@ladyrebel
|
4. Zeord'un Kardeşi Terlas Malikanesi.
Elindeki kılıcın üzerinden uçup giden kuşun tüyü metalik bir ses eşliğinde kesilmiş ve kanadından bir parça tüy yeşil zemine süzülmüştü.
Nefes nefese doğrulurken nasır tutmuş avuç içlerine baktı.
"Lidena!"
Hızla arkasını döndüğünde komutanın ona geldiğini görünce dişlerini birbirine bastırdı. Elindeki kılıcını temiz bir hamle ile kınına soktuktan sonra hazır ola geçti. Alnından çenesine doğru akan teri eşliğinde komutan karşısına geçti.
"Rahat ol!"
"Emredersiniz!"
Ellerini baldırına vurduktan hemen sonra gözlerini komutanının gözlerine çevirdi. Telaşlı bir hâli vardı. Komutanına hiç yakışmayan bir haldi bu. Önünde yüzlerce kişi ölse gözlerini kırpmadan izleyebilecek bir adamdı o. Onu telaşlandıran şey kendisini düşündürttü.
"İmparatorun oğlu, kuzeniniz Hablin savaşta ölmüştür." dediğinde Lidena kaşlarını havaya kaldırdı.
"Hablin..."
Fısıltısının üzerine sert bir rüzgar esmişti. Az önce kılıcının kesip attığı tüy aralarından uçup gitmişti. Bu sessizliği bozan ağaçları yapraklarıydı.
"Kuzeninizin cenazesi maalesef çoktan yapıldı. İmparator, bu durum karşısında çokça öfkeli. Yeni bir karar ile soylu ailelerin asil kanlı evlatları bir eğitim birliğine toplanmakta." dediğinde Lidena dişlerini sıkarak komutanına baktı. "Bu eğitime alınacak asil kanlı evlatlar arasında siz de varsınız."
Lidena, koyu mavi gözlerini karşısındaki komutanda gezdirirken nefesini sessizce verdi. Gözlerinin üzerine düşen gölge komutanının dikkatinden kaçmamıştı.
İmparator Zeord ve babası 2. Guan , taht için , bir kılıç savaşına tutuşmuşlardı. Birinin ölmesi şarttı. Tahta oturmaya hak kazanmak için birinin kardeşinin kanını akıtacak kadar vatanına bağlı kalmalıydı. Ne yazık ki Guan'ın tercihi ne karısı ve kızı ne de vatanı olmuştu. Guan kardeşi Zeord'u, Zeord ise vatanını seçmişti. Çocukluğu amcasının oğlu Hablin ile geçmiş olsa da babasının ölümü yüzünden Terlas'a sürgün edilmişlerdi. Burası imparatorluğun en soğuk yeriydi. Burada hayatta kalmayı öğrenmek en zoruydu. Ancak yakın yıllarda vefat eden merhum annesine göre o içindeki asil kanın ateşinden bu soğuğu kırıp atabilecek en güçlü insandı.
"Gitmek istemiyorum!" diyerek bağırmak, karşı koymak istese bile Lidena bir askerdi. Kılıcı onun kalbi, kını ise beyniydi. Eğer bir savaş varsa orada olması gereken en mutlak kişi kendisinden başkası değildi. Kesinlikle değildi.
"Emredersiniz!"
Komutan Reaz yutkundu. Karşısındaki küçük kadın bu zamana kadar gördüğü en güçlü azmin sahibiydi. Babasını öldürmüş bir ülkeye hâlâ vatan gözüyle bakabiliyordu. Üstelik öldürülmesi yetmemiş gibi, annesiyle birlikte bir paçavra gibi kenara atılmıştı. Buna da hiç gücenmemiş gibi bakan soğuk, koyu mavi gözleri vardı. Saçlarının dipleri bir gece kadar siyah, uçları hoyrat bir ateş kadar kızıldı. Sanki siyah saçlarının uçları ateşe verilmiş gibiydi. Farklıydı, farklı oluşundan belliydi özel olduğu.
"Yarın ikindi vakitlerinde yola koyulacağız. Alman gereken her şeyi hazırla!"
"Emredersiniz!"
Asker selamının hemen ardından betondan hallice ifadesi ile durduğunda Reaz dişlerini birbirine sıkıp arkasını döndü. Kendisinden yaşça küçüktü. Kendisinden bir hayli küçüktü. Kendisinden çok küçüktü! Nasıl ondan daha tecrübeli bir asker gibi durabiliyordu? Yumruklarını da sıktı. Bu küçük kadın dünyayı fazla mı hafife alıyordu yoksa bu dünya onun için gerçekten fazlaca hafif miydi?
