Yeni Üyelik
37.
Bölüm

37. Lidena

@ladyrebel

Köyün yalvarışlarından sonra Lidena biraz olsun kendine gelmişti. Nerede olduğunu idrak ettiğinde ilk yaptığı şey kılıcını kınına sokmak olmuştu. Bir bakışı ile lorganı gökten indirmiş, tek adımıyla köylülerin hepsini susturmuştu.

 

"Benim kim olduğumu pekala biliyor gibisiniz." diyen Lidena biraz yürümüş ve sonrasında köylülerin önünde durmuştu. "Ben merhum imparator Guan'ın kızı Lidena Terlas, gök tepemizde iken size yemin ediyorum ki, bu benim son merhametimdir. Karşımda duranı halktan ayırır, düşman bellerim. Düşmanı öldürmek de bir kralın işidir."

 

Herkes bu sözlerin ağırlığını enselerinde hissetmişti.

 

"Yarın, günün ilk ışıkları ile bu köyden ayrılıyorum. Köyün sözcüsü bana safranımı hazır etsin." dedikten sonra dönüp hala başı eğik bekleyen Fanra'ya bakmıştı. "Sen." dedi otoriter bir ses ile. "Eğer bir daha karşıma geçeceksen Funn Fia kullan. Yoksa bir daha canını bağışlamam."

 

Fanra ne demek istediğini anladı. Ona karşı duracaksa bir tek ustası olarak karşı durabilirdi.

 

Lidena dağılmış saçlarını geriye taradıktan sonra yerde uyuyan Eris'e baktı. Kendisi bir hayli kötü hissettiğinden onun nasıl olduğunu merak etmişti. Dönüp Fanra'ya seslendi.

 

"Eris'i eve taşı. Yarın için de hazırlan. " diyerek evine döndü.

 

Fanra, Eris'i alıl gittiğinde Buran köylülere döndü.

 

"Sanırım sarhoş olmasaydı gücünün bu ufak zerresini görmek nasip olmayacaktı. " dediğinde Olya tedirgince eğildi.

 

"Neden halktan bu kadar nefret ediyor? Onu sürgüne halk yollamadı. " dediğinde Buran kafasını iki yana salladı.

 

"Karşı da çıkmadı. Bir günahın şahidi olup da susmuşsan sen de bir günahkarsındır. Eğer tahta geçerse, çektiğiniz eziyetleri görmezden gelirse onu şuçlayabilir misin?"

 

Olya bir şey diyemedi. Haklıydı.

 

"Yarın birkaç kese safran ve yolluk hazırlayacağız. Sormak istediğim tek bir şey var. Majestelerinin savaşçısı olmak isteyen var mı?"

 

Köy bu soru ile sessizliğe büründü. Yaşlılar toplaşıp evlatlarına baktı. Kimi gitsin istedi kiminin gönlü ana kucağından ayırmaya el vermedi. Ancak soru yaşlılara da sorulmadı. Cevap gençlerdeydi.

 

"Ben gideceğim! " diyen biri ile herkes dönüp ona baktı.

 

Pasna, omuzlarını gerdi ve öne çıktı.

 

"Geçen güne kadar ondan haz etmiyordun? " diyen Vuz ile Pasna kafasını salladı.

 

"Dışarıdan bakınca sert bir taş gibi. İnsanlıktan çok uzak. Ama onu taşa çeviren bizzat insanlar. Ben bu zalimliği yapanın arkasında yer almak istemiyorum. İzin verin, veliahtımızın yanında yer alayım." dediğinde Olya da öne çıktı.

 

"Dövüşte iyi değilim ama yemekleri çok güzel yaparım. Ben de sessiz bir günahkar olmak istemiyorum."

 

Annesi yumruklarını sıktı ama gururlu bir bakış attı kızına.

 

"Ben de hem dostlarıma hem de veliahtıma fayda sağlamak isterim. " diyen Vuz'un ardından bir kız daha öne atıldı. Bu köyün en sessiz kızıydı. O kadar utangaçtı ki şu zamana kadar hiç kimseyle uzun bir sohbeti olmamıştı.

 

"Ben de gitmek istiyorum." dedi sadece. Herkes çok şaşırdı. Pasna ve Olya şaşkınlık içerisinde birbirine baktı.

 

"Nevil, sen de mi gitmek istiyorsun? " diyen Vuz ile kısa boylu kız gülümsedi.

 

"Onun gibi kendime güvenmek istiyorum."

 

Herkesin şaşkınca bakışları ile Buran ellerini vurdu.

 

"Bu dört genci hazırlayın!"

 

Buran bir an sonra durmuş ve Pasna'ya bakmıştı.

 

"Sen benimle gel."

 

Herkes işleri üzerine dağılırken Pasna ve Buran baş başa kalmıştı.

 

"Bir şey mi oldu?" dedi Pasna merakla.

 

"Görüyorum ki yol üstünde bir diken var. Şu anda en çok sana güveniyorum." diyerek gözlerine baktı. "Sana zarar veren küçük hanım olsa bile ona sırtını dönme Pasna. Çünkü ne kadar inkar ederse etsin, gerçek bir kral için halk her zaman öncelikli gelir. Gerçek bir lider onu lider yapanlara sırtını dönemez."

