Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bir Meleğin İntikamı

@ladyrebel

"İyi misiniz?"

 

Eğilip düşmüş poşeti hızlıca alırken tepeden baktım. Beyaz atkısını tutup aşağı çekiştirdi. Doğrulduğunda göz göze gelmiştik.

 

"Sizi şaşırttıysam özür dilerim." diyerek iki eliyle tuttuğu poşeti uzattığında öylece gözlerine baktım.

 

"Hava çok soğuk, nasıl takım elbise ile durabiliyor?"

 

Fısıltı.

 

Kaşlarımı çattığımda bir adım geri çekilmişti. İstemsizce duyuyordum bazı şeyleri. Demek ki konuşup duran bu kızdı.

 

"Beni tanıyor musun?" dediğimde kafasını salladı.

 

"O gece kaybolmuştum, siz evin adresini şoföre vermiştiniz." diyerek açıklama yaptığında ne diyeceğimi bilemedim. Ellerinde tuttuğu poşete ufak bir bakış attım ve elime aldım.

 

Beni tanıyor?

 

"Size teşekkür etme şansım olmamıştı." dedikten hemen sonra hızlıca etrafa bakındı. "İşe geç kalıyorum maalesef." diyerek bir adım öne attı ve yağmurun ıslattığı zemine baktı. Unuttuğu bir şeyi hatırlamış gibi geri çekildiğinde gözlerine baktım. "Yine teşekkür edemedim ve belki de sizi bir daha göremeyeceğim." diyerek ellerini boynuna attı ve atkısını çıkardı. "Hava çok soğuk, en azından bunu yapabileyim." Elleri arasında katladığı atkıyı elime tutuşturdu ve gülerek birkaç adım attı geri geri.

 

"Hoşça kal!"

 

"Seni hatırlıyor."

 

Beni hatırlıyor.

 

Arkasından birkaç adım attım. Yağmur siyah saçlarımı ıslatırken ellerim arasında tuttuğum atkı da nasibini almıştı. Peşinden gitmek istedim. Beni nasıl hatırladığını öğrenmek ve sorgulamak ama olmadı. Kader dedikleri şey bağladı sanki.

 

Küçük bir arabaya binip gözden kayboluşunu izledim. Eğer ki ismini bilseydim o zaman istediğim kadar takip edebilirdim ama ismini öğrenme girişiminde bulunmamıştım.

 

Islanmış saçlarımı geriye atarken arabama yürüdüm.

 

"Sürekli zihnine sızan fısıltıydı o kız."

Biliyorum.

 

"Neden peşinden gitmedik?"

 

Bilmiyorum.

 

Belki de biliyorum. Beni hatırladığı için. Aptalca bir şey yaparsam ve beni hatırlayan tek kişiyi de korkutursam? O zaman... önünde güçlerimi kullanamam değil mi?

 

Arabanın kapısını açıp içeri girdiğimde pişman olmuştum. Dönüp geri gitmek için çok geçti. İsmini öğrenseydim...

 

Elimi direksiyona koyup dakikalarca bekledim. Elimdeki atkı ıslanmıştı ama parfüm kokuyordu. Hafif ve tatlı. Dikkatle inceledim.

 

Sıradan bir atkıyı sadece. Anlam yüklememek lazım.

 

Arabayı çalıştırdıktan sonra hızla yola koyuldum. Simitler de iş de yalan olmuştu resmen. Son gaz şirkete sürerken aklım pastane kapısında kalmıştı. Artık çok daha sık gitmem gereken yerde.

 

Arabadan inip şirket binasına yürürken elimdeki atkıyı sıkıca tuttum. Islanmış omuzlarımı elimin tersiyle silip bina kapısından geçtiğimde görmüştüm onu.

 

"Hoş geldiniz." diyen görevliye ufak bir baş selamı verip dimdik asansöre yürüdüm. Beraber asansöre bindiğimizde derince bir nefes verdim.

 

"Karşılaşmamız uzun sürdü."

 

Küçük cümlemin ardından, asansör aynasındaki, yansıması ile göz göze geldik.

 

"Bana mı dediniz?" diyerek kendisini gösterdi.

 

"Evet. " dedim kendi aksime bakarak. Saçlarım yağmur yüzünden ıslanmış gözüküyordu.

 

"Siz kimdiniz?" dediğinde bozuldu yine asabım.

 

Bilmiyorum.

 

"Cehennem bekçisi?" dedim her seferinde olduğu gibi. Arkamı dönüp asansör düğmelerine bastığımda telaşla ellerini kaldırdı.

"Ne yapıyorsun?"

 

Bağırışı ile asansör durmuş ve biz göz göze gelmiştik. Ufaktan gelen o korku gözlerinde birikirken geri çekildim ve takım elbisemi düzelttim.

 

"Sürekli kalabalık yerlerdesin." diyerek kafamı sağ omzuma eğdim. "Hiç kimse hakkımda bir şey hatırlamayacak olsa bile sen beni unutamayacaksın Ömer."

