@ladyrebel
|
Gökyüzü yırtılırcasına bir şimşek çaktığında Lidena ikinci kez düşünmedi. Önündeki adamı bir hamlede öldürdü ve diğerine baktı. "Bana liderini göster." dediğinde adam ölmüş arkadaşının ayaklarına gelen kanı ile birkaç adım geri çekildi. Gözlerindeki endişe elle tutulur cinstendi. İşaret parmağını mağaraya tuttuğunda Lidena kılıçını adama fırlattı. Kılıç adamın bedeni ile birlikte ağacın gövdesine saplandığında dönüp arkasındaki hayvana baktı. Yararları iyileştiğine göre artık kendisini koruyabilirdi. Adamın leşinden kılıcını söküp aldı ve mağaraya yöneldi. Mağaraya girdiği an kılıcı mavi bir ışık ile yanmaya başlamış, tüm mağarayı aydınlatmıştı. Mağara boyunca yürümüş ve kaşlarını çatmıştı. Köylüleri gasp ediyor, onlar lorgan ile çatışırken mallarını çalıyorlardı. Mağara boyunca önüne çıkan herkesi eforsuzca öldürüp de mağaranın sonuna geldiğinde kadını gördü. Mavi gözlerini kendisine dikmiş, kötü bir niyetle bakıyordu. "Sen de kimsin? " Lidena, kanla yıkanmış kılıcını yere dayayıp etrafa bakındı. Çalınmış paralar, eşyalar, yiyecekler, mücevherler... "Senden daha güçlü bir hırsız. " dediğinde kadın hafifçe gülümsedi. "O zaman bir iş anlaşması yapabiliriz." diyerek ona yaklaştığında Lidena kafasını hafifçe çevirdi ve kadına baktı. "Ben istersin ben alırım ve sana veririm. Sen de hak ettiğimi verirsin. " Lidena, kadının gözlerine bir müddet baktıktan sonra hafifçe kafasını kaldırdı ve yukarı baktı. Anladığı kadarıyla tahtadan bir balkon yapmışlardı ve bazı askerler onlara oklarının ucunu tutmuştu. "Bana safran lazım." dedi gözlerini yukarıdakilerden çekerek. "Safran? " Karşısındaki kadın gözlerini kıstı. "Safran yıllardır çıkarılmıyor." dedikten sonra ellerini ovuşturdu. "Buranın güney batısına gidilirse. Yaklaşık 2 gün 2 gecelik yol. Dağlarlar çevrili bir vadi var." diyerek sola doğru birkaç adım attı. "Vadide yaşayanların ataları bu dağlardan safran çıkarıyormuş." deyip bu sefer de sağa doğru yürüdü. "Bana karşılığını verirseniz elbette ki size getirebilirim." Lidena kafasını iki yana salladı. "Gerek kalmadı. " "Ne? " "Bilmem gereken tek şey yeriydi. Sen de öylesine söylemiş bulundun." Kadın şaşkınca gözlerini açmıştı ki Lidena hızla kılıcını kaldırdı ve kadının üzerine koştu. Okçular Lidena'yı hedef aldıkları esnada önlerine düşen yabancı bir adam ile geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Adam, kılıcıyla yaylarını kırmış ve hepsini teker teker aşağıya düşürmüştü. Lidena ise çoktan kadını öldürmüş ve yukarın aşağıya düşen adamların ruhlarını teslim almıştı. Bir adam için kılıcını iki kere sallama gereği bile duymamıştı. Yabancı içerideki tüm adamlar öldüğünde durup yukarıdan genç kıza baktı. Lidena ise cesetlerin başında durmuş, uzun bir süre beklemişti. Babasının halkı...babası bir hiç uğruna mı ölmüştü? Peki ya annesi? Annesi boş yere mi donmuştu yani? Sırf kardeşi tahta geçsin diye, sırf kardeşini böylesine sevdi diye mi olmuştu sırf bunlar. Genç kız ne düşüneceğini bilemedi. Dakikalarca bekledi. Dakikalarca düşündü. Onun buz tutmuş bir malikanede öğrenebileceği pek bir duygu yoktu. Çok daha kötüsü ilk öğrendiği duygular pek de hoş değildi sanki. Sevgi ve şefkati görmeden kin ve nefret ile tanışmıştı. Bu onun değil, onun karşısına çıkacak kişilerin canını yakardı. En kötüsü, sırf babası seviyor diye korumak istediği amcası Zeord giderek kendisinden korunması gereken bir düşmana dönüyordu. Bu Lidena'yı en çok zorlayan şeydi. Elinin tersiyle yüzüne bulaşmış kanı silip seslendi. "Kendini tanıt." Balkondan kendisini izleyen yabancı hızla aşağı atladı. Sessiz ama saygılı bir şekilde karşısına geçtiğinde Lidena onun kim olduğunu tam olarak anlamasa da karşısındakinin kendisini tam anlamıyla tanıdığını anlamıştı. "Neden yardım ettin? " diyerek kılıcı ile ölmüş bir adamın kıyafetinden bir kumaş kesti ve rahatsız edici bir serin