@ladyrebel
|
Adam kaşlarını çatarak karşısındaki ikiliye baktı. "Bu kıtlıkta size neden yemek vereyim? " dediğinde Lidena yeni vardıkları köye gelişi güzel bir bakış attı. Kendisi zaten az yediği için sıkıntı yoktu ama Eris giderek güçsüz düşüyordu. Onu yanında taşıması gerekiyorsa bir müddet dinlendirmeli ve yemek yedirmeliydi. "İhtiyacınız olan bir şey var mı? " dediğinde adam elini yarılmış kaşına attı ve kaşıdı. "Köyde ihtiyacımız olan tek şey, bal için, saldırıp duran vahşi bir lorganın öldürülmesi. " diyerek ormana doğru baktı. Lidena, adamın baktığı ormana baktı ve kafasını salladı. "Arkadaşıma bir yer ve biraz yemek verin." diyerek çantasını çıkardı ve Eris'e verdi. "Tek başına vahşi bir hayvanı öldüremezsin Lidena." dediğinde genç kız çoktan kılıcını çekmişti. "Sen git yemek ye ve biraz dinlen. " dedikten sonra arkasını döndü ve ormana doğru ilerledi. Ne kadar vahşi olursa olsun, hiçbir yaratık insan kadar tehlikeli değildir. Ağır adımlar ile ormana girip de gözden kaybolduğunda adam dönüp Eris'e baktı. "Hayvanı senin avlayacağını sanıyordum." dediğinde Eris elindeki çanta ile öylece dikildi. Ne diyeceğini bilemedi. Babasının altında duran küçük bir çocuk gibi hissetti ama Lidena erkek bile değildi. "O... " diyebildi. "...güçlü bir kız." Adam alay eder gibi güldükten sonra Eris'i köye kadar geçirmiş, köhne bir yerde, küçük bir o da ve bir kap yemek vermişti. Eris gergince yemeği yerken düşünmeden edemedi. Neden eğitimhaneden kaçmıştı ki? Yatacakları düzgün bir yerleri, yiyecekleri güzel yemekleri yoktu. Eris kendi içinde kendini yerken Lidena ormanı karış karış geziyordu. Ayakları zemine o kadar narin temas ediyordu ki çıt çıkmıyordu. Ormanı ağır ağır gezdi. Hayvan bulamadı. Elini kınına attı ve biraz daha ilerledi. Sessiz birkaç adımın ardından birinin sesini duydu. "Bir saat sonra hayvanı kırbaçlayın." dedi bir kadın. "Emredersiniz hanımım! " Genç bir adamın sesini duydu ve o tarafa doğru yöneldi. Demek ki hayvanı ondan önce yakalayan birileri vardı. "Şerbeti ağzına bolca sürün bu sefer." dediğinde Lidena anlam veremedi. Vahşi bir hayvana neden şerbet sürsünler ki? Genç kız sessiz ve atikçe ağaca tırmandı ve küçük mağara çevresindeki insanlara baktı. Birkaç adam mağaranın önüne birkaç kazan bırakmıştı. Üzerinde kırmızı bir palto ile duran kadın ise dikkatle onları ve yaptığı işi izliyordu. "Siz ikiniz kırbaçlayın. " İki adam hızlıca mağaraya girdi ve birkaç dakika sonra bir hayvanın acı çığlıkları doldu kulağına. Lidena ağaç dalında otururken sırtını gövdesine yasladı ve amaçladıkları şeyin ne olduğunu düşünmeye başladı. Tüm ilgisi bu iken üzerinde garip bir baskı hissetti. Bu baskı kafasını kaldırıp etrafa bakınmasına sebep oldu. Koyu lacivert giyinmiş, tüm vücudunu sarmış bir savaşçı karşısındaki ağaçtan kendisine bakıyordu. Anlaşılan o da kendisi gibi saklanıyordu. Ancak o sanki onları değil kendisini izlemeye gelmişti. Çünkü simsiyah gözlerini gözlerine dikmiş, tüm dikkati ile, kendisine bakıyordu. Düşman ya da dost. Hakkında en ufak fikri yoktu. Vucüdunda görebildiği tek şey siyah gözleriydi. Yüzündeki maske her şeyi gizemli bir hale getiriyordu. Lidena bir müddet daha onu izlediği sıra aşağıdan gelen gürültü ile eğilip aşağıya baktı. "Hazır mı?" dediğinde iki adam kafasını sallamıştı. "Yol üstüne dökün şerbeti. Birazdan salacağız." Lidena anlamadı. Aslında hayvanı köye saldırtan onlardı ama bunu neden yapıyorlardı? Gözlerini kıstı. İki adam köye doğru şerbet dökmeye başlamıştı. Lidena bir müddet onları izledikten sonra kafasını kaldırdı ve karşı ağaçtan kendisini izleyen adama baktı. Bu bir kez daha fikrini haklı çıkarmıştı. Onun