Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17. Bir Meleğin İntikamı

@ladyrebel

"Vazgeçmek için çok erken derken vazgeçilen olmuşum..."

  

Elimdeki şişeyi döndürürken Fısıltı araya girdi.

"Sarhoş olacaksın. Genelde ikiden sonrasını çiçekler içerdi."

Gözlerimi bardakta gezdirirken kafamı salladım. Bir kadın gelecek, deselerdi "ee?" derdim. "Bir kadın gelecek ve seni sarhoş edecek." deselerdi belki de gülerdim. Bunca zaman gülümsemek nasip olmamışken bu cümleye gülerdim.

"Polis memuru ve öğretmen." dedim bardağı kafama dikerken. "Tam da onlara göre." Bardağı masaya vurduğumda barmen ile göz göze geldik. "Bakma öyle, doldur." dedim sinirle.

"Şu kız yüzünden bu duruma düşmen gerçekten utanç verici."

Gözlerimi kapattım. Dolmuş bardağı bir kez daha kafama diktim. Acıtmaz sandım. Üç günlük dünyama daha dün girmiş birinin çıkışı acıtmaz sandım. Zaten yaraları bırak ölse bile geri dirilecek olan ben bu yaradan etkilenmem sandım. Adını söylediğimde yanına gidemediğim insanın çok da bir önemi olmaz sandım. Sandığım her şey düşündüğümün tersinde olmasının dışında hiçbir sorun yoktu. Canımı, sıkıntımı, derdimi alır giderdim ama umutla tanışmış gönlümün evi bendim. Kapıya da atamam içeride de tutamam.

İşte bu gerçek bir intihar.

"Boş ver. Önemli değildi zaten. Senin benden, benim senden başka kimseye ihtiyacım yok."

Orası öyleydi de...ah bir de şu kafamdakine söz geçirebilseydim. Yine gider pastaneden yemeğimi yer, polislere birkaç yem atar, direkleri yumruklar ve çocukları havaya uçururdum. Hiçbir şey eksilmezdi ki benden. Ama eskiden bir şeye sahip değildim.

Bana verilen şeyi geri almalarının acısı vardı.

Hayal.

İstemsizce hayal etmiştim. Güzel bir sabah, yıldızlı bir gece, ruha dokunan bir şarkı... Ben istemediğim halde bana hayaller vermişlerdi. Şimdi ben çabalayınca nereye kaybolmuştu bu umur tohumlarını ekenler. Madem büyüttüğünüz her hayal olgunlaşıp da çürüyecekti neden böylesine ziyan edilmişti zamanım ve varlığım?

Dolan her kadeh boşaldı. Barista doldurdu, ben içtim. O hiç bana karşı çıkmadı ben de onu hiç durdurmadım. Ne kadar içtim kim bilir. Bir insanın içebileceğinden oldukça fazla olduğu kesindi.

"Hey!"

Kadehi tezgaha vurduğum sıra yanıma bir kadın oturdu. Simsiyah yüksek ayakkabıları, yırtmaçlı siyah elbisesi ile üzerime eğildi.

"Bir hayli sarhoş gözüküyorsunuz." dediğinde kafamı geriye atıp yüzüne baktım.

"Sen içtikçe..." dedi Fısıltı"...ben de sarhoş oluyormuşum..."

  Ne?

Gözlerimi açıp kaparken kendime gelmeye çalıştım. Fısıltı da mı sarhoş oluyormuş?

 

"Sen kimsin? "

"Buranın daimi müşterilerinden biriyim." diyen kadına yan bir bakış attım. Altından bozma saçlarını geriye attığında gözlerim kahve gözlerine gitti geldi.

 

"Tamam." deyip bardağı baristaya uzattım. "Karıştır!" dediğimde kararsız bir tavırla yüzüme baktı ama devam etti işine.

"Yalnız mısın?"

Alnımı tezgaha koyup koymamak arasında gidip gelirken mırıldandım.

"Sana ne?"

"Ne?"

Gözlerimi kapattım, nefesimi topladım ve dönüp suratına bağırdım.

"Sana ne!"

Gözlerimi açtığımda kadın alayla gülmüştü.

"Eğer yüzümü görseydin böyle konuşmazdın." dedi kendinden emin bir tavırla. Omuzlarımı düşürüp yüzüne yaklaştım. Güzelmiş. Özgüvenli.

"Bakayım."

 

Gözlerimi iyice kıstıktan sonra geri çekildim.

"Öğretmen misin?"

"Hayır."

