@ladyrebel
|
Kuzey Doğu Vandol Eğitimhanesi
"Bu kıyafetleri giy. Ancak duş almak falan istersen bunları kızların yurdunda yap." diyen kadın ile Lidena kılıcını diğer eline alıp torbayı tuttu. "Sizinle daha önceden tanıştığımızı sanmıyorum." diyerek güzel kadının gözlerine baktı. "Neden bana yardım ettiniz?" Nuyya böyle bir soru beklemiyordu. Kızın o kadar soğuk bir tavrı vardı ki sanki hiçbir şey umurunda değildi. Bunu umursamış olması ilginç geldi. "Çünkü ben de bir kadınım." dedi çenesini dikleştirerek. "Burada arkasında durmam gereken onlarca kadından birisin. Sizi ben savunmalıyım. " Elbisesinin gösterişli eteğini düzeltirken pencereye yöneldi ve antrenman yapanlara baktı. "Madem en iyi on erkeği yendin o zaman o onunu kovup yurda seni almalı." Arkasını dönüp de Lidena'ya baktığında genç kızın soyunduğunu gördü. "Değil mi?" derken ki şaşkınlığı oldukça belliydi. Ne de olsa görgü diye bir şey vardı. Nasıl bu kadar rahatça soyunabilirdi? Lidena kendisine verilmiş erkek kıyafetlerini hiç düşünmeden üzerine giymişti. Savaş dediğin şey beklentinin olmadığıdır. Gösterişin hiçbir anlamı yok. Sonunda çırılçıplak tanrının önünde diz çökeceksin. Ve ölürken nasıl gözükeceği pek de umurunda değildi. "Anlıyorum." diyerek botlarını ayaklarına geçirip iplerini sıkıca bağlarken önünde düşen saçlarını kafasını iki yana sallayarak iki yana attı. İşte o an Nuyya anladı. Hayatında verdiği en kötü karar bu kızı bir erkek yurduna sokmaktı. Kesinlikle aldığı bu kadardan bin pişman olacaktı. Karşısındaki genç kızın her hareketinde kendini daha kötü hissediyordu. "Dediğimi unutma." diyerek endişe içerisinde bir adım daha attı. " Hiçbir erkek ile duygusal bir iletişime giremezsin!" dediğinde Lidena ayaklarına kısa bir bakış atıp yerden kılıcını aldı ve sessizce doğruldu. "Emredersiniz..." .
.
.
"Şimdi sizi buradaki suyun içine atacağız." diyen Tigruan ellerini açtı ve su dolu kısa kuyuyu gösterdi. "Bayılan kadar suyun içinde kalacaksınız. Bayılan suyun ruhuna sahip değildir." Mias gözlerini Eris'e çevirdi ve fısıldadı. "Bizi savaştan önce öldürmek istiyor gibiler." Eris gözlerini kaçırdı. Toprak ya da ateş olmadığı için suya kendini bir hayli yakın hissediyordu. Bu yüzden su tarafından korunacağına canı gönülden inanmıştı. "İlk gelmek isteyen var mı?" diyen Tigruan ile bir adım ileri attı ve derin bir nefes çekti. "Ben denemek istiyorum." Eğitmen Tigruan karşısındaki genç adama baktı. Gözleri bir müddet üzerinde gezindikten sonra kafasını salladı ve arkasındaki suya baktı. İçerisinde biraz daha su döktükten sonra yandaki halatlardan birini aldı. Eris'in yanına gitti ve ellerini sıkıca bağladı. Genç adam ile birlikte kuyuya ilerlediler. Eris, derin birkaç nefes alıp kendini duruma hazırlamaya çalışsa da bir türlü odaklanamadı. Ellerinin sıkıca bağlanması da buna olanak vermiyordu. Gözlerini kapattı ve suyun ruhuna sahip olmak için dua etti. Boğulmak gerçekten de berbat olurdu. Tigruan, genç adamı yönlendirdi. Kuyuya yavaşça girdikten sonra bir ızgara aldı ve Eris kafasını suya batırdığı an ızgarayı üzerine kapattı. Genç adam bağlı ellerini birbirine dayadıktan sonra gözlerini kapattı. Soğuk suyun bedenini ısırdığını hissetti. Buraya ilkbahar daha yeni gelmişti. Soğuktu değildi hava pek ama su...su buz gibiydi. Önce nefesinin azaldığını ve ciğerlerinin yavaşça söndüğünü hissetti. Dudaklarını birbirine bastırırken dua etti. Geile, gergince Mias'a baktı. "Sence...sence su mu?" dediği sıra bir gürültü koptu. Gergin kalabalık korkuyla kuyuya baktı. Eris, yanmaya başlayan ciğerleri ile hızla gözlerini açtı. Önce etrafın karanlık oluşu onu korkuttu sonrasında ise nefes alamadığı gerçeği. Elleri önce boğazına gitti sonrasında ise suda bir müddet