimden akması bir garip hissettirmişti. "Ölümünün sebebi." deyip de arkamı döndüğümde elim mideme gitti. Öyle çok canım yandı ki şaşırdım. Şaşkınlıktan gözlerimi kapattım hatta. Acının böylesi hiç var olmamış gibiydi. "Ölemem." dedi büyük bir ciddiyetle. "Şu anda ölmek için doğru bir vakit değil." Gözlerimi zorla açıp yüzüne bakmaya çalıştım. Ne vardı? Ne vardı bu adamda? Mavi gözlerinin rengi beyaza çalıyordu. Hayaletten farksız bir hali vardı. "İnsan mısın?" dediğimde güldü. "Evet, bana bu soruyu çok sorarlar." Ucu tüten silahını indirip yanıma doğru geldiğinde dişlerimi sıktım. Canımın acıdığını belli etmek istemiyordum. Özellikle böylesine kibirli birine. "Bence ben de insanım." dedi can sıkıcı bir gülüş ile. "Sonuçta insan iyi ve kötü olabiliyor." Yüzündeki alay silindiğinde dönüp bana baktı. Silahının namlusunu yarama dayayıp da acımasızca bastırdığında sadece nefesimi tutup yüzüne baktım. Karşılık vermek istedim. Güçlerimi kullanmak ve onu durdurmak ama işe yaramadı. O pisişik güçler bir türlü çalışmadı. "Birilerinin kötü olması lazımdı, biz de kötü olduk." Dişlerimi daha fazla birbirine bastıramadığımdan elimi kaldırmış ve boynuna atmıştım ki silahının kabzasıyla alnıma vurdu. Gözlerimin karardığı o an ikinci kurşunun sesi patladı kulaklarımda. Yine öldük. . . .
Derin ve sesli bir nefes ile doğrulduğumda otopsi yapmak üzere olan adam ile göz göze gelmiştik. Elindeki neşteri havada kalmış, beti benzi atmıştı resmen. "Günaydın." dedi belli belirsiz. "Günaydım günaydım." diyerek iyice doğrulduktan sonra elimi alnıma attım. "Alnımızdan vurularak ölmediğimiz kalmıştı." Sözlerimin hemen ardından gelen gürültü ile kafamı eğip yere baktım. Bayılması bir yana etraftaki önce şeyi yere saçması bir yana. Sinirle bir nefes alıp dudaklarımı yalarken etrafa bakındım. "Ne oldu lan bize?" "Onu bilmem ama bedenim olmamasına rağmen canım yandı." Fısıltı'ın sözleri kafamı sallamama sebep oldu. Doğruydu çünkü. Kurşundan çok adamın varlığı canımı yakmıştı. "Bizim katilimiz olmasın?" dediğimde onaylamadı. "Şu sonuncu olan olabilir mi? 444 kişi öldürüp de 1 kişinin hayatını kurtarmamız gerekiyordu ya hani...o 1 kişi bu olabilir mi?" Elimi saçlarıma attım. Her yer kandı. İğrenç bir haldeydim. Dudaklarımdaki kuruluk bile canımı yakıyordu. "Kurtarmamız gereken kişinin kötü olduğuna mı inanıyorsun?" dedim kafamı iki yana sallayarak. "Hiç sanmıyorum." Sessizce ayağa kalktıktan sonra gözlerim yine üstüme kaydı. Yine ve yeniden çırılçıplaktım. "Biliyorsun, şaşırtmayı seviyorlar."
Gergince etrafa bakarken ayağımın altına gelen garip metalik şey ile kaşlarımı çattım. Ayağımın ucuyla kenara ittirirken adamın telefonu çalmaya başladı. Sesi o kadar yüksekti ki her yerden eko yapıyordu resmen. Kendi eksenimde dönüp telefonu bulduğumda çoktan arayan kapatmıştı ama açılan ekranda gördüğüm tarih beni telaşa soktu. "Cuma mı!?" "Ne normal işte!" diyerek Fısıltı da bana bağırdı. "Yarın Ela'yı alıp kayak yapmaya götürecektik!" dedim öfkeyle. Hızla arkamı döndüğümde her şey de benimle dönmüş ve silinmişti. Önüme çıkan mutfak tezgahıma bakarken derin bir nefes aldım. Aklım son derece karışmıştı. Bir yanım Eymen diyor bir yanım Ela. İkisinin arasında bir bağ yok ama ikisinin de bizimle bir alakası var gibiydi. Umarım hatıralarıma giren kız Ela değildir. Umarım beni mahveden bu garip hissin sebebi o değildir. Şimdilerde tek dayanağım onun beni hatırlamasıydı sanki. "O kız başımızı belaya sokacak." Fısıltı'nın lafı üzerine kafamı kaldırdığımda, onun bana verdiği, çiçeği gördüm. Yanında hala bir çay bardağı su vardı. Susamıştır herhalde. Bir çay bardağı suyu dibine dökerken kafamı iki yana salladım. "Ela kötü biri olamaz." "Seni bilmem ama beni öldüren bir kadındı." Gözlerimi çiçeğin beyaz çanaklarında gezerken dudaklarımı yaladım. "Dünyadaki tek kadın Ela değil ya." diye mırıldandım bir umutla. "Bizi ona götürmelerinin bir sebebi olmalı."
