@ladyrebel
|
"Tırnaklarına doldurduğun toprağa gömülmeliyim..."
Cesetleri karakolun önüne attığım esnada onu gördüm. Şaşkın bakışları suratımda geziniyordu. Kim bilir yine ne düşünüyordu? Ben, onun hakkında, acımasızca çalıştırıldığını düşünüyordum. Her gece karakolun önünde duran hep aynı adamdı. "Ellerini kaldır!" Bağırışı ile çıkardığı silahına kısa bir bakış attım. Eli havada kalmış, silahı metrelerce öteye uçmuş, kendisi şaşkınca yüzüme bakmıştı. "Sigaran var mı?" dediğimde kaşları çatıldı. Yarım saat önce son sigaramı içmiştim. Paketin dibini gördüğümden canım bir hayli sigara istiyordu. Ne zaman işim bitse sigara içerdim zaten. Pisliğin üstünü bir başka pislik ile sıvamak gerekiyordu. "Anlamadım." Mırıltısı ile derince bir nefes alıp geriye çekildim. "Fuhuş." dedim parmağımı yerdeki leşlere tutarak. "Üç zanlı. Ele başları yok. Yarın getiririm." Arkamı dönüp bir adım attım. Yer ayaklarımın altından silinip saniyeler içerisinde yeniden çizildi. Kan olmuş boktan zeminin yerini kaldırım taşları aldı. Gecenin uğultusunu araba sesleri kesti ve ben bir bakkalın önüne geldim. Cam kapıyı ittirip içeri girdiğimde, çayını göbeğine koyup da tüplü televizyon izleyen, dükkan sahibi korkuyla doğruldu. Tavşan kanı çay göbeğini bir hayli kirletmişti ama soğuk olduğundan bir tepki vermemişti. Belki de televizyondaki kadınları izlemekten içmeyi unutup soğutmuştu. "Sigara satıyor musun?" . . . "Bugünün işini yarına bıraktın."
Beşinci sigaramı yakarken balkondan şehre baktım. "Ne olmuş?" "Bilirsin, sadece bir işimiz var."
Sigarayı dudaklarıma koyduğum esnada sert bir rüzgar esti. "Kim demiş?" "Sen iyi misin?"
"Değilim."
"Fark ettim." Konuşmamız burada son buldu. Birbirimize katlanıyorduk. Açıkça belliydi. Ne ben ondan haz duyuyorum ne o benden. Belki de birbirimizden nefret bile ediyor olabiliriz. Sigaramın dumanıyla, karanlık geceye, resim çizerken o kadının fısıltısı ilişti zihnime. "Kar mı yağacak?" Kaşlarımı çatarak doğruldum. Üzerimdeki siyah kazağa dökülen kül geriye çekilmeme sebep oldu. "Duydun mu?" Elimin tersiyle kazağımı silerken gözlerim ayaklarımda kaldı. Gidemez miyim yani? İsmini söyleyip de onu bulamaz mıyım? Ela... Öne doğru attığım adımın hemen ardından yer ayaklarımın altından silindi. "Aptal." Yüz üstü yere çakılmam ile sigaram elimden düşmüştü. İnleyerek ellerimi yere koydum. Kahretsin! Bu kadar yüksekten nasıl düşebildim? Yanağıma bulaşan çamurun verdiği rahatsızlık bir yana acıyan göğüs kafesim bir yana. Buruşturduğum yüzüm ile doğrulurken arkamdan gelen bir çığlık sesi geriye doğru bakmama sebep oldu. "Düştü!" diye bağırdı kadın tekrardan. "Gökten düştü!" Kafamı iki yana sallayıp kendime gelmeye çalıştığımda birinin ellerini kollarımda hissettim. "İyi misiniz?" Tanıdık ses duraksamama sebep oldu. Kaşlarımı çatarak kafamı çevirdiğimde ise onu gördüm. Gelmiş miydim yani? İsmiyle... "Alp Bey?" Sorusu ile kendime gelemedim. Hatta daha kötü oldu. Aklım tamamen karıştı. Acıyan canım, arkada bağırıp duran kadın, aklımdaki tonla soru ve Fısıltı. "Neden düştük?" Kendimi geriye çektiğim sıra gözlerimi üzerinde gezdirdim. Gece vakti ne işi vardı burada?
