@ladyrebel
|
"Umarım bazı şeyleri anlaman zaman alır; su akmış, yağmur yağmış ve ben senden bir hayli uzaklaşmışımdır..." Ellerimin arasında döndürüp durduğum Zippo ile tam karşıma baktım. Geçenlerde canını almam gereken eleman sonunda kendisini göstermişti. Siyah, parlak topuklu ayakkabıları ile önümden geçip giderken sessiz bir nefes aldım. "Senin için hangisi daha zor?" Gözlerimi kısarak kadının gittiği eve baktıktan sonra dudaklarımı yaladım. "Bir kadın mı, bir erkek mi?" Zippomu kapatıp cebime atarken kaşlarımı havaya kaldırdım. "Bir kadın her zaman çok daha zordur." Sessizce binaya ilerlerken karşıma çıkan iki korumaya baktım. Bu üç beş katlı binaya neden geldikleri bile belli değildi. Buraya kadar kendilerini yormalarının bir sebebi olmalı. "Başka zaman gel." dedi iri yarı adam. Elini omzuma koyma cesareti gösterdiğinden gözlerim gözlerini bulmuştu. "Şu anda müsait değil." "Abimler beni bekler." diyerek elimin tersiyle elini ittirdiğimde kaşlarını kaldırarak suratıma baktı. Bendeki bu cesaretin nereden geldiğini merak ediyor gibiydi. "Müsait değil." diyerek kendisini yinelediğinde gözlerinin içine baktım. Tıpkı onun gibi. "Evime girerken izin alacak değilim." Bir anda suratıma yumruk atmak isteyince hızla eğilmiş ve kolunu kavradığım gibi omzuma dayayıp sırtımdan yere fırlatmıştım. Koskoca bedeni bok çuvalı gibi yuvarlandığı sıra üzerimdeki kabanı düzelttim. "Beceriksiz pezevenk." Bileklerimi düzelterek önüme döndüğüm sıra diğer üzerime koşmuştu. Yumruğumu karnına indirip kolunun altından geçtikten sonra diz kapağının arkasına bir yumruk attım. Tek dizi üzerine yer çöktüğünde ise ters bir tekmeyle ensesine vurmuştum. Artık yarına kadar uyurdu. Yeniden doğrulmuş. Önce kabanımı sonra bileklerimi ve en son yakalarımı düzeltmiştim. Kendimden emin adımlar ile merdivenleri çıkarken yukarıdan çığlık sesleri geliyordu. Bir kadının feryadı bile denebilir. Ellerimi kumaş pantolonumun ceplerine sokup ağır ağır merdivenleri çıktım. Merdiven boşluğundaki rutubet kokusu sigara içmek istememe sebep oluyordu. "Sana dedim ama..." dedi kadın. "...böyle yaşama. Gel işte. Bizim güzel kızlarımızın yanına katıl. Ama yok. Şöyle namus, böyle namus, namus da namus!" diye bağırdığında sonuna kadar açık olan evin kapısından içeri girdim. İçeridekiler konuşurken girişin tam sağında kalan mutfağa geçtim ve etrafa bakındım. Bir bardak su içmek istiyorum. Dolapları açıp kapatmam ile çıkan ses içeridekilerin dikkatini çekmişti sanırım. Bağırma sesleri kesilmiş, garip bir sessizlik ele geçirmişti. "İçeride