Çiçeği geriye ittirip çıplak ayaklarımı yere sürüyerek banyoya ilerledim. Önünde sonunda bu hayatın da sonu gelecekti. İster biraz daha trajedi ister mutlu bir son. Sonunda kavuşacağımız tek şey yine son. . . . Aynanın karşısına bir hışımla geçtiğimde Fısıltı alayla güldü.
"Ciddi misin?" Tıraş köpüğünü avucuma sıktıktan sonra hunharca yüzüme sıvadım. Hızlıca çeneme ve yanağıma sürterken Fısıltı tekrar moralimi bozmaya çalıştı. "Ciddi misin? Sabah daha beş!" Umursamadan çenemi kaldırdım ve iyice yedirip ellerimi lavabo taşına dayadım. "Sonuçta beni buna başta iten sendin." dediğimde sinirle güldü. "Kızı kullan dedim kıza vurul, değil." Jilet elimde kalırken aynadaki aksime baktım. Göz göze geldiğimizde hissettiğim şey Fısıltı'nın da bana baktığıydı. Bu yüzden bazen kendime bakmaktan bile rahatsızlık duyuyordum. "Vurulmadım." dediğimde anında karşılık verdi. "Emin misin?" Yüzümü özenle tıraş ederken cevap vermedim. Verilecek bir cevabım olmadığından değil de onun her zaman verecek cevabı olduğundan. Asla lafın altında kalmıyor ve ne halükarda olursa olsun canımı sıkmaya bayılıyordu. Kendi kişiliğim hakkında pek bir şey hatırlamasam da anladığım kadarıyla ben çok aktif ya da baskın bir insan değildim. Sanki benim bu pasif kişiliğim yüzünden Fısıltı gibi baskın bir karakter bana verilmişti. Yüzümü ılık suyla iyice yıkarken gözlerimi yumdum. Güzel gözükmek istiyordum. Sonuçta bu insan yarın benim nasıl gözüktüğümü hatırlayacak biriydi. Hızlıca içeri girip üzerime beyaz bir gömlek ve onun üzerine de siyah bir kaban giydim. Aynanın karşısında durup kendime bakarken kaşlarım çatıldı. "Bütün kıyafetlerin aynı zaten." Bu durum daha da canımı sıkarken Fısıltı yine araya girdi. "Fazla bir seçeneğinin olmaması iyidir, zaman kaybetmezsin." Siyah kumaş pantolonumun üzerine kemerimi geçirirken sesli bir şekilde düşündüm. "Kayak yapmaya gidiyoruz..." diyerek kemeri sıkıp geriye çekildim ve aynaya baktım. "...kumaş pantolon giymek mantıklı mı?" "Sorgulama bence. Git. " Gözlerimi pantolonumun üstünde gezdirdim. Kumaş pantolon cidden olmamalı sanırım. Ancak dönüp dolabıma baktığımda eşofmandan başka hiçbir şeyim yoktu. İlk defa bu aptal durum benim alış veriş yapmak istememe sebep oldu. Benim karakterime oldukça ters bu durumun verdiği rahatsızlık ile kendi eksenimde döndüm. "Oradan alırız." diyerek kendimi geçiştirdim, avuttum da denebilir. Gözlerimi aynaya diktim ve saçlarımın uzun kısımlarını geriye attım. Alabilir miyiz acaba? İkilemde kaldığım o anlar gerçekten çok can sıkıcıydı. Şu zamana kadar hiç ne giydiğimi umursamadığımdan yabancılık hissettiren bu durum sinirlerimi bozmuştu. En sonunda kasayı açıp içerisinde biraz para aldım ve doğruldum. "Acaba bu yediğimiz hangi enayinin parası..." Gasp etmek sayılmasın ama öldürdüğümüz kişilerin paralarına el koyduğumuz bir gerçekti. Sonuçta hem paraya hem iş yapmaya mecburduk. Hiç kimsenin bizi hatırlamadığı bir dünyada ise insan gibi çalışmak pek mümkün değildi. Özellikle kimlik mevzusunda. Daha ben bile kim olduğumu bilmezken bir başkasına bunu nasıl açıklayabilirim? Her şey hazır olduğunda arabaya bindim ve doğruca Ela'nın evine sürmeye başladım. O kadar hızlı sürdüm ki 35 dakikalık yol nerdeyse 15 dakikada bitmişti. Gerginlikten gerim gerim gerilirken manavcı adam ile göz göze geldik. "Selamın aleyküm." dedim ufak bir baş selamıyla. "Aleyküm selam." diyerek karşılık verirken elindeki domatesleri özenle kasaya dizmeye başladı. "Buralarda yeni misin?" Domateslerine verdiği özen kaşlarımı çatmama sebep oldu. Öyle ki konuşurken yüzüme değil de domateslerine bakıyordu. "Evet." Kafasını salladıktan sonra dönüp bana baktı. "Bu kadar erken saatte ne işin var? Daha saat 7. " dediğinde elimi kabanımın cebine attım. İki saat erken gelmek fazla mı olmuştu? "Uyumayı çok sevmiyorum." Etrafına bakındı önce. Ne aradığını anlayamadım. Gözlerimi kıstım ve dikkatle inceledim. Bir şeyler aradığı kesindi. En sonunda bulmuş gibi bir mandalinaya uzandı ve kucağıma attı. Ani bir hamle ile havada yakaladığımda güldü.
