@ladyrebel
|
Ruhumdaki kuraklıkta açan birkaç çiçek kadar imkansızdı..."
Eldivenleri elime aldıktan sonra hızla ayağa kalktım. Ayaklarımın altından silinen dünya yeniden birleştiğinde tam da önünde durmuştum. "A!" Avazı çıktığı kadar çığlık atan Ela ile gergince bir iki adım geri çekildim. "Allah'ım! Allah'ım!" diyerek yerinde zıplarken telaşla sağa sola yürüdü. "Sinirlendin mi?" Gözlerim korkudan titreyen gözlerinde kaldı. Ben, geçmişimi hatırlamıyorum ama, bu kısa hayatım boyunca hiç bu kadar incindiğimi hissetmemiştim. Ben hiç incinmemiştim belki de. İncinmek, eğer böyle bir duyguysa unutmam imkansız olmalıydı. Belli belirsiz attığım birkaç geri adıma kayan gözlerine karşı gözlerimi yere sabitledim. İyi ki hatırlanmıyormuşum o halde. İyi ki insanlar beni hatırlayıp bana pisişik muamelesi yapmıyormuş. Bu cezadan çok bir lütuf muymuş? İçimdeki sinir bozucu his daha da şiddetlenirken ellerimin arasında sıktığım eldivenlere baktım. Ben bir yaratık değilim. Ben bir ucube de değilim. "Sadece..." dedim yere bakarak. Birkaç adım daha geri attım ama. "...eldivenlerini unuttun." Uzattığım eldivenleri elimden usulca aldığında bir iki adım daha geriye attım. Telaşlıydım sanki. Kaçmam lazımmış gibi. "Özür dilerim." Yüzüne bile bakamadım. Gidişinin izleri kalmış zeminden ben geçtim hızlıca. Zaten en fazla iki adım. İki adımın sonunda zaman yırtıldı ve ben bir çöplüğün içine düştüm. "Sana salak olduğunu söylemiştim." Ellerimi ceplerime sokarken kafamı eğdim. Sarhoş insanlar bir sağa bir sola giderken sıkıntıdan nefes bile alamadığımı hissediyordum. "Lüzumu yok dert etmenin. İlk kez terk edilmedin." Ellerimi saçlarıma daldırdığım sıra birkaç adım sesi geldi. Oldukça tanıdık. Asfaltın üzerinde gezinen siyah topuklu ayakkabılar tam da önümde durdu. "Beni araman lazımdı." Kafamı kaldırdığımda sarışın bir kadın dimdik gözlerime bakıyordu. "Sen kimsin?" Alayla kıvrılan dudağı bir an sonra açıldı. "Beni hatırlamadığını söyleme." Hatırlamak. Arkamı döndüm. Üzüldüm mü şimdi? Bu garip his hüzün mü? "Hey!" Dirseğimi tutup kendine çeviren kadın bozulmuş asabımı daha da bozdu. Öfkelenmeme sebep oldu durduk yere. Hırsla kolumu çektiğimde üzerime yalpaladı. Kahverengi gözlerden nefret etmek için sebepler verdi bana. "Rahat bırak." dedim tehdit edici bir tavırla. "Kız arkadaşı tarafından tekmelenmişler gibisin." deyince dişlerimi birbirine bastırdım. "Benim bir kız arkadaşım yok." Kaşları havaya kalktı. Burnumun dibindeydi resmen. "O gün yalan mı söyledin?" "Bu kadın da seni hatırlıyor. " Fısıltı söylemese asla idrak edemezdim bu kafayla ama bana bu kadarı kâfi. Kaldıramam ben bir kez daha böylesine muamele görmeyi. "Evet, yalan söyledim." dedikten sonra birkaç adım geri gittim. "Git şimdi babacığına bunları anlatırken ağla." "Delirdin mi?" Evet. Sanırım delirdim. Bunca zaman insani duygulardan bi'haber yaşadıktan sonra çokça ağır gelmişti bu olanlar. Dışlanmak, hor görülmek ve ucube muamelesi görmek. "Benim bir babam yok geri zekalı!" Attığım adımlar attığı çığlıkla bozulmuştu. Meyhanedeki herkes ona baktığında ben de arkamı döndüm. Gözleri dolu dolu gözlerime bakıyordu. Bir an sonra ağlayacaktı sanki. Gözlerimi kaçırdım. Bir hata mı denmeli? "Özür dilerim." diyerek yanına gittiğimde çoktan ağlamaya başlamıştı. Ne yapacağımı bilemedim. İlk kez gafta bulunmuştum sanki.
