@ladyrebel
|
"Sen nereden bilebilirsin ki, hiç çizilmemiş dizlerin." Ela minik öğrencilerinin yanına gittiğinde benim yolum da farklı bir yöne düşmüştü. "Bu sefer ağzından bir laf al." Hastanenin önünde öylece dikilmiş, yüksek mimarisini izlerken bir kadın geldi. Elindeki bastonu ile bacağıma vurdu ve aksi bir bakış attı. "Gösteriş yapmaya mı geldin?" diye bir de bağırınca anlamayarak kırışmış yüzüne baktım. "Ne diyorsun teyze?" "Duymuyorum seni! Bağır!" "Ne diyorsun teyze!?" diye bağırdığımda çevredeki insanlar bir anda bize döndü. Herkesin suratına yargılayıcı bir ifade oluştu anında. Yanlış anlaşıldığımı fark ederek doğruldum ve kulağımı gösterdim. "Duymuyor! Duymuyor!" dedim izah etmeye çalışarak. "Bence bahane şimdi sizi videoya çekeceğim. Nasıl eziyet ettiğinizi tüm dünya görecek!" diyen kadın ile dönüp teyzeye sonra gözüme soktuğu beş kameralı telefona baktım. "Neden videoya çektiğini anlamadım." dediğim sırada yanına bir adam geldi ve kadına garip garip kafa salladı. "Benim 233 takipçim var. Ben paylaşırım videoyu. Siz hiç dert etmeyin." Kadın tam yaşlı teyzeyi videoya çekeceği sıra teyze bastonu öfkeyle savurdu. "Fısıldaşmayın!" Bir anda vurduğu telefon yere düşecekken hızla eğildim ve havada yakaladım. Bozulmuş paltomun eteklerini tutup doğrulduğumda kadınla göz göze geldik.
"Teşekkür ederim." dedi şaşkınca. "Önemi yok. Teyze sağır. Dikkat edin." Arkamı dönüp aralarından sıvıştım ve hızla oradan uzaklaştım. "İnsanlar cidden zıvanadan çıktı." Ellerimi ceplerime soktuğum esnada geçen yalakalık yapan elemanı gördüm. Sessizce peşi sıra yürümeye başladım. Birkaç kişi ile birlikte koridorda geziniyordu. "Anlamıyorum." dedi isyan edercesine. "Her hafta sonu gidiyor ve inatla beni götürmüyor." Yanındaki gözlüklü kız kafasını itina ile salladı. "Evet. Bence seni bilerek götürmüyor." dediğinde genç dönüp ona ters bir bakış attı. "Farkındayım, dile getirmene gerek yok." Gözlüklerini geriye ittiren kız yüzünü başka bir tarafa çevirmişti. "Sen neden oraya gitmek istiyorsun ki? Ormanın ortası. Hiçbir eğlencesi yok. Senlik değil Emre." Demek problemli insancığın adı Emre'ydi. "Madem bu kadar sıradan bir yer ben niye gidemiyorum abi?" dediği esnada gözlüklü kız tek kaşını havaya kaldırdı. "Orada genelde komadaki hastalar oluyor. Yıl dönünce bazı hastaların şehir hastanelerinden oraya taşıyorlar. Çok büyük aksiyon dönmüyor. Şehir hastanelerinin hasta sayısını bu şekilde belli bir seviyede tutuyorlar." dedikten sonra alt dudağını ısırdı. "Oraya gelen hasta yakınları biraz problemli oluyorlar. Sonuçta yakınları ne ölü ne de yaşıyor." dediğinde hepsi sessizleşti. "Buradaki sebebi anlayamadım ama Betül." dedi Emre inatla. "Ben de görmek istiyorum." "Şu kız yüzünden olabilir mi acaba?" dedi uzun boylu erkek. "Hangi kız?" "Hani konuşmamamız için uyardığı kız." desiğinde Betül bir anda koridorun ortasında durdu. "Şu kız! Evet." dedi heyecanla. "Eğer oraya gidersen ve sana 'Emre sakın şu kızla konuşma!' derse sen kesinlikle gider konuşursun!" dedi gülerek. "Seni sırf bu yüzden götürmüyor." Emre sinirle yumruklarını sıktığında dilimi damağıma dayadım. Hangi kız? "Demek bir yığın ölünün arasındayım ha?"
