Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. Bir Meleğin İntikamı

@ladyrebel

"Gökyüzüne asıldı yine birileri;

02.12.2023

Çok kalabalık olmadı mı oralar, gitmeye ne gerek var."

 

 

Elimdeki çiçeğe dönüp yine baktım. Bir çay bardağı su.

"Bizi düşürdüğü durumu asla unutmayacağım."

Gözlerimi kapattım. Derin bir nefes aldım ve geri çekildim.

"Hatırlatıp durma."

 

"Bana sesini mi yükselttin?"

"Hayır."

 

"Sinirli misin?"

"Tabii ki sinirliyim." diyerek sürahiyi tezgahın ortasına ittirdim ve dik dik çiçeğe baktım. Gidip saksı almak yerine yine bir sürahi almıştım. Çünkü...bende de vardı geri zekalılık.

"Gidip şu iti bulalım. Yine araya kaynadı." dediğinde doğrulup ellerimi ceplerime soktum.

"Doğru elimizden kurtuldu."

 

Sessizce mutfaktan geçmiştim ki kapı çaldı. Dönüp kapıya sonrasında ise aynadaki aksime baktım. Kapım çaldı?

"Kim gelmiş olabilir?"

Gözlerimi kısarak kapıya yürüdüğümde Fısıltı beni durdurdu.

 

"Geri zekalı gelmiş olmasın."

Yavaşlayan adımlarım bu söz ile hızlandı. Seri adımlar ile kapıya yürüdüm ancak ne zaman elim kapı kolunu kavradı o an zaman durdu.

"Neden gelmiş olabilir?"

"Belki de test edecektir."

"Neyi?"

"Ölünce yeniden dirilip dirilmeyeceğimizi."

Kaşlarım havaya kalkarken kapı bir kez daha çaldı. Gözlerimi kapatıp sakin kalmaya çalıştım. Şu anda önemli değilim. Şu anda ne olduğu önemli değil. Şu anda ben önemli biri değilim.

Kapıyı açtığımda bana bakan kız ile dişlerimi sıktım.

"Hoş geldin." dedim saçma bir şekilde. Gözlerini öylece dikmiş yüzüme bakıyordu.

"Hazırlan." dedi iki metre öteden.

"Anlamadım."

Eldivenli ellerini göğsünde birleştirirken yüzüme baktı.

"Seninle başbaşa konuşamayacak kadar senden korkuyorum." dediğinde kaşlarım havaya kalktı.

"Benimle konuşmak mı istiyorsun?"

Kafasını sallarken bir adım daha geriye gitti.

"Bekliyorum."

Hızla arkamı döndüm. Odama gidip bir kaban aldım üzerime. Cüzdanım, anahtarım falan derken aynanın önünde buldum kendimi.

"Ne konuşacak benimle?"

"Belli değil mi?"

Tek kaşımı havaya kaldırdım.

"Uzaylı olup olmadığını soracak."

Gözlerimi kısıp aynadaki aksime uzunca baktım ve tekrar dış kapıya yöneldim. Bu da bir gelişme.

Ellerini montunun cebine sokmuş, ayakkabılarının ucuna bakıyordu. Yanına gittiğimde gözlerini bana çevirdi ve merdivenleri inmeye başladı. Onun peşi sıra sessiz yürüdüm. Beraber siteden dışarı oradan da alışveriş merkezine kadar yürüdük. Tek kelime etmedi yol boyu. Hatta yanımda bile yürümedi. Önümden yürüdü. Üzülmedim. Böyle böyle alışabilirdi. Alışmak ister miydi?

Alış veriş merkezinin her yerini gezdikten sonra en kalabalık restoran oturduğunda dudaklarımı birbirine bastırdım ama hiç tepki vermedim. Sessizce karşısına oturduğumda çantasını yanındaki sandalyeye bıraktı.

Gelen garsona gelişi güzel bir şeyler sipariş ettikten sonra gözlerini gözlerime çevirmişti. Yol boyunca hiç bakmamıştı yüzüme. İlk kez şu anda göz göze geliyorduk. İki yabancının aynı masada oturduğunu düşürdü herkes.

"Nesin sen?" dediğinde gözlerimi kaçırdım ama bu tavrımın güvensizliğe yol açacağı geldi aklıma. Tekrardan gözlerine baktım.

 

"Bilmiyorum. Tam anlamıyla insan olduğum söylenemez." dediğimde yutkunarak geri çekildi.

"Kaç kere öldün?"

 

"Kaç kere öldüm?"

 

"Sayamadım ben." dedi Fısıltı.