"Adın Ela mı?"

"Hayır."

Elimin tersiyle kendisini kovaladım.

"Baktım olmadı." diyerek önümdeki yeni içkiye baktım. Net de görebildiğim söylenemezdi. "Kaybol."

Kafama diktiğim içki yüzünden geriye doğru yalpaladım. Düşmek üzereyken hızla yere inmiştim. Sanırım ciddi manada sarhoş oldum. Gözüm bile görmüyor.

"Bence bundan sonrası intihar." diyen kadını umursamadan ellerimi kabanımın cebine attım.

"Öğretmen hanım gelir şimdi..." diyerek cebimden bir tomar para çıkarıp tezgaha bıraktım. Sayamayacak kadar uçuğum. "...bize alkolün zararlarından bahseder." Arkamı dönüp yalpalayarak yürüdüğümde biri kolumu tuttu. Düşmemem için doğrulttu. Dönüp göremediğim yüzüme baktım.

"Öğretmen hanım, siz misiniz?" dediğimde beni onaylamamıştı.

"Hayır, ben Sima."

Yüzümü buruşturarak kadını geriye ittirdim. Düşmemek için masalardan birine tutunurken gözlerim kapıya döndü.

"O ne boktan bir isim."

Ayağım bir masaya çarptığında sinirle doğruldum ve iki elimi önümde birleştirdim. Kaşlarımı çattım ve iki elimi birbirinden sinirle ayırdım. Önümdeki masalar, üzerindeki içecekler, sandalyedeki müşteriler falan... Hepsi sağa sola kaydığında büyük bir çığlık tufanı oluştu. Yüzümü buruşturarak dışarı çıktıktan sonra arkamdan gelen kadın bağırdı.

"Onun adı ne ki benimki saçma olsun?"

 

Soğuk rüzgar yüzüme vurduğunda arkamı döndüm. Gecenin bir yarısı, kışın ortası...

"Ela."

Zemin...zemin ayaklarımın altından silinip de gökyüzü başımın üstünden gidince sırtım bir duvara vurdu.

"Ah..."

Düşmemek için ellerimi duvara dayarken bulanan midem yüzünden dizlerimin üzerine çöktüm. Dünya yerinde durmuyormuş gibi hissediyordum.

"Kahretsin."

 

Diz çöktüğüm yerden doğrulmak için ellerimi yere dayamıştım ki yüzüm buruştu. İnce, küçücük şeyler avuçlarıma batmıştı resmen. Acısını boş verdim. Rahatsız ediciydi. Yüzümü buruşturarak geri çekildim ve ellerime bakmaya çalıştım ama göremedim. Ellerimi birbirine vurup parçacıkları yere düşürürken kaşlarım daha da çatıldı.

"Neredeyim lan ben!?"

Bağırışım ile açılan ışıklar yüzünden gözlerim kısıldı. Ellerimi gözlerime siper ettim. Kör olacak gibi hissediyorum.

"Nasıl girdin içeri?"

Bu ses?

Bu tavır?

Bu gerginlik?

"Ela?"

Elimi gözümden çektiğimde onu gördüm. Elindeki oklava ile yüzüme bakıyordu. Üzerinde aptal bir pijama, yüzünde korkulu ancak rekabetçi bir ifade vardı.

"İçeri nasıl girdin?"

Soruyu evirip çevirip tekrar sorunca dudaklarımı yalayarak kendime gelmeye çalıştım. Yeniden doğrulmak istediğimde ellerime aynı şeyler battı.

"Bunlar ne?" dedim yüzümü buruşturarak. Ellerimi kaldırdığımda beyaz şeyleri görsem de çözemedim. Başım dönüyor.

"Pirinç."

Kendimi geriye atıp zorla ayağa kalktım ama sırtım duvara çarptı.

"Pirinç..."

Kafamı duvara yaslarken ona baktım. Sapasağlam duruyordu işte. Turp gibiydi! Hiçbir sıkıntısı yoktu! Tırnağı bile kırılmamıştı.

"Hurafelere inanmak zorunda kaldım." dediğinde yüzümde ilk kez gülümseme oluştu. Öyle ki hiç gülmesem daha iyiydi sanki.

"Seni benden mi koruyacak?" dediğimde oklavayı sıkıca tutup karşılık verdi. O sırada dikkatimi çekti bazı şeyler. Perdelere iğnelenmiş muskalar, lambaya asılmış sarımsaklar...diğerlerini çözemedim zaten. Öyle çok sarhoştum ki...