kanlılık ile ellerindeki kanı silmeye başladı. Yabancı kılıcını yere dayadı ve tek dizi üzerine çöküp selam verdi. Bu selamın anlamı belliydi. Gezegenlerinde 3 farklı selam vardı. Biri yaşça büyüğe verilen, biri işçe üstüne verilen biri de tahtta oturana verilen. Karşısındaki adamın söylediği kadarıyla o Lidena'yı İmparatorluğun lideri olarak görüyordu. Lidena elindeki bez parçasını usulca kılıcına sürtü ve temizledi. Hemen sonrasında ise kılıcının ucunu adamın çenesine dayadı ve hafifçe yukarı kaldırdı. Yüzünü kapatan peçeyi söküp atmayı düşünmedi değil ama yapmadı. Bir müddet siyah gözlerine baktı. "Bana göstermiş olduğun bu sadakat İmparatora ihanet." dedi yargıkarcasına. "Yine de bunun arkasında duruyor musun?" Yabancı bir an bile düşünmedi. Hafifçe yükseldi siz çöktüğü yerden. Çenesindeki kılıç boynuna geldi ve kendisini ona teslim etti. Canını ortaya koyuyordu. Lidena ufak bir çizik attı boynuna. Adam öleceğini sandı. Şu ana kadar kılıcını kaldırıp da birinin nefesini kesmeden indirmemişti çünkü. "Bunu bir yemin olarak kabul ediyorum. Eğer bana da ihanet edersen seni kılıcımla bile öldürmem." Kılıcını çekip hızlıca kınına soktu. Yanından geçip gittiğinde adamın arkasında kalıp kendisini izlediğini biliyordu. "Mağarayı ateşe ver." . Kuzey Doğu Vandol Eğitimhanesi
"Siz kimsiniz? " Reynmen telaşla ellerini salladı. "Terlas malikanesi, Komutan Reaz'dan mektup getirdik! " dediğinde iki muhafız bakıştılar. O sırada sinirden alev küpüne dönmüş Komutan Tigruan muhafızları gördü. "Ne yapıyorsunuz!? Bu yabancılar da kim?" dediğinde muhafız hızla selam verdi. "Hanımefendi Nuyya ile görüşecekler komutanım!" "Hanımefendi Nuyya mı? " diyen Tigruan iyice sinirlenmişti. Zaten sinirinin tüm sebebiydi o kadın. "Peşime düşün!" Reyni ve Dorsa birbirlerine bakmışlardı. Sonrasında sessizce iri yarı adamı izlemişlerdi. "Komutan Reaz'ı tanıdığınıza göre Lidena'yı da biliyorsunuzdur. " dedi Komutan Tigruan. Ağzından laf almak istediği belliydi. "Hanımefendi Lidena'yı tanıyoruz." dediğinde Tigruan'ın adımları yavaşladı. Hanımefendi? O küçük, pasaklı, biçimsiz saçlı kız mı? "Siz ne için gelmiştiniz? " dediğinde Reyni şöyle bir etrafa bakındı. "Hanımefendi Lidena'yı kasabamızda ağırlarken Kayhası birkaç eşyasını unutmuş. Onu getirmiştik. " dediği esnada Tigruan adımlarını yavaşlattı. "Kahyası mı? " dediğinde Dorsa bir anda araya girmişti. "Evet, kasabamıza saldıran yağmacılardan bizi kurtardı. Ertesi gün aceleyle çıkınca eşyaları kalmış." dediğinde Tigruan durdu ve arkasını döndü ağır ağır. "Lidena'nın soy adını biliyor musunuz? " dediğinde Dorsa, Reyni'nin elini kaldırması ile durdu. "Lidena Nien." dedi yalan söyleyerek. Asıl soyadının Terlas olduğunu biliyordu ama karşısındaki adama güvenip de bunu söylemek istemedi. "Komutan Tigruan? " Nuyya'nın sesi ile herkes koridora bakınca Nuyya hızlı adımlar ile ilerledi. Ancak öyle bir yürüyordu ki sanki hiç telaşlı değildi. "Hoş geldiniz Hanımefendi Nuyya. Sizi görmek isteyen misafirleriniz var. " diyen Komutan Tigruan ile Nuyya hafifçe gülümsedi. "Onlara buraya kadar eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim. Gerisini ben halledebilirim. Sizi alı koymayalım." dediğinde bu nazik kovulmayı anlayan Tigruan hafifçe başını salladı. "Tabii. İyi muhabbetler dilerim." dedi ve selamlayıp yanlarından uzaklaştı. Nuyya koridor boyunca yürüyen adamın arkasından baktı uzun uzun. "Hoş geldiniz beyler." dedi ve eliyle odasının yolunu gösterdi. "Bildiğiniz üzere yerin kulağı var. Bu yüzden... " diyerek güldü ve küçük bir bakış attı. "...nasılsınız? " Reyni kadının temkinli halini fark edince derince bir nefes aldı. Diğer adamın laf çalmaya çalıştığı belliydi. Kadın ise laf sızmasın diye uğraşıyordu. Bu durumda Hanımefendi Lidena'nın kimliğini biliyor olabilirdi. Nuyya'nın odasına çıkana kadar abuk subuk şeyler hakkında konuşmuşlardı.
|
0% |