biri mi var? Kontrol etmediniz mi!?" Üst dolaplardan birini açıp da su bardağı aldığım sıra mutfağa biri girdi. "Sen kimsin?" diye sorunca bardağı tezgaha bıraktım ve ocağın yanındaki sürahiye uzandım. "Su içmeye geldim." Surahideki suyu bardağa dökerken ayaklarıma baktı. Ayakkabılarım ile içeri girmeme mi sinirlenmişti? Onun da ayakkabıları ayağındaydı. "Sanırım bu evin sahiplerinden değilsin." dediğinde su dolu bardağı elime aldım. "Çok susadım. Kapı da açıktı girdim. Bir bardak suyun sorunu çıkmaz diye düşündüm." dediğimde elini yan taraftaki tavaya uzattı. Tavanın sapını tehditkar bir tavırla kavrarken mırıldandı. "Haneye tecavüz bile sayılır." dedikten sonra tavayı bana doğru savurunca eğilip altından geçtim. Doğrulur doğrulmaz elimdeki su bardağını suratına doğrultmuştum. Yüzüne çarpan su ile geriye doğru sendeledi. Onun bu hareketi ile bardağı bakıp iç çektim. "Kırılması yazık olacak." Eliyle yüzünü silerken bardağı kafasında patlattım. Acı bir ses ile yere düştüğünde üzerinden geçip salona girdim. Herkes şaşkınca bana bakıyordu. Az önce bağırıp çağırıp, hiç durmaksızın, isyan eden kadın bile susmuştu. "Geçerken bir bardak su içeyim dedim ama pek misafirperver gözükmüyorsunuz." Yerdeki kadına ve kucağındaki küçük kız çocuğuna bakıp sol tarafa doğru ilerledim. Birkaç adım atmıştım ki bir ayna gördüm. Gömleğimin bir ucu dışarı mı çıkmış? "Ne halt yediğini sanıyorsun sen!?" diye bağırdı kadın. Umurumda olmadı. Hızlıca gömleğimi düzeltemeye çalıştım. "Ne yapıyorsun?" "Baksana bozulmuş, düzeltiyorum." diyerek çıkmış uçları içine sokarken kadın bağırdı. "Manyak mısın lan sen!?" Ben de sinirle bağırınca ortalık bir hayli karışmıştı. "Manyağım ulan!" Elini beline atıp bir silah çıkardığında ben de elimi bir silah haline getirip ona tuttum. Gözleri elimde gezindi. Beni deli sanıyordu. Belki de haklıydı. Deli olabilirim. Gülerek alt dudağını ısırdığında tek kaşımı havaya kaldırdım. İnsanı kötü yapan neydi? Neden orman varken bataklıktan haz ederlerdi? Deniz, gökyüzü, güneş, ışık, yıldızlar...say say bitmez. Milyonlarca sebep vardı sevmek için. Ölüp giden yıldızlar bile insana güzel gözükürken insan neden sessizce ölüp gitmiyordu.
"Bu mahallenin delisi sen misin?" Kafamı salladım. "Ben sanırım dünyadaki en deli kişiyim." Sessizce yutkunduktan sonra silahının ucuyla yüzümü gösterdi. "Üzüldüm." dedi alaylı bir ses tonuyla. "Böyle bir yüze, böyle bir fiziğe yazık olmuş." "Ben de üzüldüm." Yerde titreyen kadın kızının kollarını sıkıca sarmaladığı sıra canım sıkıldı. "Sana yazık olmuş."