"İyi misiniz?" diye tekrardan sorunca dudaklarımı birbirine bastırdım ve kafamı salladım. Burası neresi? Yanına gelmeyi başarabilmiş miydim? "Nasıl iyi olabilirsiniz ki? Yüzünüz gözünüz çamur." Sözleri sonunda beynime ulaşınca telaşla doğruldum. Çamur olmuş ellerime baktım önce. Bazı toz ve pislikler de yapışmıştı avuçlarıma. Kaşlarımı çatarak ellerimi birbirine sürterken kafamı kaldırıp yukarı baktım. Ne? Balkondan mı düştüm? Dördüncü kattan? "Bir yerin kırıldı mı?" diyen yabancı kadına kısa bir bakış atmıştım ki onun kahve gözleri araya girdi. Telaşlı ifadesi, yüzündeki endişesi ve kırışmış alnıyla gözlerime bakıyordu. Doğrudan. Hızla kafamı eğip doğruldum. "Yalnız değilsin. Ben de utandım." Gözlerimi kaçırıp ayağa kalkarken yüzümü saklamaya çalıştım. Birkaç adım geri gittim topallayarak. Sırtımı ona dönmüş, suratımı farklı yönlere çevirmiştim. Ellerimi pantolonuma silerken yabancı kadın tekrar araya girdi. "İyi olduğuna emin misin?" Gözlerimi son bir kez daha kaçırmıştım ki Ela karşıma geçti. "Yardım etmemize izin verin." Her şey saçma sapan bir hal aldığında Fısıltı ellerini havaya kaldırdı. "Teslim ol. Kaçamazsın."
"Ela Hanım?" dedim sanki yeni tanımış gibi. Şaşkın yüzünde anlayışlı bir tebessüm yeşerirken gözlerimin içine baktı. "Evet, Alp Bey. Benim, Ela." İlk defa utandım. İlk defa utanma hissi buram buram koktu. Sonuçta hiçbir şekilde hatırlanmayan bir adamın hatırlandığı tek insana bu şekilde gözükmesi...akıl karı değildi. Nasıl olabilmişti bu olay? Hem de en olmadık zamanda. Üzerinde sadece siyah bir boğazlı ile kot pantolonu vardı üstelik. Bu soğuk kış ayında intihar etmek gibiydi. "Öykü, senin için sorun olmazsa Alp Beyi birkaç saatliğine misafir edebilir miyiz?" diyerek yanındaki arkadaşına bakmıştı. Elindeki cüzdanını havaya kaldıran kadın önce arkasına sonrasında bana baktı. "O zaman siz gidin Ela. Eğer bu gece babamın valizlerini almazsam sorun yaşarım." dediğinde Ela bir bana bir arkadaşına bakınca kendimi fazlalık hissettim. "Hiç gerek yok. Siz beraber gidin lütfen. Ben başımın çaresine elbet bakarım." diyerek birkaç adım geri atmıştım ki Fısıltı bağırdı. "Dur olduğun yerde!" Ayaklarım o an yere çakıldı. "Nerede yaşadığını öğren." Elimin tersiyle yüzümdeki çamuru silerken Ela koluma dokundu.
"Tamam, biz önden gidiyoruz." Nazikçe beni yönlendirdiğinde kaşlarımı çatarak kolumu tutan ellerine baktım. Yaşlı falan da değilim.