çırpındı. En sonunda ise panikle hızla elini ızgaraya vurdu. "Ölüyor!" diye bağıran Lule ile eğitmen Tigruan kuyunun tepesinden aşağıya baktı. Genç adamın ıslak elleri ızgarayı kavramış sarsıyordu. "Efendim, yardım edelim?" diyerek Mias endişeyle öne çıktığında Tigruan dönüp diğerlerine baktı. "Bayılınca çıkaracağız!" Dışarıdaki sessizliğin yanı sıra can havliyle çırpınan Eris bir anda ağzını açtı. Neden böyle bir şey yaptı hiçbir fikri yoktu. Sanki beyni nefes alması için bedenine emir vermişti. Bu boktan emir yüzüne su ağzından boğazına doldu ve gözleri o an karardı. Elleri demir ızgaradan koptu. Suyun dibine battı önce. Karanlık soğuk ile birlikte onu ele geçirdiğinde artık zihninde hiçbir şey yoktu. Tigruan su sesinin kesilmesi ile gözlerini ızgarada gezdirdi. Bir müddet sonra genç adamın ayağının su yüzeyine çıktığını görünce hızla eğildi. Izgarayı çekip aldıktan sonra Eris'in ayağını tutuğu gibi çekip çıkardı. Bunun ardından genç adamı ıpıslak bir şekilde çimlerin üzerine attı. hemen ardından bir kadın koşarak yanlarına gitti ve elini Eris'in alnına koydu. Korku içerisindeki öğrenciler nefeslerini tutarak izliyorlardı. Kadının elinden etrafa yayılan mavi ışığın hemen ardından genç adımın ağzından dışarı akan su çimleri ıslatmıştı. Saniyeler sonra öksürükler içerisinde gözlerini açan Eris yattığı yerde yüz üstü döndü. "Eris!" diyerek yanına çöktü Mias. "İyi misin?" Ellerini genç adamın sırtına vururken kadın sessizce Mias'a seslendi. "Onu odasına götür ve sıcak bir şeyler içir. " Mias gözlerini kadının gözlerinde gezdirdi. Derince bir nefes alıp öksüren arkadaşına baktı. "Peki efendim." Eris'i sıkıca kavradıktan sonra ayağa kalkmasına yardımcı oldu. İki genç omuz omuza vermiş sessizce alanı terk etmişlerdi. "Suyun ruhuna sahip olacağımı düşünmüştüm." dedi Eris. Sesi oldukça boğuk ve zorlama çıkıyordu. "Ben ateş olduğumu fark ettiğimde çok şaşırmıştım." dedi Mias da. "Ayrıca evet, ben de senin suya sahip olabileceğini düşünmüştüm." Eris, alnından akıp giden suyun verdiği rahatsızlık ile iç çekti. Kendisini aşırı derecede kötü hissediyordu. Acaba güçleri olduğu kısmı doğru muydu? Belki de bu işte bir hata vardı. Kendisinin güçleri olmayabilirdi. Herkesin gücü olmak zorunda mıydı? "Yine de inancını kaybetme dostum." dedi Mias. "İnancını kaybetme." Eris bu uyarının geç gelmiş olduğunu düşündü. İnancını çoktan yitirmeye başlamıştı. Artık kendini, soyunu, güçlerini sorgulamaya başlamıştı. Ateş Toprak ve Su çoktan geçip gitmişti. Geriye sadece Hava kalmıştı. Eğer ona da hükmedemezse ya canlılara ya da ruhlara hükmedecekti. Canlılara hükmetmek çok zordu! Gezegen üzerinde milyarlarca canlı vardı ve işin içine sıçma ihtimali çok yüksekti. Ruhlara hükmederse çok daha kötüydü. Artık kara büyücüler listesine girebileceği için her an kellesi imparatorun önüne atılabilirdi. Kafasını iki yana sallayıp ıslak saçlarını dağıttı. Ciğerleri hala acı içerisinde yanıyordu. Üstelik ne hissedeceğini kestiremiyordu. Basit...basit bir insan olabilme ihtimali ne kadardı? Adım attıkları koridor boyunca her yeri ıpıslak eden iki genç ağır ağır ilerlerken kafalarındaki tonlarca şeyi yuvarlaya yuvarlaya büyütüyorlardı. Odalarına geldiklerinde Mias dikkatle kapıyı açtı. Yerde bir yorgan ve yorganın üstünde bir yastık gördüler. "Yeni biri mi geldi yoksa içeride bir hırsız mı var?" diyen Mias kaşlarını çatarak Eris'e baktı. "Bilmiyorum." "Sen burada durur musun? Ben bakıp geliyorum hemen." Mias sessizce Eris'i duvara doğru ilerletti ve genç adamı yere bıraktı. Eris sırtını duvara yasladığı sıra ufak bir cızırtı sesi geldi. Metalin taşa sürtme sesi gibi. Önce kendi aralarında bakışmışlardı. Sonrasında ise sessizce arkalarını dönmüşlerdi...
|
0% |