Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20. Bir Meleğin İntikamı

@ladyrebel

 

 

"Kırıklıklardan bir sur, kır kırabilirsen..."

Bu böyle nereye kadar gidecek?

"Bıkmadın sanırım?"

Elimdeki sigaranın izmaritini yere atıp üstüne bastım. Topuğum ile ezerken arkamdan bir ses gelmişti.

 

"Kanarya?"

Ellerimi pantolonumun cebine sokarken arkamı döndüm. Kar yağıyordu. Etrafta bir hayli beyaz ve soğuktu. Uzaktı sanki. Samimiyeti yoktu.

"Bıldırcın?"

Kafasındaki şapkayı çıkarıp montunun cebine sıkıştırdı. Ardından etrafı kolaçan ederek yanıma gelmişti. Gergin olduğu her halinden belli.

"Parayı getirdin mi?" dediğinde kafamı salladım. Yanıma gelmiş, gözlerime bakmıştı. Sanki gözlerimden aklımdan geçenleri anlayabilirmiş gibi.

"Kullandın mı hiç?" dedim büyük bir ciddiyetle. "İyi mi?"

Güldü.

"Torbacı malını kullanmaz."

Gözlerinin altındaki şişliklere bakarken elimi cebime attım ve sigara paketimi çıkardım.

"Dünyada o kadar çok puşt var ki..." diyerek içerisinden bir dal çıkarıp dudaklarıma götürdüm. "...ayırt etmek zor. İşine saygısı olan nadir insanlardansın."

Kafasını sallayıp sigara paketime uzandı. Kaşlarım çatıldı. Paketi kendime çekip suratına baktım.

"Hayırdır?"

 

Kaşları havaya kalkarken şaşkınca yüzüme baktı.

"Eşlik edeyim, dedim."

"Edemezsin."

 

Zippomu alıp alnına dayadım ve kafasını geriye ittirdim.

"Ben müşteriyim."

Birkaç adım geriye sendeledikten sonra gözlerime baktı. Hırsla.

"Haddini aşma."

"Müşteri her zaman haklıdır."

"Emin misin?"

Elini arka cebine attığında zippomu açtım ve sigaranın ucunu tutuşturdum. Agresif bir tavırla çakıyı elinde salladı.

"Ne anlatıyordun?"

Zippoyu cebime atarken gözlerimi kısarak gözlerine baktım.

"Senin bu malları kim yapıyor?" dedim onun laflarını es geçerek.

"O ne demek?"

Başımı iki yana salladım.

 

"Sattığın şu malları..." dedim üzerine basa basa "...kim yapıyor?"

 

Güldü.

Hevesim kırıldı.

"Amma komik bir elemanmışsın sen." dediğinde gözlerine baktım.

"Bu iti boş verelim. Gidip direkt öldürelim."

Kaşlarımı çattım. Haklıydı. Sağa sola uğramaya gerek yoktu artık. Ela'dan bir şeyler alamayacağımız sonucuna ulaştığımıza göre sadece öldürmeye odaklanmalıydık.

Üzerine sağlam birkaç adım attığımda çakıyı daha sıkı tuttu.

"Bir espri daha yapayım."

 

Birkaç adım geri gittiği sıra sigaramı dudaklarımın arasına aldım. Salladığı bıçaktan çevik bir hamleyle kurtulup bileğinden yakaladım ve karnına sağlam bir yumruk attım. Bırakmadığı bileğini de döndürdükten sonra önümde diz çöktürmüştüm.

"Bu malı nerede üretiyorlar?"

İnleyerek öne doğru kıvrıldı. Dizlerine kadar kara saplanmıştı. Şu an soğuk dert ettiği en son şeydi sanırım.

"Bilmiyorum! Bilmiyorum!" diyerek bağırdı. "S**tir! Çok acıyor..." Elini omzuna attığında gözlerimi etrafta gezdirdim ve dizimi sırtına dayayıp sigaramı ağzımdan aldım.

"Peki malı kimden alıyorsun?" dediğimde sessiz kaldı. Sigaranın külünü yere serpip bedenini serbest bıraktım. Direkt öne eğilmişti. Acı içerisinde kolunu bacağını ufalıyordu. "Konuş." dedim sabırsızca.

"Vur kafasına bir tane daha. Çok gevşeksin."

Fısıltı'nın gazına gelmemek için derince bir nefes alıp tuttum.

"Bilmiyorum. Sadece malı lavabo taşının altına bırakıyor. Ben belirli günlerde alıp satıyorum."

Hızlı hızlı söylediği sözler ile sigaramdan bir nefes daha çekip şehre baktım.

"Nerede bu lavabo?"

Söylemek istemedi. Biraz sessiz kaldı önce. Dönüp saçlarından tuttum ve geriye çektim.