"Ben yürürüm, endişe etmenize gerek yok." diyerek bir adım kendisinden uzaklaştığımda havada kalan ellerini birleştirdi. Ellerini ovuşturup nereye koyacağını bilemez bir şekilde havada gezdirince dudaklarımı yaladım. "Nasıl düştünüz?" dedikten hemen sonra kafasını iki yana salladı. "Çok daha doğrusu, görüşmeyeli nasılsınız?" diyerek hafifçe öne eğildi. "Son konuşmamızda pek de iyi ayrıldığımız söylenemez." Gözlerimi kaçırdım. Nasıl bir bahane şu anki durumdan beni kurtarabilirdi? "Özür dilerim." diyerek kaçmak istedim tüm sorulardan. Saatler öncesine kadar içim kinle dolup taşmışken yüz yüze gelince kafamı çevirip kaçasım gelmişti. "Ben sık boğaz ettiğim için özür dilerim." dedi gözlerini kaçırarak. Kirli kaldırımların üzerinde yürürken soğuk tenimi delip geçti. Bedenim artık kendini ısıtmak için delicesine titriyordu. Isınmaya çalışma çabamı fark etmesin diye şekilden şekile giriyor, aciz halimi anlamaması için sessiz dualar ediyordum. Bir sokak kedisi. Büyük de değil. Üzerinde siyah ve sarı beneklerin bulunduğu, uzun kuyruk tüylerine sahip olan önümüze atladı. Öncesinde korkup bir adım bana doğru atsa da sonrasında gülümseyerek eğilmiş ve kafasının üzerine iki küçük şaplak atmıştı. "Ödümü kopardın, deli kedi!" diye fısıldamıştı. Göz ucuyla kızarmış ellerine baktım. Anlaşılan o ki o da üşümüştü. Üzerindeki bej montun bir faydası yoktu sanırım. "Kar soğuğu." Fısıltısı zihnime sızarken ellerimi pantolonuma sürtmüştüm ki önüme geçmişti. "Geldik." dedi gözlerini açıp gözlerime çevirdi. "Birinci kat."
Kafamı çevirip de gözlerinden kaçtığımda kaşlarım çatıldı. Bu kadar yakın mıydık? İki bina yan tarafımda mı oturuyorlardı? "Evine ne zaman döneceksin?" diye sorduğumda önüme geçip kapının kilidini açtı. Açılan kapının ardından sıcak hava üzerimize hücum etmişti. "Sanırım iki hafta sonra." deyip de içeri girdiğinde ben de ayakkabılarımı çıkarmış ve içeri girmiştim. Pembe ve beyaza boyanmış, minyon evin hiçbir yeri bana uygun durmuyordu. Siyah olan hiçbir şeyin olmaması bile garipti. Ben ilk defa beyaz bir televizyon görüyorum.
"Lavabo bu tarafta." diyerek beni yönlendirdiğinde, etraftaki vazolara çarpmamak için, dikkatle yanına gittim. Açtığı kapıdan geçip kendimi aynanın önüne attım. "Gökte ararken yerde bulduk." Kafamı hafifçe salladıktan sonra aynadaki akime baktım. Sonrasında ise gözlerimi kapatmıştım. Bu yüz ile mi geçti onca zaman? Göz kapağım ve elmacık kemiğim çizilmiş, hafif hafif akan kan çamurlu yüzüme bulaşmıştı. Dudağımın, çenemin, burnumun sol tarafı hep çamurdu. Hatta saçlarım bile. Elime bir dolu sabun sıkıp, yaraları umursamaksızın, hızla ovaladım. Şeffaf suyun rengi kahveye çaldığında suyu defalarca suratıma vurmuştum. Hızla yüzümü yıkadım ve sonrasında kafamı daldırıp saçlarımı da yıkadım. Daha fazla böyle dolanıp kendimi rezil edemezdim. Saçlarımı sıkıp tüm suyu akıttıktan sonra son kez kendime baktım ve dışarı çıktım. Birkaç adım atmıştım ki gelen ayak sesleri kafamı sağa çevirmeme sebep oldu. "Sana..." dedikten sonra