"İlkinde kamyon çarpmıştı, çatıdan düştük, kafamıza moloz düştü..." diyerek ellerime baktım ve saymaya çalıştım.

"Adamın biri mayın patlatmıştı! Birinde de intihar etmiştik. Geçen yanlışlıkla öldük." Kafamı salladım.

"Çiçeğe bakarken araba çarpmıştı. Ela'yı kurtarırken ağaç dalı girdi..."

Gözlerim kısıldı.

"Bir de şu adam. Vurmuştu bizi."

Kaşlarımı iyice çattıktan sonra Ela'ya baktım.

"Tam olarak hatırlamıyorum ama en az on defa öldük. Bunlar kazara öldüklerimiz. İntihar edişlerimizi sayarsak yüzden fazla." dediğimde iki kaşı havaya kalkmıştı. Yüzündeki ifadeye bakarken gözlerimi kaçırdım. "Biraz yavaş olmalıydık."

"Ne bileyim, kendi sordu."

Geriye yaslanırken Ela kafasını hafifçe sağa çevirdi ve bana yan bir bakış attı.

"Olamlıy-dık?" dedi tek kaşını kaldırarak. "Tarikat falan mısınız?" dediğinde kafamı iki yana salladım ancak verdiği siparişler geldi. Garson itina ile yemekleri servis ederken tavana baktım.

Ne bok yiyeceğiz?

"Söyle gitsin. Zaten her şeyi öğrendi."

"Hayır, ne tarikatı?" dedim gözlerimi kırpıştırarak. Daha ne kadar kötü olabilir? "Aslında ben yalnız değilim." dediğimde kaşları yavaş yavaş havaya kalktı. Gözü yanımdaki boş sandalyeye döndüğünde dönüp ben de sandalyeye baktım. "Hayır!" dedim hızla. "Hayır öyle değil."

"Hayalet bir arkadaşın mı var?"

Dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Bana 'hayalet' mi dedi?"

Kafamı salladım.

"Evet."

"'evet' mi dedin!?"

Göz göze geldiğimizde derin bir nefes aldım.

"Kafamın içinde." dedim gergince. "Biri daha var."

Ellerini kucağına koyduğunda gözlerimi önümdeki tabakta gezdirdim. Daha açıklayıcı olabilir miyim, lütfen?

 

"Bipolar mısın?"

Kafamı iki yana salladım ve telaşla ellerimi kaldırdım.

"Hayır! Ama onun gibi. Zihnimde sıkışıp kalmış, yabancı bir, ruh daha var. Ona Fısıltı diyorum." dediğimde sırtını sandalyeye yasladı. O kadar sesli bir şekilde vurmuştu ki sırtını birkaç kişi dönüp bize bakmıştı.

"Cinli misin?"

"Cin mi!?"

Gözlerimi sımsıkı yumdum. İlk defa Fısıltı'nın bu denli yüksek sesle konuştuğunu duyuyorum.

"Çığlık! Bundan sonra adım Çığlık!"

Gülerek Ela'ya baktım.

"Özür dilerim ama arkadaşım hakkında düzgün konuşur musun?" dediğimde garip garip suratıma baktı. "Sen onu duymuyor olabilirsin ama o seni duyuyor. Ona 'cin' dediğin için kafamın içinde kopan çığlıklardan bi' habersin."

 

Gülerek etrafa bakındıktan sonra masaya yaklaştı ve gözlerime baktı.

"Çok özür dilerim Fısıltı ama şu durumda şoka giren benim!" diyerek o da bağırınca gözlerimi sımsıkı yumup geri çekildim.

"Deli! Tam bir kaçık!"

Kafamı iki yana sallayıp ellerimi kaldırdım ve ikisini de durdurdum.

"Birbiriniz ile konuşmamanıza rağmen nasıl birbirinizden nefret edebiliyorsunuz?" dedim sinirle. "Öncelikle Fısıltı için dikkatli cümleler kuralım Ela. Benim zihnimden çıkıp sana musallat olduğunu düşünsene." dediğimde gülerek yüzüme baktı.

"Buna inandım mı sence? Bence senin psikolojin bozuk." dedi inatla.

"O yüzden mi benimle konuşmaya geldin?"

Aramızdaki garip çekişme bu soru ile bitti. Ela gözlerini kaçırdıktan sonra çatalını aldı ve bir et parçasına batırdı. Hırsla ağzına atarken ben de etraftaki insanlara baktım. Bize bakmasınlar diye.

"Asır seni unuttu." dedi canı sıkılmış bir tavırla. "Sorduğum hiç kimse seni hatırlamıyor. Manav bile." dedikten sonra ellerini masaya koydu. "Ama seninle konuşuyorlar. Eğer seninle konuşmasalar hayal görüyorum sanırdım."