Eğer öleceğini söylersem hiç konuşmazdı sanırım.

"Konuşmazsan ölürsün."

"Konuşursa da ölecek."

Kaçışı yok.

 

"Merkez camiisinde." dediğinde kaşlarım çatıldı.

"Benim aklıma gelmezdi."

 

Benim de.

"Başka yer mi bulamadınız?" dedim sinirle.

 

"Kimsenin aklına gelmeyeceğini düşündüler."

 

Kafamı hafifçe sallayıp sigarayı yokuştan aşağı attım.

 

"Teşekkür ederim." dediğimde kafasını kaldırmıştı ki hızla kafasını tutup çevirdim. Bir garipliktir ki onun gibi ben de yere düştüm.

"Anne!"

Elindeki tepsiyi yerdeki bezin üzerine bırakırken güldü. Küçük birkaç çay bardağı ve bir bardağın içinde şeker vardı.

 

"Geldim, geldim!"

Başındaki örtüsünü düzeltirken dönüp arkasına baktığında bir adam kucağında odunlar ile içeri girdi.

"Kestaneler pişecek de biz yiyeceğiz (!)" diyerek dalga geçtiği esnada odunları sobanın kenarına attı. Üzerindeki tahta parçalarını temizlerken dönüp bize baktı.

"Kestanelerime laf ettirmem."

Kadının önünde diz çöktüğü esnada her şey giderek bulanıklaştı.

"Hayır!"

Elleri arasındaki odunu sobaya atan adama baktım.

"Biraz daha şey öğrenmem gerek."

Kadın elini uzatırken bileğindeki izi gördüm. Derin bir yanık.

"Kahretsin!"

Görüşüm düzelir düzelmez Fısıltı'nın isyanını duydum.

"Piçin biri beni itti!" diye bağırdı öfkeyle. "Piçin biri beni devasa bir binadan aşağı itti!"

"Nasıl öldüğünü mü gördün?" dedim şaşkınca. "Bu bizim en son hatırlayacağımız şey değil miydi?"

 

Bir an sessizlik oldu. Kafamı kaldırdığımda kendimi bir evde buldum.

"***tir! Neredeyiz biz?"

"Leşi polise vermedik."

 

Kafamı sinirle kaşırken yattığım yerden doğruldum ve bir iki adım attım. Ayaklarım yeniden kar tutmuş zemine bastığında derince bir nefes aldım.

"Seni öldüren bir kadın mıydı?"

Yerdeki ölü bedene bakarken elimi alnıma dayadım. Sanırım bir şişe bu gece bizi kesmezdi.

"Arkamdan tekme attı ibne, bilmiyorum."

Elimi kabanımın cebine atıp sigara paketimi çıkardım.

"Arkandan tekme attı." Gözlerimi gökyüzünde gezdirdim. "Öldüğümüz anı en son göreceğiz..." diye mırıldanıp sigaramı tutuşturdum.

"Teorimiz çürüdü mü yani?"

Sigarayı iki dudağımın arasından çıkartırken dumanı ciğerlerimde tuttum.

"Senin neden bir bedenim yok? Mantıken biz bunca kişiyi öldürüp de bir kişiyi kurtarınca tekrar insan olacağız."

"O zaman benim de bedenime dönmem gerekecek..."

 

Kafamı salladım. İşte ipin ucunu tuttuğumuz nokta.

"Yani, senin bedeninin bir yerlerde sapasağlam durması lazım. Başkasının bedenini ele geçiremezsin. O zaman ikinci şans olmaz."

Sigarayı dudaklarıma koyarken Fısıltı mırıldandı.

"O zaman gördüğüm şey ölümüm değildi. Belki de ben henüz ölmedim?"

Gözlerimi kısıp yerdeki adama baktım ve sol elimle ensesinden tutup kaldırdım. Birkaç adım attığım esnada zemin çöktü ve sonra yeniden yükseldi. Karakolun önüne geldiğimizde cesedi yere attım.

 

"Torbacı."

Adam şaşkınca suratıma bakarken derince bir nefes aldım.

 

"Bugün modumda değilim."

Arkamı dönüp çekip gittiğimde evimin balkonunda buldum kendimi. Sessizce dizlerimin üzerine çöktüm ve derin bir nefes aldım.

"İyi misin?"

Kafamı iki yana salladım.

"Değilim." dedim dürüstçe. "Kafamı alıp gidesim var. Kendimi öldüresim var. Canımı sıkan herkesi cehenneme yollayasım var. Hobi olsun diye mezar kazasım var." dedikten sonra ellerime baktım. "O kadar çok şey yapasım var ki..." fısıltımın ardından dudaklarımı birbirine bastırdım. "...içinde ağlamak bile var."