 

"Ne yapabilirim ki?" dedi kızgınca yine güldüm.

"Bir şey yapmana gerek var mı ki?" diye bir anda bağırınca korkuyla geri çekilmişti ama kendime hakim olamadım. Şu anda kendimde değildim zaten. Çenemi tutamazdım. "Bilmem farkında mısın ama ben öldüm!" diyerek sırtımı bir kez daha duvara vurdum. "Senin için."

Dudaklarını birbirine bastırırken bir adım geri çekildi.

"Ben de ondan korkuyorum ya!" diyerek o da bağırınca gözlerimi gözlerine diktim. "Benim yüzümden öldüğün için bana musallat mı oldun?"

Bir kez daha güldüm. Hiç de mutlu değilim oysa ki.

 

"Ben senin için defalarca kez ölebilirim." diye fısıldadığımda gözlerime bakmıştı. "Sana aşık olduğumdan değil." dedim inatla. "Ölsem bile yine, yine ve yeniden dirileceğimi bildiğimden."

"Ne?"

Yavaş yavaş kaybolan bilincimi toplamaya çalıştım ama olmadı. Dizlerimin bağı çözüldü sanki. Sırtım iyice duvara sürttü ve ben giderek zemine yaklaştım.

"Kaç kere ölmek istedim bilemezsin..." dediğimde oklavanın diğer ucu yere vurdu. "Ölmenin ne kadar büyük bir lütuf olduğunu bilemezsin..." derken ağzımı açtım ve derin birkaç nefes çektim. Sanki aldığım nefesler bünyeme yetersizdi. "Herkesin korktuğu ölüm ne güzel bir hediye bilemezsin..."

Kafam öne doğru düştü.

 

"Beni de sarhoş ettin..."

Karanlık beni çağırdığı sıra oklavanın ucunu omzumda hissettim. Birkaç kez beni oklavayla dürttü. Kafamı kaldıramadım ancak. Bir su tankı gibi, kafam öne eğilince, bedenim ileriye doğru gitti.

"Hey!"

.

.

.

 

Soğuk.

Sanki bedenimden süzülüp gidiyordu ısı. Öyle ki donmanın eşiğine gelip gidiyor gibi hissetmiştim.

İstemsizce inlerken buldum kendimi. Her yerim acıyordu.

"Soğuk..."

 

Ellerimi karnıma götürürken bir ses geldi.

"Soğuk mu?"

Hızla kafamı kaldırdım. Üzerimdeki battaniye yere düşmüştü. Bunun ile birlikte tepemde dikilen polis kollarını göğsünde birleştirmiş, dik dik suratıma bakıyordu.

"Neredeyim ben?" dedim kaşlarımı çatarak.

Yattığım yerden iyice doğrulduğum sıra polis memuru derin bir iç çekti ve etrafa baktı.

"Bunu senden daha çok sorguluyorum."

"Eğer bir bedenim olsaydı onu bir ateşe atardım."

Yüzümü buruşturarak etrafa bakındığımda Asır isimli polis bir ayağını itina ile havaya kaldırdı. Tek kaşını çatarak yere baktığında ben de baktım. Çörekotundan bir çember çizilmişti. Bu çember benim yattığım yerin etrafını sarıyordu. Ne kadar saçma bir halde olduğum konusunda ise anlatılacak hiçbir şey yoktu.

"Dün gece hakkında ne hatırlıyorsunuz?" diyen polis memuruna ters bir bakış atsam da battaniyeyi kendime çekip tekrar çörekotuna baktım.

"Sanırım biraz fazla içtim."

Kafamı kaldırınca işler giderek garip bir hal aldı. Avizeden sarkan sarımsak ve çoraptam torbalara şaşkınlık içerisinde baka kaldım.

"Başınızda ya da ensenizde bir ağrı var mı?" dediğinde elimi enseme atmış ve bilinçsizce kendimi kontrol etmiştim.

"Hey!"

Ela'nın bağırışı ile ikimiz de ona döndüğümüzde sinirle güldü.

"O adam evime girdi! Hem de bir gece vakti!" diyerek elindeki oklavayı suratıma tuttu.

Polis dönüp bana sonra Ela'ya baktı ve kaşları kalkık bir şekilde bana döndü.

"Kaçırılmadığınızdan emin misiniz?"

Ben mi kaçırılmışım?

"Asır Bey!"

Ela'nın çığlığı ile alt dudağımı ısırdım.