Gözlerimi kaçırdım ama sonrasında yeniden ona baktım.

"Genel olarak kimse beni hatırlamaz." dediğimde gözlerini gözlerime dikti.

"Ben niye hatırlıyorum?"

 

Geriye yaslandım.

"Biz de bu yüzden seni tanımak istedik."

" Bu kızı sevmiyorum ama kurduğun cümle kafana mermi sıkmandan daha kötüydü."

   Ne?

Gözlerimi hızla Ela'ya çevirdiğimde düşünceli bir şekilde tabağına baktığını gördüm. Alnına düşen kısa saçları, gözlerinin altındaki halkalar ve kurumuş dudaklarıyla bir hayli yorgun gözüküyordu.

"Bu yüzden mi yakın davrandın?" dediğinde elimi kaldırdım. Bir şey diyemedim ama. Niyetimiz bu yöndeydi. Sonuçta o bizi hatırlayan tek insan.

"Aslında..."

Sözümü böldü. Sanki geçiştirmek ister gibi. Belki de duymak istemedi bilemedim.

"Neden ben hatırlıyorum sizi?" dediğinde dikkatle yüzüne baktım ve derin bir nefes aldım.

"Aslında intihar ettiğimiz düşündük. İntihar ettik ve ikinci bir şans için yalvardık. Ama sanırım durum bunun kadar basit değil." diyerek etrafa bakındım. "Fısıltı, bir katilinin olduğundan emin ve onun bir kadın olduğunu düşünüyor." demiş ve dönüp tekrardan gözlerine bakmıştım. Kaşlarını havaya kaldırırken dudaklarını iki yana gerdi.

"Ben miyim?"

 

Kafamı aşağı eğip gözlerinin içine içine baktım.

"Ben bu salağa ölecek kadar aptal olamam."

 

Kafamı aşağı yukarı salladım.

"Hiç cinayet işledin mi?"

Kocaman açtığı gözleri ile geri çekildi.

"Tövbe! Ne saçmalıyorsun? Ben kimseyi öldüremem."

Kafamı aşağı yukarı salladım.

"Ben de öyle düşünüyorum." dediğimde yutkundu ve gözlerime baktı dikkatle.

"Neden bu kadar garipsin?" dedi sinirle.

"Dünyadaki varlığının sebebini bilmeyen birine göre gayet normalim."

Elini çatalına attı ve önündeki börekten bir parça aldı.

"Aynen, çok normal."

Çatalı sağa sola savurduktan sonra kafasını da sallamıştı.

 

"Ölürsün arkanda bana deli muamelesi yaparlar. Evime girersin kaçırdım muamelesi yaparlar. Sana çok normal tabii, seni değil beni deli olarak hatırlıyorlar." Ağzıma sinirle bir lokma attığında gözlerimi yüzünde gezdirdim.

Haklıydı. Kendi hayatımın boktan oluşu yetmiyormuş gibi bir de onu da bu içe dahil etmiştim.

"Özür dilerim." dediğimde çiğnemeyi bırakmış ve durup yüzüme bakmıştı.

"Peki, ne yapıyorsun?" dedi kaşlarını çatarak. "Yani varoluşunun bir anlamı var mı?" Kafasını iki yana salladı. "Her şeyin bir sebebi vardır. Mutlaka olmalı."

"Hakkımızdaki her şeyi bilmesine gerek yok."

Fısıltı, gerçekten Ela'dan hoşlanmıyordu sanırım. Sürekli sinirleniyor ve kız ne derse hep tersini savunuyordu. Onu ilk kez birilerine karşı bu kadar düşmancıl görüyorum.

"Sadece..." diyerek dudaklarımı yaladım ve etrafa bakındım. Bu demek ne kadar normal olabilir ki? "...birkaç kötü insanın canını almamız gerekiyor."

Elindeki çatal masaya düştüğünde dudaklarımı birbirine bastırdım. Tamam, belki de bunu ona açıklamak için çok erkendi.

"Azrail misin?" dedi kaşlarını kaldırarak.

"Hayır." dedim kafamı iki yana sallayarak. "Cellat gibi düşünebilirsin. Gelen emir ile suç işlemiş olanların canını alanım ben."

 

Gözlerindeki bakış durgunlaştı. Az önce farklı bakıyordu, kendimden yüzde yüz eminim ki, az önceki bakışlarından farklıydı şu anki bakışları. Korkuyu bilirdim ben. Öncesinde korkuyordu ama şimdi endişe ediyor gibiydi.