 

Elimdeki atkıyı sağ omzuma atıp ceketimi açtım. İçerisinden Zippo ve çakmağı çıkardığımda geriye kaçmıştı.

 

"Sigara kullanmıyor musun?" dedim sahte bir şaşkınlıkla. "Kötü adamlar hep sigara içer."

 

Göz göze geldiğimizde elini asansör düğmelerine uzatmak istedi. Ben, bir bakışımla parmaklarını kırana kadar. Acı içerisinde dizleri üzerine çöktüğünde sigaramın ucunu tutuşturdum. Haykırışları asansörde eko yapıyordu.

 

"İyisin iyisin..." diye mırıldandıktan sonra tek dizimin üzerine çöktüm. "İnsanları dolandırıp, kazandıkları üç beş kuruşu, çalarak çok bile yaşadın. Tefecilik de yeni bir devrimsin sen."

"Ne kadar istiyorsun?" dedi telaşla. "İstediğini veririm." Hızlı hızlı konuştuğundan pek de bir bok anlamıyordum ama rüşvetti herhalde.

"Canını istiyorum."

 

"Ne?"

 

"Bana canını ver."

 

Elimi boğazına dayadığım gibi asansör duvarına vurdum. Ayaklarını sallaması, yüzünün kızarması, damarlarının şişmesi... Biyoloji dersi gibiydi. Şok, umut, korku ve kabulleniş. Hepsini sırayla görebiliyordum yüzünde.

 

Bedenini serbest bıraktığım an yere düştü. Sigaramı ağzıma aldığımda sürünerek ayaklarıma geldi. Ellerini ayakkabılarıma koyduğunda kaşlarımı çatarak geri çekildim.

 

"Yaklaşma." dedim sinirlenerek. Sigarayı asansörün bir köşesine attıktan sonra ensesinden tutup kaldırdım. "Bana birinin adını ver. En az senin kadar pislik olsun."

 

Kızarmış gözlerinden akan bir iki yaş ile öksürdü. "Aziz." dedi zar zor. "Aziz Vurgun."

 

Gözlerimi gözlerinde gezdirdikten sonra kafamı salladım.

 

"İyisin Ömer, iyisin."

 

Bir anda boynunu kırdığımda gözleri açık kalmış bir şekilde zemine düşmüştü. Bedeninin yanından geçip yerdeki izmaritime baktım. Birkaç adım attıktan sonra üzerine bastım ve iyice ezip söndürdüm.

 

Asansör açıldığında attığım ilk adım ile ikinci adımım farklı bir mekandaydı. Şirketin önünde yürürken derince bir nefes aldım. Hâlâ yağmur yağıyordu. Omzum üzerindeki atkıyı alıp arabama ilerledim. Arabaya biner binmez siteye sürmüştüm.

 

"Kız seni hatırlıyor."

 

Fısıltı bir kez daha hatırlattı unutamadığım olayı.

 

Beni nasıl hatırlayabilir?

"Onun önünde güçlerini kullanma sakın."

 

Onu bir daha görebilecek miyim?

 

İşte bu soru aramızdaki küçük konuşmayı sonlandırmıştı. İsmini öğrenmem lazımdı. İsmi önemliydi. Eğer ismini bilirsem dünyanın öbür ucuna kadar takip edebilirdim.

 

Siteye girip arabamı park ettikten sonra hızlıca eve çıktım. Ufak bir bakış, kapının açılışı, üzerimdekileri sepete atışım ve mutfak. Yiyemediğim simitleri tezgaha koyup sandalyeye oturdum. Tezgahın üzerinde bir de atkı vardır. Acaba pastaneye mi gitmeliydim?

 

Simitten bir parça koparıp yerken gözlerimi yerde gezdirdim. Önemli biri olmalıydı? Belki de önceki hayatımda beni tanıyan biri.

 

Boğazımdan geçmek bilmeyen lokmalardan sonra hızlıca ayağa kalktım ve duşa girdim. Yıkanıp kendimi yatağa attım. Yarın çabuk olsun, güneş doğsun ya da belki de yağmur dolsun...

 

Gözlerimi kısarak uyandıktan sonra hızlıca ayağa kalktım ve etrafı dinledim.

 

"Gece boyu hiç konuşmadı."

 

Fısıltı ile gözlerimi kapatıp saçlarımı geriye attım.

"Hiç mi?" dedim kendimi kaptırıp.

 

"Hiç."

 

Ayağa kalkıp dolabıma ilerledim. Siyah bir gömlek ve kumaş pantolon giydikten sonra üzerine kabanımı giydim. Saçlarımı taradım, elimi yüzümü yıkadım ve dışarıya çıktım.

 

Arabama binmiş ve anahtarı çevirmiştim ki onu duydum.

 

"Sanırım bugün de yağmur yağacak."

 

Gözlerim direksiyonda kalırken fısıltı bağırdı.

 

"Atkı! Atkıyı da al."

