@ladyrebel
|
"Ağlamak için sebeplere gerek yok, yeterince sen varsın..." Elimdeki suya bakış attım. Çıplak ayağımı yere sürterken dilimi ısırmıştım. Bir çay bardağının zamanı gelmişti. Beyaz çiçekleri yavaştan düzeliyordu sanırım. Kırık dalını göz ardı edersek bir hayli kendine gelmişti. Keşke ben de onun kadar çabuk toparlayabilseydim. Ama öyle olmadı. İki gün geçmişti. Tek yaptığım pastaneye ışınlanmak, yiyecek bir şeyler almak ve sonrasında kendimi yeniden eve kapatmaktı. Gidip o adamı bulmam gerekiyordu. Biliyorum. Lakin dışarı çıkar da onu görürsem ne yapabilirdim? Düşüncesi bile kanımı donduruyordu. Belki beni görür ve morg görevlisi gibi bayılırdı. Korkudan şoka girip ölebilirdi de. Kafamı iki yana sallayıp çay bardağındaki suyu sürahiye döktüğüm sıra garip birkaç ses geldi. Toprak ıslanırken sesleri duymazlıktan gelsem de benim evimin kapısı mıydı? Sürahiyi özenle kenara koyduktan sonra üstüme baktım. Üzerime bir şey giymeden kapıya gitmem doğru olmazdı. Hızla odama gidip üzerime siyah bir gömlek ve altıma kumaş pantolon giydim. "Kapıcı mı?" Gömleğimin düğmelerini iliklerinken kaşlarım çatıldı. Dana önce kapıcı hiç kapımı çalmamıştı. "Sanmıyorum." Odamdan çıkıp salona doğru yürüdüm ama mutfaktan gelen adım sesleri kaşlarımı çatmama sebep oldu. İçeri mi girmişti? Nasıl? "Hırsız." Ellerimi kumaş pantolonumun cebine sokup ağır adımlarla mutfağa yürüdüğümde hiç ummadığım bir şey oldu... Elindeki sürahi yere çarpar çarpmaz ölüm sessizliğini öldürmüştü. Öyle ki etrafa sıçrayan cam parçalarına bakamadım bile. Gözlerim gözlerinde kaldı. Korkuyla bakan gözlerinde. "Ela?" Gözlerini kırpıştırırken bir iki adım geri gitti. "Hareket etme!" Elimi kaldırıp onu durdurmak istedim. Yerdeki cam kırıkları ayaklarına batabilirdi. Bir adım attığımda yüzümü buruşturmama sebep olacak bir çığlık attı. Bir adım geri gittim telaşla. Gözlerimi kısıp yüzüne bakarken titreyen ellerini ağzına dayadı. "Sen öldün!" diye bağırdı avazı çıktığı kadar. "Kimse bilmiyor!" Dizleri bile titriyordu resmen. Bir iki adım geri gidince endişeyle ayaklarına baktım. "Cam batacak..." Gözlerinden akan yaşlar ile kafasını iki yana salladı. Elleriyle kulaklarını kapatırken gözlerini yummuştu. "Sen öldün! Sen gözümün önünde öldün! Musallat olma bana!" Deli gibi kafasını iki yana sallayıp ağlarken hızla yanında ışınlandım ve bedenini kavradığım gibi oradan salona geçtim. Bu birkaç saniye içerisinde gerçekleştiği için tepki verememişti. Ayaklarımız yere değene kadar. Güçsüz ittirişine karşı nazikçe geri çekildim. Ne yapacağımı bilemediğimden hiçbir