Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bir Meleğin İntikamı

@ladyrebel

 

"Günleri saydım, gülleri astım, kendimi yaktım ve seni aştım..."

Elimde dönüp duran sigaram. Önümde dönüp duran televizyon. Sallanıp duran ayağım ve Fısıltı'nın lafları.

"Onu bulmayı denememiz gerekmez mi? Ben, ben bir şeyler daha hatırlamak istiyorum. Bu kız belki de her şeye daha çabuk ulaşmamızı sağlar? 444 kişinin canını almak kolay mı?"

Sigaranın dumanı garip garip hareketler ederek evin tavanına sinerken dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Zaten 400 kişiyi öldürdük bile." dedim sakince. "Geri kalanı mühim değil."

Külünü tablaya döktüm. Dağılmış siyah lekelerine baktım dikkatle. Hak etmiş miydik acaba? Başımıza hep kötü bir olay geldi, diye düşünürken kötü olanlar biz olabilir miydik? Sonuçta birilerinin canını alıp duruyorduk. Belki de cezalandırılıyorduk.

 

"Ona bakarsan öldürdükçe geçmişimiz hakkında bir şeyler hatırlayacaktık ama 400. bile bize bir şey katmadı."

 

Sigarayı kültablasına bıraktıktan sonra geriye yaslandım. Haklıydı. Haklı oluşu sinirimi bozdu. Fısıltı, genel olarak sinir bozucuydu. Fillen bir bok yapamadığı için tek yaptığı aklımı karıştırmaktı. Zaten aklı başında olmayan bir adamdım. Bu yaptığı sadece ortalığın içine sıçmaktı.

Gözlerimi kapattım. İnsanı insan yapan neydi? Ben insanlığımı hangi cümlenin sonunda kaybetmiştim? Nasıl bu vaziyete gelebilmeyi başarmıştı bu mevzu? Şimdilerde pes etmek çok daha cazipti.

"Ne yapmamı bekliyorsun?"

Fısıltı'nın sabrı benimkinden önce tükenmişti.

"Yanına git."

Mahvolmuş halime baktım. Darmadağınık kıyafetlerim, darmadağınık saçlarım, yorgun yüzüm...

"Önce kendimize çeki düzen vermemiz lazım."

Zaten korkutmuştuk kızı. Dünkü çekip gidiş bundan fazlası değildi. Hem bir şeyler yemeye davet etmiş hem de cinliymiş gibi ondan kaçmıştık. Haksız da sayılmazdık aslında. O bizim için bir cinden daha fazlasıydı. Belki de bir ölüm meleği.

Dolabın kapağını tutup açtığımda bir adım geri çekildim. Siyah ve griliğin arasında birkaç beyaz gömlek dikkat çekiyordu. Gece ve yıldızlar gibi. Karamsar ve saçma.

Uzanıp siyah bir gömlek aldım ve kendi üstümdekini çıkarıp yere attım. Usulca giyinirken Fısıltı'yı dinliyordum.

"Onu bulduğumuzda hemen ona dokunma. Biraz konuş. Eskiden nerede yaşıyormuş? Ailesi kimmiş? Belki de birimizi daha öncesinden tanıyordur."

Pantolonumun fermuarını çektikten sonra saçlarımı geriye doğru attım. Beni tanımıyordu sanırım. Belki de tanıdığı Fısıltı'dır. Tanısa bana bir şeyler söylerdi.

Üzerime kabanımı giydikten sonra derince bir nefes aldım. Böyle hazırlanmak rahatsız ediciydi. Geriliyorum gibi hissettiriyordu. Ben böyle insanları öldürmeye giderdim. Şimdilerde ise ölmeye gidiyor gibiyim.

Ayakkabılarımı giyip de aynanın karşısına geçtiğimde yorgun gözlerim karşıladı beni. Allah biliyor ya, hiç gitmek istemiyorum.

"Ela..."

Fısıltı ile bedenim hızla öne savrulduğunda kafam bir ağaca çarptı. Geri geri yalpaladıktan hemen sonra ayağımın altında gelen bir çıkıntı yüzünden sırt üstü yere düştüm. Düşmek ile kalmamış yan tarafımdaki trafonun dış cephesine çarpıp büyük bir gürültü çıkarmıştım.

İnsanlar bu gürültü yüzündendir ki, önce kaçışmışlar ve sonrasında üzerime gelmeye başlamışlardı.

"İyi misiniz?" diye soran birini bir diğeri takip etti.

"Nasıl düştünüz öyle?"

Ellerimi yere koyup sessizce doğrulurken bozulmuş kabanımı hırsla çekiştirdim. Kandırıldım mı?

"Kandırıldık."

Öfkeli yüzüm yüzünden insanlar farklı düşünmüşlerdi. Belki de düşüp de kendimi rezil ettiğimi falan.