Henüz ölmemişler. "Ama yaşamıyorlar da." Gözlerimi kısarken önümdeki üçlüyü dikkatle inceledim. En azından üç beş bir şey kapmıştım. Gerekli ya da gereksiz. Saçlarımı geriye doğru ittirmiş ve birkaç adım atmıştım ki Kerim Gürbüz'ün karşı koridorda gördüm. Ağır adımlarla ona doğru yöneldim. Bir yere gidiyordu sanırım. Pek bir acelesi vardı. Koridoru geçtiğimiz esnada biri çıktı. Hızla yanına gittiğinde gözlerimi kıstım. "Selam." "Selam." "İzin aldığını duydum." İki yaşlı hızlı hızlı koridorları geçerken gözüm cama takıldı. Rahatsız edici bir his vardı. Birinin bizi takip ettiğine dair. "Evet. Sanırım bu hafta erken gitmeliyim." dediğinde yanında kaşlarını çatmıştı. "Bir sorun mu oldu?" "Kızı buldular." Arkamdan gelen ses ile geriye döndüm. Emre denen genç de sinsice onları takip ediyordu. "Kızı biliyorsun. Asla konuşmaz Kerim."
Adamın kendisine bakmasıyla Kerim de dönüp ona baktı. "Konu kızı bulmaları değil. Sırada bulunması gereken biz olmamız."
İkisinin bakışması arkadan gelen gürültü ile bozuldu. Emre olacak salak, bir sedyeye çarpmıştı. Yerde yuvarlanırken diğer herkes ona yardım etmeye çalışıyordu. "Merak etme. Hastaneye ben idare edebilirim. Yapabiliyorsan onu başka bir yere naklettir." İkisi birbirinden ayrıldığında tek kaşım havaya kalktı.
"Ajancılık mı oynuyorlar?" "Fazlasıyla ciddi takıldıkları doğru." Arkamı dönüp yerden kalkan Emre'ye kısa bir bakış atıp ışınlandım. Birazdan yola koyulacaktı. Ondan önce küçük bir şey yapmak istiyordum. "Nasıl bu kadar kaptırabildin kendini?" Sessizce okul koridorlarından geçerken ellerimi ceplerime soktum. "Kapılmak istediğimden." Koridoru geçip de sınıfların küçük camından içeri bakmaya başladım. En sonunda yüksek bir alkış sesi ile sağ tarafa yöneldim. Küçük bir pencereden sınıfa baktığımda onu gördüm. Elinde komik bir şey vardı. Kurbağa gibi. Çocukların birkaçını tahtaya çıkarmış ve onlarla gülerek bir şeyler hakkında konuşuyordu. Gülünce kısılan gözlerine, dudağının kenarındaki kırışıklığa baktım. Bu kadar sevebilmek mümkün müydü? Büyülenmiş olabilir miydim? Şu anki durum gerçekten de aşk denen şey miydi? Hiçbir fikrim yok ancak beni çokça korkutuyordu. Kendimden. Kendimden çokça korkuyordum. Onu incitmekten. "Artık gitsek iyi olur." Fısıltıyı boş verip açık duran pencere camına baktım. Üşütebilirdi. Gözlerim cama odaklandığında sessizce kapanmıştı. O sırada bir çocuk çığlık attı. "Öretmenim!" diyerek ayağa kalkıp camı gösterdi. "Cam kapandı! Kolu döndü! Gördüm!" Ela, önce çocuğa sonra pencereye baktıktan sonra gülümseyerek ayağa kalktı. "Belki de melekler üşütmenden korkmuştur canım." diyerek saçlarının üstüne elini koyarken camdan dışarıya baktı. Gözlerindeki o tatlı ifade içimi sıcacık bir hale getirmişti. "Yeter artık." Fısıltı'nın isyanı ile arkamı döndüm ve Kerim Gürbüz'ün yanına ışınlandım. Bir arabanın üstüne ışınlanmam ile arabadan düşmem bir oldu. Ana yol üzerinde defalarca takla atmadan önce hızla ışınlandım. "Kahretsin!" İncinmiş koluma elimi koyup kafamı iki yana salladım. "İyi- iyi misiniz?" Bir kızın şaşkın sesi ile kafamı kaldırdım ve gözlüklerinin ardından gözlerine baktım. "Betül?" Şaşkınca kaşlarını kaldırırken gözlerime baktı. "Beni tanıyor musunuz?" dediğinde kafamı eğdim. Alnımdan yere damlayan kan ile yüzüm buruştu. Yanına gitmek için erken olduğunu biliyordum. Aceleci davranan Fısıltı yüzünden olmuştu tüm bunlar. "Daha önce hastanede sizi görmüştüm." diyerek konuyu geçiştirdiğimde elini çeneme koydu ve hafifçe kaldırdı. "Çok fazla yaranız var. Pansuman