 

Telaşla arabamın kapısını açtım ve evimin kapısına ışınlandım. Katlayıp bir poşete koyduğum atkıyı alıp tekrar arabama ışınlandım. Kapımı kapattıktan sonra hızla kontağı çevirmiştim. Arabayı pastaneye sürerken gerginlikten dişlerimi sıkıyordum.

 

"Ya bu sefer tanımazsa?" dedim alt dudağımı ısırarak.

 

"Bilmiyorum."

 

Çok yardımcı oldun.

 

Arabayı pastanenin önünde durdurdum. Hızlıca indim ve yağmurun altında girişe koştum. İçeri girdiğimde her zamanki kadın gülümsedi.

 

"Hoş geldiniz."

 

Küçük bir baş selamı ile birkaç adım attım ve içerideki insanlara baktım.

 

"Burada değil."

 

"Bir simit." dediğimde gülümseyerek gözlerime bakan kadın her zamanki cümlesini kurdu.

"Yeni bir müşterimiz olduğunuz için söylemek istiyorum. Kartlarımızı alırsanız devamlılıkta indirim sağlıyoruz."

 

Kafamı sallayıp kart koleksiyonuma bir tanesini daha ekledim. Dakikalar içerisinde istediklerimi hazırlayıp verdiklerinde hızla dışarı çıkmıştım ki onu gördüm.

 

Ellerini başının üzerine koymuş, yağmurdan korunmaya çalışarak, pastaneye koşuyordu. Ufak bir bakışım ile yağmuru iki ayırdım. Hiçbir damla üzerine düşmedi ama o telaşından fark edemedi.

 

Nefes nefese önüme geldiğinde bir adım öne attım.

 

"Sakın sen konuşma. Belki de unuttu seni."

 

Konuşmamak için dudaklarımı birbirine bastırsam da gözlerimi üzerinden alamadım. Beni tanımıştı bir kere.

Elleriyle saçlarını düzeltirken kafasını kaldırınca göz göze geldik.

 

"Merhabalar." dedi kocaman gülümseyerek.

 

Arkamı döndüm ve etrafa bakındım.

 

"Sana dedi."

 

Bana dedi.

 

Ellerimi arkamda saklarken bir adım geri gittim.

 

"Merhabalar."

 

Attığım geri adıma bakarken ellerini saçlarından indirdi.

 

"Benden rahatsız mı oldu acaba?"

 

Duyduğum fısıltı ile kaşlarım havaya kalktı. O ise bir adım geri atmıştı. Telaşla üzerine bir adım attım.

 

"Biraz böyle gelin, yağmur..." diyerek damlayan suyu gösterdim. "...ıslanacaksınız."

 

Dönüp suyun aktığı kısma baktıktan sonra hafifçe gülümsedi ve yanıma yaklaştı. Gergince geriye çekildim. Yanlış anlaşılıyorum.

 

"Hava yine yağmurlu." dedikten sonra hafifçe gülümseyip ellerini ceplerine soktu.

 

"Yine."

 

Gözlerimi zeminde gezdirdikten sonra bir adım öne attım. Başını hafifçe kaldırdı ve kısa saçları gözlerinin üzerinde kaldı. Rahatsız oluyor muydu? Saçları göz kapaklarına değiyor.

 

"Çok soğuk, yine." dediğimde gülümsediğinde iki küçük çukur oluştu yanaklarında.

 

"Sanırım soğuk havaları seviyorsunuz. Ne zaman denk gelsek hava soğuk oluyor."

 

"Her şeyi hatırlıyor."

 

Fısıltının çığlığı ile dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

"İsterseniz size sıcak bir şeyler alabilirim." diyerek bir adım daha üzerine atmıştım ki kafasını iki yana salladı.

 

"Hayır, geç kalıyorum. Maalesef eşlik edemeyeceğim."

 

"Reddedildin."

 

Gözlerimi gözlerinde gezdirdim. Kahverengi gözlerden nefret ederim.

 

"Hoşça kalın." diyerek tekrardan gitmek üzereydi ki bir adım öne atıp duraksamasına sebep oldum.

 

"İsminiz?" dediğimde güldü. Gözlerim gülüşüne takıldı. Neden güldüğünü anlamadım.

 

"Bilmiyorum."

 

Arkasını dönüp giderken elimi kaldırdım ve gökyüzündeki o aptal bulutu ülkenin başka bir ucuna yolladım. Şaşkınca havaya baksa da koşmaktan vazgeçmemişti. Otobüse binmiş ve gözden kaybolmuştu.

 

Neden söylemedi?

 

"Sen söylemediğin için."

 

Elimi sinirle saçlarıma daldırdım. Ben bilmiyorum çünkü!

 

Öfkeyle elimi direğe vurduğumda içeri doğru çökünce bir adım geri çekildim. Gergince etrafa bakındıktan sonra düzeltmek için bir iki çaba göstersem de nafileydi. Sessiz sessiz geri kaçtım ve arabama ilerledim. Arabama bindiğim sıra birkaç çocuğun direğin etrafında toplandığını görmüştüm. Yumruktan çöküntünün içine yumruklarını koyuyorlardı...

Loading...
0%