Elimi alnıma dayayıp derince bir nefes aldım. Sinirlenmemek elde değil. Bana yalan söyledi? Neden gerçekleri söylesin ki? Sonuçta ben bir garip yabancıydım. Ben de bana güvenmezdim. Ama birilerinin bana bu denli güvenmemesi nasıl böylesine canımı sıkabildi.

"İyi misin abi?"

Ellerimi birbirine sürtüp de temizlediğim o vakit küçük bir çocuk geldi. Burnunun ucu soğuktan kızarmış, saçları dalga dalga olmuştu. Annesi ona bir ördek hırkası giydirmişti. Turuncu turuncu geziyordu ortalıkta.

"İyiyim." diyerek ona tepeden bakış attım. Çocukları seviyor gibi bir halim yoktu. Kendimi sevmiyorum bırak çocukları.

"Uf olmuştur." dedikten sonra elini garip dikişli cebine attı ve kendi ağzındaki gibi bir şeker çıkardı. "Al, bunu yersen acısını unuturmuşsun."

Uzattığı şekere ufak bir bakış attığı sıra annesinin gözlerini üzerimde hissettim. Bana kısa bir bakış attıktan sonra tekrardan oğluna baktı. Bana uzattığı o şekerde çok büyük şeyler görmüş gibiydi. Gözlerinden belliydi. Oğlunu tebrik ediyordu, oğluyla gurur duyuyordu. Uzanıp şekeri aldıktan sonra hızla açıp ağzıma attım. Ben de kendimle gurur duyacağım.

 

"Eyvallah." diyerek elimi çirkin hırkasına vurdum ve yanından geçip yürümeye başladım. Kollarını iki yana açıp annesine koştuğu duygusal anları bilmeye de görmeye de gerek yoktu.

"Belki de o farklı olduğu için ismiyle yanına gidemiyoruz."

Ağzımdaki elmalı şeker erimeye başladığı sıra dönüp bir ağacın dibine tükürdüm. Şekerli şeyleri sevmem.

 

"Belki de sadece kandırıldık."

Üstümdeki anlamsız kaygı. Aklımı çelen garip fikirler vardı. Sadece kandırılmış olmak bile sinirlerimi bozmaya yetiyordu. Dün önünde eğilip büküldüğüm kıza şimdi kin dolu düşünceler güdüyordum. Belki de bu hisler sayesinde insanlığımı geri kazanıyordum. Fısıltı sanırım haklıydı. Her ne olursa olsun bu kız normal biri değildi. Ya da çok daha güzel izah edilirse. "Sadece" biri değildi.

Elimi kabanımın cebine attıktan hemen sonra zippomu çıkardım. Sigara paketini de elime almış, sarhoş gibi yürürken, bir dal çıkarmıştım. Dalı dudaklarımın arasına sıkıştırmış, üç tane sigara kalan paketi cebime geri koymuş, zippoyu çakmıştım. Ateşi sigaranın ucuna tutarken derin bir nefes çektim.

"Onu bulmamız gerek."

Sigarayı ağzımda tutarken birkaç hızlı adım attım. Önümden geçen, ellili yaşlarının ortasında, gıcık tipli bir amcanın yakasını yakaladığım gibi kendime çektim. Buruşmuş gözlerindeki anlık korkusu dikkatimden kaçmamıştı.

"Buradaki en yakın okul nerede?" diye sorduğumda titreyen elini karşı caddeye tuttu. Gözlerimi kısarak gösterdiği yere baktım. Yakasını bıraktığım gibi geriye yaplamış ve sonrasında garip sesler çıkararak hızla uzaklaşmıştı. Gözlerimi bir an olsun işaret ettiği yerden çekmeden sigaramı elime aldım.

"Bulacağız."

 

Sigaramın yavan tadını keyifsiz bir tavırla içerken hızla caddeyi aşmıştım.

Bugün hava düne göre daha soğuktu. Kar geldi gelecek, insanlar eldiven giydi giyecek gibiydi. Şimdiden karı bekleyen vitrin mankenleri bembeyaz şeyler ile süslenmişti. Aptal ağaçlara mısırlar yapıştırılıp ziyan edilmiş, garip şarkılar türemiş, insanlar birbirlerine atkı hediye etmeye başlamıştı. Mevsimlerin en sinir bozucusu gelmişti.

Sigaramın ucunu bir direğe bastırıp söndürdükten sonra çöpe fırlattım. Karşımdaki masmavi okul öylece bana bakıyordu.

"Fırat Demir Lisesi."

Dişlerimi birbirine sürterken Fısıltı canımı daha da sıktı.

"İlkokul olduğunu belirtmedin."

