@ladyrebel
|
"Yaşamak için sebepler aradım, yaşarken." "Hoş geldiniz!" Küçük bir baş selamının ardından yine o cümleyi kurdu. "Yeni müşterimiz olduğunuz için belirtmek isterim. Kartlarımızdan alabilirsiniz. Daimi müşterilerimize indirim sağlıyoruz." Tezgahın üzerindeki kartları gösterdiği sıra da ufak bir kafa sallama ile elimi uzattım ve kart aldım. "İki simit ve her poğaçadan bir tane." dediğimde kafasını sallamış ve siparişlerimi hızlıca hazırlamıştı. Her şeyin ücretini ödedikten sonra pastanenin dışına çıktım. "Bugün cumartesi. İşe gitmeyecektir." Gözlerimi etrafta gezdirdim. O sırada birkaç belediye işçisini gördüm. Yumruk attığım direği söküyorlardı. Gözlerimi kaçırdım ve o tarafa sırtımı döndüm. "İyi ki hafızalardan siliniyorsun, dikkat çekmeme konusunda berbatsın." Gözlerimi gökyüzüne çevirdim bu sefer. Üzerime gelme. "Bugün cumartesi gelmeyecek..." Kafamı eğip etrafa bakındım. Gelmeyecek miydi cidden? Sökülüp kamyona yüklenen direğe bakarken biri geldi karşıma. "Merhabalar." Dünkü adamdı sanırım. O kız ile konuşan memur. "Merhabalar." Cevabım ile gözlerime bakıp hafifçe gülümsedi. "Acaba her sabah buraya geliyor musunuz?" "Hayır." "Nasılsa hatırlayamaz. Salla." Kafasını sallayarak etrafa bakındı. "Anladım. Teşekkür ederim. İyi günler dilerim." Yanımdan geçip gittiğinde derince bir nefes verdim. Sanırım gelmeyecek. Elimdeki dolu poşetler ile karşıdan karşıya geçtim. "Bu kadar poğaçaya gerek var mıydı?"
Sinirlendirmeye çalışıyor. O yüzden böyle davranıyor. Elimdeki poşeti hafifçe sallayıp birkaç adım attım. Her sabah bu taraftan geliyordu. Arkadaşının evinde kaldığını söylemişti. Doğru, o gece verdiğim adres buraya yakın değildi. "Belki de yalan söyledi." İstersem zihnini okuyabilirim. "Yine pastaneye gitmiş." Duyduğum ses ile hızla kafamı kaldırdım. Önce arkama sonra karşıya baktığımda onu gördüm. Üzerinde rahat bir eşofman vardı. Ellerini montunun ceplerine sokmuş yürüyordu. "Şanslısın." Karşımdan geldiği için adımlarımı yavaşlattım. Böyle yaparsam sanki daha uzun sürerdi münasebetimiz. "Günaydın." dedim bu sefer ben. Aramızda kalan son adımları da atarken elini kısa saçlarına attı ve geriye ittirdi. "Günaydın." dedikten sonra elimdeki pastane poşetine baktı. "Birileri gelmiş sanırım eve. Ne kadar çok poğaça almış." Düşüncelerini duyar duymaz savunmaya geçtim. "Bugün bir farklılık yapmak istedim." dediğimde kaşlarını kaldırıp gözlerime baktı. "Benim..." dedikten sonra arkama baktım ve derince bir nefes aldım. "Bana eşlik etmek ister misin?"
"Ne?" "Rezillik." Gözlerimi kaçırdım. Yanlış mı anladı? "Hayatında hiç mi bir kız ile konuşmadın?" Ne diyebilirim? Sonuçta insanlığımı unutalı çok oldu. "Özür dilerim. Sanırım çok yanlış izah ettim." diyerek birkaç adım geri çekildim. Gözleri geriye attığım adımlara kaydı. "Yine geri çekildi."