"Hayalin mi yok hayalin mi çok?" dedi yandan da bir iskemle alıp bana verirken. "Anlamadım." Muzları mandalinaların altına dizerken açıklamaya çalıştı. "Bazı hayaller vardır, o kadar heyecan vericidir ki, insanı uyutmaz. Bazı hayaller vardır o kadar umutsuzlukla doludur ki insanın yakasını bırakmaz." dedikten sonra dönüp bana baktı. "Seninki nasıl?" Elimdeki mandalinaya bakarken içten içe düşündüm durdum. Benim bir hayalim var mıydı ki? "Yakamı bırakmıyor ama rahatsız da oluyor gibi değilim." Öyle bir döndü ki bana. Gözlerinde "bunun ne demek olduğunu anladım" der gibi bir ifadeyle baktı sanki. Yüzünde garip bir gülümseme ile kafasını salladı. "O zaman, bu kışın ortasında, sabah sabah neden beklediğini açıklar." dedikten sonra son muzu da yerine koydu. Kalan bir buçuk saatim ise Fısıltı'nın oflamaları, abinin trajedi dolu hayatıyla geçti. Babası çokça fakir olmasına rağmen çok fazla çocuk yapmasıyla ailelerinin geçimi zor olmuş. Beş yıl kadar çiftçilik ve çobanlık yapmış ancak kazandığı her şeye abileri ve annesi el koymuş. Parasını ve zamanını böylesine ziyan ettiğini düşünürken köyün öksüz kızlarından birini vurulmuş. Hem kızı sevmiş hem de kızı kaçış yolu olarak bulmuş. Onunla evlenme bahanesiyle aile evinden ayrılmış ve başka bir ile taşınmış. Biraz yamaklık yapmış. Bir yıl kadar aşçının yanında çalışmış ve en son çalıştığı yerdeki meyve ve sebze getirenler ile dost olup bir manav açmaya karar vermiş. Şimdi kendisinin bir kızı, iki de oğlu varmış. "Bir görsen abisi, kızım bir güzel resim çizer. Seni koysak şöyle, bir sana bakar bir kağıda bakar, hemen seni beyaz kağıda koyar. Şaşırırsın!" Gözlerindeki heyecana uzun bir süre baktım. Bir hayalim. Bir hayalim olduğunu sanmıyordum. Onun gözlerindekine imrenene kadar. Bir kız, iki oğlan... "Erken mi geldin?" Arkamdan gelen ses ile hızla ayağa kalktığımda, çıkan gürültü yüzünden, manav korktu. "E be Bismillah oğlum! Yüreğim ağzıma geldi." Dudaklarımı yalayıp kendime çeki düzen verirken mandalinayı nereye koyacağımı bilemedim. "Hayır, yeni geldim." diyerek üzerindeki beyaz monta, giydiği kot pantolon ve pofuduk pembe kazağına baktım. Oldukça sportif gözüküyordu.
"Yeni mi? Bilirim muhabbetim zamanı hızlı geçirir ama sen geleli tam iki saat oluyor evlat." Ela kaşlarını havaya kaldırarak bana döndüğünde dudaklarımı birbirine bastırdım. Neden böyle dedi ki bu adam? "Yok." dedim inatla. "Bu adam yaşlanmış." Gülerek aramıza girdi. "Sen! Sen buraya yediyi dört geçe geldin be çocuk! Tam iki saattir oturuyorsun burada." dediğinde sinirle yüzümü başka tarafa çevirdim. Ne inatçı bir adammış!
"Neden o kadar erken geldin?" diyen Ela ile dönüp yüzüne baktım ama sonrasında tekrar gözlerimi kaçırdım. Canım sıkılmıştı bu duruma. "Uyku tutmadı." diye geçiştirdiğimde kafasını salladı. "Bize biraz daha mandalina verir misin?" dedikten sonra uzanıp elimdekini aldı. Elindeki beyaz eldivenlerin tenime değmesi ile ellerimi yumruk yaptım. İstemsizce durmuş, uzun boyumun vesilesi ile, dikkatle yüzüne bakıyordum. Yakamı tutan mıydı şimdi bu? Canımı sıkan mı?
|
0% |