 

Pasna, Buran'ın ne demek istediğini anladı ama neden dediğini anlamadı. Sanki millete söylemediği bir şey vardı. Kafasını onaylar biçimde salladıktan sonra derince bir nefes aldı.

 

"Başkaları da gelecek mi? " dedi köylüler için.

 

"Hayır, normalde köyün çoğu veliaht ile gitmek istiyor ama bu mümkün değil. Ne kadar kalabalıksa ilerlemek o kadar yavaş olacaktır."

    

Pasna bu konuda yaşlı adama hak verdi.

 

"Yol üstünde yabancı size Funn Fia öğretecek. Eğer savaş köye vurursa liderliği sana devrettiğimi bilmeni isterim. " diyerek elini cebine attı ve gümüş bir arma çıkardı. "Atalarımızın dövüş soyunu senin sürdereceğine inanıyorum." Elindeki armanın üstünde iki tarafı da keskin olan bir kılıç figürü vardı. "Bu sıradaki kişinin sahip olması gereken bir arma. Git ve aslanlar gibi geri gel. "

 

Pasna eline tutuşturulan armaya öylece bakakaldı. Ne bir kelâm edebildi ne de bir tepki verebildi. Hissettiği sorumluluk ile omuzları ağırlaştı resmen. İşte o zaman aklına genç kız geldi. Ona bahsettiği hisler. Kendisi küçücük bir köyün sözcüsü olduğu için böylesine gerilirken uçsuz bucaksız toprakların sahibi olan o kız kim bilir neler yaşıyordu içinde.

 

"Yüzünü kara çıkartmayacağım." dedi en sonunda. "Yüzünüzü kara çıkartmayacağım. " diyerek de düzeltti kendini.

 

Evlatlar aileleri ile vedalaşırken, 3 at arabası hazırlandı. Birinin arkasına yol için yiyecek, birinin arkasına konaklamak için battaniye yorgan, birinin arkasına ise Safran ve silah konulmuştu. Herkes uğurlamak için köyün avlusundayken Lidena dönüp hâlâ uyuyan Eris'e baktı. Sanırım o da kendisi gibi ilk kez içki içmişti.

 

"Yardımlarınız için..." dedi ve duraksadı. Bunu yapmak alışkanlık olmadığından çok zordu. Üstelik zaten yapılması gereken buyken... "...teşekkür ederim. " diyerek zorla bitirdi sözlerini. "Bundan sonrası için size tek emrim 'hayatta kalın'. " dediğinde gözleri dolmuş birkaç kadın ağlamadan edemedi.

 

"Hayatta kalın Majesteleri!"

 

Vuz'un annesi bir anda çıkıp bağırınca diğerleri de ona eşlik etmiş ve bağırmışlardı. Halkın duaları ile köyden ayrılan Lidena dönüp atları süren Fanra'ya baktı.

 

Halk kimin arkasındaysa asıl kral odur.

 

Yolculuğun ilk dakikalarında gençler heyecanla beklerken Lidena arabadan indi ve lorganın sırtına atladı.

 

"Gideceğimiz güzergaha bakıp geliyorum."

 

Fanra ufak bir bakış ile onu onayladığında Lidena uçup uzaklaşmıştı. Pasna giden kızın arkasından bakıp Olya'ya döndü.

 

"Sen atları sürebilirsin değil mi? " dediğinde Olya onu onaylamıştı.

 

"Tabii, rahatına bak."

 

Pasna arabadan atladı ve Fanra'nın yanına gitti. Koşup da yanına oturduğunda genç adam kara gözlerini üzerine dikmişti.

  

"Hala hayattasın." diyerek agresifçe söylendiğinde Pasna yarım ağız güldü.

 

"Kılıcını ona tutan birine göre sen de hayattasın."

 

Dün geceden söz ettiği çokça belliydi. Göz ucuyla havaya bakıp ona döndü.

 

"Neden geldin? "

 

Pasna ellerine baktı.

 

"O oyunda biz eşleştik." dediğinde Fanra başını salladı. "Beraber muhabbet ederken yanıldığımı gösterdi."

 

Fanra öylece atlara baktı. Neyden bahsettiğini biliyordu. Çünkü o her zaman Lidena'nın arkasındaydı. Bir gölge gibi. O gün her ne konuştularsa hepsine şahit olmuştu. Bir ağaç tepesinde, sessizce. Lidena da bunun farkındaydı. İki gözünün biri hep onun üzerindeydi.

 

"Gerçek bir imparator soyu." dediğinde Pasna dönüp Fanra'ya baktı.

 

"Ona yardım etmek istiyorum."

 

Fanra yumruklarını sıktı. Nedenini bilmiyordu ama Pasna'ya karşı fazlaca düşmancıl hisler besliyordu.

 

"Yardıma ihtiyacı olduğunu sanmıyorum." dediğinde Pasna gözlerini kıstı.

 

"O zaman sen neden yanındasın? " dedi.

 

Fanra gelen soru ile gözlerini gökyüzüne çevirdi.

 

"Bir şeyler borçlu gibiyim."

 

  

 

   

 

 

Loading...
0%