Nefesimi dışarı üfledikten sonra sinirle arkamı döndüm. Evimin kapısını açıp da içeri girdiğimde yaptığım ilk iş kabanımı, beyaz fayanslara, atmak oldu. Yerde sürüklenip biçimsiz bir şekilde katlanınca kendimi de koltuklardan birine atmak oldu.

Evin tavanına bakarken sessiz bir iç çektim. Neden bu kadar sinirlendiğimi bile bilmiyorum. Bugünün işi de aklıma gelince sinirlerim daha da bozuluyordu. Bugünün zanlısı biraz can sıkıcıydı. Ama her şeyden önce sanırım biraz uyumalıyım.

.

.

.

Kafamı sertçe kaşıdıktan sonra doğruldum. Elindeki şişeyi fıralatan adama iş atan kadının tavırlarını ruhsuzca izlerken Fısıltı sıkıntıyla fısıldadı.

"Bazen sadece ölüp gitsem daha iyi miydi?,diye sorguluyorum kendimi."

Gözlerimi etrafta gezdirdim. Belki de haklıydı. Ölüp gitsem her şey daha kolay olmaz mıydı? En azından şu an olduğu gibi bu çukurun içinde pislikten yontulmuş insanlarla olmazdım. Sadece cehennem ve zebaniler.

Düşündürür müydü?

Bugünün zebanisi benim oysa.

"Pişt, sert çocuk." diyen bir kadının cilveli sesi ile kafamı geriye atıp çardağa baktım.

Yan taraftaki süslenip püslenmiş ağacın LED ışıklarını çardak boyu dolamış, bir disko topu olacak hale gelene kadar, sarıp sarmalamışlardı. Onca parlak şeyin içerisinde bile kadının kırmızı dudakları göz alıyordu. Normal miydi bu ruj?

Gözlerimi kısıp dikkatle yüzüne baktığımda sırıttı. Onu aradığımı anladığından yüzünde tipsiz bir ifade oluşmuştu.

"Buradayım, burada!" dediğinde elimin birini geriye attım ve oturduğum yerde gerildim.

"O değil."

Biliyorum.

"Ne o, kaçamak mı yapacaksın? Yıllar sonra..."

Gözlerimi kapatmış bir sabır çekerken ayak sesleri işittim. Bir kadının erkeğin dikkatini çekecek olan o topuk sesi.

"Baktım sen yolunu bulamıyorsun..."gülüş sesine karışan konuşması gözlerimi kısmama sebep oldu "...yolu yapıp bizzat yürüdüm."

Boydan boya, gelişi güzel bir tavırla, kendisini süzdüm. Neon bir ışık gibi parlayanan rujunun yanında kırmızı elbisesi bir hayli sönük kalmıştı. Üzerine birkaç tane yarabandı yapıştırdığı esmer bacağında ince bir yılan dövmesi vardı. Gözlerimi tekrar gözlerine çevirdiğimde kaşlarını havaya kaldırıp sırıttı.

"Beğendin mi?" dedi ayağını oturduğum yere koyup da yırtmacını biraz daha açarken. "Yakın bir arkadaşım yaptı. İstersen sana da bir şeyler ayarlarım."

"Biraz daha böyle gevşek gevşek konuşursa, ruhum bedenini ele geçirecek, suratının ortasına vuracağım."

İlk defa doğru konuştu.

Kafamı yana attıktan sonra gözlerimi etrafta gezdirdim.

"Buralarda en çok ne sevilir?" dediğimde kahkaha atarak yanıma oturdu. Rahat hareketlerinin tarafımca hiçbir zararı yoktu. Ne kadar gevşek insan o kadar fazla bilgi.

"Kadınları."

Tek kaşımı hafifçe havaya kaldırdığımda merakla yüzüme baktı.

"Asker misin?" dedi gözlerini kısarak. O an fark ettim ki alt dudağının ruju taşmıştı. Sigara içerken her yerine bulaştırmıştı. "Kaşındaki yara nasıl oldu?" diye sorduğunda dilimi damağıma dayadım. Asker miydim?

"Bu kadınlar nereden geliyor?"

Hiçbir sorusuna cevap vermeyip de bambaşka bir soru sorunca kaşlarını çattı. Elimi ceketimin cebine atıp sigara paketimi çıkardım. İçerisindeki son dalı dudağıma koyarken gözlerini ilerideki grupta gezdirdi.

"Fazla dikkat çekiyorsun. Pek de eğlenecek gibi bir halin yok." diyerek ciddileştiğinde gözlerim gözlerini buldu. "Bence başına bir şey gelmeden kalk git sen." dediğinde zippoyu çakıp kaşlarımı çattım. Sigaranın ucu tutuşurken kadının ciddiyetleşmesi hoşuma gitmişti. Ciddi meseleler ciddi insanlar ile konuşulmalıydı. Konuşamıyorsak eğer...

