@ladyrebel
|
Gecenin en geç saatlerinde. Nöbetçi muhafızların haricinde herkesin uyuduğu o anda Lidena bir anda gözlerini açtı. Koyu mavi gözleri, ruhsuz bir eda ile, tavana bakıyordu. Bir şeyler planladığı kesindi. Aklından bir şeyler geçiyordu. Yatağından yavaşça doğruldu ve dolabına baktı. Kendisine bir kıyafet hazırlamalıydı. Bir erkek odasında olmak, erkek kıyafetleri almak sanırım bu konuda işine gelmişti. Siyahlar içinde giyindi ve siyah bir kumaşı yırtıp suratına bağladı. Kısa saçları belli olmasın diye kafasına da bir kumaş sarmıştı. Kınını sırtındaki kemerine sokup etrafa bakındı. Eris ve Mias da uyuyordu. Sessizce odadan çıkmış, muhafızların olmadığı koridorlardan geçmişti. En son geçecek yer kalmadığında bir pencere gördü. Atik bir hamle ile pencereye tırmandı ve aşağıya baktı. Bir grup muhafı muhabbet ediyordu. "Saçmalık." dedi biri sinirle. "6 ayda bir avuç çocuğa ne öğretilebilir ki?" Genç kız adamların arkasındaki ağaca baktı ve sessizce duvar boyu uzanan sütunun üstünde yürüdü. "Doğru. Üstelik bu gelenler sosyeteye düşkün mevkili insanların şımartılmış çocukları. " diyen diğer muhafız ile Lidena sutünun üstünde durdu. "İşin sonunda zaten halkın üstünde olan soylular, yine halkın üstünde olabilsin diye, sadece sosyeteye özel güçlerinin öğretilmesi ne kadar doğru? " Lidena duyduğu sözler ile bir müddet bekledi. Halk hala gücünü kullanamıyordu. Bu gelenler ise halkı sömürmüş bir toplumun evlatları mıydı? "Çok haklısın. Halkı olmayan bir imparatorluk sadece bir toprak parçası." Genç kız duyduğu sözlerin ardından gözlerini kıstı. Hoşuna gitmiyordu. Bunları duymak anlamadığı bir şekilde canını sıkıyordu. "Şimdi geleceği yok olmuş bir imparatorluğa sahibiz. " "Veliahtsız." Lidena öylece durdu. Herkesin unuttuğu bir şey vardı. İmparatorun bir kardeşi vardı. O kişinin ise kanından gelen bir veliaht. Babasının halkı tarafından hatırlanmaması kaşlarını çatmasına sebep oldu. Amacı babasının canından çok sevdiği kardeşini ve halkını korumaktı ama gün geçtikçe genç kız tahtta oturan adama düşmanca hisler besliyordu. Sessizce arkasını döndü ve ağaç gövdesinden aşağı inip orayı terk etti. "Hablin bir yana... " dedi muhafızlardan biri. "...merhum veliaht Guan'ın bir kızı olduğunu duymuştum. " Karşısındaki muhafız hızla onu susturdu. "Zeord'un onları sürgün ettiğini de duymuşsundur." dedi uyarırcasına. "Onlar hakkında konuşmalarına dikkat etmelisin?" dediğinde muhafız anlamadığından tepki veremedi. "Neden? " "Guan'ın ölüm sebebi tamamen kardeşini sevdiğinden değildi de ondan." diyerek önüne döndü ve ellerini arkada bağladı. "Çok büyük rivayetler dönüyor. Bazı kehanetler şu anki duruma çok yakın. Tanrı bizi köşeye sıkışmış kediden (İmparator Zeord'tan) korusun. "
. . . Lidena sabah geçtiği koridor boyunca yürürken dilini dişleri üzerinde gezdirdi. Halkını sefalete sürükleyen bir İmparator. Babasının sevgili kardeşi. Düşünülünce aslında Lidena hiç de bir lider gibi düşünülmemişti. Kimse ölen babası Guan için yas tutmamıştı. Lidena kralların soyundan gelmiyormuş gibi hiçbir hakka ve saygıya erişememişti. Bu yüzden babasının halkını düşünmek ne denli mantıklıydı? Babasına saygı duymamış bir halkı? Birkaç adımın ardından durdu ve ayak uçlarına baktı. "Baban, erkek kardeşini öyle çok sevdi ki hem seni hem anneni hem de halkını terk etti. Sen de onun değer verdiği tek şeye sahip çık. " dedi kendi kendine. "İmparatora." Tam biraz daha ilerlemişti ki duyduğu ufak bir ses ile hızla arkasını döndü. Burada saklanabilecek pek de bir yer yoktu. Geleni bayıltmak zorundaydı. Elini kınından çekti ve dikkatle koridora baktı. Dengesiz, salak saçma bir şey koridor boyunca kendisine doğru