gözleri kocaman açıldı. "Bekle!" Koşarak çıktığım banyoya girmiş ve hemen ardından elinde bir havlu ile yanıma gelmişti. "Saçlarını bu şekilde bırakamazsın." diyerek havluyu havaya kaldırıp bana uzandı. Bir anda durdu adama. Kahve gözlerine baktım. Neden durduğunu anlamadım, neden aceleyle havlu getirdiğini de anlayamamıştım. "Kurulamalısınız." diyerek benim vurdumduymaz bakışlarımdan gözlerini kaçırmıştır. Elime tutuşturulmuş olan havluyu sıkıca kavrarken kafamı salladım. Havluyu kafama koymuş, dikkatle kurularken, önümden giden kadının peşine takılmıştım. Beraber geniş bir salon ve salonla birleşik bir mutfağa gelmiştik. Koltuklardan birine oturmam için bakışları yetmişti. Oturduğum koltuktan ona bakarken havluyu ellerimin arasına aldım. O mutfağa gitmiş, sessiz sessiz bir şeyler yapıyordu. En sonunda elinde garip şeyler ile yanıma geldi. Karşıma otururken biraz çekingendi. "Gülümseyemez misin?" Gözlerimi kaçırdım. "Ben bile korkuyorum bazen senden." Fısıltı canımı sıkmaya başladığı sıra Ela'nın sesiyle başımı kaldırdım. "Yaralarına biraz merhem sürsek yeter." dediğinde elim yanağıma gitmeden yumruk oldu. "Zahmete gerek yok. İyiyim." desem de kafasını iki yana sallayıp zorla gülümsemişti. "Israr etmeme sebep olmayın lütfen." Ne olduğunu anlamadım. Eline bir peçete aldı ve bana doğru uzandı. Geri çekildim. "Yerinde dur." Dokunmasını istemiyorum. O kara deliğe düşmek istemiyorum. "Allah'ım yerin dibine girmek istiyorum..." Zihnime sızan düşüncesi ile dudaklarımı birbirine bastırdım. Ne diyebilirdi ki insan? Bana dokunmandan korkuyorum. Bu laf söylenir miydi ki? Mümkün mü? "Acıtmayın lütfen." Aptal cümlemin rezil hissi ile kafamı eğdim. O ise pamuğu bir şeylere batırmış, elmacık kemiğime sürtüyordu. "Ödeştik sayılır." diye mırıldandı. Odanın sarı ışığı, gözlerine vururken, kahveleri bal gibi gözüktü. İçlerinde koyu kahve çizgilerin çizdiği bir resim vardı sanki. Öyle dikkatli öyle büyük bir ciddiyetle baktım ki gözlerine, göz göze geldiğimizi bile, fark edemedim. "Hangi konuda?" dedim boş vermişliğin sonuna kadar. "Bana yardım etmiştiniz." dedikten sonra kahve sıvıyı kenara bırakıp başka bir krem aldı eline. Kulak pamuğunun ucuna sıktıktan sonra biraz daha yaklaştı. Kaçamadım. "Yardım bile sayılmazdı." Soğuk krem yaralarımın üzerinde erirken gözlerimi kapattım. Ona daha fazla bakamazdım. Beni geriyordu. Beni endişelendiriyordu. Beni zamansız yakalıyordu. "Öyle demeyin, çok korkmuştum." dedikten sonra geri çekildiğinde derince bir nefes aldım. Gözlerimi yüzünde gezdirdim. Sol göz kapağında bir ben vardı. Gözünün altında da bir ben vardı. Dudağının kenarında ise ufak, beyaz, bir iz. "Şimdi iyi misiniz?" O gülümsedi, ben gözlerimi kaçırdım. "Evet, çok iyiyim." Ellerindekiler ile geri çekildiğinde kafamı kaldırmıştım ki hızla ayağa kalktı. "Yeşil çay sever misiniz?" Ben de telaşla ayağa kalktım. "Hiç gerek yok. Ben gideyim." diyerek bir adım geri attığımda o da bir adım üzerime attı. "Türkiye'de nerede görülmüş, eve gelmiş misafire bir şey