şey yapamayışımın zavallılığı vardı üstümde. "Kimse seni bilmiyor..." diyerek sırtını duvara yasladı. Ağlamaktan şişmiş gözleri, kızarmış burnu, çatlamış dudakları ile sanki o ölümden dönmüş gibiydi. Bana, kendimi bir pislikmişim gibi hissettirdi. "Öldün, morga gittin ve ben ertesi gün geldiğimde ne ölün vardı ne dirin!" diye bağırdı. Kaldıramamıştı. "Hayalet gibi..." dedi titreyerek. "Hayalet gibi." Titreyen ellerine bakarken derince bir nefes alıp gözlerimi kaçırdım. Ne diyebilirim? "Su ver." "Su?" dedim eğilerek. Gözlerine bakmak istediğimde yüzünü çevirmişti. "Su içer misin?" Ben konuşunca çığlık attı. Öyle bir çığlık attı ki birkaç adım geri çekilmek zorunda kaldım. "Konuşma!" Sustum. "Ölüler konuşamaz." Gözlerim zemine kaydı. Ayaklarını ufak ufak yere vuruyordu. Ağlamaları biraz dinsin diye bekledim. Düşündüğümden çok uzun sürmüştü. Titremeleri geçmemiş, hıçkırıkları bir türlü kesilmemişti. Karşısında yaramazlıkları yüzünden azarlanan ufak bir çocuk gibi bükülmüş bekliyordum. Her şey o bekleyişin ortasında oldu. Bir şeylerin farkına varmış gibi telaş içerisinde çırpındık. Şaşkınca ne yaptığına baktım. O ise zar zor ayağa kalkıp kapıya koşmaya başladı. "Dik-" Ağzımı açmam ile ellerini kulağına dayaması bir oldu. "Bismillahirrahmanirrahim..." Dua etti. Bağıra bağıra. Kapıya varıncaya kadar etti. Sanki beni başından savması gerekiyormuş gibi. Ayakkabılarını yarım yamalak giyip de kapıdan çıktığında gözlerim uzun süre kapıdan ayrılmadı. "Ayaklarına..." dedi Fısıltı. "...cam battı." Kaşlarım havaya kalkarken eğdim kafamı kaldırdım ve zemine baktım. Ufak ufak, belli belirsiz kan lekeleri vardı cidden. Hızla dışarı ışınlandığımda soğuk havadan önce onun hali vurdu yüzüme. "Yardım edin..." diyerek sarıldığı şu polis memuru. Gözlerimi üzerlerinde gezdirdim. Polisin onu kucağına almış olması ya da onun polise sarılıp ağlıyor olması değildi mevzu. Mevzu yardıma muhtaç olduğunu hissettirmemdi. Mevzu benim ortalığın içine sıçmamdı. "Bir şey yok. Bir şey yok. Sakin olun..." Bir iki adım geri gittim. Çıplak ayaklarıma yapışan kar pek umurumda olmadı. Karşımdaki sahne yeterince yakıyordu. "Ben yanınızdayım." derken elini başının tepesine koymuş ve nazikçe okşamaya başlamıştı. Henüz dokunmak bize nasip olmamıştı. Kötü hissettim. O kadar kötü hissettim ki açıklayamadım kendimi. Kendimi kendime izah edemedim. Sanki tohumunu ekip özenle suladığım, yemek için aylarca beklediğim, çileğim yoldan geçen bir yabancı tarafından yenilmişti. Kötü kısım...sadece bir taneydi. "Ne yapacaksın?"
-sın? Ne zamandan beri ayrıyız?