koşuyordu. Kafasını hafifçe eğdi ve kendisine doğru koşan garip şey daha fazla gürültü çıkartmasın diye o da koştu. Tam üzerine atlayacaktı ki bunun oda arkadaşı olan Eris olduğunu fark etti. Ayaklarını sürterem durduğunda genç adam ellerini kaldırdı. "Lidena!? " dedi Eris nefes nefese. "Sensin! Sen olduğunu biliyorum. " dedi inatla. "O gizli kapıdan geçmek istediğini ilk anda anlamıştım zaten! " diyen genç adam ellerini dizlerine dayadı ve soluklandı. "Burada ne işin var? " diyen Lidena ile Eris kafasını iki yana salladı. "Sorman gereken soru bu değil. Sorman gereken soru... " dediği esnada koridorun başından gelen gürültü ile ikisi de dönüp arkalarına baktılar. "Buraya nasıl geldin!?" Lidena, duyduğu sözler ile hızla genç adamın bileğini tuttu ve koşmaya başladı. Eris, tüm gece uyumamıştı. Bu onun için çok zor olmuştu. Ama aklı fikri gözüne hiç tekin gelmeyen kızdaydı. Asla ama asla İmparator için çalışacak birine benzemiyordu. İçten içe herkese ve her şeye tepeden bakıyor ama sadık bir askermiş gibi poz veriyordu. Onun gözlerinde saygı diye bir şey yoktu. Bu komutanlara dahi. Üstelik sabah yanık eline rağmen muhafızı öyle el çabukluğu ile etkisiz hale getirmişti ki içindeki şüpheyi hızla beslemişti. Kesinlikle tekrar oraya gidecekti. İşte sırf bu yüzden genç kız kalkıp odadan çıkana kadar gözlerini kırpmamıştı. "Muhafızların önünden mi geçtin? " dedi Lidena koridorda koşarken. "Başka yol mu var? " Bu soru Lidena'yı ilk kez saçma bir şey için sorgulamaya itti. Hayatında sorguladığı en gereksiz şeydi. Aradıkları yere geldiklerinde genç kız hızla süslü meşaleyi çekti ve açılan kapıya baktı. Önünde duran Eris'in sırtına bir tekme atmış ve açılan kapıdan içeri yuvarlanmasına sebep olmuştu. Kendisi de hemen sonra içeri girip kapıyı hızla ittirmişti. Nefesini tutmuş , kulağını taş kapıya dayamıştı. Ayak sesleri hızla yaklaştığı sıra Eris inledi. "Neden tekme attın ki?" "Shh! " Lidena, susması için işaret parmağını dudaklarına götürdü. Ayak sesleri yükseldikten hemen sonra uzaklaşmıştı. Genç kız koridor boyunca koştuklarını anladığında dönüp Eris'e baktı. Elini kınına attığında Eris düştüğü yerden genç kıza baktı. "Ne yapıyorsun? " "Sanırım seni öldürmem gerek. " dedi büyük bir ciddiyet ile. "Ne? Neden? " diyerek geriye çekildi Eris. "Beni ispiyonlayabilirsin. Kafamda tek bir şüphe bile kalsın istemem. Üstelik burada cesedini bile bulamazlar. " dediğinde Eris kafasını hızla iki yana salladı. "Hayır! İspiyonlayacak olsam kendimi tehlikeye atıp bu şekilde buraya gelmezdim! Direkt söylerdim. " dedi ikna edercesine. Lidena sözlerini tartmadı bile. Gözleri ay ışı altında parlayan kitaplara kaydı. Elini kınından çekti ve genç adamın etrafından dolanıp raflara yöneldi. Eski kitaplardan birini alıp masaya koydu. Cebinden bir kapsül çıkardı ve hızla salladı. Kapsül yanıp da ışık saçınca Eris sessizce ayağa kalkmıştı. Genç kız kitabı nazikçe açtığında Eris de merakla kitaba bakmıştı. Lidena her zaman ciddiydi ama şu anki ciddeyeti farklı bir seviyedeydi. Genç kız eski kağıt birikintisine bakıp gözlerini kıstı. Bu dil kendi alfabeleri ile yazılmamıştı. Okuyamıyor oluşu canını sıktı. Başka bir kitap daha alıp masaya koyduğunda Eris göz ucuyla Lidena'ya baktı. Biraz aceleci davranıyordu sanki. Lidena, diğer kitapları açsa da hepsi bilmediği aptal bir dil ile yazılmıştı. Sinirle yumruğunu masaya dayarken Eris gözlerini kıstı. "Ruhu saçtan incedir saltanatın, ama boynuna dolanmasın. Sanki urgandır, adamı hayattan alır. " Duyduğu sözler ile Lidena kaşlarını çatarak Eris'e baktı. "Bu dili biliyor musun?" dediğinde Eris sessizce başını salladı. "Annemin atalarından kalan bir dil. " |
0% |