Sigara paketimi kavradığım gibi bana doğru gelen adamın alnına fırlattım. Yanımdaki kadın kalktığı yere hızla geri oturunca elime sigaramı alıp gözlerine baktım.

"Benim için eğlence başıma gelen 'şeyler'." dediğimde şaşkınca yüzüme baktı. Ben ise çoktan ayağa kalkmış, bozulmasın diye ceketimi çıkarıp kalktığım yere koymuştum.

"Ne arıyorsun?" dedi dudağındaki piercing ile üzerime yürüyen eleman. Gözlerinin altındaki morluklar çoktandır bağımlı olduğunu bağırıyordu. Bir de topallaması yok mu?

"Bela." dedikten hemen sonra etrafa bakındım. "Biraz da bilgi."

Biri saçlarını karıştırarak önüme geldiğinde arkasındaki adamı unutmamak için eğilip tekrar baktım. Buradaki hiçbir kişi unutulmamalıydı.

"Ne bilgisi puşt? Siktir git geldiğinde yere." diye bağırdığında kaşlarımı çatarak yüzüne baktım.

"Kime küfür ettin?" dediğimde o da kaşlarını çatarak bana baktı.

"Sana." dedi üzerine basa basa.

Elimi kaldırdığım gibi boynuna doğru tuttum. Bedeni bir anda öne doğru fırlayıp, da boğazı avcumu doldurunca, göz göze geldik. Fısıldadım.

"Sen, kime küfür ettin?"

Çığlık atarak kaçanlar umurumda olmadı. Boynundan ensesine ulaştığım gibi kafasını kaldırdığım esnada ayağına tekme attım. Ayağı yerden kesilir kesilmez kafasını pis zemine vurmuştum. İşi bitmişti. Arkamı dönüp bir adım attığımda kaçanlardan birini ensesinden yakaladığım gibi geriye savurdum. Ölenin üzerine düşünce bu sefer diğer tarafa adım attım ve kadını saçlarından tuttuğum gibi geriye fırlattım. O da diğer ikisinin yanına gelince karşılarına geçtim.

"Sen..."

Titrek sesleri, ağlamaklı ifadeleri ve korku dolu bakışları. Ölen çoktan altına yapmıştı. Kasları çalışmıyordu zaten. İçtiği onca alkolden sonra normaldi.

"Eline ne geçecek?" diye sordu yerde kıvranan tipsiz. Ensemi kaşırken tek dizimin üzerine çöktüm.

"Senin eline ne geçtiyse..."

"Onları öldürünce yol ilerlemeyeceğiz."

Doğru. Bazılarını hırsımı alamayıp öldürdüğüm de oluyordu. Az önceki gibi. Sırf dünyadaki fuzuli varlığına tahamül edemeyip öldürdüğüm de olmuştu. Bir pisliği de yanında promosyon için öldürüyordum. Zaten bir kere elin bulaşınca kan denen illete ardı arkası kesilmiyordu. Nefes gibi. Gündelik yemek gibi. İnsan sadece öldürüyordu ve sorgulamıyordu artık. "Ben kimin canını aldım? Kimi kimden kopardım? Çocukları var mıydı? Annesi arkasından ağlar mıydı?" İnsan önce kendi vicdanını boğazladığı için düşünmüyordu artık bu küçük şeyleri. Tabii, kime göre küçük şeyleri?

İlk öldürdüğüm kişi. Beni mahvetmişti. Her gece rüyama girmiş, bana hayalleri hakkında konuşup durmuştu. Küçük bir göl evi istiyormuş. Her pazar oğluyla balık tutmak ve balıklar için solucan bulmak. Çamur olmuş ellerini karısının eline sürtüp onu iğrendirmek, çocuğuna kahkahalar attırmak. Küçük bir sandalyenin yanında kendi sandalyesi olsun. Karısı kilim üzerinde uzansın, kürekli bir tekneleri olsun... Düşününce güzeldi. Düşününce özeldi. Kim bilebilirdi? Kim düşünebilirdi ki böyle hayalleri olan bir adamın başkalarının hayallerini yiyip bitirdiğini.

Küçücük çocukları kaçırıp ailelerinden fidye istedikten sonra insanların organlarını da çalmıştı. Hırsızlıktan daha kötüsünü yapabilen bu adam küçük bir göl evinin hayaliyle yaşıyordu ha? Komik. Göl evini boş ver, gölde piknik yapamamış insanların hayatlarıyla dalga geçerek yaşayan birinin hayali ne denli saygıyı hak ederdi?

O gün kendime bir söz vermiştim.

"Bazı hayaller diğerlerinden daha açtır. Öyle açtır ki; ilk önce seni yemekle başlar. Seni yer, yer ve sen bittiğinde bir başkasını yer. Önce en tatlı yerinden." diye fısıldadım kulağına. "Hayallerinden..."

  

 

Loading...
0%