"Sen sümsük bir kızdan hoşlandığından beri." Kaşlarımı çattığım sıra polis, kucağındaki Ela ile, araca yürümeye başladı. Polis arabasına bindirirken göz göze gelmiştik. Şişmiş, kızarmış ve bir hayli çökmüş ifadesi ile bana baktıktan hemen sonra gözlerini sımsıkı yummuştu. Sanki mecburen karşı karşıya kalsak bile gözlerini yumacak gibi. Adamın ona iyi bakmayacağı konusunda endişem yoktu ama hoşuma gitmemişti. Bir şey yapamadım. Araba öylece çekip gitti. Yüzümü eve çevirip derince bir nefes aldım. İçimdeki sıkıntı zaten büyüktü ve o daha da büyümesine sebep olmuştu. Şimdi ne yapmalıydım? "Biraz zaman verelim." Arkamı dönüp eve ışınlandım. Biraz da uyuyalım. Nasıl mümkün olabilirse artık... . . . Ellerimi birbirine sürterken seslice nefes aldım. "İki zeytinli poğaça." dediğimde mavi gözlerini yüzümde gezdirdi. "Tabii. Daimi müşterilerimiz için indirim yapıyoruz. Dilerseniz siz de kartlarımı-" derken ruhsuz suratımla gözlerine baktım. "Kalsın." Yüzündeki gülümseme donuk bir hâl alırken kafasını salladı. Ellerimi cebime sokup yere baktım. Şimdi ne yapsam, ne yapsam? Poğaçalarımı alıp parasını ödedikten sonra dışarı çıktım. Poşetin içinden bir tanesini çıkarmış ve gergince ağzıma atmıştım ki polis memurunu gördüm. Ağzımdaki lokma büyüdü sanki. Son birkaç gündür Ela'nın etrafında dolanıp durmasının dışında pek bir zararı yoktu ama... "Günaydın." diyerek bana selam verdiğinde ağzımdaki poğaça ile kafamı salladım. "Günaydın." dedim agresif bir tavırla. "Acaba çevrede..." dedi dudaklarını yalayarak. "...garip bir adam gördün mü?" dediğinde gözlerimi kıstım. "Garip?" Kafasını salladı. Ellerini kemerine dayarken etrafa bakındı. "Böyle kadınları korkutabilecek bir tip. Yan kesici gibi." Tek kaşım havaya kalkarken poğaçamdan büyük bir ısırık aldım. "Neden sordun?" Anayola dönük yüzünü bana çevirmeden yan bir bakış attı. "Adamın biri bir kızı çok fena korkutmuş." dediğinde ağzımdaki lokma genzime kaçtı. Boğalacak gibi olduğumdan öne doğru eğilmiştim. Nefes almak için ağzımı açarken, polis memuru hızla arkama geçti, bedenime sarılır sarılmaz yumruğunu karnımın üst kımsına dayamıştı. "Bir, iki , üç!" Bir anda yumruğunu bastırdığı yere güçlü bir basınç uygulayınca nefesim açıldı. Yaşarmış gözlerim ile öne birkaç adım etti. Ellerimi dizlerime dayadığımda sırtıma hafif hafif vurmuştu. "Geçti geçti..." "Bazen senden utanıyorum." Elimin tersiyle sağ gözümü silip doğruldum. "Eyvallah." dedim boğuk bir ses ile. Kafasını sallarken dikkatle yüzüme baktı.
"İyi misin?" Ben de kafamı salladım. "İyiyim." Geri çekilip de derin bir nefes aldığımda güldü. "Poğaça ile boğulacak bir adama da benzemiyorsun."
Gözlerimi başka bir tarafa çevirirken sinirle yutkundum. Ağzının üstüne vurursam anlarsın nasıl bir adama benzediğimi. "Aynen." dedim yalandan. "Hiç benzemem." "O zaman, iyi günler. Dikkatli olun." diyerek yanımdan geçtiğinde birkaç adım atışını izledim. "Memur bey!" Arkasından seslendiğimde ağır ağır bana döndü.
"Efendim?"
Kafamı hafifçe yana eğdim. "Adınız ne?" "Saçmalama." Ellerini ceplerine sokarken gülümsedi. "Asır." dediğinde gözlerimi kıstım. "Asır?" Kafasını salladı gülümseyerek. "Annem takıntılı bir kadın." Arkasını dönüp yürümeye başladığında uzun uzun arkasından baktım. "Adını neden öğrendiğini öğrenmek istemiyorum." Gözlerimi ayaklarıma çevirirken sinirle yutkundum. "Belki bir gün nasip olur?" dedim arkamı dönerek. "Ona da uğramak..." "Şu sünepe kızdan bu kadar hoşlanacağın aklımın ucundan geçmezdi." Elime bir poğaça daha aldım ve ağzıma tıkıştırdım. Başka kimden hoşlanabiliriz ki? Sessizce yürüdüğüm sırada Fısıltı'nın lafıyla durdum.