etmeliyiz." dedikten sonra arkasını döndü ve hızlıca gözden kayboldu. Nereye gittiğine bakarken kaşlarımı çattım. Düştüğüm yerden ayağa kalkarken omzum çok kötü bir biçimde acıdı. Acının getirdiği yangı ile inlemeden edemedim. Telaştan hastaneye yeniden ışınlanmış olmalıyım. Dakikaların birbirini kovaladığı esnada Betül bir çanta ile yanıma geri döndü. "Hemen röntgen çektirmelisiniz. Sanırım ezik ya da muhtemel bir kırığınız var." dedikten sonra eldivenini takmış, alnıma pamuğu bir anda bastırmıştı. Yüzümdeki kanı biraz temizledikten sonra eline bant almak için arkasını dönmüştü ki hızla ışınlandım. "Siktir!" Acıyan omzum yüzünden midem bulandı sanki. Düşmemek için zorla doğrulduğumda kendimi bir ormanda buldum. Ormanın ortasına kurulmuş devasa bir hastanede. Kendi etrafımda birkaç tur attığımda bagaj sesi duydum. Gözlerim park alanında gezindi. En sonunda Kerim elinde siyah bir çanta ile ortalığa çıktı. Hızlıca hastaneye giderken birkaç adım attım peşinden. Sallandıkça acıyan kolumu sıkıca kavradım ve peşi sıra yürümeye devam ettim. Merdivenleri çıkacağı esnada bir anda durmuştu. Ben de durdum. Beni hatırlamadığının farkındayım ama karakterimin dikkat çektiği de ortadaydı. "Bu şekilde takip etmen mantıklı mı?" Yavaş yavaş arkasını döndüğünde elimi kolumdan çekip doğruldum. "Bir sakıncası mı var?" dedim acımı ört pas etmeye çalışarak. "Beni istediğim şeye götürdüğün sürece bir sorun yok." Elindeki çantayı yere attığında ellerimi yumruk yaptım. Ne kadar karşı koymam gerekse de güçlerimi bu kadar acı içerisindeyken doğru kullanamazdım. Üstelik bu adam iyiyse onu öldürmem büyük bir sorun yaratabilirdi. "Neden sadece vazgeçmiyorsunuz?" Anlamadığım için cevap veremedim. "Neden bırakmıyorsunuz artık? Adam neredeyse bir ölü!" diye bağırdı. "Sen de mi ölmek istiyorsun? Kaçınızın daha ölmesi lazım bu sebepten?" "Beni ona götür." diyerek bir adım attığımda elini kemerine attı. Gözlerim bu hızlı hamlesi ile gözlerini buldu. Silahı yoktur, yoktur değil mi? "Doktorun silahı mı olur?" Bir anda çıkarttığı tabanca ile tek kaşım havaya kalktı. "Olurmuş." "Geldiğin yere geri dön ve onlara söyle. Artık vazgeçmenin vakti geldi." Gülerek gözlerine baktım ve birkaç adım attım ancak silahın emniyetini kapattı. "Hakkımda ne düşünüyorsun hiçbir fikrim yok ama ben yalnızım." diyerek ellerimi iki yana açtım. "Ayrıca silahsız ve yaralıyım." Omzumdan dirseğime, dirseğimden elime akan kan en son zeminin üzerinde birikiyordu. "Bir doktor olarak bana yardım etmen gerekmez mi?" "Zaten bir doktorun elinden kaçmış gibi gözüküyorsun." Doğru, Betül. Sinirle güldüm ve bir adım daha atmıştım ki silah patladı. Zaten yaralı olan omzuma bir de mermi saplanınca acıyla geriye savruldum. Elim hızla omzuma dayandı. Kahretsin. Acıyı bu kadar derinden hissetmek hiç iyi değildi. "Yeniden doğmayı bekleyemeyiz! Sen de saldır." dedi hırsla. Hayır, onu öldürebiliriz. "O bizi öldürmeyi göze aldı." "Şartlar eşit değil. En baştan başlamak istemiyorum." Silahı bu sefer alnıma tuttuğunda derince bir nefes verip gözlerine baktım. "Seni incittiğimi sanmıyorum Kerim." dedim sinirle. "Beni incitmenin bedelini ödeyebileceğini düşünüyor musun cidden?" "Seni öldürdüğümde ödeyeceğim tek bedel Allah'a olacaktır." dedikten sonra bir iki adım attı üstüme. Dişlerimi birbirine bastırdım. Ellerim kanımla boyanmıştı. Giderek bilincimi kaybettiğimi hissediyordum. Şu anda ölemem. "Geri geleceğim." dedim hırsla. "Sen beni hatırlamayacaksın ama bu sözümü unutma." "Sırf senin için geri geleceğim."
|
0% |