burada olma sebebi kendisiydi. Bir anda çıkan vahşi lorgan ile hızlıca doğruldu. Köye varmadan hayvanı öldürmeli ve kadını yakalamalıydı. Hayvan kan bürümüş gözleri, yarıklar içerisindeki sırtıyla patikaya doğru koştuğunda ağaç dalında doğruldu ve hızla aşağı atladı. Patikaya doğru hayvanın hemen sağından koşarken karşıda yabancıyı. O da kendisi gibi lorganın solundan patikaya doğru koşuyordu. Patikaya gelmeden önce kılıcını kınından sıyırdı ve eli içerisinde döndürdü. Siyah kılıcın etrafı kızıla büründüğünde hırsla hayvanın önüne atladı. Kılıç alev gibi gözüktüğünden lorgan korkarak pençelerini toprağa geçirdi. Lidena kılıcını başı üstünde döndürdü. İşte hiç kimsenin bilmediği o sır. Kendisi diğer veliahtlar gibi 4 elemente hükmetmiyordu. O bir trinda değildi. O, bilenen yer yüzündeki bütün gerçekliğe hükmedendi. Hiç kimse ona öğretmese bile... Kılıcını önce sağa doğru hareket ettirdi. Lorgan yeşil gözlerini alev alev yanan kılıçta gezdirdi. Kafası sola doğru eğildi. Lidena kılıcı döndürdü ve sola doğru eğdi. Lorgan bu sefer başını sağa doğru eğdi. Eğer ki saçları eskisi gibi uzun, uçları ise kızıl turuncu olsaydı nasıl da uçuşurdu. "Ben..." diye fısıldadı ama hayvan onu duydu, anladı. "... Lidena Terlas, bundan sonra hükmü ben veririm sen itaat edersin." Kılıcını başı üzerine kaldırdı ve hayvanın gözlerin baktı. "Ben, Lidena Terlas, bundan sonra hükmü ben veririm sen itaat edersin. " Kılıcını hızla toprağa sapladı ve vahşi hayvana emir verdi. "Şimdi, önümde boyun eğ! " Devasa hayvan bir iki adım geri çekildi. Kısa ama büyük kanatları aşağı indi. Sivri dişlerini içeri çekti ve gözlerini kapattı. Çenesini zemine dayayıp eğildiğinde Lidena çenesini dikleştirdi. "Artık... " diyerek derin bir nefes aldı. "... İntikam alabiliriz. " Birkaç ufak adım ile elini lorganın alnına koydu. Damarlarından akan mavi bir sıvı hayvanın yeşil gözlerini maviye boyarken genç kızın ayakları hafifçe yerden kesildi. Kısa saçları dalgalanırken mavi sıvı hızla lorganın kırbaçlanmış sırtını, mahvolmuş kanatlarını sarıp sarmaladı. Kesilmiş, incinmiş her yer ağır ağır kapandı. Hayvanın solmuş derisi yeniden ışıldadı sanki. Yırtıcı hayvan tüm gücünü misli ile geri kazandığında Lidena gözlerini açtı ve yere indi. Artık bunu yapanları yakalamanın vaktiydi. Bir hamle ile lorganın sırtına çıktı ve kılıcını yanına aldı. Hayvan bir hışım ile geri döndüğü esnada Lidena onu izleyen yabancıya baktı. Düşmanı gibi durmuyordu ama dost olduğu da söylenemezdi. "Deh! " Lorgan uzun pençlerini toprağa dayadığı gibi kendini ileriye ittirdi. Bazı bitkileri kökünden söktüğü gibi tutup atıyordu. Patikayı aşıp mağaraya geri geldiklerinde herkes telaşla onlara bakmıştı. Hayvan durdu, Lidena asilce aşağı indi ve adamlara baktı. "Bana liderinizi gösterin. " dediğinde adamlar onca devasa hayvana sonrasında ise genç kıza baktılar. Kız olduğu bile meçhuldü. "Lider benim. " diyen adamın teki ile Lidena hafifçe gözlerini kıstı ve adamın gözlerinin içerisine baktı. "O zaman sizi Tanrı'nın huzuruna göndermek zorundayım. Bu hayvana işkence ettiğiniz için işkence göreceksiniz." dediğinde adam yutkunup bir iki adım öne çıktı. "Sen de kimsin? Ayrıca o lorganı biz evcilleştirdik. Malımıza el koyamazsın. " dediğinde Lidena sinirlendi. İlk kez. Bu topraklar rahmetli babasının kanıyla sulanmıştı. Eğer ki babası sırf çiçek açsın diye öldüyse her karışı onun hakkıydı. Hem de her karışı. "Asıl sen kimsin?" dedi Lidena. Kılıcını ağır ağır kaldırdı ve deli mavisi gözlerini adamın gözlerine dikmişti. Eğer bakışlar bir silah olsaydı şu anda karşısındaki adam binlerce kez ölmüştü. "Benim olanı benden çalıyorsun?"
|
0% |