Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Lidena

@ladyrebel

Vanlos Etekleri, Saray yolu üzeri.

 

Kar gibi beyaz, kar gibi soğuk parmakları kılıcının üzerindeki altın işlemelerde geziniyordu. Bomboş bir tavırla, ar arabasının camından, dışarıyı izliyordu. Dışarıdaki kar giderek azalmaya başlamıştı. Soğuk keskinliğini yitirmiş, kar pamuksu halinden çok daha çamurlanmıştı. Lidena için bu hava sıcak bile sayılırdı.

 

Normalde çokça üşüyen insanların tırnaklarının dipleri morarmaya başlardı. İlk zamanlarda onun da tırnakları morarmıştı. Zamanla içindeki her şey ile birlikte sıcaklamak isteyen bedenini de kaybetmişti. Artık istek ve arzulardan çokça uzaktı.

 

O, tam anlamıyla...

 

"Yağmur nedeni ile yol fazlaca çamur olmuş!" diye bağıran yabancı bir adam ile at arabası yavaşça durdu. "Buradan ileriye gitmeniz mümkün değil. Ata yazık."

 

Gelen seslerin ardından sıkı sıkıya tuttuğu kını ile at arabasının kapısını açıp aşağıya indi.

 

"Siz kimsiniz?"

 

Lidena'nın soğuk gözlerine bakan yabancı üzerindeki kürkü düzeltirken kaşlarını çattı. Böyle pahalı bir elbise ve böylesine güzel bir kız buralarda ne arıyordu? Üstelik bu kışın sonu olsa bile üşümüyor muydu? Bahar buradan saatlerce ötedeydi.

 

" Ben bu köyün sözcüsü Reyni Affrod." diyerek kendisini büyük bir gururla tanıttı. "Siz kimsiniz Küçük Hanım?" Kendisi de karşısındakinin bir soylu olduğunu düşünüyordu ama buraların sözcüsü oydu. Bu yüzden önce onun lafı geçmeliydi.

 

Genç kız elindeki kılıcını sıkıca kavradı ve arkasına saklayıp zarifçe eğildi.

 

"Lidena Nein." dedikten sonra gözlerini yerden kaldırdı ve karşısındaki adama çevirdi. "İmparatorun savaşçısıyım."

   

Sözleri biter bitmez karşısındaki adam şaşkınca yüzüne bakmıştı. Sonrasında ise kendisini daha fazla tutamamış ve koca bir kahkaha patlatmıştı.

 

"Sen? İmparatorun savaşçısı mısın?" Nefesi gülmekten kesiliyordu. Lidena karışsında betondan bir suret ile dikilirken nasıl bu kadar çok gülmeyi becerebilmişti. "Acaba işinin ismini yanlış öğrenmiş olabilir misin?" diyerek yaşarmış gözlerini sildi ve karşısındaki genç kadına baktı. Onun hiçbir mimiğe sahip olmayışı gözlerini kısmasına sebep olmuştu. Dikkati, genç kızın arkasındaki, uzun boylu adama kaydı. Telaş içerisinde kafasını iki yana sallıyor, ne yapıyorsa, yapmamasını ima ediyordu.

 

"Hayır. İmparatorun savaşçısıyım." diyerek zarifçe kendisini yineledi. Bembeyaz kılıcının kınını sıkıca tutarken gözlerini yol üzerinde gezindi. "Dediğiniz gibi bu gün yolumuza devam edemeyecek miyiz?"

 

Küçük kadının soğuk asaleti adamın kanını dondurdu.

 

"Evet. Bayır olduğu için akan su yolları aşındırdı. Birkaç gün içerisinde yollara biraz taş ve saman atılacaktır." demiş ve kendisi de bir hayli ciddileşmişti.

 

"O halde bize kalabileceğimiz bir yer verebilir misiniz?" dedikten sonra dönüp kayhasına baktı. "Dışarıda rahatsız olabilir."

 

Kahya şaşkınlık içerisinde efendisine bakıp eğildi.

 

"Benim için hiçbir zahmete girmenize gerek yok efendim!" dediğinde Lidena soğuk gözlerini Reyni'ye çevirdi.

 

"Mümkün mü?"

 

Adam sessizce ellerini ovuşturdu ve sonrasında arkasını dönüp işaret parmağını uzattı.

  

"Kasabada size uygun bir yer elbette bulabilirim!"

 

Genç kız kılıcının kınını diğer eline aldıktan hemen sonra kahyasına döndü.

  

"Ben Bay Reyni ile önden gidip kontrol edeceğim. Atın nallarına yapışmış çamurdan kurtulduktan sonra siz de kasabaya inin." diyerek atlara ve toynaklarındaki çamura baktı. "Küçük bir kasaba. Beni bulamazsanız bile ben sizi bulurum." Kahya sözlerin ağırlığı ile yutkundu ve kafasını salladı.

 

"Tabii efendim."

 

Çamur olmuş etekleri savrulurken arkasını dönüp Reyni'ye baktı.

 

"Gidebiliriz."

 

Reyni, gergin kahyaya kısa bir bakış atıp kasabaya doğru döndü. Gerçekten bu küçük kadın ürkütücüydü. Sesinin narinliğine zıt bir soğukluğu vardı. Sanki sesi insanı büyüleyip onu öldürebilirmiş gibi.