Gözlerim dolsun istedim. Ağlamak istedim. Bunca zaman içimde tuttuğum şeyi dışarı atmak istedim. Terk etsin istedim. Düşüncelerim, endişelerim, fikirlerim...göz yaşlarım bile beni terk etsin istedim. Hiçbir hayali olmayan bir adamın hayallerinin yıkılışını görmemek istedim. Benim de annem vardı, benim de bir babam vardı. Ben, ben ne yaşamış olabilirdim de şu anda buraya gelmiştim?

"Özür dilerim."

Fısıltı'nın özrü kaşlarımı çatmama sebep oldu.

"Neden?"

"Ben ağlasam senin ruhun duymaz ama sen..." dedi garip bir tonla. "...yalnızlığı kalabalık bir adamsın. Her erkek bazen yalnız kalmak ister. Yıllardır kafanı dinleyemediğin için üzgünüm."

"Şimdilerde çok fazla birbirimizi düşünür oldum sanki." diyerek geriye yaslandım. Elimi kapıya doğru uzattığımda tezgahtan bir şampanya şişesi uçtu. Elimin içine vurdu, sımsıkı tuttum. "Dertleşmek ister misin?" dedim mantarı çekip çıkarırken. "Nasıl olsa senden benden başka kimse yok."

Şişeyi kafama diktim. Adabını da varlığını da siktir etmiştim. Şu anda kafamda bir ben vardı bana yabancı.

"Hayatlarımıza..." dedi gergince. "...geri döndüğümüzde beklediklerimizi bulamazsak. Onca yıl geçti. Yapmak istediğimiz her şey için çok geç kalmış olabiliriz."

Şişeyi bir kez daha kafama diklerken gökyüzüne baktım.

"Eski bedenine döndüğünde benimle görüşmeyi bırakacak mısın?"

"Ne?"

"Beni...bırakacak mısın?"

Derin sessizliği bozan şey cam şişenin zemine sürtmesiydi.

"Hayır."

"Emin misin?" dediğimde beklemeden cevap verdi.

 

"Eminim."

Şişeyi kaldırıp kafama diktim bir kez daha. Çarpılacaktım ama pek de umurumda değildi.

"Ben de özür dilerim." dedim garip bir tavırla. "Sonuçta sen de bu bedene hapsoldun."

Gerisinde pek bir muhabbet olmadı. İki adam ancak bu kadar dertleşebiliyordu. Ne bir göz yaşı ne bir sitem. İçiyor, yakıyor, izliyorduk. Yıkılışımızı. Engelleyemediğimiz şeylere bir kere daha yakıyorduk sonrasında. Üzüldüğüm şeyler olduğu doğruydu. Kırıldığım ya da incindiğim. Annem ve babam oluşuna üzülmüştüm. Bu kadar sıcak bir aileye sahip olduğumu bilmek kırmıştı beni. Ela'nın bakışları ise incitmişti beni. Bir canavar gibi hissettirmişti.

Dünyaya ait olmadığım belliydi ama bir çift gözün size bunu söylemesi beklenmedikti. Bunu hiçbir şeye incinmemiş bir adam söylüyor.

Şişenin dibini gördüğümde bir diğerini aldım. Evdeki bütün şişeler bitene kadar sürdü bu.

"Ben de sarhoş oluyorum, farkında mısın?"

Sonuçta her şeyi benim bedenimden gören Fısıltı, ben sarhoş oldukça o da etrafı net göremiyordu.

"Ulan!" dedim oturduğum yerde bağdaş kurarak. "Biz bunu hakkettik mi?" diye bağırdıktan sonra araya kalktım. Şişeyi ise sertçe yere koydum ve yere baktım. Secdede gibi duruyordum. "Senin hayatını kurtardım ben be!"

"Bağırma lan gece gece!"

Aşağıdan gelen sesle hızla doğruldum.

"Kim bana bağırmaya cüret eder?"

Öfkeyle bağırıp aşağı baktığımda polisleri gördüm. Elleri belindeki kemerde bana bakıyorlardı. Yüzüme vuran mavi-kırmızı ışığın verdiği rahatsızlık ile kaşlarımı çattım.

"Sen kimsin?"

 

Burnumu çekerken hafifçe doğruldum. Korkuluklardan aşağı sarktığım için kafam biraz şişmişti sanki.

"Sana ne?"

Elini kafasına atıp da şapkasını çıkarınca göz göze geldik. Bu Asır denen yer elması değil miydi?

"Bir memur ile böyle konuşamazsın!"

Yukarıya doğru bağırınca sinirle elimi korkuluğa vurdum.

"Bana bak seni küçük köpek!" dedim öfkeyle. "Ayağını denk al!"

Şaşkınca yanındaki adama baktı ve kafasını salladı.

 

"Sen bi' aşağı in bakalım." dediğinde kafamı salladım.

"Tabii tabii küçük adam... kavurma mı yedin?"