Hızlıca üzerine adım attığımda bu sefer o geri çekilmişti. "Ben..." dedim poşeti kaldırarak. "...yarısını sana verebilirim. Eğer eşlik etmek istemezsen, evde de yiyebilirsin. Çok fazla almışım." Öylece gözlerime baktı. Ben de öylece ona baktım. Saçmalamıştım. Üstelik çok kötü bir şekilde saçmalamıştım. "Şurada bir çardak var." diyerek elini ileriye uzattığında eğilip gösterdiği yere baktım. Cidden vardı. Kabul mü etmişti yani? "İçecek." dedim hızla dönerek. "Yanında ne içmek istersin?" "Çay güzel olurdu ama nereden bulup getirsin." Gözlerini yerde gezdirdikten hemen sonra bana baktı ve gülümsedi. "Meyve suyu alabiliriz." dediğinde kaşlarım çatıldı. İstediği bu değildi. "Sen çardağa önden gidebilir misin? Ben hemen alıp geleceğim." Uzattığım poşeti tedirgin bir tavır ile eline aldığında arkasından baktım. "Saymayı seviyordum." Ufak adımlar ile uzaklaşırken gözlerimi kıstım. Arkasını dönüp bana baktığında ufak bir baş hareketi ile geri döndüm ve bir pasaja girdim. Birkaç adım atıp boş bir kapıyı açtığımda bir kahvehanede bulmuştum kendimi. "İki çay. " dedim hızlıca. "Termos var mı? Direkt termos ve bardak ver bana." "Tabii, ama biraz pahalı tutar hocam." Dediğinde kafamı salladım. "Sorun değil. Biraz acelem var." Termosu alıp birkaç karton bardak ve bardağa da biraz kül şeker attım. Parasını ödedikten sonra hızlıca çıkmıştım kahvehaneden. Kendimi yeniden pasajda bulduktan sonra hızlıca yürümeye başladım. "Sakin ol, poğaçalar ile kaçmamıştır." Sakinim. "Gel de beni buna inandır." Sessizce pasajı geçip caddeye çıktığımda onu gördüm. Elinde telefonu ile bir şeyler yapıyordu. Etrafa bakındıktan sonra hızlıca yanına yürümeye başladım. Havalar da bir hayli soğuktu. Soğuktan hoşlanıyor gibi de durmuyordu. Yanına gelip de termosu masaya koyduğumda kaşlarını havaya kaldırdı. Karşısına oturduğumda; "Çay mı getirdin?" dedi şaşkınca. "Evet, yakınlarda bir tanıdığım vardı." diye yalan söyledim. "Keşke başka bir şey dileseydim." Yüzümdeki samimiyet silindi. Beğenmemiş miydi? Oturduğum yerden hızla ayağa kalktım. "Meyve suyu istemiştin ama çay getirdim. İstersen gibi meyve suyu da alabilirim?" dediğimde ellerini kaldırarak o da ayağa kalktı. "Hayır, hayır! Çok teşekkür ederim. Canım çay istiyordu ve çay getirmene mutlu oldum." Dudaklarımı yalayıp sessizce geri yerime oturdum.
"Neden bu kadar gerginsin?"
Nasıl olmayayım? Karşımdaki kız geleceğimi ya da geçmişimi elinde tutuyor olabilir. Nasıl yaklaşsam bilemiyorum. Hoşlanıyor da değil gibiyim ama merak ediyorum. O kim? "İsmini öğrenebilmem mümkün mü?" dediğimde gülerek geriye kaçtı ve kafasını salladı. "İlk ben sormuştum." dedi sempatik bir tavırla. "Neden bu kadar gülüp duruyor?" Bilmiyorum Fısıltı.
"Benim..." dedim gözlerimi masaya çevirerek. Ne diyeceğim? "Cehennem bekçisi." Komikmiş. "Mahmut?"
Gözlerimi tekrar gözlerine çevirdiğimde düşünceleri sızdı yine zihnime. "Kendini tanıtmak istemiyor ama neden beni tanımaya çalışıyor?" Çünkü sende bir şeyler var. Bende olmayan... "Alp." dedim kafamı aşağı yukarı sallayarak. "Özür dilerim, çok sosyal bir insan değilim." diyerek durumu toparlamaya ve bu salak hareketlerime anlam katmaya çalıştım. "Alp ..." dedi kaşlarını kaldırarak. "İsmi güzelmiş." Dudaklarımı birbirine bastırdım. Gözlerimi kaçırıp da ellerime baktığımda Fısıltı güldü. "İsmini güzel bulması önemli mi? İsmin değil ki." Bozuntuya uğradığımı belli etmemeye çalışırken gözlerimi tekrardan gözlerine çevirdim. "Senin?" "Ela." dedi kafasını sol omzuna yatırıp. "Senin ismin de güzelmiş." dediğimde kafasını aşağı yukarı salladı ama sonrasında yüzünü buruşturdu. "Zorla ismime iltifat ettirmişim gibi oldu." Kaşlarımı havaya kaldırdım. Ne? Neden