"Salak birinden de hoşlanmasan en azından. Bıraksaydın da o ölseydi bari? Onu kurtarmak için kendini ifşa ettin." Doğru. "Doğru lan!" dedim ağzımdaki poğaça etrafa saçılırken. "Onun için öldük bir de trip mi yiyoruz?" Hızla arkamı döndüğümde zemin ayaklarımın altında param parça oldu. Evlerinin biraz aşağısına gelmiştik. "Ciddi misin? Laflarımdan bunu yapmam gerektiğini mi çıkardın?" Elimdeki poşeti sıkıca tutarken kafamı salladım. "Evet, bu köyün enayisi biz miyiz?" Hızla bayırı çıkmıştım ki manavcı biraderi gördüm.
"Ela evde mi?" dediğimde tek kaşını kaldırarak bana baktı. "Sen kimsin?" Elimdeki poşeti eline tutuşturdum. Diğer elimle de omzuna vururken geçiştirdim kendisini. "Boş ver , boş ver. Al sen ye. Afiyet olsun."
Arkamı döner dönmez hızla eve yürüdüm. En azından beni dinlemeliydi. Merdivenleri çıkmış ve evin kapısına gelmiştim ki bir şeyler ters gitti. Şuraya gelene kadar yerinde olan özgüvenim bir anda arkasına bakmadan kaçmıştı sanki. Dudaklarımı birbirine bastırıp arkamı dönmeye niyetlenmişken kapının üzerindeki şey dikkatimi çekti.
"At nalı mı bu?" dediğimde Fısıltı onayladı. "Aynen, nereden bulmuş bu sünepe bunu?" Kaşlarımı çatıp parmağımı nala sürdüm. "Geçen sefer var mıydı?" Dikkatle nalı inceledim. Sanmıyorum. Geçen sefer olsaydı dikkatimi yine çekerdi sanırım. "Yoktu. Niye buraya asmış?" Tek kaşımı havaya kaldırdığım sıra açılan kapı ile geri çekildim. Ela üzerindeki kocaman hırka ile bana bakarken kaşlarını havaya kaldırdı. "Tipe bak. Tam bir hanım(!)."
"Ela..." Korkuyla geri adım attıktan sonra dönüp kapıya baktı. "Ne oldu?" dedi titreyen sesiyle. "İşe yaradı mı?" "Ne?" "Ne istiyorsun?" dedi geri çekilerek. "Benim yüzümden öldüğün için benden intikam mı alacaksın?" dediğinde kaşlarım daha da çatıldı. "Ne saçmalıyorsun?" Bir adım üzerine atacaktım ki kafama gelen şey yüzünden birkaç adım geri gittim. "Kış kış!" Suratıma suratıma attığı büyük tuz parçaları ile geriledim. Çıldırmış gibiydi. "Deli bu. Küçük beynini yemiş."
Gergince ona bakmak istesem de alnıma çarpan bir tuz parçası ile gözlerimi kapattım. Belli belirsiz, garip garip dualar ederken, üstüme yürüdü. Biraz daha tuz atıp beni uzaklaştırdıktan sonra ise hızla içeri geri kaçmış ve kapıyı kapatmıştı. Kilit seslerinden söz etmek bile istemiyorum. "Gerçekten..." dedim şaşkınlık içerisinde."... gerçekten az önce bizi bu şekilde def mi etti?" "İşe yaradı." dedi Fısıltı. "Ben in cin olsam bir daha gitmek istemem." Ellerimi saçlarıma dayayıp sesli bir soluk koyverdim. Bu kız başıma bela olacaktı. Boş verdim başını sonunu. Bu kız benim belam olacaktı. Belliydi. "Şimdi ne yapacağız?" dedim derin bir nefes koyverip. Hangi kapıda uyuyacağız? "Eymen'e gideceğiz." dedi Fısıltı. "Başlarda kızdan daha umutluydum ama giderek inancımın içine etti. " Doğru.
