@ladyrebel
|
Eris, Pasna ve Nina çukurdan çıktıklarında Pasna bir şey fark etti.
"Şifacı olduğuna göre, bize bir konuda yardım edebilir misin? " dediğinde Eris gözlerini Nina'ya çevirdi.
"Tabii, siz de bana yardım ettiniz." deyince Eris merakla eğildi.
"Acaba, yanıkları da tedavi edebilir misin? "
"Elbette. Şifacı sınıfında en iyilerinden biriyim." diyerek çenesini kaldırdığında Pasna gözlerini kaçırdı. Yanaklarını sıkmak istiyordu resmen. Hayatında ilk defa bu kadar heyecanlıydı.
"O zaman seni biraz tutacağız. " dediğinde Nina etrafa bakındı. Diğerleri ortalıkta gözükmüyordu.
"Tamam, olur."
Onlar yerleşim yerine döne dursun, Lidena bağdaş kurmuş sessizce Fanra'yı izliyordu. Fanra, temiz bir kumaş almıştı. Özene bezene Lidena'nın kılıcını siliyordu.
Kızlar dağılmış eşyaları topluyor, Vuz ise yeni bir ateş yakmaya çalışıyordu.
"Kılıcınız, çok güzel majesteleri." diyen Fanra ile Lidena uzunca genç adama baktı. Siyah gözlerinin arkasında ufak bir hayranlık görmüyor değildi. Ama kendisine mi? Sürgüne gönderilmiş, katil bir veliahta?
"Babam dövdü, annem tarafından işlendi." dediğinde Fanra elleri arasındaki kın ve kılıca yeniden baktı.
"Ellerinde büyüyen her şey güzel demek ki... "
Lidena bu sözlerin ardından Fanra'ya baktı. Bu da ne demek?
Fanra gülümseyerek kılıcı biraz daha temizledi.
"Yarın için bir planınız var mı efendim? " dediğinde Lidena kafasını kaldırdı ve kararmaya başlayan göğe baktı.
"İbreti alem olsun diye şu cesetlerin üstünü açık bırakacağım." dedikten sonra derince bir nefes aldı. "Sonrasında ise Runn Fia için yola devam edeceğiz." dediğinde Fanra kafasını salladı.
"Benden bir isteğiniz var mı? " dediği esnada gelen ayak sesleri ile herkes ormana baktı. Lidena elini uzattı, Fanra kılıcını avuçlarına bıraktı.
"Biz döndük! " diyen Eris ile genç kız kaşlarını çatarak yanlarındaki yabancıya baktı. Koyu mavi gözleri daha da kararırken ayağa kalkmıştı.
Nina arabalara baktıktan hemen sonra devasa obruğu gördü. Kocaman açtığı gözleri ile içerisindeki cesetlere ve yarım yamalak küllerine baktı.
"Tanrı bizi korusun... " dedi ellerini kalbine götürerek.
"Tanrı'yı bilmem ama ben yanındayım. " diyen Pasna ile genç kız şaşkınca ona bakmıştı. Pasna ise göğüslerini germiş, kendisini kanıtlarcasına kasılmıştı. Hal böyle olunca Nina gülmeden edemedi. Ta kii Lidena'yı görünce. O, Lidena'yı tanımıyordu. Daha önce hiç görmemişti. Şifacılar , farklı bir kesimde eğitim aldıkları için savaşmaktan pek anlamazlardı. Onun canını sıkan şey...
"Tanrım! " dedi ağlamaklı bir ses ile. Çamurlu ayakları ile Lidena'ya doğru koştu. Gözleri dolmuştu resmen. "Saçlarına ne yaptın böyle?" Bir deyişe göre saçlar anıları biriktirirdi. Geçmişi ve hatıraları. Eğer saçlarını kesersen öğrendiğin çoğu şeyle birlikte onun duygusunu, anısını da kaybederdin. Bu yüzden bazı ustalar upuzun saçlara sahipti. "Çok yazık. Zavallılar..."
Lidena karşısındaki kıza gözlerini kısarak baktı.
"Sen de kimsin? " dediğinde Nina hızlıca cevap verdi.
"Ben Nina, bir şifacıyım." dedikten sonra dolmuş gözlerini Lidena'nın biçimsiz siyah saçlarında gezdirdi. "Saçların, sana çok darılmış. Nasıl kıydın? İzin verirsen onları iyileştirebilir miyim? "
Lidena sessizce düşündü. Saçlarını kesme sebebi farklı olduğunu gizlemek içindi. Ama artık buna ihtiyacı yoktu. Ayrıca saçlar anıları biriktirirdi. Annesini anmak istiyordu.
Lidena gözlerini kapattığında Nina sessizce ona yanaştı ve ellerini çenesine koydu. Nina'nın kahverengi saçları uçuşurken Lidena'nın siyah saçları yavaş yavaş dalgalanmaya başladı. Biçimsiz saçları hızla uzamaya başladı. Uzun siyah gür saçlarının uçları birden kırmızı sonrasında ise turuncu olmuştu. Nina işi bittiğinde şaşkınca geri çekildi.
"Ama bu..."
Mırıltısı dudaklarında hapsolurken hızlıca geri çekildi.
Saçların anıları sakladığı doğruydu. Ama saçlar konuşamazdı. Anlatamazdı. Bu yüzden bazıları aşırıya kaçtığında renk değiştirirdi. Mesela acı dolu hatıralar beyazlatırken öfke ve kin dolu hatıralar onu kızıla boyardı. Onun saçları ateş gibiydi. Güçlü bir ateş.
Lidena eski saçlarının gelmesi ile gözlerini açtı ve karşısındaki kıza baktı.