Elimi uzattığımda elinin tersiyle yanaklarını sildi ve uzanıp elimi tuttu. Elimi tutan ellerine bakıp derince bir nefes aldım. Beni hatırlıyor olsa da bana bir şeyler hatırlatmıyordu. Beraber meyhanenin en ücra köşesine gittiğimizde sandalyemi çekip oturdum. Ben oturduğumda o ayakta kalmış ve bana tepeden bakış atmıştı. Ben de uzunca ona bakınca kafasını aşağı yukarı sallayıp yarım yamalak güldü. "Bir beyefendi olmadığın açıkça belliydi." diyerek çantasını masaya koyup karşıma oturdu. Geriye yaslandım ve denize baktım. Bir kış gecesinde, deniz kıyısında, elin tekiyle rakı içmek gibiydi işte hayat. Birbiriyle alakası birkaç şeyi birbirine bağlamak. Karides ve şeker gibi. Limon ve şeftali suyu gibi. Turşu ve reçel gibi. O ve ben gibi. "Neye canın sıkıldı böyle?" Gözlerimi denizden çekip kendisine çevirdiğimde cesurca gözlerime baktı. Bana böyle bakabilen pek kadın olmamıştı. "Muhabbet edebileceğin bir tip değilim." dediğimde hafifçe gülümsedi. Ağlamasına rağmen yüzündeki makyajın bozulmamış olması çekti dikkatimi. Garson bu bakışmamızı böldüğünde siparişleri vermiş ve ben eski sessizliğime geri dönmüştüm. Tıpkı eskiden olduğu gibi. O kadın; hiç kapılarımı açmamış, perdelerimi çekmemiş, pencerelerimi aralamamış gibi. Eskisi gibi olamayacağımı bile bile eski halimde gibi hissetmiştim. Kendimi kandırmıştım sanki. Kandırmaya çalışmıştım. "Baban hakkında " diyerek kafamı kaldırdım "tekrar özür dilerim. Benim hatam." dediğimde işaret parmağının tersiyle gözlerinin altını sildi.
"Talihsizlikti." dedi masadaki kül tablasına bakarken. "Onun için büyük bir doğum günü partisi düzenlerken bir cenaze hazırladığımı fark edemedim." Gözleri gözlerimi bulduğunda geriye yaslandım. Sanırım dünyadaki acılar sadece bana özel değildi. "Onu şaşırtmak, mutlu etmek ya da güldürmek. Bilmiyorum." kafasını iki yana sallarken tarif etmeye çalışıyordu kendisini. Tam o esnada garson balıkları ve yanında rakıları masaya getirmişti. Her şey yerli yerine konduğunda gözlerine baktım. "Devam et." Kafasını kaldırıp da gözlerime baktığında farklı bir şey hissettim. Sanki az önce ona çok büyük bir şey demişim gibi. Gözlerini kısarken hafifçe kafasını salladı. "Bir gemi partisi. Gemi de doğum gününü kutlayacaktık. Her şey hazırdı. Konuklar, içkiler, pastalar, organizasyon..." Kafasını iki yana sallayıp güldü. "Onun tek yapması gereken bot ile gemiye gelmekti." Çatalını eline alıp balığıyla birazcık oynadı. "O gece üç kişi öldü. Turuncu şişme yelek kıyafetlerine uygun gelmediğinden giymedikleri için üç kişi ölmeyi yeğlemişti. Ne acı ki bunlardan biri de babamdı." dediğinde kafamı salladım. "En kötü ölümün boğulmak olduğu söylenir." Dikkatsizce ettiğim laf çantalının hareket etmemesi ile kafama çarptı. Dudaklarımı birbirine bastırırken kafasını kaldırdı. "En kötü ölüm, cidden boğulmak mıdır?" dediğinde kaşlarım çatıldı. Defalarca kez ölmüş olsam bile hiç boğularak