"Benimle dalga mı geçiyorsunuz?" diyerek polisin üzerine yürüdüğünde dikkatle yüzüne baktım. Gece boyu uyumamıştı sanırım. "Eğer onu kaçırıp buraya taşıyacak kadar güçlü olsaydım gider yatağa yatırırdım yere değil!"

Gözlerimi kırpıştırdım.

"Dön de bir bak." dedi Fısıltı. "Hoşlandığın kızın ne kadar aptal olduğuna bir bak."

 

Dudaklarımı birbirine bastırırken ellerimdeki battaniyeye baktım. Benden korksa bile üşümemden endişe etmişti.

"Biliyorum, biliyorum. Ancak diğer arkadaşlarımızı çağırsam bu adamdan çok evinizi inceleme altına alırlar." diyen polis ellerini kemerine dayayıp bir iki adım geri çekildi. "Her kapının üzerine at nalı koymuşsunuz. Pencere ve aynalarda gazeteler yapıştırılmış ve Arapça şeyler yazıyor. Avizlere sarımsak ve çorap torbaları asmışsınız. Kapıların girişlerinde pirinçten çizgiler var ve neden kaya tuzunden beş altı tane kase var? Üstelik sanki ayin yapacakmış gibi adamın etrafını çörekotuyla çizmiş, sekiz mum yakmışsınız." dediğinde kafamı kaldırıp eve baktım. Cidden, cidden bu evin hali de neydi böyle? "Sizce kim daha şüpheli?"

Ela, yutkunurken bana küçük bir bakış attı.

 

"Bu adam ölü! Ölü, diyorum size!" dedi oklavasını kaldırırken. "Geçenlerde öldü ya! Karnına ağaç dalı girdi. Işınlandı bir anda ve ışınlanırken..."

"Bir şeyler yemek ister misiniz? İsterseniz beraber hastaneye de gidebiliriz." diyerek yanına yürüyen polis ile hızla ayağa kalktığımda Ela geriye kaçmıştı.

"Sanırım benden korktu." dedim dudaklarımı yalayarak. "Sarhoş olunca garip şeyler söylemiş olabilirim. Üzerine gitmeyin." dediğimde polis memuru dönüp bana baktı.

"Durum adına özür dileriz. İsminiz neydi?"

"Alp." diyen Ela ile ikimiz de dönüp ona baktık.

 

"Demek tanışıyorsunuz." deyince ben de kafamı salladım.

"Bir ara iki iyi komşuyduk." dediğimde Ela gözlerini gözlerimde gezdirdi. Uzun bakışmamız onun kafasını eğmesi ile son bulmuştu. Benden korkuyor olması kadar can sıkıcı bir şey yoktu.

"Bu durumu daha da açıklayıcı kılıyor. Yaşadığınız bu olay adına özür dilerim. Öğretmen hanım için ben kefil olabilirim. Şikayetçi olmak istediğiniz bir durum olmasın lütfen ama olmak isterseniz de karakola gidebiliriz." diyen memura ters bir bakış attım. Enayi.

Gözlerimi Ela'ya çevirdiğimde şaşkınca bana baktığını gördüm. Ellerimi kumaş pantolonumun cebine sokarken omuzlarımı kaldırıp indirdim. Kendisi bana değil de bu salağa güvenmişti. Şimdi bana afra tafra yapmasının hiçbir anlamı yoktu.

Saçlarımı geriye atarken çörekotundan oluşmuş çeberin dışına çıktım. İtina ile bozmamam bir yana bunu yaparken Ela'ya dik dik bakmam bir yana.

Gözlerimle anlatmak istedim.

Bunlar hurafe, inanma. Ben kötü bir ruh değilim.

"Öğretmen hanım siz şikayetçi olmak konusunda ısrarcı mısınız?" dediğinde Ela önce polise sonrasında bana baktı. Ellerini oklavada birleştirdikten hemen sonra gözlerime baktı. Eğer şikayetçi olursa ona bir şey yapacakmışım gibi davranıyordu. Sabır dilercesini yüzümü pencereye döndüm ama dışarısı da gözükmüyor ki! Gazetelerin üzerine A4 kağıdı yapıştırmış. Gerçekten kızı korkutmuşum.

 

"Hayır. Değilim."

Dönüp polis memuruna baktım.

"Gidebilir miyim?"

Kafasını ağır ağır sallarken birkaç adım geri çekilip yol açtı.

"Tabii, geçmiş olsun. Bir daha ki sefere evinizde içip evinizde kalın." dediğinde göz ucuyla Ela'ya baktım.

"Kalırım."

Loading...
0%