böyle düşündü? İlk iltifatta bulunan o olduğu için mi? "Eğer ilk önce sen söylemiş olsaydın ilk önce ben iltifatta bulunurdum." dediğimde durup öylece birbirimize baktık. Gözlerini kaçırmadı. Ben de kaçırmak istemedim. İstemedim ama...kaçırdım. "Kaç kişiyi vahşice öldürdün ama bir kız ile bakışamıyorsun bile." Sinirle elimi ceketime atmış, sigara paketimi kavramıştım, ki karşımdaki kızın varlığını hatırladım. Gözlerimi kapatıp derince bir nefes çektim. Olacak iş değil. "Bir şey mi oldu?" dediğinde kafamı iki yana salladım. "Hayır, havanın soğuk olduğunu fark ettim." diyerek geri çekildim ve gözlerine baktım. "Ne iş yapıyorsun bu arada?" Konuyu dağıtmak istediğim sırada uzanıp bir poğaça aldı. Ben de sessizce çay doldurdum. "Yeni atandım. Sınıf öğretmeniyim." dediğinde kaşlarım havaya kalktı. "Kaç yaşındasın?" "26. Sen?" dedi merakla. "Kaç yaşındasın?" Fısıltının iması ile gözlerimi kaçırdım. Taşmak üzere olan bardağa bakıp daha az olanını ona uzattım. "30." dedim öylesine. O yaşlarda duruyorum gibi. "Teşekkür ederim." Çayı önüne alırken hafifçe gülümsemişti. Gözlerim her gülümsediğinde dudaklarına kayıyordu. Benim gördüğüm dudaklar daha çok kan dolu oluyordu. Ölüme yakın bir şekilde morarmış ve bazılarının rengi solmuş. Onunkiler ise soğuktan kızarmıştı. "Sen ne iş yapıyorsun?" dedi öylesine sorduğunu belli ederek. Muhabbet dönsün diye kendini zorladığını fark edince kaçıp gitmek istedim. "Ben..." dedim alt dudağımı yalarken. "...inşaat mühendisiyim." Kafasını sallarken poğaçadan bir ısırık aldı. Yaşı konusunda emin miydi? Daha küçük gösteriyordu sanki. Ayrıca kendisi öğrenci gibi dururken nasıl öğretmenlik yapabiliyordu? "Yoğun bir hayatın olmalı." "Ciddi bir şekilde çalışıyor sanırım. Sürekli takım elbise giyiyor." Sözlerinin üzerine gözlerim gözlerini buldu. Her şeyi duyamıyordum. Ara ara zihnime sızıyordu düşünceleri. Acaba bir şeyleri yanlış bir yapıyordum? "Seni böyle alı koydum. Bunun adına özür dilerim." diyerek etrafa bakındım. O da gözlerime bakıp hafifçe kafasını salladı. "Aslında çok şaşırdım." dedi elindekini masaya bırakırken. " Her sabah seni görmüş olsam da o gece çok..." elini kaldırıp gözlerini kıstı. Sanki o geceyi gözlerinin önünde canlandırmaya çalışıyor gibiydi. "...çok farklıydın. Yani soğuk, şu anda da çok sıcak kanlı gözükmüyorsun ama, o gün çok soğuk bir insandın." Kafasını sallayarak kendini onaylarken benim anlamsız bakışlarımla karşılaşınca ellerini kaldırdı. "Özür dilerim, özür dilerim. Bir anda senli beni konuşup da fazla laubali oldum." dediğinde kafamı iki yana salladım. "Hayır, asıl ben teşekkür ederim." dedikten sonra sessizce uzanıp bir poğaça aldım. "Samimiyetin için." Bu cümle ikimizin için de bir nokta olmuştu. Sessizce çay içmiş, poğaçalarımızı yemiştik. Havanın soğuğu tenimizde istilâ kurarken sadece küçük küçük bakışmakla yetinmiştik. O bir yabancıydı. Ben de onun için bir yabancıydım. Onun için ben bir hiç olsam da bu yabancı benim için her şeydi. Hayatın benden alıp götürdüğü her şeyi sırtlayıp bana getirmiş gibiydi. Her ne kadar bilmesem de. Uzanıp da bardağına biraz daha çay koydum. Çay bardağını önüne uzattığım sıra, kibarlık olsun diye, ellerini açıp bekledi. O küçücük anda, işaret parmağım avuç içine değmişti.
Her yer karardı. Ruhum, bir kılçık gibi, bedenimden ayrılıp hızla geriye savrulduğunda sadece nefesimi tutabilmiştim. O hızlı savruldum ki, geride kalan bedenimin kalıntısı, ruhumu çizdi sanki. Midem bulandı. Başım döndü ama her yer karanlıkken onu gördüm. "Sadece mutlu olmak istemez misin?" Kir pas içerisindeki ellerimi pantolonuma sürterken doğruldum. "Anlamadım. " Yüzü bulanık bir kadın, üzerime usulca yürüdü.