ölmemiştim. Bu yüzden bir kıyaslama yapamadım o an. "Bilmem. Hiç boğulmadım." Çatalını tabağına koyarken geri çekildi. Çantasına uzanırken bana baktı. "Sigara kullanıyor musun?" Gözlerimi üzerinde gezdirdikten sonra kafamı salladım. O da sallayıp bir paket çıkardı ve masaya koydu. "Çakmağın vardır o halde." Sigara dalını dudakları arasına koyduğunda elimi cebime attım ve zippomu çıkardım. Ona atacaktım ama ellerini sigaranın ucuna siper etmiş bir halde bana eğilirken görmüştüm. "Yak" diyordu. Konuşmasına gerek yoktu. Zippoyu açıp sigaranın ucunu tutuşturduğumda derin bir nefes çekerek geriye yaslandı. "Çok ilginç bir insansın." derken dumanı da üflemişti. "Farksız değilsin." Kendinden bir hayli emindi. Ela ne kadar korkarksa bu kadın o kadar gözü karaydı. Belliydi. Bakışlarından, oturuşundan, omuzlarından. Rakıdan bir yudum aldıktan sonra elimi cebime attım. Bir dal sigara da ben çıkarmış, ucunu yakmıştım. "Bu kadında bir şeyler var. En azından akıl." "Babamın ölüşü bana çok şey kattı." Kafamı kaldırdım. Ojeli tırnakları arasında tuttuğu sigarası bir hayli dikkat çekiciydi. Bir kadının sigara içişi. "Sanki insanlar ölmüyor." dedi gözlerime bakarken. "Bedenlerini terk ediyor oluşları ruhlarının varlığını silmiyor." dedikten sonra gülümseyerek sigarasını izledi. "Mesela, hâlâ bana sigara içtiğim için kötü kötü bakıyor gibi hissediyorum." Sigaradan derin bir nefes alırken onu izledim. Dudağındaki ruj sigarasını bulaşmıştı. İki metre gerisinde bir adam onu izliyordu. Sanki arkasındaki adamdan hem rahatsız hem de memnundu. Bu kadın fazla şımarık. "Biz ona 'tuttuğunu koparan' diyoruz." Gözlerimi kapatıp iyice geriye yaslandım. Gözlerimi açtığımda beni dikkatle izlemesini beklemiyordum. "Adın ne?" "Aynı ismi ver. Kafa karışıklığı oluşmasın." "Alp." Yüzünde garip bir gülümseme ile geri çekildiğinde gözlerimi kıstım. Şüphelendiriyordu beni. "Tipin." dedi değişik bir tavırla. "Tam bana göre." Kaşlarımın çatıldığı esnada arkadaki adam telefonunu kaldırıp kulağına götürdü. Sigaramdan bir duman daha çektiğim esnada adam hızla yanımıza gelmişti. Karşımdaki kadın sigarasının izmaritini rakı bardağına attı. "Babanız yurtdışı gezisinden dönmüş. Anneniz sizi karşılama için eve çağırıyor." "Üvey babası?" Gözlerim gözlerini bulduğunda omuzlarını hafifçe kaldırıp indirdi. Masanın üzerindeki peçeteyi alıp gözlerinin altını yalandan sildi. Sigaramın külü yere düşerse bile ilgilenemedim o an. Bana yalan söylemişti. "Oldukça eğlenceli bir insanım değil mi?" dedi kocaman gülümseyerek. "Ödeşmek istersen her zaman burada olacağım." Arkasındaki dalkavuk sandalyesini çekerken ayağa kalktı. Önce elbisesinin eteğini sonrasında ise saçlarını düzeltti. Çekip gitmeden önce son bir kez yüzüme bakmayı eksik etmemişti. Eğlendiği belliydi. "Bu kadının olayı ne?" Sigaramı dudaklarıma koyarken derin bir nefes çektim. Onu da öldürelim mi? "Neden?" Bize yalan söyledi. |
0% |