Komutanının hızla uzaklaştığını gören Lidena sessizce yere eğildi ve bir parça ot koparıp elinde döndürdü. Kılıç nasıl kullanılırdı? Öldürmek istediğin zaman kılıcı nasıl savururdun? Peki, ya yaşamak istiyorsan?
Elindeki otu garip bir tavır ile buruşturup atarken komutanının arkasından baktı. Neden hiç kimse Lidena'ya hizmet etmek gibi bir çabaya girmiyordu? Herkes onu fazlaca hafife almıyor muydu? Annesi buranın soğuğu yüzünden ölmüş, babası kardeşi elinde can vermişti. Cidden onu imparatorun yanına mı götüreceklerdi?
Sessizce arkasını döndükten sonra kafasını kaldırıp karşıdaki dağların eteklerine kadar inen kara baktı. Koyu mavi gözlerinden yansıyan beyaz onu her zamankinden daha soğuk, daha ruhsuz göstermişti.
Aklından ne geçtiği tam olarak belli olmasa bile Lidena bomboş duruyordu. Sanki düşüncelere sahip olmayan bir askerdi. İmparatorun evcil hayvanı.
Genç kız malikanenin merdivenlerini aştığında hizmetli Uran koşarak yanına geldi.
"Aç mısınız? Bugün antrenmanınız erken bitti." dediğinde Lidena yaşlı kadına kısa bir bakış attı.
"Silahlarımı toplayın. Yarın ikindi vakti saraya gidiyorum."
Uran kocaman açtığı gözleri ile Lidena'ya baktı. İmparator Zeord asla Lidena'yı yanına alabilecek birisi değildi. Özellikle Lidena böylesine büyük bir tehditken!
"Tabii efendim." diyerek eğilen Uran genç kızın odasına gidişini izledi. Bu bir felaketti. Açıkça bir felaketti.
Dehşetin can bulduğu yüzü ile koşarak mahzene indi. Uşak Poyru atların nallarını temizliyordu. Zaten bu Tanrının unuttuğu yerde dört hizmetçi olarak çalışıyorlardı. Lidena'nın bu acınası halini düşününce çok bileydi.
"Uşak Poyru! Uşak Poyru!" diye bağıra bağıra mahzene inen Uran nefes nefese kaldı. Poyru elindeki nalları yere düşürmüş, telaşla doğrulmuştu.
"Ne oldu!?"
Kadın dizleri üzerine eğilirken telaşla konuştu.
"Küçük hanımefendi, saraya gidiyormuş!" dediğinde Poyru donup kaldı. Yaşlı Uşak ne diyeceğini bilemedi. Öyle bir irkildi ki. Sanki bütün tüyleri diken diken olmuştu.
"Ne diyorsun Uran?" dedi en son dili dönerek. "Lidena çok korkunç bir insan!" diye fısıldadı korkuyla. Yüzündeki ifadeden belliydi ne kadar çok korktuğu. "O...o bütün bu imparatorluğu katledebilecek kadar duygusuz biri!"
Uran dudaklarını birbirine bastırdıktan sonra dönüp etrafa baktı.
"İmparator Zeord'u öldürür mü?"
İki yaşlı telaş içerisinde birbirine bakarken ne düşünmesi gerektiklerini şaşırmışlardı.
Lidena ise dondurucu soğuğa rağmen odasının balkonunu açmış ve batmakta olan güneşi izlemeye koyulmuştu. Hayatın ne demek olduğunu bilmeyecek kadar zorluklarla karşı karşıya kalmış olan bu genç kadın en sonunda hayattan vazgeçmişti. Yaşamak için sebepler bulamayınca hayatını kılıcı ve kınına adamıştı. Koruyacak bir ailesi olmamasına rağmen. Yıllar boyunca gücünü keşfetmek için kendini eğitmiş, çeşitli eğitmenler ile çalışmış ve bazen...bazen onları öldürmüştü. Farkında olmadan birilerini öldürmüştü. Bu köhne yerde yaşayacak soylu birini düşünemeyen eğitmenler genç kızın ne kadar güçlü olabileceğini hesaba katamamış ve son nefeslerini kılıcının ucunda vermişlerdi.
Çimenleri kanla sulanan malikane ile hizmetli bulmak da zor olmuştu. Eğitmen de öyle. Ölen eğitmenlerin haberini alan imparator ise ona özel birkaç eğitmen ve komutan göndermişti. Son yıllarda birilerini yanlışlıkla öldürmese de gücünün tamamını kullanmayı hiç öğrenememişti. Gelen her eğitmen ona üstünlük taslamış ve onu belli sınırların içerisinde tutmuştu. Bu yüzden genç kadın artık sadece korkunç bir hayalet gibiydi. Gözleri gece mavisi olan, ruhsuz bir insan.
Aklından geçenleri bir kendi bir de Tanrı bilirdi. Tabii, eğer gerçekten aklından bir şey geçiyorsa...
|
0% |