"Tek çare öldürmek." Üzerimde kalan tuzları elimi tersiyle yere atıp kurtulurken dönüp tekrardan eve baktım. Daha önce hiç böyle aşağılanmış mıydım? Önceki hayatımı hatırlamadığımdan asla bilemeyeceğim bir sorunun cevabıydı. "Tek çare öldürmek." Arkamı döndüğümde zemin bin bir parçaya ayrıldı. Yeniden birleştiğinde karlı kaldırımlar gitmiş, ıslak bir zemin almıştı yerini.
Ellerimi ceplerime soktuktan sonra kafamı geriye attım ve gökyüzüne baktım. Yeniden kanlı işler. Sigaramı çıkardığım sıra karşıdan gelen bir adam dikkatle bana baktı. "Buraya nasıl girdin?" dediği sıra sigara paketimi çoktan elime almıştım. "İster misin?" Kaşlarını çattı. "Buraya nasıl girdin?" dedi inatla. "Kapıdan." deyip bir dal aldım ve dudaklarımın arasına sıkıştırdım. "Kapıdan?" Sorgulayıcı bakışlarını umursamadan sigaramın ucunu yaktım ve geriye baktım. Zippoyu çakarken bir çocuk bağırarak yan odadan çıktı. "Hayır!" Kirli üstüne bakıp kaşlarımı çattım. Soğuk bir kış günü için fazla gamsız bir giyinişi vardı. "Hayırdır?" dedim adama dönüp sigarayı ağzımdan alırken. "Bu çocuğun derdi ne?" "Sana ne?" Üşüyordur. Gözlerimi çocukta gezdirdikten hemen sonra hızla yanına ışınlandım ve ensesinden tuttuğum gibi alıp karakola geldim. Çocuğun çığlığı falan umurumda değildi. "Abi!" Ağlamaklı çıkardığı ses ayakları yere deyince son bulmuştu. "İyi misin?" dedim ağzımdan sigaramı aldıktan sonra. Kocaman açtığı gözlerle gözlerime baktı. "Sen nesin?" dedi. Korkudan çok hayranlık duyduğunu gösteren bir hali vardı. "Bilmem." Bir iki adım attığında gözlerim kıyafetine kaydı. Üzerimdeki kabanı çıkardım ve içerisindekileri alıp pantolonumun cebine soktum. Kabanı ona giydirdiğimde içinde yok olmuştu. "Bence sen süper kahramansın." diyerek gülümsedi. "Bilmem." dedim düğmelerini iliklerken. Saçlarını biraz geriye attım ve yüzünü avuçladım. Dayak yemiş gibi durmuyordu ama bir hayli kirlenmişti. İyice yüzünü inceledikten sonra cebimden bir miktar para çıkarıp kabanın cebine sokuşturdum. "Senin adın ne?" Sorum ile gülümsedi. "Mehmet." dedi hızlıca. "Benim adım Mehmet." Kafamı salladım. "Bu para senin Mehmet. Büyüdüğünde bir pastane aç." dedikten sonra ayağa kalktım. Arkamdan gelen nöbetçi polis memuru ile iyice canım sıkılmıştı. Bu şehirde iki tane polis vardı sanırım. Biri bu biri de saftirik olan. "Bir durum mu vardı?" dediğinde kafamı salladım. "Sokakta bir grup adam tarafından kovalanıyordu." diyerek Mehmet'i gösterdim. "Kaçırılmış gibi gözüküyor. Alır almaz emniyete getirdim. Ailesini araştırabilir misiniz?" Asır, gülümseyerek çocuğun önünde diz çöktüğünde arkamı döndüm ve birkaç adım attım ama zihnime sızan düşünceler... "Ah küçük adam, birazdan öğretmen hanım gelecek. O seni evinde gibi hissettirir."
|
0% |