      

"Uzun bir yoldan geliyorsunuz sanırım." Yol boyunca hiç konuşmamasından fazlaca rahatsızlık duyan Reyni en sonunda dayanamadı. Sanki kilometrelerce yürüse dahi konuşmayacak bir hâli vardı.

 

"Evet." Kestirip atan kızın tavrı ile derince bir nefes aldı. Cidden çok can sıkıcıydı. Hiç ılımlı bir tavrı yoktu.

 

Reyni, yüzünü asarak gözlerini kasabaya çevirmişti ki turuncu bir kızıllık gözlerinden etrafa yayıldı. Şaşkınlık bedenini ele geçirdiğinde dehşet içerisinde mırıldandı.

 

"Haydutlar..."

 

Lidena gözlerini kıstı.

 

"Düşman mı?" dediğinde Reyni telaşla kasabaya koşmaya başladı.

 

"Dorsa! Buslat!"

 

Alevlerin kara dumanı göğü kaplayıp da korkunç bir hal aldığında Lidena kafasını geriye attı ve kasabaya baktı. Yardım etmek zorunda mıydı? Yüzüne vuran kızıllığı verdiği o garip tavır ile dönüp arkasına baktı. Kahyası atının toynaklarını temizliyordu. Ona kasabaya gelmesini söylemişti. Bu yüzden bir kasabanın olması lazımdı sanırım.

 

Kılıcını kınını kavradığı gibi koşarak kasabaya gitti. Alevlerin arasından geçmiş ve kuyunun başında toplanmış kalabalığa zorbalık edenlerin önünde durmuştu. Eteklerinin ucuna toplanmış olan çamuru eteğini savurarak uzaklaştırdı.

 

"Burada neler oluyor?"

 

Gece mavisi gözlerinde dans eden kızıllık herkesin dikkatini çeken ilk şey olmuştu.

 

"Küçük hanım!" diyerek öne çıktı Reyni. "Geri çekilin, çok tehlikeli."

 

Ledina gözlerini Reyni'ye çevirdi ve usulca karşılık verdi.

  

"Buradaki en tehlikeli şey benim."

 

Haydutlar duydukları laf karşısında kahkaha atmadan duramadılar. Öyle ki gülmekten dolayı gözlerinden yaş gelmişti. Lidena hiç oralı olmadı. Onun aklında bambaşka bir mevzu vardı. Sanırım savaşı kaybediyorlardı. Bir yolculuğa çıkmış ve yolcuğun başında iki kere haydutlara denk gelmişti. Bu iyi bir olaya işaret değildi. İmparator cidden kaybediyordu.

 

"Neden bize biraz süt sağıp getirmiyorsun küçük kız?" diyerek güldü biri. Elindeki baltayı yere dayamış ve gözlerinin içine bakmıştı.

 

"Burada neler oluyor?" diyerek ellerini, kollarını bağlayıp kuyunun etrafında oturttukları insanlara baktı. Sanırım kasabanın tamamı buradaydı.

 

"Yaşın tutmuyor." diyerek doğruldu haydut ve Reyni'ye baktı. "Bize üç çuval pirinç, iki küfe peynir, beş büyük baş, on beş de küçük baş hayvan vereceksiniz." dediğinde Lidena bir adım öne çıktı.

 

"Lafınızı böldüğüm için özür dilerim ancak biraz daha sohbet uzarsa kasaba kül olacak."

 

Adam sinirle dönüp genç kıza bağırdı.

 

"Olsun o zaman!"

 

İşte bu duymak istediği cevaptı. Kınını sıkıca tuttuğu gibi toprağa sapladı. Kızın ani hareketi ile herkes şaşkınca ona bakmıştı. Yere saplanıp kalan kınının içerisinden adilce kılıcını çekmiş ve korkunç soğukluktaki gözlerini karşısındaki hayduta dikmişti.

 

"Tanrı sizi huzuruna çağırıyor."

 

Kim daha ne olduğunu kavrayamamışken Lidena en öndeki adamın kellesini koparıp atmıştı. Kafası yere düşen adamın şoku ile çığlık atanları umursamdan çevik bir hamleyle diğerlerine saldırmıştı. Kılıcını öyle içten bir şekilde tutuyordu ki sanki onun bir parçasıydı. Bir vurduğu adama ikinci kez vurma gereği duymuyordu. Zaten tek seferlik bir canları vardı ve onları da hızlıca alıyordu.

 

Üzerindeki elbisesi kan oluncaya kadar savaştı. Aslında buna savaş bile denmezdi. Karşı taraf ona dokunamamıştı bile.

   

Zeminde kan gölü oluşana kadar kılıcını sallamış ve en sonunda sessizce kuyunun başına gelmişti. Kuyunun dibinde parlayan duru su gözlerini aydınlattı.

 

"Artık yangını söndürebilirsiniz."

 

Şaşkın toplum telaşlar içerisinde koşuşturmaya başladı. Kova kova su yanmış birkaç eve taşındı.

 

 

ᕦʕ •ᴥ•ʔᕤ

 

Hey! 

 

 

Pişt pişt! Sana evet, doğru okudun. Sen!

 

 

Hayırdır? Hayalet misin? Yorum nerde?

 

 

Hadi Allah'e emanet!

 

 

ᕦʕ •ᴥ•ʔᕤ

 

   

   

  

 

 

Loading...
0%