ikram edilmeden gönderildiği." diyerek kaşlarını çattı. Yüzünün suretine tezat duran o agresif hâli dikkatimi çekti. Böyle insanlar görmeyeli uzun bir zaman oluyordu. "Evin bereketi kaçar." Dönüp de yanımdan geçip gidince arkasından uzunca baktım. Açık olan mutfağa girip birkaç takırtı çıkardı. Küçük bir kız çocuğunun mutfakta yaramazlık yaptığını düşündürten o seslerden sonra bağırdı. "Kurabiyeleri ben yaptım. Umarım beğenirsiniz." Gözlerimi ellerime çevirdim. Unuttuğum onca şeyin arasında bir de bunlar eklenmişti. Evin sıcaklığı. Ben evimin soğuk duvarlarındaki kasvete, koltuğumun üzerinde yalnız başına oturan minderime, bir tek bana yanan avizeme öyle alışmıştım ki bir başkasının yaptığı yemeği evimdeki tabak servis edememişti. Komşularım beni hatırlamadığından, herkes daireyi boş sandığından, geceleri evimin ışığının yanmayışından bir hiçmişim gibiydim. Gibisi fazlaydı. Şu ana kadar. Bu hiç sanki bu kadının yanında bir şeydi. İyi ya da kötü. Bir şeydi. "Tabii. Yerim." dediğimde gülümseyerek omzu üzerinden gözlerime baktı. Minnet. Bu ifade nedensizce beni memnun etmişti. 'Vay' dedim kendime. "Vay be, insanlıktan kırıntılar." Elindeki ahşap tepsiye iki kupa ve iki sallama poşet çay koydu. Suyun rengi sarıdan yeşile doğru çalarken, beyaz süslü tabaklardaki, kurabiyelerini de ortasına yerleştirdi. "Bu taraftan." Önümden geçip gittiğinde peşi sıra arkasından baktım.
"Muhabbet et onunla. Tanımaya çalış." Fısıltı'nın derdi benimkinden başkaydı. Ben kadına bakıyordum o kadının sahip olabileceklerine. Nasıl bir gücü vardı? Kimdi? Bizim sırlarla dolu hayatımıza dahil olma gücüne nereden erişti? İsmini söylediğimizde neden canımız yanıyordu? Balkona çıktığımızda, elindekileri hemen küçük sehpaya bıraktı, koşarak sürme pencereleri çekti. Kapatır kapatmaz yan taraftaki, gerçeklikten uzak, gazlı şömineyi yakmıştı. Üzerine birkaç tane de odun attıktan sonra gülümseyerek bana döndü. "Birazdan odunlar tutuşur, gazı kapatırız. Balkon az bir şey ısınsın, o zaman, pencereleri de açarız." dediğinde kafamı salladım. Gülümseyerek yanımdaki minderli sandalyeye oturmuş ve oturduğu gibi geri kalkmıştı. Koşarak içeri gittiğinde derin bir nefes çektim. O an fark ettim ki o etrafımdayken hiç olmadığım kadar gergindim. Doğru düzgün nefes alamayacak kadar. "Battaniyesiz olmaz!" Üzerime ufak, krem rengi bir şey serdiğinde ne diyeceğimi bilemedim. Sessizce bozulmuş kenarlarını düzeltirken yanıma oturdu. "Pek konuşkan biri değil galiba. Çok mu zorluyorum?" Gözlerimi kapattım ve sessiz bir nefes koyverdikten sonra aklıma ilk geleni söyledim. "Ne iş yapıyors-" "Sınıf öğretmeni." Fısıltı, tüm mahvettiğim şeylere fener tutmuştu resmen.
"Çok özür dilerim. Unuttuğumdan değil. " diyerek ellerimi birbirine kenetledim. "Sadece, sosyal yönüm çok zayıf. Muhabbet edemeyen bir tipim." Küçük gülüşünün sesi kulaklarıma dolduğunda kafamı kaldırdım. Allah biliyor ya, o gece bana bir şey oldu. Ne olduğunu bir türlü çözemediğim o şey, hiç varolmamış hayatımı talan etmişti.
|
0% |