Korkuluklardan sarkıp aşağıya bakarken yanındaki güldü.

"Sarhoş bu."

"Gidip bir bakayım." demiş ve eve yönelmişti ki adam kolunu tuttu.

"Saçmalama Asır, evde alkol almak yasak mı?" dediğinde güldüm.

"Ulan köpeğimin kolunu bırak!" diye bağırdım tüm gücümle. "Bırak sahibine gelsin!"

İkisi de öylece yüzüme bakınca kafamı iki yana salladım ve ayağımın birini korkuluğa attım.

"Neyse boş ver. Ben tasmasını getiririm."

"Dur!"

"Geri git!"

İkisi bağırışırken kendimi balkondan aşağı attım ama her şey değişti sanki.

"Aa!"

 

Kafam bir mindere çarptığında bedenim koltuğa düştü.

"Aaa!" diyerek yuvarlandım ancak bu sefer de yere düştüm.

"Nereye geldim ulan..." dedim sinirle. Acı içerisinde kalkıp kafamı iki yana sallarken bir ses geldi.

"Alp?"

Gözlerimi sıkıca yumup açtım ve kendime gelmeye çalıştım.

"Ne?" diyerek arkamı döndüğümde Ela ile göz göze geldik. Kaşlarımı çatıp onun şaşkın yüzüne baktım ama görüşüm pek de net değildi. "Yanlışlıkla geldim." dedim bir adım geri giderek. "Bak gidiyorum." Arkamı dönüp dış kapıyı açtım ve bir adım attım. Önüme eğmiş olduğum kafamı sessizce kaldırdığımda Ela daha da şaşırmış bir şekilde yüzüme baktı. Açık bir ağızla önce sağa sonra sola baktı.

"Sen..." dedi işaret parmağını dış kapıya tutarak. "...nasıl oradan çıkıp buradan girdin?"

 

Gözlerimi kırpıştırdım.

"Bir yanlışlık oldu herhalde." diyerek arkamı dönüp lavabo kapısından geçtim ve birkaç adım attım.

"Dur!"

Kaşlarım havaya kalktı.

"Yine mi yanlış geldim?" diyerek arkamı döndüğümde Ela derince bir nefes alıp gözlerime baktı.

"Sen sarhoş musun?" dedi kekeleyerek. Canım iyice sıkıldı.

"Oldu bir şeyler. Ben gidiyorum." diyerek arkamı döndüm ve kapıya uzun uzun baktım. Eğer yanlış ışınlanırsam gerçekten sinirleneceğim. Kapıdan geçmem ile daracak bir kutuya sıkışmam bir oldu. "Aa!" Bağırarak sağı solu ittirirken şaşkınca geriye baktım. Loş odaya gelişi güzel bir bakış attığım sıra kapı açıldı.

"Dolabımdan da mı geçtin?"

Yere düşmüş kıyafetlere bakarken kendimi serbest bıraktım en son.

 

"Bekle az kafam yerine gelsin gideceğim. " diyerek yere oturdum ve sırtımı bazaya yasladım. Ne yapmak gerek hiçbir fikrim yok. Kafayı yememe ramak kaldı.

"Sorun yok." dedi sessizce. Pek de umursamadım. Sorun vardı çünkü. Sorun olarak ben vardım.

"Kahve yapmamı ister misin?"

 

Öylece tavana bakarken hayatımı sorguladım. Olmayan.

Ne için yaşardı insan? Ben ne için yaşamak istiyorum ki? Şimdilerde insan olmadığım halde neyin hevesiydi bu? Yeterince yıkılmış, yeterince hırpalanmış ve fazlasıyla dışlanmıştım. Bundan sonrasına gerek var mıydı? Adam gibi ölmeliydim. Adam gibi ölüp gitmeliydim. Kendi mezarımı açmaya çalışmak da neydi?

"İstersen çorba hazırlayabilirim..." dediğinde gözlerimi kapattım.

"Gerek yok. Birazdan gideceğim."

Ellerimi kafamın altına koyduğumda yanıma geldi sessizce. Yatağının üzerine oturdu ve çıplak ayaklarını altına alıp bana tepeden bir bakış attı.

"İyi misin?"

 

Öylece gözlerine baktım. Samimiyetle mi soruyordu?

"Aklını okuyabilirim." dediğimde kaşlarını çattı.

"Ne?"

 

Ellerini telaşla kafasına koyduğunda dudaklarımı birbirine bastırdım. Tedirgin hali ne düşündüğünü merak etmeme sebep oldu.

"Ama korkuyorum."

Ellerini sessizce indirirken gözlerime baktı.

 

"Korkuyor musun?"

Kafamı salladım.

Gözlerimi yeniden tavana çevirdim ve sessiz ama oldukça bir nefes aldım.

"Çok korkuyorum..."

Loading...
0%