"Günah işlemiş kişileri mi öldürüyorsun?" dediğinde kafamı aşağı yukarı salladım. O ise gözlerini yemeğine çevirdi ve çatalını eline aldı. "Yemek güzelmiş." diyerek bir iki lokma aldıktan sonra yüzüme baktı. Ben ise durmuş sadece onu izliyordum. "Öldürülmek için ne denli bir günah işlemek lazım." deyince kaşlarım çatıldı.

"Bu nasıl bir soru? Sanki onu öldürmemizi istiyor."

Bu rahatsız edici soru ile bu sefer ben tabağıma baktım. Cidden, öldürülmek istiyor gibi.

"Bir başkasının kaderine müdahale edenler öldürülür genelde." diyerek etrafa bakındım. "Kendine zarar veren, uyuşturucu kullanan, pislik karakterleri olanlar değil de bir başkasına zarar veren öldürülür. Her koyun kendi bacağından asılır ama günün sonunda hepsi kokar misali. Kendine zarar verenler farklı yargılanacaklar sanırım."

Anladığını belirtircesine sesler çıkartırken gözlerime baktı.

 

"Peki benim farklılığım ne?" deyince anlamsızca durdum.

Güzelsin.

"Bu mu güzel?"

Evet. Saçları güzel, gülüşü güzel, sesi de güzel...

"Sen güzel görmemişsin."

 

Ondan başkası henüz dikkatimi çekmedi.

"Hatırlanmadığındandır."

Belki de hatırlanmak bir tesadüf değildir. Onun hatırlaması bir işarettir? Ne bileyim, onlarca kişinin içerisinde öğretmen hanım...

 

"Elime falan dokunduğunda geçmiş hayatımdan kesitler görüyorum."

Aramızda bir müddet sessizlik oldu. O, bu son cümlem ile yemeğine döndü ve sanki ben burada değilmişim gibi yemeye devam etti. Bu oldukça rahatsız ediciydi.

 

"Sence de şu an çok şüpheli gözükmüyor mu?"

Gözlerimi üzerine diktiğim kadın dünyadan bir parça gibi gelmedi bana. Oturduğu sandalye, elinde tuttuğu bıçak, yediği yemek ona uygun gözükmedi. Sanki yabancıydı. Tıpkı benim gibi. Evim olduğunu bildiğim halde itilmiş bir çocuk gibi hissettiren bu yer ona da haksızlık etmişti sanki. İçimde biriktirip durduğum sıkıntılar bir bende yokmuş. Bunu vurmuştu suratıma. Zorlu olduğunu düşündüğüm hayatım onun korkudan titreyerek yemek yiyen ellerinde kalmıştı. Düşündüğüm her şey son bulmuştu resmen.

O benden daha dertli geldi gözüme.

Yemeği bittiğinde benim dolu tabağıma baktı ve derince bir nefes aldı.

"Aç değilsin sanırım." dediğinde kafamı salladım.

"Pek iştahlı bir insan değilim."

Öylece yüzüme bakarken kafasını salladı.

"Son günlerde yemek yiyemediğim için ben bir hayli açtım." dedikten sonra çantasının üzerindeki eldivenlerini masaya bıraktı. "Yemekleri ben ısmarlıyorum. Hayatımı kurtardığın için." çantasından cüzdanını çıkardığında dudaklarımı birbirine bastırdım. Çantasını koluna astıktan sonra gözlerime baktı. "Lütfen bir daha evime gelme. Hayatının zorluklarla dolu olduğunu görebiliyorum ama ben..." dedi yutkunup "...ben kendi zorluklarımı aşamıyorken bir başkasınınkine ortak olamam. 'Yardım etmeni istemiyorum' falan dersen bile oturup izlemek bazen çok daha can sıkar. Bu yüzden oturup izleyen bile olmak istemiyorum."

 

Ne diyeceğimi bilemedim. Öylece gözlerine baktım ve gidişini izledim.

"Hayatımdaki en garip renk sendin. Üzdüysem özür dilerim, sevindirdiysem rica ederim." diyerek hafifçe gülümsedi. "Hoşçakal."

Arkasını döndüğünde savrulan saçları, ayaklarının altında ezilen fayans... Belli belirsiz bir koku bırakıp gitmişti, sanki karşımda oturuyormuş gibi, hala sıcaklığını hissederken terk edilmiştim sanki.

"Belliydi."

Olmayacağı açıkça belliydi. O çekip gittiğinde gözlerim masaya kaydı. Az önce çıkarıp koyduğu eldivenleri hala masadaydı.

 

Loading...
0%