Silahının emniyetini kapattı sıra, silah gibi tuttuğum, elimi salladım. Kadın bir anda geriye fırlamış, sırtı pencereye çarptığı için, camı kırıp yere düşmüştü. Üzerine düşen cam kırıklarını umursamadan elinden düşürdüğü silahı aldım ve doğruldum. "Gözlerini kapat." dedim kadına. "Kızının bu anı görmesini istemezsin." Kadın telaşla kızını sarıp sarmalarken yerde yatan kadının kafasına iki el ateş ettim. Çıkan yüksek ses ile birlikte küçük kız tiz bir çığlık atmıştı. Silahı yerdeki cesedin üzerine atarken sol gözümü kaşıdım. Bazen cidden bunu yapmak zorunda olup olmadığımı sorguluyorum. "Az kaldı." Derince bir nefes aldım. İnsan olmaya az kaldı. "Etraftaki herkesi öldürdüm." diyerek diz çöküp yerdeki kadına baktım. Kızını öyle çok sıkıyordu ki kendisi boğarak öldürecekti resmen. Benden, az önceki kadına kıyasla, daha çok korktuğu kesindi. "İyi iş çıkardın Sena." dedim kızının saçlarını okşayan ellerine bakarken. Titrediği için doğru düzgün bile yapamıyordu. "Kötü olmaktansa iyi olarak öl." Cebimden üç beş kuruş çıkarıp onlara verdikten sonra sessizce evden çıkıp arabama gittim. Bozulmuş yakalarımı düzeltmiş ve arabama binmiştim ki aklıma geldi. Üç gün. Üç gündür ne pastaneye gitmiştim ne de okuluna. İçimde garip bir sıkıntı vardı. Evlerine gitse miydim? "Neden durduk?" "Sence onu ziyaret etmeli miyiz?" Arabayı çalıştırmış, sessizce geri geri giderken Fısıltı bütün fikirlerini yere döktü. "Bence gitmeliyiz. Öldürdükçe bir şeyler hatırlama olayı yanlış gibi. Az önceki kadın hafızama hiçbir şey katmadı. Ela ile arkadaş olmalısın." Arabayı döndürüp gazladım. Kar yığınları kaldırımları ele geçirmişti. Hava gittikçe soğuyordu. Bazı geceler insan pencere kenarına geçip yağan karı izlemek istiyordu. İşte mevsimin tam da o zamanlarındaydık. "Onu tanımalıyız." . . . Ellerimi ceplerime sokup hızlıca yürürken, bir anda önüme çıkan adam ile, adımlarımı kestim. Kesik eldivenli ellerini arkasına atarken gözlerime baktı. Kafasındaki koyu renk şapkaya bakıp dişlerimi birbirine bastırdım. "Merhabalar."
Ellerimi ceplerimden çıkarmadan yüzüne baktım. "Merhabalar." Üzerindeki ceketi düzeltirken etrafa bakındı. "Buralardan çok sık geçer misiniz?" dediğinde kafamı iki yana salladım. "Hayır." Uzun süre bakıştık. Sonrasında kafasını sallayarak bir adım geri gitti ve elini sol tarafa uzattı. "Şuradaki direk ikinci kez darp edildi. Acaba herhangi bir şüpheli gördünüz mü?" dediğinde gözlerimi gözlerine çevirdim. Kalkıp "ben yaptım, boşuna aramayın" diyemezdim ama birilerini araması işime gelirdi. Ne kadar meşgul olursa o kadar Ela'dan uzak olurdu. En azından beni hatırlamayan bir polis yüzünden aramızda bir mesele yaşanmazdı.
"Hayır, görmedim." diyerek gözlerine baktım. Beni neden güldürmüyor? "Anladım. Kendinize dikkat edin." Geçip giden adamın arkasından baktıktan sonra hızla pastaneye yürüdüm. Her zamankinden farklı olarak kurabiye almıştım. "En azından yenebilir." Gözlerimi kurabiyelerde gezdirirken kafamı salladım. En azından yenebilir. Kurabiyeler ile dışarı çıkmış ve hızla evime ışınlanmıştım. Evimin önünde birkaç adım attığım sıra onu gördüm. Evden çıkıyordu. Üzerinde rahat kıyafetleri vardı. Bugünün hafta sonu olmasının verdiği rahatlık ile etrafa bakındım. "Doğal davran." Dudaklarımı yalayıp derin bir nefes aldım. Evime yaklaştığı sıra kafamı kaldırıp gözlerine baktım. Bakışlarım dikkatini çektiğinde kaşlarını kaldırarak bana bakmıştı. Elimi hafifçe kaldırıp selam verdim. "Günaydın." dediğimde gülümseyerek yanıma geldi. Attığı adımların küçüklüğünde takılı kaldı gözlerim. "Günaydın Alp Bey." diyerek tam karşımda durdu. "Kurabiyelerim var." Elimi kaldırıp poşeti gösterdiğimde dikkatle bakmıştı. "Bu bir davet mi?" deyince dudaklarımı birbirine bastırdım. "Evet." Gözlerimi kaçırdığımda Fısıltı sinirle bağırdı. "Bu bir davet!!" Ağzımı açtığım sıra göz göze geldik. Tekrar kafamı eğerken başımı salladım. "Evet, istersen bir fincan kahve içebiliriz."