"Sen de..." diye fısıldadı. "...herkes gibi mutlu olmak istemez misin?" Ruhum görünmez bir duvara çarptı sanki. Ruhum durunca bedenim onun üzerine geldi ve evren eski hâlini aldı. Boğuluyormuş gibi bir his veren o durum düzeldiğinde öne doğru savruldum. Elimi elektrik çarpmış gibiydi. Sık boğaz eden o his ise yavaşça göğe yükseldi. "İyi misin?" Karşımdan gelen ses ile gözlerimi gözlerine çevirdim. O da neydi? "Ben...ben bir şey gördüm." dedi Fısıltı. Ben de bir şey gördüm. "Evet. Evet, özür dilerim. Başım döndü." dediğimde endişeyle bakan gözleri gözlerimde gezindi. Sık nefeslerimin arasından kendimi geriye doğru çektim. Ondan biraz uzak dursam iyi olacak gibiydi. Üstelik az önceki durum, benim gibi iri yarı bir adama bile, çok ağır gelmişti. "Estağfurullah." diyerek ayağa kalktığında ben de ayağa kalktım. "Gitsem iyi olacak. Tekrar özür dilerim." Arkamı döndüm. Geride ne bıraktığımı o an düşünmek gelmemişti aklıma. Kime sırtımı dönmüştüm, neleri heba etmiştim ya da kimden vazgeçmiştim hiç bilmiyorum. O kadın, sadece hayatımı, ufak elleri arasında tutuyordu. Benim koskoca hayatım onun ellerine sığacak kadar... Kaçtım. Arkama bakmadığım için onun ne yaptığı hakkında bir fikir edinememiştim. Caddedin başında attığım ilk adımın ikincisi evimin önünde bitmişti. Hızla merdivenleri çıkıp da kendimi evime attığım yaptığım ilk şey bir ayna bulmak oldu. Her zamanki gibi. Her gün saatlerce yaptığım gibi. Bir aynanın karşısına geçmiş ve düşünmeye başlamıştım. Ben kimim? Neden böyle bir hayat sürüyorum? Adım ne? Kaç yaşındayım?
Nereliyim? Ailem nerede?
Gözlerime bakıyorum mesela. Bu gözleri tanıyan birileri var mı? Saçlarıma bakıyorum. Bu saçları tarayan biri var mıydı? Dudaklarıma dokunan, çillerimi sayan... Ben kendimden vazgeçmeye çok yakındım. Kendimi tanımadığım için. Kim için yaşıyordum mesela? Kim içindi bu ceza? Cehennem dedikleri burası mıydı acaba? Öldür, öldür ve ölme. Öldükçe kendinden bir şeyleri de öldür. Yürü. Yürü ve arkana bakma. Kalk, tekrar yürü ve öldür. İnsanlığının da son kırıntısı bu yolda heba olsun. Böyle böyle mahvol. Böyle böyle kahrol. "Eğer...eğer biraz daha uzun temas etseydiniz ölecektim." Fısıltı, yalnızlığımın katili. "Eğer biraz daha o lanet yerde dursaydım, ikinci şansım mahvolacaktı." Gözlerime uzun uzun baktım. Kendimi tanımaya çalıştım. Her gece olduğu gibi. Her gece yaşanmış olabilecek şeyleri tarttığım gibi. Acaba biri tarafından mı öldürüldüm? Bir mafya babası beni öldürdü ve ondan intikam almak için geri geliyorum? Belki de bir vur-kaç olayıydı. Issız bir caddedin ortasında, bir araba tarafından, ezilmiş bedenimin intikamı? İntihar ettiğimi söylüyordu Fısıltı ama artık o da bu fikri pek beğenmiyordu. "Olasılıklar hiç bitmeyecek." "Sonuçlar da değişmeyecek." Fısıltı. Bazen düşüncelerimi duyamıyordu. Bir bedenin içinde iki farklı kişi gibiydik. Onun sadece sesi vardı. Bir de işe yaramaz ruhu. Benim bedenime gelen bir ziyaretçi. Anladığım kadarıyla onun ruhu mistik gücü getirendi. Benim bedenim ise dünyaya açılan kapı. İkimiz bu şekilde arada kalmıştık. Aslında benim ruhum çoktan bedenimi terk etmişti. Ben de o da hiçbir şey hatırlamıyoruz. Ve sona ulaşana kadar da hatırlamayacağımızı bile bile yaşıyoruz. Buna her ne kadar "yaşamak" denirse... |
0% |