"Nereden geldin? " dediğinde Nina dili tutulmuş bir şekilde baktı etrafa.
Karşısındaki sıradan biri değildi. Kendisine böyle tepeden bakan birini daha önce hiç görmemişti.
"Ben, ben... " dediğinde Fanra hızlıca önünde diz çöktü.
"Ellerinizdeki yanıklar da iyileşmiş, majesteleri. " deyince Lidena gözlerini ellerine çevirdi. Elleri eskisi gibiydi. Canlı ve sağlıklı.
"Majesteleri? "
Herkes genç kızın siyah uzun saçlarındaki kızıllığa bakıyordu. Kimse saçlarının böyle olduğunu düşünmemişti. Çünkü daha önce hiç kimse siyah ve kızılı beraber görmemişti. Daha çok saçlarının uçları ateşe verilmiş gibiydi.
"Geç oldu. Misafire yemek verin. Yarın erkenden yola çıkacağız." diyerek Lidena önce kıza sonrasında ise arkasındaki Eris'e baktı. Kararını hangi yönde vermişti? Onunla birlikte mi kalacaktı yoksa eğitimhaneye geri mi dönecekti?
Çekip gittiğinde Fanra peşi sıra yürümüştü. Nina giden kızın arkasından bir müddet bakıp titreyen elleri ile Pasna'ya döndü.
"O kimdi? Ben kimin yüzünü avuçladım? " dedi korkuyla.
Pasna gülerek eğildi.
"İmparatoriçenin."
Nina kaşlarına çattı.
"Ama İmparator Zeord?" dediğinde Pasna kafasını yana salladı.
"Onun sonunu getirecek kişi..."
Nina dönüp arkasına baktı. Siyah saçları dalgalanan kız asilce uzaklaşıyordu.
"Adı? "
"Veliaht Prenses Lidena Terlas."
Pasna'nın sözleri biter bitmez Nina ağzı açık bir şekilde ona döndü. Yeşil gözleri resmen şaşkınlıktan beyaza dönmüştü.
"Lidena Terlas? " dedi elleriyle ağzını kapatmaya çalışarak "Merhum imparator Guan'ın kızı olan mı? "
Pasna kafasını salladı.
"Yani, Terlas soyadı İmparatorluktan geliyor." dediğinde Nina ne yapacağını bilemedi.
Yollarda seferber olmuşlardı. Onlara eğitimhaneden kaçmış, iki aşığı yakalamalarını istemişlerdi. Bir veliahtı değil! Üstelik, bu bahsi geçen veliaht hiç de küçümsenecek biri değildi. Gözleri obruğu kaydı. İnsanların cesetleri resmen yüzüne yüzüne sırıtıyordu. Ellerini saçlarına daldırdı. Ne yapmalıydı? Onlara peşlerinden geldiklerini söylemeli miydi? Peki ya kendisi? Eğer kendisinin kim olduğunu öğrenirse sonu çukurdaki adamlar gibi mi olurdu?
"Merhaba..."
Duyduğu ses ile kafasını kaldırdı.
"Ben Olya ve bu da arkadaşım Nevil." diyerek kız yanındaki kızı da tanıtmıştı.
"Biz aynı köydeniz." diyen Pasna da Vuz'u yanına çekti. "Bu benim komşum Vuz. " dedi.
"Merhaba, tanıştığıma memnun oldum." dedi gergince.
"Yemek yemek ister misin? Yemek hazırlıyorduk. " diye Olya ile Nina ellerini karnına attı. Eğitimhaneden çıktığından beri düzgün bir şey yiyemiyordu.
"Olur. Lütfen. " dediğinde gençler ateş başına ilerledi. Eris ise arkalarından bir müddet bakmış ve ileride aralarında konuşan Fanra ve Lidena'ya bakmıştı.
"Majesteleri, daha iyi misiniz? "
Lidena başını iki yana salladı.
"Artık kendimi konrtol edemiyorum." dedi dürüstçe.
"Anlamadım, efendim. " dedi Fanra.
Lidena ellerini arkasına koydu ve ormana doğru baktı.
"Artık kendimi kontrol edemiyorum." dedi tekrardan. "İçimdeki nefret ve kin düşündüğümden çok daha güçlü bir hale geldi. Sürgünden sonra tanıştığım duyguların arasında hiç olumlu bir şey yok. Varsa yoksa öfke." diyerek kaşlarını çattı. "Zaten hiç evcilleşmemiş bir hayvana öğretilmemesi gereken bir duyguydu." Ellerini önüne aldı ve dikkatle baktı. Teni taptaze, capcanlıydı. "Öldürmekten başka bir şey yapmadığı gibi..." dedi kendi kendine. "... bir de ölmüyor." diyerek kafasını kaldırmış ve Fanra'nın simsiyah gözlerine bakmıştı.
"Öldürüp de ölmeyen şeye nedir ki?"
ᕦʕ •ᴥ•ʔᕤ
Ever...
Sürü hiç kötü yorum almadık.
Damnn!
"Tek linç yemeyen kurgum" diyemeyeceğim ahahah.
Çünkü ileride çok pis şeyler planladığım için djdlsdnsk kesin linçleneceğim ama neyse en sevdiğim şey.
Birinde bölümleri geç atıyorum diye linç yemiştim, diğerinde çocuk gay değil ve istemiyor diye linç yemiştim, birinde şeytan niye bu kadar sempatik diye ohooo!
En azından bu sefer yiyeceğim linç için oldukça bilinçliyim ve sabırsızlıkla bekliyorum.
See yaaa!
ᕦʕ •ᴥ•ʔᕤ
|
0% |