Sözlerimin hemen ardından evimin kapısını gösterdiğimde şaşkınca yüzüme baktı. "Evinizde mi?" Gözlerim yüzünde uzunca gezdikten sonra telaşla geri çekildim. "Kış vakti. Dışarısı çok soğuk." dedim ve etrafı gösterdim. "Çardak kar almış. Oturamayız." diyerek çevreye bakındım. Yanlış mı yapmıştım? "Ben de size gelmiştim." dediğimde kaşlarını havaya kaldırdı. Onun tepkisi ile daha da karıştı aklım. "Ama siz yaralanmıştınız..." diyerek açıklama yapmaya çalıştığında ben de araya girdim. "Ben de kurabiye borcumu ödemek istiyorum." Elimdeki poşeti hızla aramıza soktuğumda gözlerini kırpıştırarak poşete baktı. Yüzü kızarmıştı. Yanaklarındaki kızıllığın tatlılığı gözlerine vurmuştu. Ne yapacağımı bilemedim. Az önce "tatlı" mı dedim? Kurabiyelerden... "Peki madem." diyerek güldü. Yalandan güldüğü o kadar belliydi ki. Hızlı adımlarla merdivenlere giderken arkasını dönüp bana baktı. "Koskoca iki yetişkiniz." Sahte kıkırtısı ile merdivenleri çıkmaya başlayınca gergince arkama baktım. Ne yapacağım? "Kahve." Evime giriyor. "Davet ettik." Evime daha önce hiç kimse girmedi. "Beni adamdan saymıyor musun?" Sonuçta senin ayaklarının yerde izi kalmıyor. "Hadi ama Alp Bey(!) duşta bile beraberiz!"
Kavga mı istiyorsun? "Kışkırtan sensin." "Ne kışkırtması? Akıl alıyorum. " Sinirle sesli konuşunca, merdivenlerin ortasında, durup bana baktı. Ben aşağıda kaldığım için kafamı kaldırmak zorunda kalmıştım. Üzerindeki kapüşonlu montunun kenarlarından çıkan saçı yüzünün bir kısmını kapatıyordu. "Anlamadım." Kafamı iki yana salladım. "Özür dilerim, kendimle konuşuyordum." Kaşları havaya kalkarken hafifçe gülümsedi. "Bunu bir tek ben yapıyorum sanıyordum." Saçlarını geriye attıktan sonra merdivenleri çıkmaya devam etti. "Anlaşılan o ki geçmişimizde ben senden daha deneyimliyim." Dilimi dudaklarımın üzerinde gezdirirken sesli bir nefes verdim. Evimin önüne geldiğim sıra Ela'nın merdivenleri çıkmaya devam ettiğini görünce arkasından baktım. "Benim dairem bu katta." Yarısına kadar çıktığı merdivenlerden bana baktı. Yüzü iyice kızarırken yalandan güldü yine. "A... Önden gittiğim için dalmışım. Daha önce de gelmediğimden..." Kafamı sallarken anahtarımı çıkarıp kilidi açtım. "Bundan sonra karıştırmazsınız." diyerek içeri girdiğimde Fısıltı güldü.
"Az önceki cümle bir oda olsa bin tane kapısı olurdu." Ne? "Hangi kapıyı açarsa o anlama gider. Böyle bir cümleyi ne demeye kurduysan?" Şaşkınca arkamı dönünce onun da benim kadar şaşkın duran yüzüne baktım. "Yani, tekrar gelmek isterseniz diye. Belki de bir sorununuz olursa, yardım isterseniz, şekeriniz biterse..." Ayakkabılarını çıkardığını görünce kenardan bir terlik aldım telaşla. Terliği ayaklarının önüne bıraktığımda ikimiz de bir süre hareket etmedik.
Bunca zaman boyunca evime hiç kimse gelmediği gibi ben de hiç kimsenin geleceğini düşünmemiştim. Bu yüzdendir ki hiç fazladan terlik almak, battaniye koymak, yastık istiflemek geçmedi aklımdan. Şimdi onun küçük ayaklarının karşısında duran benim devasa terliklerim pek mantıklı gözükmüyordu. "Sanırım..." diyerek yutkundu. "...bana biraz büyük gelecek." Kafamı hafifçe aşağı yukarı salladım. "Kesinlikle büyük gelecek." Cümlem ile gülerek ellerini yanaklarına koydu ve saçlarını kulağının arkasına sıkıştırırken terlikleri giydi. Aklımdan geçen kelimeler karakterime ters düştü. "Sanırım evinize pek misafir gelmiyor." diyerek, ayaklarındaki o koca şeyler ile, üzerime birkaç adım atınca nefesimi tuttum. "Evet." dedim bir robot gibi. Ne ileri gidiyor ne geri gidiyor ne de gözlerimi kırpıyordum. Sanki şu an hiçbir şekilde hareket etmemem gerekiyordu. "Uzun zamandır yalnızım." Gözlerinden geçip giden o anlamlı bakış gözlerime uğradı. O an garip bir şey yeşerdi içimdi. Yıllar sonra ilk defa insanmışım gibi hissettirdi. "İlk gelen ben değilimdir herhalde." deyip de güldüğünde öylece yüzüne baktım. "İlk gelen sizsiniz." Yüzündeki gülümseme öylece yere düştüğünde ne yapacağını bilemez bir şekilde gözlerime baktı. Bunu söylemek ile hata mı etmiştim bilemiyorum ama ona karşı dürüst olmak istiyordum. El verse, gerçekten el verse gerçekleri bile anlatabilirdim belki de... "Ciddi misiniz?" Kafamı sallarken geri çekildim. "Evet, hayatı yalnız yaşayanlardanım." Sanırım şu anda kaçmalıyım. En azından yanlış anlaşılmamak için. "Pek çevrem yoktur, sosyal becerilerimin az çok farkındasınız." Poşeti siyah mutfak tezgahıma bıraktıktan sonra üzerimdeki kabanı çıkarıp koltuğun üzerine koydum. Birkaç adım atıp yanına gittiğimde gözlerime baktı. "İçerisi dışarıya kıyasla fazla sıcak olmalı." Kafasını sallarken hızlıca montunu üzerinden çıkardı. Uzattığım elimin üzerine koyduğu montuna baktığım sıra salonda birkaç adım atmıştı. Sımsıkı tuttuğum montu ile onu izledim. Ayağındaki büyük şeyler ile attığı küçük adımlar. Her adımında değişen yüz ifadesi ve detaylıca etrafa bakışı. "Sanırım hayatınıza dahil etmediğiniz tek şey insanlar değil." Montunu kabanımın üzerine bırakırken merakla yanına yaklaştım. "Dahil etmediğim?" Bana döndü. Kızarmış burnuna, dağılmış saçlarına bakıp dikkatle ağzından çıkacak sözleri bekledim. "Anılar, hayvanlar, bitkiler, koleksiyonlar, hobiler..." diyerek kafasını salladı ve gülümseyerek baktı etrafa. "Her şeye sahip olabilecek biri gibi gözükürken fazla yalnız gözüküyorsunuz." dediğinde dönüp salonuma baktım. Gri bir L koltuğun karşısında ufak siyah camdan bir sehpa vardı. Beyaz ve grilerden oluşan halımın üzerinde. Karşısında 86 inç televizyonum ve altında ufak bir televizyon sehpası vardı. Üzerinde şarj aleti ve modem dışında hiçbir şey yoktu. "Eğer bilseydim size bir ev hediyesi getirirdim." Kafamı sallayıp geriye döndüm. "Kahveniz şekerli mi sade mi olsun?" diyerek mutfağa ilerlerken mırıldandım. "Hediyeye gerek yok, hoş geldiniz."
|
0% |